Doğal olan her şeyi kirlettik, bozduk, değiştirdik. Hem de
bunu gelişme, ilerleme ve refah adına yaptık. Acaba yaşadıklarımız tepetaklak
ettiğimiz dünyanın bizden intikamı mı? Yoksa aklımızı başımıza getirmek için
arada sırada dürtülüyor muyuz? Depremlerle, iklim değişikliğiyle, kasırga sel
baskını ve toprak kaymalarıyla, küresel çapta yangın ve salgın
hastalıklarla uyarılıyor muyuz? Biz bozdukça onlar bize bozmanın ne demek olduğunu daha çarpıcı bir
şekilde mi gösteriyor? Olağanüstü bir zamandan geçiyoruz. Birçok normal dışı
haller ve aykırılık yaşadığımız bu günler gerçekten düşündürücü...
Çin ve adına gelişmiş ülke adını verdiğimiz birçok
ülke bugün küçücük bir virüs korkusundan adeta bloke oldu. Bırakın o dev
ekonomileri, insan hayatı adına göklere çıkarılan bilim ve teknolojiler dahi
çaresiz. İnsanları üretim ve tüketimden, ulaşımdan, toplu eğlence ve
etkinliklerden, AVM'lerden, turistik faaliyetlerden uzak tutan bu korku ve
panik neyin nesi? Dünyanın savaş, gözyaşı, acı, göç, terör ve zulüm gündemi
nasıl oldu da birden bire değişiverdi? Acaba gören gözlere, düşünen beyinlere,
hisseden gönüllere şu mu denilmek isteniyor: "Dünyanın büyük çoğunluğu
fakirlikle, açlıkla, susuzlukla, hastalıkla, ölümle ve zulümle kırılırken siz
kılı kıpırdamayanlar,siz! Korku nasıl oluyormuş, çaresizlik neymiş işte
görün bakalım!"
Bir de madalyonun öteki yüzü var. Duydunuz mu;
İnsanlar evlerine kapanınca, fabrikalar çalışmayınca, mega kentler karantina
altına alınınca, milyonlarca araç trafiğe çıkmayınca hava kirliliği de önemli
oranda azalmaktaymış. Küresel ısınmanın çevreye dayattığı zararları daha bir
farkına varıyormuşuz. Maske kullanan insanlar bir nefeslik taze ve temiz
havanın ne kadar değerli olduğunu anlamışlar.
Zalim politika ve ideolojilerin, geçmişteki aşağılık
örnekleri gibi yeniden tüm dünyada artmaya başladığı bir zamanda Corona virüs
çıkıverdi ve bizzat o müsebbipleri dışlanan, tecrit edilen, sınırlarda bloke
edilen ve hastalık taşıyanlar yaptı. Üstelik hiçbir ayrım yapmadan, suçlu
suçsuz tüm sarı benizli çekik gözlü, beyaz tenli sarışın mavi gözlü business
class yolcularının hepsini.
Onlar ki; daha fazla üretim, patlayasıca tüketime
dayalı bir toplumda, günde 14 saat ne olduğu belli olmayan bir amacın peşinde
soluksuz koşuyorlardı. İnsan olduklarını unutmuş, bir şarkıda ifade edildiği
gibi "yatçez, kalkçez, yatçaz kalkçez.." türü bir hayat içindeydiler.
Ölüm varmış, hiç umurlarında değildi. Bir anda "DUR!" denildi o
dünyaya. Karantinalara kapatıldılar, evlere tıkıldılar. Günlerce beklediler,
daha da bekleyecekler korkuyla. Bu arada her şeyi para ile ölçmeye alışan bu
çağdaşlar gerçek değerini hatırlamadıkları bir ‘zaman’ kavramı ile de burun
buruna geldiler. Hatta bir tür hesaplaşma başladı aralarında. Bakalım belki bu
hesaplaşma sonucunda onunla hala neler yapılabileceğini hatırlayanlar çıkar
aralarından.
Çocuklarını büyütmeyi başka kişilere, kurumlara
devreden anne babalar üretti bu çağdaş yaşam. Çocuklar anne baba dede nene
kokusunu unuttu. Ebeveynler bir aile olmanın ne demek olduğunu kaybettiler.
Böyle bir zamanda ne oldu? Dünyanın öteki ucundan bir virüs çıkageldi ve o
kreşleri, okulları kapattırıverdi. İnsanları "ne yapacağız biz
şimdi?" telaşı sardı. Çaresiz alternatif bulmaya, anne ve baba olmaya
yöneldiler. Aile olmayı keşfettiler, çocukları ile birlikte olmayı öğrendiler.
Dedeyi neneyi hatırlamaya mecbur kaldılar.
İlişkiler yapmacıklı ve yalan dolan haline gelmemiş
miydi? Yüz yüze konuşmak yerine sözde gelişen iletişim araçlarıyla sanal
dünyada sohpet etmiyor muyuz? Sosyal medya kanallarıyla sosyalleşme çabası
aslında bizi yakın olduğumuza dair bir yanılsamaya itmiyor mu? Bu şekilde
gerçek yakınlığın anlamını, sıcaklığını, samimiyetini ve önemini ne kadar da
göz ardı etmiştik. İşte tam da bu sırada o virüs gelip gerçek yakınlığı da
elimizden çalıverdi. Kural şu: "Kimse birbirine dokunamayacak, öpemeyecek
ve sarılamayacak…" Nasıl bir ceza bu?.. Birbirine uzak ve dokunamamanın
soğukluğuna mahkum oldu insanlar.
Herkesin kendisini, kendisinin olanı düşündüğü bencil
bir dünyada yaşıyoruz. Bir virüs belki de bize çok açık bir mesaj yolluyor:
"İnsanlığınıza dönüşün yolu aitlik duygusu, topluluk bilinci, başkasını
düşünmek, kendinden daha büyük bir şeyi korumak ve onun tarafından korunmaktan
geçiyor." Gerçekten de atılan her adım sadece kendi kaderimizi değil
etrafımızdakilerinkini de şekillendirmiyor mu? Aynen bizimkinin de başkalarına
bağlı olması gibi.
Karşılaştığımız musibetler bize çok şey öğretir. Hayat
birdenbire durduğunda "Kim, neden, ama…" lar görece önemsizdir.
Sorunun çevresinde dolaşmak yerine tam merkezine, buradan hangi dersin
çıkarılabileceğine bakarsak belki de öğrenecek ve yapacak çok şeyimiz olduğunu
görebiliriz. Belli ki dünyamıza ve onun yaratılışına borcumuz çok ve bize bunu
küçücük bir virüs bedelini ödeterek hatırlatıyor olamaz mı?
--------------
15 Martta saat 12:36 gibi kız
kardeşim kahvaltı sofrasından bir fotoğraf gönderdi. Altına "Mutfaktayız kahvaltı yaptık" diye yazmış. Ben
de "Maşallah anneme. Afiyet şeker olsun" diye karşılık verdim. Aynı gün akşam Sağlık Bakanımız Umre ’den dönen bir kişinin Corona virüsü testinin pozitif çıktığını
açıkladı. Umre ziyaretinden Türkiye'ye gelenler karantinaya alınmaya
başlanmıştı. Twitter'dan paylaştığı mesajda Corona virüsü vaka sayısının
arttığını açıklayan Koca yeni vaka
sayısının 12, toplam vaka sayısınınsa 18 olduğunu açıklamış.
Öte yandan
İspanya bir günde 2 bin yeni vaka
tespit edildiğini ve 24 saatte 100’den fazla can kaybı olduğunu bildirmiş. Ülkede ölü sayısı 288’e vaka
sayısı 7 bin 700’ün üzerine çıkmış. Almanya Corona virüsünün yayılmasını önlemek için sınırlarını kapatma kararı almış. İran’da
da 24 saatte 1209 Corona virüsü vakası doğrulanmış. Böylece İran’da virüsten ölenlerin sayısı 724’e çıkmış. Kız kardeşim saat 20:20'de "Yemek yedik, Çay istedi biz içerken" diye yazmış. "Afiyet olsun. Ellerinden öperim" diye cevap verdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder