El-adl/Sübhâne Rabbiyel-a'lâ
Bugün üç ayların 32.ncisi, Corona günlerinin de 369.ncusu.
İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve
namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci
değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada Esma ül Hüsna’nın otuzikincisi “El-Adl’' var. Yine namazda SECDE'ye varıldığında söylenen “Sübhâne Rabbiyel-a'lâ" teşbihiyle ilerliyoruz.
Ama önce CORONA NOTLARI’mızı paylaşalım:
TÜRKİYE AŞI TABLOSU'na göre 16 Mart 2021, Salı
saat 17:52 itibariyle Toplam Yapılan Aşı Sayısı 12 milyona (11.943.650)
yaklaşmış durumda. Bunların 7.968.791'i 1.Doz, 3.974.859'i ise 2.Doz
Uygulama. Aşının olumlu etkisi hasta, yoğun bakım ve vefat sayılarına olumlu
şekilde yansıyor.
15 Mart itibariyle Tüm dünyada toplam vaka sayısı
120 milyonu (120.176.364) geçmiş. 1 milyon kişi başına vaka sayısı 15.455 görünüyor.
Vefat sayısı ise 2,6 milyonu (2.659.578) aşmış durumda. Ölüm oranı %2,22
seviyesinde.
Türkiye'de ise toplam vaka sayısı 3 milyona (2.894.893)
doğru gidiyor. Mevcut durumda 1 milyon kişi başına vaka sayısı 34.813 olmuş.
Vefat sayısı ise 30 bin (29.552) sınırında. Ölüm oranı %1,02 görünüyor.
Tablodan da görülebileceği üzere artış hasta
sayılarını daha az etkilemiş durumda. 28 Şubatta günlük 610 sayısındaydık. 15
Martta bu rakam 858'e çıkmış. Daha yavaş olmakla birlikte ağır hastalarda da
artış var. 1.191'den 1.425'a yükselmiş. Bu vaziyet henüz vefatlara yansımış
değil. Şimdilik ortalama 65 dolayında. İyileşenlerin oranı ise %95,3'ten
%93,9'a düşmüş görünüyor.
Dün kabine toplantısı vardı. Alınan karar “Bir süre daha izleyelim oldu”. Bu Türkiye risk haritasının şimdilik değişmediğini gösteriyor. Ama bazı illerde yükselme, bazılarında gerileme olduğu da anlaşıldı. İller kendi çaplarında bölgelerinde tedbirleri sıkılaştıracaklar. Renk değişimi olursa bunun anlamı bazı bölgelerde kısıtlamaların yeniden gelmesi olabilir.
EL-ADL: العدل Adl, “doğru olmak, doğru davranmak,
adaletle hükmetmek; eşitlemek”
vb. mânalara gelen bir masdar. Ayrıca “doğruluk, hakkaniyet ve adalet”
anlamlarıyla isim olarak kullanıldığı gibi, “çok âdil” anlamında sıfat olarak
da kullanılıyor.
Adl, Allah’ın doksan dokuz ismini sayan esmâ-i hüsnâ hadisinde (bk.
Tirmizî, “Daʿavât”, 82) yer alıyor. Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli müştaklarıyla
birlikte yirmi sekiz âyette geçerse de bunların hiçbirinde Allah’ın adalet
sıfatını ifade eder mahiyette kullanılmamış.
Yalnız bir âyette (bk.
el-En‘âm 6/115) Allah’ın sözünün adaletli olduğu belirtiliyor. Ancak birçok
âyette Allah, adaletin zıddı olan zulümden tenzih edilmiş, ayrıca “adl”
mânasına gelen kıst da Kur’an’da ve hadislerde Allah’a izâfe edilmiş (bk.
Âl-i İmrân 3/18; Yûnus 10/4, 47, 54; Tirmizî, “Daʿavât”, 82; İbn Mâce, “Duʿâʾ”,
10). Yine adl ve adalete yakın bir mâna ifade eden hayrü’l-hâkimîn (bk.
el-A‘râf 7/87) ve ahkemü’l-hâkimîn (bk. et-Tîn 95/8) de Kur’an’da Allah’a nisbet
edilmiş. [1]
Adl, Allah’ın isimlerinden biri olarak kullanıldığında
mübalağa ifade eden bir sıfat
olup'O' son derece adaletli olan, hiçbir
şeyde aşırılığa düşmeyen, çok âdil, asla zulmetmeyen,
hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan,
mutlaka ve daima adil olarak hükmeden,
gerçekten
tam adalet sahibi olan, Mutlak adaletle herşeyi yerli yerinde yapan, tüm
yaptıkları hak ve adalet üzere olan"
manasında.
Secdede en az üç kere "Sübhâne
rabbiye'l-a‘lâ" dedikten sonra yine "Allahüekber" diyerek ara oturuşu (celse) yapar, sonra
yine "Allahüekber" diyerek ikinci secdeye gider ve yine üç kere "Sübhâne
rabbiye'l-a‘lâ" dediktensonra "Allahüekber" diyerek ikinci rek‘ata kalkılır.
Secdede, başı secdeye koymak farz. Üç kerre (Sübhânallah) diyecek
kadar eğlenmek vâcib. Üç kerre (Sübhâne rabbiyel-a'lâ) demek sünnet imiş. Beş kerre
veyâ yedi kerre demekse müstehab.
Böylece namazda her "Sübhane rabbiye'l-a'lâ" deyişimizde Allah'ı (c.c)
"Aliyy" ismi ile anmış oluyoruz. "Sübhâne Rabbiye'l a'lâ"
demek "Ulu Rabbim (her
çeşit kusurdan) münezzehdir.", "Büyük olan Rabbim her türlü noksan sıfatlardan
uzaktır" , "En yüce olan rabbim her türlü kusurdan uzaktır.",
"Ey Yüce Rabbim! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim" anlamına
geliyor.
Celse namazda iki secde arası en az bir kere “Sübhânellah" diyecek kadar oturmakmış. Hanefilere göre celse ve kavme, vacip. Yanılarak terk edilirse sehiv secdesi yapmak gerekiyor. Bilerek terk edilirse tahrimen mekruh olduğundan namazın iade edilmesi gerekiyor. İmam Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre ise celse ve kavme farz, bilerek terk edilirse namaz bozuluyor. (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 149, 157; İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 423; Nevevî, Ravda, II, 356-357).
Ebû Hureyre (r.a.) şöyle anlatmış: “Hz. Peygamber bir gün mescide girdi, peşinden de bir adam gelerek namaz kıldı. Sonra gelip Hz. Peygamberi selamladı. O da selamını aldı ve ‘dön ve namazını yeniden kıl’ dedi. Bu durum üç kez tekrar etti, sonuncusunda şöyle buyurdu: ‘Namaz kılacağın zaman tekbir al, sonra Kur’an’dan bildiğin kolay gelen bir yeri oku, sonra rükûya eğil ve uzuvların yerleşip rahatlayıncaya kadar rükûda kal. Daha sonra rükûdan kalk ve iyice doğrul. Sonra secdeye git ve orada uzuvların yerleşip rahatlayıncaya kadar kal. Daha sonra iyice yerleşinceye kadar otur, sonra tekrar secdeye kapan ve orada uzuvların yerleşip rahatlayıncaya kadar bekle. Bütün namazlarında böyle yap.” (Buhârî, Ezan, 95)[2]
[1] Kaynak <https://islamansiklopedisi.org.tr/adl>
[2] Kaynak <https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/155/namazda-kavme-ve-celsenin-hukmu-nedir--ne-kadar-beklemek-gerekir-?enc=QisAbR4bAkZg1HImMxXRn5PJ8DgFEAoa2xtNuyterRk%3d>
El-Lâtîf/Sübhânallah
Bugün üç ayların 33.ncüsü, Corona
günlerinin de 370.ncisi. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı
anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci
değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada Esma ül Hüsna’nın
otuzüçüncüsü “El-Lâtîf’' var. Yine namazda iki SECDE arasında yani ara oturuşu
sırasında “Sübhânallah" diyerek
tesbih edecek kadar celse yapmayla ilerliyoruz.
EL-LÂTİF: اللطيف Sözlükte “nazik ve merhametli
davranmak, iyi muamele etmek” anlamındaki lutf kökünden sıfat olan latîf
kelimesi “nazik ve yumuşak davranan, yumuşaklıkla muamele eden” demekmiş. Aynı
kelime letâfet kökünden türemiş kabul edilerek “ince ve şeffaf, küçük ve
hacimsiz olan” mânasında da kullanılıyor.
Latîf ismi Kur’ân-ı Kerîm’in yedi yerinde geçmekteymiş. Her ne kadar bazı
âlimler latîfte “lutuf ve ihsanda bulunma” mânasının ağır bastığını söylüyorsa
da (İbn Fûrek, s. 53; Fahreddin er-Râzî, s. 253-254) Kur’an’daki bütün
kullanılışlarında “hiç kimse tarafından bilinip sezilemeyen en ince noktalara
vâkıf olma” anlamının hâkim olduğu görülmekte.
Özellikle Allah’ın, insanların
bütün gizli konuşmaları ile zihin ve gönüllerinde barındırdıkları düşünce ve
duygulara vâkıf olduğunu ve yaratıcı vasfı taşıyan bir varlığın bilmemesinin
söz konusu edilemeyeceğini ifade eden âyetlerde (el-Mülk 67/13-14), Hz.
Lokman’ın, oğluna öğüt verirken her davranışının -hardal tanesi kadar bile
olsa, bir kayanın içinde, göklerde veya yerin derinliklerinde de bulunsa- Allah
tarafından bilinip ortaya çıkarılacağı yolunda uyarıda bulunduğunu beyan eden
âyette (Lokmân 31/16), ayrıca Hz. Peygamber’in eşlerine hitap eden âyette
(el-Ahzâb 33/34) geçen latîf isminin bilmeye yönelik muhtevası açıkça ortaya
çıkıyor.
Bunun yanında Hz. Yûsuf’un
mazhar kılındığı ilâhî nimetlerden söz eden (Yûsuf 12/100), Cenâb-ı Hakk’ın
indirdiği yağmurla yeryüzünü yeşertmesi ve kullarına dilediği nimetleri
vermesinden bahseden (el-Hac 22/63; eş-Şûrâ 42/19) âyetlerde geçen latîf
isminde “ikram ve ihsan” mânasının ağırlık kazandığını söylemek mümkün. En‘âm
sûresinde hiçbir gözün Allah’ı idrak edemeyeceği, fakat O’nun yaratılmışların
bütün idrak vasıtalarını ihata ettiğini ifade eden âyette ise (6/103) hem zât-ı
ilâhiyyenin belli şartlar çerçevesinde fonksiyoner olabilen insana ait göz
idrakinden münezzeh olduğu hem de kendisinin her şeyi görüp bildiği mânası
hâkim.
Latîf, yer aldığı yedi âyetin
beşinde habîr ismiyle birlikte ve ondan önce yer almış. Böylece iki isim ilâhî
ilmin enginliğini ve derinliğini ifade etmede birbirini desteklemiş, ayrıca
Allah’ın lutuf ve ihsanının yerli yerinde oluşunu vurgulamıştır.
Latîf, hem Tirmizî (“Daʿavât”,
82) hem de İbn Mâce’nin (“Duʿâʾ”, 10) esmâ-i hüsnâ listesinde yer almış, ayrıca
habîr ismiyle birlikte başka hadis rivayetlerinde de geçmiştir (Müslim,
“Cenâʾiz”, 103; Nesâî, “Cenâʾiz”, 103). [1]
Latîf Allah’ın isimlerinden
biri olarak “fiillerini rıfk ile gerçekleştiren, kullarına iyilik ve merhamet
eden, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez
yollarla karşılayan, zâtı duyularla algılanamayan, en gizli ve ince hususları
dahi bilen” anlamlarına gelir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “lṭf” md.;
Lisânü’l-ʿArab, “lṭf” md.).
Bu bağlamda; 'O' en ince işlerin bütün
inceliklerini bilen, lütuf ve ihsan sahibi olandır. "Her işin inceliğini
bilip, hiç umulmadık yoldan kullarına iyilik ulaştıran, Lütfu ve keremi bol
olan, Sonsuz lütuf ve hikmet sahibi olan, Gizli açık en ince işlerin detayını,
kalplerde olanı da bilen" manasına geliyor.
SÜBHÂNALLAH: اللهسبحان Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce olduğuna inanıp bunu sözleri ve davranışlarıyla belirtme anlamında "tesbih" terimi. Sübhânellah, Türkçeye sıklıkla "Allah münezzehtir" şeklinde çevirilen, Türkçe diziliş ile "Allah Subhan'dır" anlamında olan Arapça bir ifade. Subhan ve Allah kelimelerinin birleşiminden oluşuyor.[2]
Subhan kelimesi arapça S-B-H kökünden türemiş. Kök anlamı; (batmadan, üzerinde)yüzmek, ileriye yuvarlanmak, hızla uzaklaşmak, hızlı
olmak anlamında.
Secdeden sonra "Allahü Ekber" diyerek baş secdeden kaldırılıp diz üstü
oturulur. Otururken, parmaklar dizlerin hizasına gelecek şekilde eller
uylukların üzerine konur ve kucağa bakılır. Burada "Sübhânellah"
diyecek kadar kısa bir an oturulur. Bu aralığa "celse" deniyor. İşte iki secde arasında doğrulup
oturdukda, bir kerre (Sübhânallah) diyecek kadar eğlenmek, İmâm-ı Ebû Yûsüfe
göre farz. Ve tarafeyn kavline göre, vâcib olup, ba'zıları sünnet demişler ise
de, esah olan vâcibmiş.
Kuran'da birçok ayette, bu kökten türemiş birkaç farklı anlamda olan kelimeler bulunmaktaymış. Örneğin;
(Enbiyâ-33) ...kullun fî felekin yesbehûn(e) /
...her biri bir yörüngede yüzmekte(dir).
(Kalem-28) ... / ...levlâ tusebbihûn(e) / niçin tesbih
etmiyorsunuz?... (niçin Mutlak-Üstünlüğünü aklınıza getirmiyorsunuz?)
(Kalem-29) .../ Kâlû subhâne rabbinâ... /
Rabbimiz Subhan'dır... dediler. (Sahibimiz Mutlak-Üstün 'dür dediler.)
Hadis'lerde ise Subhanallah ifadesi; "Allah'ın tüm olumsuz sıfatlardan uzak bilinmesi" şeklinde
açıklanmış.
Yukarıdaki bilgiler doğrultusunda, Subhan kelimesi;
Sıfat olarak: “tüm
olumsuz sıfatlardan uzak olan, soyutlanmış, tertemiz, pak, arınık, mutlak-mükemmel,
mutlak-üstün demek. Fiil olarak: tüm
olumsuz sıfatlardan uzak olarak kabul etmek, soyutlamak, tertemiz bilmek,
paklamak, arındırmak, şanını yüceltmek” gibi
anlamlara sahip.
Dolayısı ile, Subhan'Allāh ifadesinin en yakın Türkçe kelime karşılığı “Allah Kusursuz[dur], Allah Arınık[tır] veya Allah Mutlak-Üstün[dür]” şeklinde. [3]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder