17 Mart 2021 Çarşamba

17 Mart 2021 23:00 Pazartesi CORONA GÜNLERİ................................El-adl/Sübhâne Rabbiyel-a'lâ-El-lâtîf/Sübhânallah

El-adl/Sübhâne Rabbiyel-a'lâ

Bugün üç ayların 32.ncisi, Corona günlerinin de 369.ncusu. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsna’nın otuzikincisi “El-Adl’' var. Yine namazda SECDE'ye varıldığında söylenen “Sübhâne Rabbiyel-a'lâ" teşbihiyle ilerliyoruz.

Ama önce CORONA NOTLARI’mızı paylaşalım:

TÜRKİYE AŞI TABLOSU'na göre 16 Mart 2021, Salı saat 17:52 itibariyle Toplam Yapılan Aşı Sayısı 12 milyona (11.943.650) yaklaşmış durumda. Bunların 7.968.791'i 1.Doz,  3.974.859'i ise 2.Doz Uygulama. Aşının olumlu etkisi hasta, yoğun bakım ve vefat sayılarına olumlu şekilde yansıyor.

15 Mart itibariyle Tüm dünyada toplam vaka sayısı 120 milyonu (120.176.364) geçmiş. 1 milyon kişi başına vaka sayısı 15.455 görünüyor. Vefat sayısı ise 2,6 milyonu (2.659.578) aşmış durumda. Ölüm oranı %2,22 seviyesinde.

Türkiye'de ise toplam vaka sayısı 3 milyona (2.894.893) doğru gidiyor. Mevcut durumda 1 milyon kişi başına vaka sayısı 34.813 olmuş. Vefat sayısı ise 30 bin (29.552) sınırında. Ölüm oranı %1,02 görünüyor.


Ülkemizde 1 Marttan beri yeni mutasyonlardan kaynaklı bir vaka artışı yaşanıyor. 28 Şubatta 8.424 olan vaka sayısı 15 gün sonra 15.503'ya yükselmiş bulunuyor. Vaka/test oranına bakacak olursak bu artışı daha net görebiliyoruz. %7,7'den %10,26'ya ulaşmış. Yani test olan her 100 kişinin 11'e yakını pozitif çıkıyor.

Tablodan da görülebileceği üzere artış hasta sayılarını daha az etkilemiş durumda. 28 Şubatta günlük 610 sayısındaydık. 15 Martta bu rakam 858'e çıkmış. Daha yavaş olmakla birlikte ağır hastalarda da artış var. 1.191'den 1.425'a yükselmiş. Bu vaziyet henüz vefatlara yansımış değil. Şimdilik ortalama 65 dolayında. İyileşenlerin oranı ise %95,3'ten %93,9'a düşmüş görünüyor.

Dün kabine toplantısı vardı. Alınan karar “Bir süre daha izleyelim oldu”. Bu Türkiye risk haritasının şimdilik değişmediğini gösteriyor. Ama bazı illerde yükselme, bazılarında gerileme olduğu da anlaşıldı. İller kendi çaplarında bölgelerinde tedbirleri sıkılaştıracaklar. Renk değişimi olursa bunun anlamı bazı bölgelerde kısıtlamaların yeniden gelmesi olabilir. 

EL-ADL: العدل Adl, “doğru olmak, doğru davranmak, adaletle hükmetmek; eşitlemek” vb. mânalara gelen bir masdar. Ayrıca “doğruluk, hakkaniyet ve adalet” anlamlarıyla isim olarak kullanıldığı gibi, “çok âdil” anlamında sıfat olarak da kullanılıyor.

Adl, Allah’ın doksan dokuz ismini sayan esmâ-i hüsnâ hadisinde (bk. Tirmizî, “Daʿavât”, 82) yer alıyor. Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli müştaklarıyla birlikte yirmi sekiz âyette geçerse de bunların hiçbirinde Allah’ın adalet sıfatını ifade eder mahiyette kullanılmamış.

Yalnız bir âyette (bk. el-En‘âm 6/115) Allah’ın sözünün adaletli olduğu belirtiliyor. Ancak birçok âyette Allah, adaletin zıddı olan zulümden tenzih edilmiş, ayrıca “adl” mânasına gelen kıst da Kur’an’da ve hadislerde Allah’a izâfe edilmiş (bk. Âl-i İmrân 3/18; Yûnus 10/4, 47, 54; Tirmizî, “Daʿavât”, 82; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10). Yine adl ve adalete yakın bir mâna ifade eden hayrü’l-hâkimîn (bk. el-A‘râf 7/87) ve ahkemü’l-hâkimîn (bk. et-Tîn 95/8) de Kur’an’da Allah’a nisbet edilmiş. [1]

Adl, Allah’ın isimlerinden biri olarak kullanıldığında mübalağa ifade eden bir sıfat olup'O' son derece adaletli olan, hiçbir şeyde aşırılığa düşmeyen, çok âdil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan, mutlaka ve daima adil olarak hükmeden, gerçekten tam adalet sahibi olan, Mutlak adaletle herşeyi yerli yerinde yapan, tüm yaptıkları hak ve adalet üzere olan" manasında.


SÜBHÂNE RABBIYE'L-ÂLÂ: عْلَى رَبِّىَا سُبْحَانَ  Namazda Rükû'dan sonra secde geliyor. "Allahü Ekber" diyerek secdeye varıldığında önce dizler, sonra eller, daha sonra da alın ve burun yere konur. Secdede baş iki elin arasında ve hizasındadır. Erkekler, secdede dirseklerini yanlarından uzak, kollarını yerden kalkık bulundururlar. Ayaklar, parmaklar üzerinde dik tutulur ve parmak uçları kıbleye gelecek şekilde yere konur. Kadınlar, secdede kollarını yanlarına bitişik halde bulundururlar. Ayaklar, parmaklar üzerine dik tutulur ve parmak uçları kıbleye gelecek şekilde yere konur. Secdede iken ayaklar kaldırılmaz ve burun kenarlarına bakılır. Burada üç kere "Sübhâne Rabbiye'l-âlâ" denilir.

Secdede en az üç kere "Sübhâne rabbiye'l-a‘lâ" dedikten sonra yine "Allahüekber" diyerek ara oturuşu (celse) yapar, sonra yine "Allahüekber" diyerek ikinci secdeye gider ve yine üç kere "Sübhâne rabbiye'l-a‘lâ" dediktensonra "Allahüekber" diyerek ikinci rek‘ata kalkılır.

Secdede, başı secdeye koymak farz. Üç kerre (Sübhânallah) diyecek kadar eğlenmek vâcib. Üç kerre (Sübhâne rabbiyel-a'lâ) demek sünnet imiş. Beş kerre veyâ yedi kerre demekse müstehab.

Böylece namazda her "Sübhane rabbiye'l-a'lâ" deyişimizde Allah'ı (c.c) "Aliyy" ismi ile anmış oluyoruz. "Sübhâne Rabbiye'l a'lâ" demek "Ulu Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehdir.", "Büyük olan Rabbim her türlü noksan sıfatlardan uzaktır" , "En yüce olan rabbim her türlü kusurdan uzaktır.", "Ey Yüce Rabbim! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim" anlamına geliyor.

Celse namazda iki secde arası en az bir kere “Sübhânellah" diyecek kadar oturmakmış. Hanefilere göre celse ve kavme, vacip. Yanılarak terk edilirse sehiv secdesi yapmak gerekiyor. Bilerek terk edilirse tahrimen mekruh olduğundan namazın iade edilmesi gerekiyor. İmam Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre ise celse ve kavme farz, bilerek terk edilirse namaz bozuluyor. (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 149, 157; İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 423; Nevevî, Ravda, II, 356-357). 

Ebû Hureyre (r.a.) şöyle anlatmış: “Hz. Peygamber bir gün mescide girdi, peşinden de bir adam gelerek namaz kıldı. Sonra gelip Hz. Peygamberi selamladı. O da selamını aldı ve ‘dön ve namazını yeniden kıl’ dedi. Bu durum üç kez tekrar etti, sonuncusunda şöyle buyurdu: ‘Namaz kılacağın zaman tekbir al, sonra Kur’an’dan bildiğin kolay gelen bir yeri oku, sonra rükûya eğil ve uzuvların yerleşip rahatlayıncaya kadar rükûda kal. Daha sonra rükûdan kalk ve iyice doğrul. Sonra secdeye git ve orada uzuvların yerleşip rahatlayıncaya kadar kal. Daha sonra iyice yerleşinceye kadar otur, sonra tekrar secdeye kapan ve orada uzuvların yerleşip rahatlayıncaya kadar bekle. Bütün namazlarında böyle yap.” (Buhârî, Ezan, 95)[2] 



[2] Kaynak <https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/155/namazda-kavme-ve-celsenin-hukmu-nedir--ne-kadar-beklemek-gerekir-?enc=QisAbR4bAkZg1HImMxXRn5PJ8DgFEAoa2xtNuyterRk%3d> 

El-Lâtîf/Sübhânallah

Bugün üç ayların 33.ncüsü, Corona günlerinin de 370.ncisi. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsna’nın otuzüçüncüsü “El-Lâtîf’' var. Yine namazda iki SECDE arasında yani ara oturuşu sırasında Sübhânallah" diyerek tesbih edecek kadar celse yapmayla ilerliyoruz.

EL-LÂTİF: اللطيف  Sözlükte “nazik ve merhametli davranmak, iyi muamele etmek” anlamındaki lutf kökünden sıfat olan latîf kelimesi “nazik ve yumuşak davranan, yumuşaklıkla muamele eden” demekmiş. Aynı kelime letâfet kökünden türemiş kabul edilerek “ince ve şeffaf, küçük ve hacimsiz olan” mânasında da kullanılıyor.

Latîf ismi Kur’ân-ı Kerîm’in yedi yerinde geçmekteymiş. Her ne kadar bazı âlimler latîfte “lutuf ve ihsanda bulunma” mânasının ağır bastığını söylüyorsa da (İbn Fûrek, s. 53; Fahreddin er-Râzî, s. 253-254) Kur’an’daki bütün kullanılışlarında “hiç kimse tarafından bilinip sezilemeyen en ince noktalara vâkıf olma” anlamının hâkim olduğu görülmekte.

Özellikle Allah’ın, insanların bütün gizli konuşmaları ile zihin ve gönüllerinde barındırdıkları düşünce ve duygulara vâkıf olduğunu ve yaratıcı vasfı taşıyan bir varlığın bilmemesinin söz konusu edilemeyeceğini ifade eden âyetlerde (el-Mülk 67/13-14), Hz. Lokman’ın, oğluna öğüt verirken her davranışının -hardal tanesi kadar bile olsa, bir kayanın içinde, göklerde veya yerin derinliklerinde de bulunsa- Allah tarafından bilinip ortaya çıkarılacağı yolunda uyarıda bulunduğunu beyan eden âyette (Lokmân 31/16), ayrıca Hz. Peygamber’in eşlerine hitap eden âyette (el-Ahzâb 33/34) geçen latîf isminin bilmeye yönelik muhtevası açıkça ortaya çıkıyor.

Bunun yanında Hz. Yûsuf’un mazhar kılındığı ilâhî nimetlerden söz eden (Yûsuf 12/100), Cenâb-ı Hakk’ın indirdiği yağmurla yeryüzünü yeşertmesi ve kullarına dilediği nimetleri vermesinden bahseden (el-Hac 22/63; eş-Şûrâ 42/19) âyetlerde geçen latîf isminde “ikram ve ihsan” mânasının ağırlık kazandığını söylemek mümkün. En‘âm sûresinde hiçbir gözün Allah’ı idrak edemeyeceği, fakat O’nun yaratılmışların bütün idrak vasıtalarını ihata ettiğini ifade eden âyette ise (6/103) hem zât-ı ilâhiyyenin belli şartlar çerçevesinde fonksiyoner olabilen insana ait göz idrakinden münezzeh olduğu hem de kendisinin her şeyi görüp bildiği mânası hâkim.

Latîf, yer aldığı yedi âyetin beşinde habîr ismiyle birlikte ve ondan önce yer almış. Böylece iki isim ilâhî ilmin enginliğini ve derinliğini ifade etmede birbirini desteklemiş, ayrıca Allah’ın lutuf ve ihsanının yerli yerinde oluşunu vurgulamıştır.

Latîf, hem Tirmizî (“Daʿavât”, 82) hem de İbn Mâce’nin (“Duʿâʾ”, 10) esmâ-i hüsnâ listesinde yer almış, ayrıca habîr ismiyle birlikte başka hadis rivayetlerinde de geçmiştir (Müslim, “Cenâʾiz”, 103; Nesâî, “Cenâʾiz”, 103). [1]

Latîf Allah’ın isimlerinden biri olarak “fiillerini rıfk ile gerçekleştiren, kullarına iyilik ve merhamet eden, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan, zâtı duyularla algılanamayan, en gizli ve ince hususları dahi bilen” anlamlarına gelir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “lṭf” md.; Lisânü’l-ʿArab, “lṭf” md.).

Bu bağlamda; 'O' en ince işlerin bütün inceliklerini bilen, lütuf ve ihsan sahibi olandır. "Her işin inceliğini bilip, hiç umulmadık yoldan kullarına iyilik ulaştıran, Lütfu ve keremi bol olan, Sonsuz lütuf ve hikmet sahibi olan, Gizli açık en ince işlerin detayını, kalplerde olanı da bilen" manasına geliyor.


SÜBHÂNALLAH
: 
اللهسبحان  Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce olduğuna inanıp bunu sözleri ve davranışlarıyla belirtme anlamında "tesbih" terimi. Sübhânellah, Türkçeye sıklıkla "Allah münezzehtir" şeklinde çevirilen, Türkçe diziliş ile "Allah Subhan'dır" anlamında olan Arapça bir ifade. Subhan ve Allah kelimelerinin birleşiminden oluşuyor.[2]

Subhan kelimesi arapça S-B-H kökünden türemiş. Kök anlamı; (batmadan, üzerinde)yüzmek, ileriye yuvarlanmak, hızla uzaklaşmak, hızlı olmak anlamında.

Secdeden sonra "Allahü Ekber" diyerek baş secdeden kaldırılıp diz üstü oturulur. Otururken, parmaklar dizlerin hizasına gelecek şekilde eller uylukların üzerine konur ve kucağa bakılır. Burada "Sübhânellah" diyecek kadar kısa bir an oturulur. Bu aralığa "celse" deniyor. İşte iki secde arasında doğrulup oturdukda, bir kerre (Sübhânallah) diyecek kadar eğlenmek, İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre farz. Ve tarafeyn kavline göre, vâcib olup, ba'zıları sünnet demişler ise de, esah olan vâcibmiş.

Kuran'da birçok ayette, bu kökten türemiş birkaç farklı anlamda olan kelimeler bulunmaktaymış. Örneğin; (Enbiyâ-33) ...kullun fî felekin yesbehûn(e) / ...her biri bir yörüngede yüzmekte(dir). (Kalem-28) ... / ...levlâ tusebbihûn(e) / niçin tesbih etmiyorsunuz?... (niçin Mutlak-Üstünlüğünü aklınıza getirmiyorsunuz?) (Kalem-29) .../ Kâlû subhâne rabbinâ... / Rabbimiz Subhan'dır... dediler. (Sahibimiz Mutlak-Üstün 'dür dediler.)

Hadis'lerde ise Subhanallah ifadesi; "Allah'ın tüm olumsuz sıfatlardan uzak bilinmesi" şeklinde açıklanmış.

Yukarıdaki bilgiler doğrultusunda, Subhan kelimesi; Sıfat olarak: “tüm olumsuz sıfatlardan uzak olan, soyutlanmış, tertemiz, pak, arınık, mutlak-mükemmel, mutlak-üstün demek. Fiil olarak: tüm olumsuz sıfatlardan uzak olarak kabul etmek, soyutlamak, tertemiz bilmek, paklamak, arındırmak, şanını yüceltmek” gibi anlamlara sahip.

Dolayısı ile, Subhan'Allāh ifadesinin en yakın Türkçe kelime karşılığı “Allah Kusursuz[dur], Allah Arınık[tır] veya Allah Mutlak-Üstün[dür]” şeklinde. [3]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder