EL-Alîm/Kâfirûn
Bugün üç ayların 22.ncisi, Corona
günlerinin de 359.ncusu. Aynı zamanda geçen hafta suya düşen Cemrenin ardından
üçüncüsü de toprağa düştü. Hava serin ama artık önümüz bahar demektir.
İnşallah üç aylar boyunca her
gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan kısa zammı sure, dua ve
zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada Esma ül Hüsna’nın
yirmiikincisi “El- Alîm” var. Yine namazda KIYAM halinde
KIRAAT edilen, okunan zammı surelerden Mushaf sırasına göre 109.ncüsü
olan “Kâfirûn" sûresiyle ilerliyoruz.
EL-ALÎM: العليم
İşaretlemek, bilmek, anlamak, tanımak hakîkatini idrâk etmek anlamlarındaki
a-l-m kökünden türeyen âlim; bilen, anlayan, tanıyan demekmiş. Alîm ve allâm kelimeleri,
âlim kelimesinin mübalağalı şekli olup çok bilen; a'lem ise ism-i tafdil olup
daha iyi, en iyi, pek iyi bilen demek. Bu sıfatlar Allah'ın, sırları, gizli
olanları, olmuşu ve olacağı, görünen ve görünmeyen âlemi, yerde ve göklerde
olup bitenleri, geçmişi, hâli ve geleceği, canlı ve cansız bütün varlıkları,
insanların gizli ve âşikâr bütün yaptıklarını, küçük ve büyük her şeyi
bildiğini ifade ediyor.
Bu manada “Gizli açık, geçmiş, gelecek, her şeyi en
ince detaylarına varıncaya kadar, çok iyi bilen” manalarına gelen “el-Alîm”
ism-i şerifi; olmuşu, olacağı yani gelecekte yaşanacak şeyleri, küçük-büyük her
şeyi kuşatır. Bundan manevî âlem de maddî âlem de eksik kalmaz. Bu yönüyle
ism-i şerifin anlamı, “eksiksiz bir şekilde, kesin olarak bilmek” şeklinde
açıklanabilir.
“el-Alîm” ism-i şerifi Kur’ân-ı Kerîm’de 162 defa
zikredilmiş olması yönüyle de önem taşıyor. Âlim ismi Kur'ân'da, Allah'ın gayb
ve şehadet âlemini bildiğini beyan sadedinde 13 âyette geçmiş. Âlim kelimesinin
çoğulu olan alimîn, Allah hakkında iki âyette azamet ifadesi olarak kullanılmış.
Âlim kelimesi, "ulemâ' " ve "alimîn-âlimûn" şeklinde 6
âyette insanlar için de kullanılmış.
'O' her şeyi en ince noktasına kadar çok iyi bilen,
bilgisi sonsuz, ilmi ezeli ve ebedi olandır. Her şeyi hakkıyla bilen, gizli, açık,
geçmiş, gelecek, her şeyi bilen, ezeli ilmiyle, büyük-küçük, gizli-aşikar,
yaratılmış yaratılmamış her şeyi çok iyi bilen O’dur"
manasına geliyor.
KÂFİRÛN SÛRESİ: سُورَةُ الْكَافِرُونَ 6 âyet. “Kâfirûn”, inkârcılar demek. Sûre adını
ilk âyetinde geçen bu kâfirûn kelimesinden almış. “Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn,
Mukaşkışe, İhlâs, İbadet, Dîn” adlarıyla da anılmakta. Ayrıca İhlâs sûresiyle
birlikte bu iki sûreye “İhlâsayn (iki İhlâs)” adı verilmiş.
Kâfirûn sûresi, Mushaftaki sıralamada
yüz dokuzuncu, iniş sırasına göre on sekizinci sûredir. Mâûn sûresinden sonra,
Fîl sûresinden önce Mekke’de inmiş. Medine’de indiğine dair rivayet de
var (bk. Şevkânî, V, 597). Tefsirlerde anlatıldığına göre Kureyşliler Hz.
Peygamber’den bir sene kendi ilâhlarına tapmasını, bir sene de kendilerinin
onun ilâhına tapmalarını istemişler. Hz. Peygamber de “Allah’a bir şeyi ortak
koşmaktan yine O’na sığınırım!” demiş; bu defa Kureyşliler, “Bizim
ilâhlarımızdan bazılarını istilâm et (öp, el sür), biz de seni tasdik edip
ilâhına ibadet edelim” demişler. Bunun üzerine Kâfirûn sûresi inmiş. (Taberî,
XXX, 213-214; Kurtubî, XX, 225) Sûrede Hz. Peygamber’in inkârcılarla şirk ve
sapkınlıkta birleşemeyeceği kesin bir üslûpla ifade edilmekte ve inancın
şirkten uzak tutulması isteniyor.[1]
"Gul yâ eyyuhe’l-kâfirûn. Lâ a’budu mâ ta’budûn. Ve lâ entum âbidûne mâ a’bud. Velâ ene âbidun mâ abettum. Velâ entum âbidûne mâ a’bud. Lekum dînukum veliye dîn."
"De ki: "Ey Kâfirler!"
"Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem." "Siz de benim
kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz." "Ben sizin kulluk
ettiklerinize kulluk edecek değilim." "Siz de benim kulluk ettiğime
kulluk edecek değilsiniz." "Sizin dininiz size, benim dinim de
banadır." [2]
"De ki: "Ey inkârcılar! Ben sizin tapmakta olduğunuz şeylere tapmam. Siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Ben sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır."[3]
"De ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptığınız şeylere tapmıyorum; siz de benim ibadet ettiğim Allah'a ibadet etmiyorsunuz. Bundan böyle ben sizin taptıklarınıza tapacak değilim; siz de benim ibadet etmekte olduğum Allah'a ibadet edecek değilsiniz. O hâlde, sizin dininiz size benim dinim de banadır." [4]
[2] Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/tebbet-suresi-111/ayet-1/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1>
[3] Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/K%C3%A2fir%C3%BBn-suresi/6208/1-6-ayet-tefsiri>
[4] Beyânu’l-Hak, Prof.Dr.Zeki Duman,
1.cilt sayfa 151
EL-Kâbıd/ Nasr suresi
Bugün üç ayların 23.ncüsü, Corona günlerinin de 360.ncısı.
İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve
namazda okunan kısa zammı sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci
değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada Esma ül Hüsna’nın yirmiüçüncüsü “El- Kâbıd” var.
Yine namazda KIYAM halinde KIRAAT edilen, okunan zammı surelerden Mushaf
sırasına göre 110.ncüsü olan “Nasr" sûresiyle
ilerliyoruz.
EL-KÂBID: القابض Kabıd (Kâbız); Dilediğine darlık veren, rızkı daraltan, sıkan, daraltan manasında Allah’ın, her şeyi sonsuz kudreti altına alan, bu kudretiyle kuşatıp kavrayan, her şeyi emri altına alıp tutan en yüce varlık olduğu anlamına geliyor. Allah Teâlâ, istediğini sıkar, daraltır; istediğini genişletir. İstediğinden verdiklerini alıverir. İhsân ettiği şeyleri daraltır, azaltır. [1]
Sözlükte “almak, tutmak, avucunda tutmak, sahip olmak; daraltmak” mânalarındaki kabz kökünden sıfat türü bir isim olup Allah’a nisbet edildiğinde “rızkı daraltan; canlıların ruhunu alıp hayatlarına son veren” anlamında kullanılıyor (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “ḳbż” md.; Lisânü’l-ʿArab, “ḳbż” md.).
Kabz kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de dokuz yerde geçmekte ancak bunlar arasında kābız kelimesi yer almamaktaymış. Buna karşılık kavramın zât-ı ilâhiyyeye nisbet edildiği dört yerde Cenâb-ı Hakk’ın kabz ve bast fiillerini gerçekleştirdiği (el-Bakara 2/245), yer küresinin güneşe karşı olan konumuna bağlı olarak gün ortasından itibaren gölgeyi yavaş yavaş kısalttığı (el-Furkān 25/45-46) ve kıyamet gününde bütün yeryüzü sanki avucunun içinde imiş gibi O’nun hâkimiyet ve tasarrufu altında bulunacağı ifade edilmiş (ez-Zümer 39/67).
Aynı kavram hadis rivayetlerinde de Allah’a izâfe edilmiş. Kābız, doksan dokuz isme yer veren kaynakların dışında (Tirmizî, “Daʿavât”, 82; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10) bazı münasebetlerle Allah’ın ismi olarak zikredilmiş (Müsned, III, 442). [2]
Sonuç olarak; 'O' dilediğine darlık veren, sıkan, daraltandır. Lütuf ve hikmetletiyle kullarına vermiş olduğu maddi manevi rızıkları daraltıp sıkan zorlaştıran, kıtlık veren, kalpleri sıkan, gönüllere darlık veren, ölüm vakti gelince emanetini kabzedip alandır" manasına geliyor.
NASR SÛRESİ: سُورَةُ النَّصْرِ 3 âyet. Nasr, yardım demekmiş. Mushaftaki sıralamada yüz onuncu, iniş sırasına göre yüz on dördüncü sûre. Medine döneminde Tevbe suresinden sonra nâzil olduğu ve tam sûre olarak Kur’an’ın en son inen suresi olduğu kabul edilmekte. (Elmalılı, IX, 6234). Surenin Vedâ haccı esnasında Mina’da indiği rivayet ediliyor. (bk. Şevkânî, V, 602)
Sure adını ilk âyetinde geçen ve “yardım, zafer” anlamına gelen nasr kelimesinden almış. Hz. Peygamber’in vefatına işaret olarak değerlendirildiği için “Tevdî” (Vedâ) adıyla da anılmaktaymış. Ayrıca “İzâ câe...” ve “Fetih” adları da var. Nasr suresinde Allah’ın Hz. Peygamber’e nasip ettiği zafer, fetih ve fetih sonrası insanların grup grup İslâm’a girmelerinden bahsediliyor. [3]
"İzâ câe nasrullâhi ve’l-fethu. Ve raeyte’n-nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ. Fe sebbih bi-hamdi Rabbike vestağfirhu innehû kâne tevvâbâ."
"Allah'ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O'ndan bağışlama dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir." [4]
"Allah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiğinde; Ve insanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde; Rabbine hamdederek şanının yüceliğini dile getir ve O’ndan af dile; şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir." [5]
“Allah'ın yardımı ve fetih gelip de insanların fevc fevc gelip bölük bölük Allah'ın dinine girdiklerini gördüğün zaman Rabb'ini hamd ile tesbih et ve ondan bağışlanmanı dile! Muhakkak ki O tövbeleri pek çok kabul edicidir.” [6]
[1]
Kaynak: Prof.
Dr. Mehmet Bulut, Delilleriyle İslam Akaidi, Erkam Yayınları
[4]
Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/tebbet-suresi-111/ayet-1/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1>
[5] Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nasr-suresi/6214/1-3-ayet-tefsiri>
[6] Beyânu’l-Hak, Prof.Dr.Zeki Duman, 3.cilt sayfa 735
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder