Farkın farkedilmesi
Öğrenmenin sonu yok. Buna bir kez
daha inandım. Okudukça, dinledikçe, gördükçe ve yaşadıkça insan öğrenmeye devam
ediyor. Bu süreç gerçekten de “beşikten mezara kadar”. Bugün kesin olduğunu
sandığın şey ertesi gün yıkılabiliyor. Aklın tartışılmaz kabul ettiği bir bilgi
bakıyorsun ki başka akıllar tarafından çoktan çöp sepetine atılmış.
Bu dini bilgi açısından da farklı
değil. İnandığın, öyle olduğunu sandığın bir mesele okuduğun bir yazıyla neredeyse
kökünden sallanabiliyor. Dinlediğin biri bir başkasının yanlış yolda olduğuna
sizi ikna edebiliyor. Kur’an şeksiz şüphesiz bizim için bir vahiy ve hakikat kaynağı.
Üzerinden bunca zaman, onca nesiller gelmiş geçmiş. Ancak hala yeni bilgi,
kavram ve yorumlarla üzerinde tartışılabiliyor olması ilginç değil mi?
Kur’anı her okuduğumda, manasını öğrendiğimde yepyeni ve farklı şeyler keşfediyorum. Bunu nasıl yorumlayıp anlamalı? Belki de sadece bu özelliği bile onun engin derinliğine ve hakikatine delildir. Her zamanda, her seviyede insana yetmiş. Bana da yetecek, kıyamete kadar gelecek nesillere de. Muhtemelen okudukça şaşırtmaya, anladıkça aydınlatmaya devam edecek. Böylece insanoğlunun aklı ve kalbi tüm zamanlarda diri kalabilecek. Her seferinde imanı onarıp yenileyecek ve kuvvetlendirecek.
Bir örnek vermek isterim. Hamdolsun
gençlik yıllarımın modası “şuculuk, buculuk, çılık, çuluk,…” tan kurtulalı çok zaman oldu. Olgunluk
yaşlarımda duruldum ve sadece “Müslüman” olmayı yeterli saydım. Bu istikamet
beni aşırılıklardan korudu. İmaj parlatmalarla uğraşmaktan vazgeçip, “nicelik
yerine niteliğin dolu olması”aşamasına geçebildim. Yine de bu güne kadar “Müslüman olmak”la
“mümin olmak” arasındaki fark üzerinde böyle düşünmemişim.
Ta ki Mısırlı âlim Muhammed
Mutevelli eş Şa’ravi’nin (*) bir mülakatını okuyuncaya kadar. San Francisco’da iken
bir müsteşrik soruyor: “Sizin
Kuran’ınızda bulunan şeylerin tamamı doğru mu?” Cevap: “Kesinlikle evet”. Tekrar bir soru: “O halde Allah niçin kâfirlerin müminlere galip gelmesine imkân
veriyor? Hâlbuki Kuran diyor ki: “Allah
kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez.” (Nisa: 141). Cevap çok sarsıcı: “Çünkü bizler müslümanız, mümin değiliz de
ondan”.
Cevap şaşırtıcı, doğal olarak da peşinden şu soru geliyor: “Müminlerle Müslümanlar arasındaki fark nedir?”. Şa’rafi bu kez şöyle
cevap veriyor: “Günümüzde Müslümanlar namaz, zekât, hac ve Ramazan orucu gibi
İslam’ın ibadet cinsinden bütün sembollerini yerine getiriyorlar fakat onlar
tam bir sıkıntı ve yokluk içindeler. İlmi, iktisadi, sosyal ve askeri
sıkıntılar… vs. Bu yokluk ve sıkıntıların sebebi nedir? Kuran’da geçen bir
ayette şöyle denilir: “Göçebe Araplar biz iman ettik,
diyorlar. Onlara de ki: Siz iman etmediniz. Fakat Müslüman olduk, deyin. Çünkü
iman henüz kalplerinize girmedi.” (Hucurat: 14).
Adam öyle bir noktaya ışık tutuyor
ki merak etmemek imkansız: “Peki, niçin
sıkıntı ve yokluk içindeler?” Cevap yine Kur’an-ı Kerim’den: “Biz müminler yardım etmeyi üzerimize borç kıldık” (Rum 47). Çünkü
Müslümanlar müminler merhalesine yükselemediler. Onlar gerçek mümin olsalardı
Allah onlara mutlaka yardım ederdi. Delili de işte bu ayet.
Devam ediyor Şa’rafi: “Eğer mümin olsalardı diğer ümmetler ve
halklar arasında daha önemli ve saygın bir konumda olurlardı. Bunun delili
Allah Teala’nın şu ayetidir: “Gevşemeyin / yılgınlık göstermeyi ve
üzüntüye kapılmayın. Eğer (gerçekten) inanıyorsanız üstün gelecek olan
sizsiniz.” (Âl-i İmrân suresi, 139). Eğer mümin
olsalardı Allah Teâlâ diğer milletlerin onların üzerinde herhangi bir hakimiyet
kurmalarına izin vermezdi. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir: “Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân
vermez.” (Nisa:
141)
Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ onları bu hor ve hakir durumda bırakmazdı. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir: “Allah müminleri içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir.” (Âli İmran: 189). Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ her durumda onlarla beraber olurdu. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir: “Muhakkak ki Allah müminlerle beraberdir.” (Enfal:19). Fakat onlar Müslümanlık aşamasında kaldılar, müminlik aşamasına yükselemediler. Allah Teala buyuruyor ki: “Onların çoğu mümin değildirler.” (Şu'arâ Suresi 8. Ayet)
Evet şimdi anladım, farkı fark ettim. Ama
“O halde o müminler kimlerdir?” sorusu benim de aklıma gelmedi değil. Şa’rafi bu soruya
da Kur’an-ı Kerimin şöyle cevap verdiğini aktarıyor: “Onlar: Günahlarından uzaklaşan tövbekârlar, ibadetlerine devam eden âbidler, Allah’a hamd
edenler, lezzetlerden uzaklaşarak oruç tutan zahitler, rükû ve secdeleriyle
Rablerine boyun eğenler, iyiliği emredip, kötülüğü engelleyenler ve Allah’ın
belirlediği sınırları aşmayanlardır.” (Tevbe 112)
Demek Allah Teâlâ zaferi galibiyeti,
hâkimiyeti ve yüksek bir durumda bulunmayı müminlere vaat etmiş, Müslümanlara
değil. Böylece müslüman ile mümin arasındaki farkı çok daha iyi anlamış oldum. Allah bizleri kalan ömrümüzde mümin kullarından eylesin.
Feraset üzerine
Olimpiyat oyunlarını, at ya da
bisiklet yarışlarını seyretmişsinizdir. Özellikle uzun mesafede sporcular
gruptan kopmadan yarışı sürdürürler. Baktığınızda blok olarak bir grubun rengarenk
formalarıyla hep birlikte hızla hareket ettiğini izlersiniz. Detaylar çok fazla
ilginizi çekmez. İyi bakarsanız sporcuları birbirinden ayırd edebilir, giydiklerinin
farkını anlayabilirsiniz. Böylelikle belki en önde olanları tanır, yarışın
heyecanı ve anın adrenali ile daha fazla ayrıntıya dikkat etmezsiniz.
Fakat kendinizi odaklayabilirseniz
içlerinden bazılarının grubun genel hızından biraz daha hızlı olduğunu ve diğerlerinin
arasından sıyrılmakta olduklarını fark edebilirsiniz. İşte bana göre performans
tam da budur. Normalin ötesinde fark edilmesi ve izlenilmesi gereken asıl ayrıntı.
Genellikle de yarışı kazananlar bu tip bir strateji ve performans farkı ile
kazanmayı bilirler. Demek ki baktığımız şeylerde genel tablo ile yetinmemek,
farkı fark edebilmek lazım.
Kültürümüzde görünenin arkasını
görebilmek Feraset kelimesiyle ifade ediliyor. Arapçadan aslı firâset olan bir
kelimeden Türkçe'mize geçmiş bir kavram. TDK'na göre feraset kelimesinin anlamı;
Keskin anlayış, zekâ, çabuk sezme ve sezgi ötesi anlama kabiliyeti, kapsamlı
ileri görüşlülük demek. Örneğin kişinin karşısındakinin yapısal özelliklerini
hemen derhal fark edebilmesi, idrak edebilmesi hâli. Görünüşten, içyüzünü
farkedebilen, bir sistemi, onun arkasındaki şeyleri okuyabilme yeteneği. Yöneldiği
şeyin bâtınına nüfuz ederek onun yapısını, özelliklerini, varoluş gaye ve
hikmetini sezebilme hassası.
Meseleyi
anlamak için Resul u Ekremin (as) “Müminin ferâsetinden sakınınız,
çünkü o aziz ve celil olan Allah’ın nûru ile bakar” (Tirmizi,
Tefsiru’l-Kur’an, 16, Suyûtî, elCâmiu’sağir, 1, 24) sözünü hatırlamalıyız. Buradan
feraset kavramının “Hemen anlama, çabuk kavrama, zihin uyanıklığı, anlayış,
sezgi, iz‘an” manasında olduğunu görebiliyoruz.
Mesela içinde bulunduğumuz Corona
günlerinde olup bitenlere ferasetle bakmak ne kadar da yararlı olur. Çünkü
madem ki Cenab ı Hakkın emir ve yasakları en başta kendi bedenimizi, ailemizi,
komşularımızı, ana baba ve akrabalarımızı korumayı da kapsıyor. O halde tedbir
almak, çare aramak, fennine ve icabına uygun hareket etmek onun da emrine uymak
demek değil mi? Bir müminin musibetlere karşı sabretmesi demek; ye'se ve
ümitsizliğe düşmeden, hastalığa karşı mücadele etmesi, sağlıklı ve hayatta
kalması demek değil mi? Her şeye olduğu gibi hastalıklara karşı da ibret
nazarıyla bakıp ders alabilmek de mümin ferasetinin icabı değil mi?
Biliyorum ki insan olarak zihnimizi
ve kalbimizi perdeleyen bazı şeyler var. Bizden kaynaklanan, elimizle oluşturup
büyüttüğümüz zafiyetler. Bunlar bizim feraset yeteneğimizi köreltiyor, perdelerimizi kalınlaştırıyor. Örnek mi istiyorsunuz; Ezberden Kur’an okuyoruz anlamından
uzağız çünkü günahlarla iç içeyiz. Namaza duruyoruz dua ediyoruz ama ne dediğimizin ne yaptığımızın farkında
değiliz çünkü ibadetleri şekle indirmişiz. Türbe ve mezar ziyareti yapıyoruz Allah muhafaza şirke kaymışız
haberimiz olmuyor çünkü her gün kırk defa okuduğumuz "fatiha'nın manasını unutmuşuz. Halbuki o perdeleri yırtıp atabilsek, gözümüzün önünden ve kalbimizden kaldırabilsek daha ayan beyan
görebileceğiz bazı şeyleri.
Kabul ediyorum, bakmakla görmek nasıl farklı ise duymakla haberdar olmak, okumakla anlamak da farklı şeyler. Yine bir misal: Şarkı söyleriz musiki bizi alır götürür sözleri üzerinde düşünemeyiz. Güzel bir şiiri okumak ya da duymak bize zevk verir de şairin maksadını, dörtlüklerdeki manayı ıskalarız. Kalkıp şakır şakır oynadığımız bir türkü aslında acılı bir ağıttır ama bilmeyiz.
Gönlüne sağlık ve kalemine kuvvet.
YanıtlaSilAllah'ım (cc) bizleri Hz.Peygamber efendimiz (sav) örnekliğinde Mümin eylesin inşallah. 🤲🇹🇷
Amin.Kim olduğunuzu lutfeder misiniz?
Sil