El-Habîr/Et-Tahiyyâtü
Bugün üç ayların 34.ncüsü, Corona günlerinin de 371.ncisi. Aynı zamanda 18 Mart 1915
Çanakkale deniz zaferinin de 106.ncı yıldönümü. 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi bugün
yapılacak törenlerle
kutlanacak. Şehitlerimizin ruhu şad olsun.
İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı
anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci
değerlendirmeye devam ediyorum. Sırada Esma ül Hüsna’nın otuzdördüncüsü “El-Habîr’'
var. Yine namazda secdelerden sonra oturuşlarda (KA‘DE) okuduğumuz “Et-Tahiyyâtü"
duasıyla ilerliyoruz.
EL-HABÎR: الخبير Sözlükte “bir nesneyi gereğince
bilmek için yoklayıp sınamak, bir şeyin iç yüzünden haberdar olmak” anlamına
gelen hubr (hibre) masdarından sıfat olup “bilen, bir nesnenin mahiyetine ve iç
yüzüne vâkıf olan” demekmiş.
Kelimenin kökünde, bir şeyin
asıl yapısını ve iç yüzünü öğrenmek için onu duyu organlarıyla algılayıp
denemek ve elde edilen bilgileri akıl süzgecinden geçirip bir sonuca bağlamak
mânası bulunduğu gibi haber yoluyla bilgi edinmek mânası da var.
Şüphe yok ki bu bilgi
vasıtalarının hiçbiri Allah için söz konusu değil. Ancak Allah’a nisbet edilen
“hubr” kavramında, duyularla algılanmış gibi her şeyin gerçekliğinden ve
genellikle insanlara gizli kalan iç yüzünden haberdar olma mânası mevcut. Bu
yüzden Habîr isminin “haberdar eden” anlamına da gelebileceği kaydediliyor.
Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette hubr masdarı, kırk dört âyette de habîr ismi
Allah’a nisbet edilmiş (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḫbr” md.). Habîr yirmi
altı âyette, Allah’ın, insanların yaptıkları her şeyden ve kıyametteki durumlarından
haberdar olduğu mânasını ifade etmekte ve daha çok müjdeleyici bir üslûp
taşımakta.
Beş âyette, “yaratılmışların
ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan”
mânasındaki latîf, yine beş âyette “gören” mânasındaki basîr, dört âyette
“bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan” anlamındaki hakîm, dört âyette de
“hakkıyla bilen” anlamındaki alîm ismiyle birlikte kullanılmış. Kelimenin bu
kullanılışlarının mânasına zenginlik kattığı ve onu pekiştirip açıklığa
kavuşturduğu görülmekte.
Hubr kökünden türemiş çeşitli kelimeler hadislerde de Allah’a nisbet edilmiş (bk.
el-Muʿcem, “ḫbr” md.). Habîr ismi esmâ-i hüsnâ listesine yer veren rivayetlerde
geçtiği gibi (İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10; Tirmizî, “Daʿavât”, 82) başka hadis
metinlerinde de yer almakta (Müsned, III, 17; VI, 221; Müslim, “Cenâʾiz”, 103).[1]
'O' her şeyin dış ve iç yüzünden,
açık
ve gizli yönünden tam
haberdar olan, Kainattaki bütün
gizli işlerden, geçmiş ve gelecekte olan her şeyden, gizli
veya açık
her şeyden her şeyin iç yüzünden
haberi olan, onlara yumuşak davranarak cezâlarını geriye bırakandır"
manasına geliyor.
ET-TAHİYYÂTÜ: التَّحِيَّاتُSözlükte “şehâdet getirmek, tahiyyata oturmak; şahitlik istemek” anlamlarına gelen “teşehhüd”, fıkıh terimi olarak namaz kılarken ka‘dede “kelime-i şehâdeti içeren Tahiyyat duasını okumayı ifade eder” (Kāmus Tercümesi, I, 630; Serahsî, I, 27).
Hanefî, Hanbelî ve Zâhirîler tarafından tercih edilen
İbn Mes‘ûd rivayetine göre teşehhüd metni şöyle:
"et-Tahiyyâtü li’llâhi ve’s-salavâtü
ve’t-tayyibât es-selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetu’llāhi ve berekâtüh
es-selâmü aleynâ ve alâ ibâdi’llâhi’s-sâlihîn eşhedü en lâ ilâhe illallah ve
eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" (Buhârî, “Eẕân”, 148,
150; Müslim, “Ṣalât”, 55).
Tahiyyat duasının anlamı da
şöyle:
“Bütün tâzimler, övgüler, mülkler, kavlî, bedenî ve
malî ibadetler Allah’a mahsustur. Ey Peygamber! Sana selâm olsun, Allah’ın
rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Selâm bize ve Allah’ın sâlih kullarına
olsun. Kesin olarak bilir ve beyan ederim ki Allah’tan başka tanrı yoktur ve
şehâdet ederim ki Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” [2]
“Selam, rahmet ve bütün güzellikler, her türlü dil, beden ve mal ile
yapılan ibadet Allah’a mahsustur. Ey Peygamber! Allah’ın rahmeti ve bereketleri
senin üzerine olsun. Selâm bizlere ve Allah’ın sâlih kullarına olsun. Ben
şahadet ederim (kesinlikle bilirim) ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Ve
şahadet ederim ki Hazret-i Muhammed Allah’ın kulu ve Resûlüdür.” (Ebu Dâvûd, “Salât”, 182. I,
591)
Secdelerden sonra “Allahü Ekber” diyerek oturulur. Bu aşamaya “ka‘de” deniyor. Otururken, el
parmakları dizlerin hizasına gelecek şekilde eller uylukların üzerine konur ve
kucağa bakılır. Erkekler, sol ayağını yere yayarak onun üzerine oturur, sağ
ayak parmakları kıbleye yönelmiş durumda dik tutulur. Kadınlar, ayaklarını
yatık olarak sağ tarafa çıkarır ve öylece otururlar. İşte bu oturuş
sırasında; a) Ettehiyyatü, b) Allahümme salli, c) Allahümme bârik, d) Rabbenâ âtina... duaları
okunuyor.
Sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde
“tahiyyetü’s-salât, hutbetü’s-salât” adlarıyla anılan tahiyyata (Tecrid
Tercemesi, II, 707; Şevkânî, VI, 148-149) daha sonraki dönemlerde bu metnin
sonundaki kelime-i şehâdetten dolayı teşehhüd ismi verilmiş. Hz. Peygamber
teşehhüdü namazlarda okumuş ve okunuş biçimini Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi
ashabına öğretmiş (İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 24).
Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah
b. Abbas, Hz. Ömer, Abdullah b. Ömer, Hz. Âişe, Abdullah b. Zübeyr, Ebû Saîd
el-Hudrî, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, Selmân-ı Fârisî gibi sahâbîler tarafından
nakledilen ve aralarında küçük farklar bulunan teşehhüd ibarelerinden fıkıh
mezheplerince daha çok benimsenenler İbn Mes‘ûd, İbn Abbas ve Hz. Ömer’in
rivayetleri (meselâ bk. Tahâvî, I, 261-266; Muvaffakuddin İbn Kudâme, I, 535;
Tecrid Tercemesi, II, 709).
Bazı tefsir ve fıkıh
kitaplarında Tahiyyat duasıyla irtibat kurularak Resûl-i Ekrem’in mi‘rac gecesinde
tahiyyat, salavat ve tayyibat kelimeleriyle Cenâb-ı Hakk’a tâzimde bulunduğu,
O’nun da buna selâm, rahmet ve berekât kelimeleriyle mukabele ettiği,
Resûlullah’ın gördüğü bu iltifat karşısında selâmın bütün peygamberler,
melekler ve insanlar üzerine olmasını temenni ettiği, bunun üzerine bütün
meleklerin kelime-i şehâdeti söyledikleri kaydediliyor (meselâ bk. Kurtubî,
III, 425; İbn Nüceym, I, 342-343).
Bu sebeple teşehhüd duasını
okumanın, kulun mi‘racla sıkı bağı bulunan namaz ibadetinin belirli bölümlerinde
(ka‘deler) mi‘rac gecesinde gerçekleşen bu olayın hâtırasını yâdetmesi ve bu
vesileyle Allah’a tâzimlerini sunması, Resûlullah’a selâmlarını ve bağlılığını
bildirmesi, Allah’ın kendisine, cemaate, meleklere ve sâlih kullara rahmetle
muamele etmesini dilemesi gibi bir anlam taşıdığı yorumu yapılmış.
Tahiyyat namazın ilk oturuş (ka‘de-i ûlâ) ve son oturuş (ka‘de-i
ahîre) denen kısımlarında okunuyor. Ardından selâmın verildiği oturuşa ka‘de-i
ahîre (son oturuş) deniyor. Teşehhüdü okumak Hanefîler’e göre ilk ve son
oturuşta vâcip, Mâlikîler’e göre sünnet, Şâfiîler’e göre ilk oturuşta sünnet,
Hanbelîler’e göre vâcip ve her iki mezhebe göre son oturuşta farzdır (rükün).
Hanefîler’e göre her iki
oturuşta teşehhüdün bilerek terkedilmesi tahrîmen mekruh olup böyle bir namazın
iade edilmesi vâciptir, sehven terkedilmesi durumunda sehiv secdesi yapılmak
suretiyle namazın eksiği giderilmiş olur. Şâfiîler ilk oturuşta, Mâlikîler her
iki oturuşta bilerek de olsa terkedilen teşehhüdün sehiv secdesiyle telâfi
edilebileceği kanaatindedir.
Bu konuda Hanefîler, Hz.
Peygamber’in teşehhüdü namazlarda devamlı okuduğuna dair fiilî ve kavlî
sünnetini (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 178; Nesâî, “Ṣalât”, 15), Şâfiî ve Hanbelîler
onun namazlarda teşehhüdü devamlı okuduğuna dair fiilî sünnetinin yanında
sahâbîlere teşehhüdü öğrettiği zaman, “Tahiyyat’ı söyle, söyleyin, söylesin,
söylesinler” şeklinde emir kiplerini kullanmasını, Mâlikîler ise bu konuda
özellikle sehiv secdesiyle teşehhüdün telâfisinin mümkün olduğunu gösteren
hadisleri delil göstermekteler.
Teşehhüdde “lâ ilâhe” derken sağ elin başparmağı ile orta parmağın halka yapılıp
şahadet parmağının kaldırılması ve “illallah” derken indirilmesi sünnet olmakla
birlikte bazı âlimler yerli yerince yapmakta zorlanan kişinin bunu terketmesini
uygun görmüştür. Şâfiîler’e göre “illallah” denildiğinde şahadet parmağı
kaldırılır ve ilk teşehhüdde ayağa kalkıncaya, son teşehhüdde selâm verinceye
kadar öylece bırakılır.
Teşehhüdün Arapça aslını bilmeyenlerin asıl metni öğreninceye kadar tercümesini okumaları câizdir. Arapça’sını bilen kişilerin tercümesini okuması hususunda farklı görüşler ileri sürülmüş. Fıkıh âlimleri İbn Mes‘ûd’un rivayet ettiği, “Teşehhüdü gizli okumak sünnettendir” hadisini (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 180; Tirmizî, “Ṣalât”,101) delil göstererek teşehhüdün gizli okunmasının sünnet olduğunu, ancak açıktan okunması halinde sehiv secdesi gerekmediğini söylemişler. [3]
[3] Kaynak <https://islamansiklopedisi.org.tr/tesehhud>
El-Halîm/Allahümme salli
Bugün üç ayların 35.ncisi, Corona günlerinin de 372.ncisi. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada Esma ül Hüsna’nın otuzbeşincisi “El-Halîm’' var. Yine namazda secdelerden sonra son oturuşlarda ((Ka`de-i
Âhire) tahiyyatın
ardından okuduğumuz salavat dualarından “Allahümme salli" ile
ilerliyoruz.
EL-HALÎM: الحليم “Sabırlı ve temkinli, akıllı ve ağır başlı olmak” mânasındaki hilm masdarından
sıfat olup “sabırlı ve temkinli olan, acele ve kızgınlıkla muamele etmeyip
ileride meydana gelecek gelişmelere fırsat tanıyan” demekmiş. Dil âlimleri
kelimenin, “kudreti olduğu halde cezalandırmayan” ve “cezayı büsbütün
terketmeyip gelişmelere göre hareket eden” şeklindeki iki anlamına dikkat çekmişler
(Lisânü’l-ʿArab, “ḥlm” md.; Ebü’l-Bekā, s. 404, 560; Zeccâc, s. 45).
Bu manada “Halîm” esmâ-i
hüsnâdan biri olarak “sabırlı, acele ve kızgınlıkla muamele etmeyen” mânasına
geliyor.
Halîm kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’in on beş yerinde geçmekte olup bunlardan on
birinde Allah’a, ikisinde Hz. İbrâhim’e, birinde Şuayb’a, birinde de İsmâil
peygambere izâfe edilmiş (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥalîm” md.).
Allah’ın ismi olarak zikredilen halîm tek başına kullanılmayıp altı âyette “bütün
günahları bağışlayan” anlamındaki gafûr, üç âyette “hakkıyla bilen” anlamındaki
alîm, bir âyette “her şeyden müstağni olan, kendi dışındaki her şeyin O’na
muhtaç olduğu varlık” mânasındaki ganî, bir âyette de “az iyiliğe çok mükâfat
veren” mânasındaki şekûr ismiyle birlikte zikredilmiş. Bu kullanılış kelimenin
mânasına açıklık getirdiği gibi ona zenginlik ve derinlik de kazandırmaktadır.
İlgili âyetlerin
incelenmesinden anlaşılacağı üzere halîmin gafûr ismiyle beraber kullanıldığı
yerlerde kulların işleyebileceği bazı günahlardan söz edilmekte, bu tür
günahları işleyenlerin âcilen cezalandırılmayıp dönüş yapmalarına (tövbe)
fırsat tanınacağı belirtilmekte (bk. el-Bakara 2/235; Âl-i İmrân 3/155;
el-Mâide 5/101; el-İsrâ 17/44; Fâtır 35/41).
Alîm ile birlikte kullanıldığı
üç âyetten birinde mirasın taksimi anlatılmakta ve bu hususta ortaya konan
ölçülerin insanlığın mutluluğunu dileyen Allah’ın bir öğüdü olduğu, O’nun bütün
hak ve hukuk türlerini bildiği, mirasın bölüştürülmesinde yapılabilecek bazı
yanlışlıkları da hemen cezalandırmayacağı ifade edilmekte (en-Nisâ 4/12).
Diğer iki âyetin birinde Allah
yolunda hicret edip sıkıntılara katlananları iyi âkıbetlerin beklediği
müjdelenmekte ve bu tür sosyal çalkantılar karşısında ilâhî müdahalenin bilgiye
ve temkine dayandığı anlatılmakta (el-Hac 22/59), diğerinde de Allah’ın,
gönüllerde saklanan her sırra vâkıf olmasına rağmen sabır ve teennî ile muamele
ettiği bildirilmekte (el-Ahzâb 33/51).
Halîmin ganî ismiyle beraber
kullanıldığı âyet, malî konuların ve Allah rızâsı için karşılıksız harcamada
bulunmanın işlendiği âyetler içinde yer almakta (el-Bakara 2/263), şekûr
isminden hemen sonra yer aldığı âyette de ödünç para verenlerin Allah
tarafından fazlasıyla mükâfatlandırılacağı beyan edilmekte (et-Tegābün 64/17).
Özellikle bu son iki
kullanılış halîmin, “hak edilmiş cezaları hemen uygulamayıp mühlet veren”
anlamının yanı sıra “yapılan iyilikleri ve faziletli davranışları bazı
eksiklikleri hesaba katmadan fazlasıyla mükâfatlandıran” mânasını da içerdiğini
göstermektedir.
Halîm, doksan dokuz ilâhî ismi ihtiva eden rivayetlerin ikisinde de yer
aldıktan başka (İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10; Tirmizî, “Daʿavât”, 82) Kütüb-i Sitte’de
ve Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’indeki çeşitli rivayetlerde de Allah’a nisbet
edilmiştir (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ḥalîm” md.).[1]
'O' yumuşak davranan, yumuşak muâmele eden, yumuşaklık
sahibi olan, hilmi çok olan, ceza vermede acele etmeyen, günahkârların cezâsını
vermeye güç yetirdiği halde bunu acele yapmayıp, onlara yumuşak davranarak
cezâlarını geriye bırakan, teenni sahibi olan, kullarına cezada acele etmediği
gibi, hilm sahibi olan, hilmi çok olan, acıması
ve bağışlaması onun öfkesinden daha da önde olan, kulları ona isyan etse bile
hemen öfkelenmeyen, kullarına karşı yumuşak davranandır" manasına
geliyor.
ALLAHÜMME SALLİ: صَلِّ اللَّهُمَّ Allahümme Salli ve Allahümme Barik duaları namazlarda son oturuşlarda okunan iki dua. Kısaca "Salli Barik" diye bilinen bu dualar içinde Peygamber Efendimiz'e (sav) salavat getirilen dualar olarak "Salavat Duaları" olarak biliniyor.
Son oturuşlarda Salli Barik dualarının okunması
hadisle sabitmiş. Kaynak olarak da şu hadise gösteriliyor: Kâ’b İbn Ucre (r.a) anlatıyor: “Hz. Peygamber (sav)
bizim yanımıza geldi. Biz dedik ki: “Ey Allah’ın
Rasûlü! Biz
sana nasıl selâm getireceğimizi biliyoruz.
Allah bize, sana nasıl selâm vereceğimizi bildirdi. Fakat nasıl salât getireceğiz?
Bunu bilmiyoruz. Sen de bize, sana nasıl salât getireceğimizi öğret. Bunun
üzerine bize salât dualarını şöyle öğretti." (Buhârî, Tefsîru Sûre, 33/10, Enbiya, 10, Deavât, 31, 32;
Müslim, Salât, 65, 66 , 69; Tirmizî, Tefsîru Sûre 33/23)
Peygamber Efendimiz'e (sav) salavat getirilmesi
Kur'an-ı Kerim ayetlerinde de geçiyor. Meselâ: "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât
ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin." (Ahzab Suresi, 56. ayet)
Bu nedenle salavat hem Allah buyruğu hem de Resullulah
tavsiyesi. Bu salavatları getirmenin en güzel yolu da namazlarda
okuduğumuz Salli Barik duaları. İki duanın
da anlamları hemen hemen aynı. Birinde "rahmet eyle" (Kemâ salleyte), diğerinde "bereket
eyle" (Kemâ barekte) kelamı
var.
Biz müslümanlar, bütün peygamberleri derin bir saygıyla andığımız gibi özellikle
“Allahümme salli” ve “Allahümme bârik...” diye başlayan dualarımızda Peygamber
efendimizin yanında Hz. İbrâhim’i de anıyoruz.[2]
“Allâhümme salli ‘alâ Muhammedin ve ‘alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte ‘alâ İbrahîme
ve ‘alâ âli İbrahîm. İnneke hamîdün mecîd.”
“Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine rahmet eyle; şerefini yücelt. İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder