4 Kasım 2020 Çarşamba

05 Kasım 2020 Perşembe 20:00 CORONA GÜNLERİ.............................Algı operasyonları

Cambaza bak, aslını bilme!

Eğer medyanın gündemiyle düşünüyorsanız, hele de dünyaya sadece sosyal medyadan bakıyorsanız bir “Cambaza bak!” oyunu içinde olabilirsiniz. Misal televizyon kanalları birkaç gündür ABD başkanlık seçimlerine odaklanmış vaziyette. Trump ne kadar oy almış, Biden ne kadar önde? Sanırsınız ki tarihin en önemli olayı bu seçimler.

Oysa beş gündür neredeyse 24 saat İzmir depremini anlatıyorlardı. Kah fay hatlarını anlattılar, kah çöken binaları. Tırnak içinde “mucizeler”den söz ettiler bol bol. Kurtarıcı kahramanlar buldular anlattıkları hikayelere. Üç gün sonra bambaşka bir olayın etrafına üşüşecekler. Ballandıra ballandıra, ekleye süsleye yeni yeni hikayeler anlatacaklar izleyenlerine. Önceki konu hiç ilgilerini çekmeyecek.

Bu yılın en önemli konusu coronavirüs değil miydi? Artmakta değil miydi vakalar, ölümler? Doğu Akdeniz gerginliğine ne oldu? Daha geçen hafta Azerbaycan Ermenistan çatışması doldurmuyor muydu haber bültenlerini? Neler oluyor? Haber alma hakkımız üzerinden birileri oyun mu çeviriyor? Bir o yana bir bu yana dönmekten asıl önemli ve öncelikli olanı kaçırıyor muyuz?

Eskiden şenlik ve panayırlarda cambaz gösterileri olurdu. Bu etkinlikler yankesicilerin de üşüştüğü ortamlardı. Gözlerine kestirdikleri kişilerin yanına yanaşır, adam cambaza değil de başka bir tarafa bakıyorsa; “Aa! cambaza bak cambaza!” diyerek ipte yürüyen kişiye odaklanılmasını sağlarlardı. Ahali cambazın gösterisini hayretle izlerken hırsızlar da onların ceplerinde ne var ne yok alıp giderlermiş. Ne olup bittiğini ancak cambaz ipten inince anlayan adam feveran etse de ne fayda. İş işten çoktan geçmiş olurmuş.  

Bu iş o kadar ilerlemiş ki cambazların bazıları da zaman zaman o hırsızlarla iş birliği yapar olmuş. Hatta bu tür şenlikleri bizzat yankesicilerin düzenlediği de olurmuş. Halk cambaza baktığı zaman işlerini yaparlar, ne zaman dikkat dağılsa anons ve müziğin sesini yükselterek cambazın tel üzerinde daha tehlikeli hareketler yapmasını sağlarlarmış.

Bugün “Cambaza bak!” deyimi sadece yankesicilik ve dolandırıcılıkta kullanılmıyor. Her şey gibi bu yöntemin de ultrasüper çeşitleri türemiş durumda. Siyasetten ticarete, günlük rekabetlerden sanal dünyaya kadar oldukça geniş bir alanda kullanılabiliyor. Hükümetler bu şekilde gündem saptırabiliyor, küresel güçler kurmaca haberlerle milyarlarca dolar iç edebiliyorlar.

Mevcut gündemi dağıtma, maksatlı olarak saptırma ve “el çabukluğu marifet” araya başka işler sokuşturma gibi eylemler bu kadim sahtekarlığa yeni örnekler. Türkiye'nin son dönemde hedef alındığını zannettiğimiz pek çok olayda işin arka planında bambaşka hesaplar olduğunu sezebiliyorum.

 

Örnek mi alın size Fransa Cumhurbaşkanının yaptıkları. Normal zamanda yapılmayacak şeyler, söylenmeyecek sözler söyledi. Acaba neden? Kendi ülkesindeki bazı hesaplar nedeniyle olabilir mi acaba? Bence sergilediği oyun tam da bir 'cambaza bak' senaryosu. Bu yüzden eskisi gibi yoğun haber seyredemiyorum. Hatta reklam da izlemiyorum. Sosyal medyadaki üfürüklere hemen ayranım kabarmıyor. Arkasındaki cambaza bak oyunları beni rahatsız ediyor. 


İşin aslını faslını anlamadan, dinlemeden, öğrenmeden bir kanıya varmaktan uzak duruyorum. Bu paranoyaklık değil. Bu sistemin para kazanmak, güç sağlamak için her şeyi kullanabileceğini artık biliyorum. Bu yüzden aldananlardan olmak istemiyorum o kadar. Aynı delikten defalarca ısırılmak istemiyorsanız size de tavsiye ederim. Zira güncel harala güreleler tam da “cambaza bak” ortamları.


Sen de haklısın

Haber peşinde koşup nefes nefese yaşayan haberci kuşkusuz işini yapıyor. Yakaladığı hikaye ne kadar heyecan verici olursa o kadar başarılı sayılıyor. O an için haber bültenlerinin en önünde olmak, gündem oluşturmaktan başka bir şey düşünmüyor. Kameralarla yansıttığı ya da klavyesiyle yazdığı olayın arka planı onun işi değil. "Cambaza bak!" diyenlerin fırıldaklarından habersiz. 

 

Oysa başarıyla magazine ettiği hikayenin arkasında belki de ne gizlenen, örtülen şeyler var. Belki ne acılar, ne göz yaşları var. O işini yapıyor ve dönüp bir başka haberin peşine koşuyor. Şimdiye kadar “ben zamanında şöyle bir haber yaptım ya da yazdım. Oysa hadisenin içinde şöyle şöyle şeyler de varmış. İşin hakikatı şöyleymiş. Haberden sonra şu şu gelişmeler yaşanmış. Çok pişmanım, özür dilerim” diyen bir gazeteci hiç görmedim, duymadım. 


Arkadaş sosyal medyada çarpıcı bir söz, fotoğraf ya da belge görüyor. Hemen iki tuşla paylaşıveriyor. O an için içindeki düşünceyi, inancı veya tepkiyi ifade ettiğini düşünüyor. "Bir çaktım ki o kadar olur" diye keyifleniyor da üstelik. Bir anlık refleksle davasına, taraf olduğu cenaha destek verdiğini zannediyor. Acaba doğru mudur diye bir an bile düşünmüyor ya da herkesi kendisi gibi sanıp doğru olduğunu kabul ediyor. 


O paylaştığı şey aslında sanal dünyaya atılmış bir yem gibi. Oltayı sallandıranlar da çok defa yemi yutan her sazanla birlikte histerik kahkaha atan birileri olabiliyor. Sosyal medya mecraları böyle binlerce bulaşıcı virüsle dolu. Bazıları yabancı istihbarattan, bazıları terör örgütlerinden, bazıları da siyasi partilerin tetikçi operatörleri. Gerçek niyetlerini açık etmiyorlar. Elbette yemlerini de balık çeşidine göre ustaca seçiyorlar. Bizim arkadaşımız da bilmeden oltaya gelmiş oluyor işte. 


Zemmettiği, saldırdığı, kurşuna dizdiği düşmanı değil. Belki komşusu, belki akrabası belki de selamlaştığı biri. Hiç tanımasa da neticede onun gibi bir insan. Eti var, duygusu hisleri var. Böyle paylaşımlar yapanlar karşısındakilerin kırılabileceğini, incinebileceğini hiç hesaba katmıyorlar. Böyle tarrakalar karşısında reaksiyon olarak kendi fikrinin, tarafının, inancının arkasında kemikleşebileceğini göremiyorlar. 


Böylelerinden de sonradan paylaşımını silen, özür dileyip helallik isteyen çok az. Karşısındaki dini duyguları incittiğinden, yok yere dini tartışma konusu yaptığından haberi yok. Ya da var da özellikle ve domuzluğuna yapıyor. Misal adamın biri şöyle yazmış: "Araplar ingilizce Fransızca konuşuyor. Biz aptal mıyız, neden arapça Kur'an okuyor, onların kültürünü geleneklerini taklid ediyoruz?" Düz mantıkla baktığınızda çok çarpıcı bir tespit. Tabiatıyla oltasına gelen sazan da çok olmuş. 


Ama biraz düşünülse bu lafın hiç bir doğru tarafı yok. Bana ne arabın ne konuştuğundan. Kur'an Allahın kitabı, "insan"a gönderilmiş bir mektup. Elbette geldiği kişinin diliyle indirilmiş. Bundan doğal ne olabilir? Bu hal ne araba ne de arapçaya bir kutsallık, üstünlük sağlamaz ki. Sen ne diye William Shakespeare'in Hamlet, Yasa 3, Sahne 1 oyununun sözde "rahibe manastırı sahnesinde" Prens Hamlet tarafından söylenen “To be, or not to be” (Olmak ya da olmamak) sözünü İngilizce söylüyorsun. Bir düşün bakalım. 


Böyle daha binlerce örnek verebilirim. Son sözüm böyle algı operasyonlarına bilmeden, iyi niyetle alet olanlara. Bilirsiniz "cehenneme giden yol iyiniyet taşlarıyla döşelidir" diye bir söz vardır. Dikkat edin "Ama..."diye başlayan savunmalar genellikle iyiniyetini gösterme çabalarıdır. Haber yapan gazeteci de, başarıyla aldatan reklamcı da, sanal dünyada herkesi kesip biçen sosyal medya silahşörü de, imaj çalışması yapan sahtekar da, olmadığı halin kılığına girmiş münafık da kendi dünyasında haklıdır. 


Bizim hanım da bana "Sen ne karışıyorsun, bırak kim ne yapıyorsa yapsın. Sana ne?" diyor sık sık. Ne diyelim Nasrettin Hoca merhum ne de güzel söylemiş: "Sen de haklısın hanım." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder