Bu hafta Susurluğun gelişmesini
kolaylaştıracak, hızlandıracak ve destekleyecek bir 'Fırsat’ olarak Ziraat
fakültesi açılmasıyla ilgili yazacaktım. Planım buydu. Ancak, korona virüs ile
ilgili gelişmeler bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de gündemin ön sırasında. WhatsApp grubumuzdan bir arkadaşımızın "Sizce
Susurluğun gelişmesini zorlaştıracak, engelleyecek ve zarar verebilecek dış
'Tehdit' ler nelerdir?" sorusuna bir korona virüs videosu
göndererek katkıda bulunması üzerine bu yazı yazılmış oldu.
Aslında küresel
çapta doğal felaketler ve salgın hastalıklar sadece Susurluk gibi bir belde
için değil ülkeler, hatta kıtalar için de dikkate alınması gereken büyük
tehditler arasında. Kuşkusuz dünya çapında ve ülkeler bazında da gereken tüm
tedbirler alınıyor ve alınacak. Bu tür doğal felaketler ve salgın hastalıklar
gelecekte Allah göstermesin bizim ülkemizde, hatta bizim şehirlerimizde de
olabilir. Böyle salgınlar çıkabilir, deprem, yangın, toprak kayması ve sel
basması yaşanabilir. Böyle durumlarda elbette ki hem ekonomik, hem sosyal hem
de insani kayıplar söz konusu olacaktır. Bu nedenle yaşanabilecek ‘Doğal
felaketler ve salgın hastalıklar’ Susurluğun
gelişmesini zorlaştıracak, engelleyecek ve zarar verebilecek dış 'Tehdit' ler
arasında sayılabilir.
Neden? Çünkü; böyle hallerde adeta hayat yoğun bakıma alınıyor. Ekonomik yatırımlar erteleniyor ya da vazgeçiliyor, mevcut tesisler çalışmıyor, üretim, ticaret ve ulaşım aksıyor, insanlar can ve mal derdine düşmüş oluyor. Sosyal hayat kısıtlanıyor, para dönmüyor ve en önemlisi insanların ruh dünyasında derin travmalar oluşuyor. Yaralar sarılıp hayat normale dönünceye kadar da belli bir süre geçiyor doğal olarak. Bunlar elbette tabiatı icabı gelişmeyi zorlaştıran, engelleyen, mal ve can zararlarına yol açan felaketler. Bu sebeple Susurluk için sadece korona virüs gibi salgın hastalıklar değil, özellikle deprem ve su basması gibi potansiyel tehlikelere karşı da yapılabilecekler üzerinde düşünmek gerekiyor. Çözümleri, bu çözümlere ulaştıracak stratejileri, amaç, hedef, proje ve faaliyetleri ortaya koymak gerekiyor. Zira, bu riskleri dikkate almayan bir plânlama eksik olur, gerçekçi de olmaz.
Neden? Çünkü; böyle hallerde adeta hayat yoğun bakıma alınıyor. Ekonomik yatırımlar erteleniyor ya da vazgeçiliyor, mevcut tesisler çalışmıyor, üretim, ticaret ve ulaşım aksıyor, insanlar can ve mal derdine düşmüş oluyor. Sosyal hayat kısıtlanıyor, para dönmüyor ve en önemlisi insanların ruh dünyasında derin travmalar oluşuyor. Yaralar sarılıp hayat normale dönünceye kadar da belli bir süre geçiyor doğal olarak. Bunlar elbette tabiatı icabı gelişmeyi zorlaştıran, engelleyen, mal ve can zararlarına yol açan felaketler. Bu sebeple Susurluk için sadece korona virüs gibi salgın hastalıklar değil, özellikle deprem ve su basması gibi potansiyel tehlikelere karşı da yapılabilecekler üzerinde düşünmek gerekiyor. Çözümleri, bu çözümlere ulaştıracak stratejileri, amaç, hedef, proje ve faaliyetleri ortaya koymak gerekiyor. Zira, bu riskleri dikkate almayan bir plânlama eksik olur, gerçekçi de olmaz.
Bakınız, aralık ayında Çin'in Wuhan
kentinde çıkan korona virüs salgını hızla tüm dünyaya yayıldı. Çin’den sonra
İran’da görülen salgın önce Avrupa’ya, sonra da Amerika’ya sıçradı. İtalya
üzerinden kıta Avrupa’sına yayıldı ve oradan da dünyayı tehdit etmeyi
sürdürüyor. Maalesef ülkemizde de görülen vakalar şimdilik İtalya’dan dönen bir
vatandaşın etkileşimde bulunduğu yakın çevresi ve ailesiyle sınırlı. Dünyada
bugün için korona virüsten ölenlerin sayısı 3 bini aşmış durumda. Ölenlerin
kahir ekseriyeti Çin’de. Salgın İran'da 77, İtalya'da 79, Güney Kore'de 28,
Japonya'da 12, Fransa'da 3, ABD'de 6, Avustralya, Tayland, Tayvan ve
Filipinler'de de birer kişinin ölümüne sebep oldu. Çin'de salgın nedeniyle sadece
son 24 saatte 38 kişinin öldüğü, 119 yeni vaka tespit edildiği bildirildi. Buna
karşılık virüs bulaşma durumları şüpheli olan kişilerin sayısı 520’ye, müşahede
altına alınan kişilerin sayısı ise 36 bin 432’ye gerilemiş durumda. Yapılan
açıklamaya göre iyileşerek taburcu edilen hastaların sayısı 49 bin 856 imiş. Sağlık
Bakanımız ülkemizde tespit edilen ilk hastanın virüsü Avrupa’dan aldığı ve
kendisinin dış dünyadan tamamen izole edilmiş olduğunu açıkladı. Daha sonra
aynı aile ve çevreden dört kişiye daha virüs bulaştığı anlaşıldı ve onlar da gözetim
altına alındılar. Çok şükür ki şu ana kadar herhangi bir ölüm söz konusu değil.
Özetle; Çin’de ortaya çıkan ve tüm
dünyada korku ve paniğe neden olan korona virüs salgını belirti veren bir
hastalık olarak kabul ediliyor. Kuru öksürük, halsizlik, ateş, eklem ve kas ağrıları,
solunum yolu sıkıntıları, nefes darlığı gibi pek çok grip benzeri belirtiler veriyor.
Daha çok hayvanlarda görülse de bu salgınla ilk kez insanlarda da görülmeye
başladı. Bulaşıcı olması sebebiyle mutlaka tedbir alınması gereken bu virüs
halen tüm dünyanın gündeminde. Muhtemelen de havaların ısındığı Nisan Mayıs
ayına kadar da hayatı olumsuz etkilemeye devam edecek. Muhtemelen tedavisi de
bulunacaktır. Ancak bulunmasa bile virüsün güneş ısısı ve kuru hava ile
birlikte yok olup gideceği biliniyor. Kuşkusuz hem dünyada hem de ülkemizde alınan
tedbirler var. Ulaşım ve toplu etkinlikler kısıtlanıyor, okullar ve işyerleri
kapatılıyor hatta metropol şehirler karantina altına alınıyorlar.
|
Birleşmiş Milletler'e bağlı Dünya Sağlık Örgütü vaka sayısı dünya çapında
120 bini aşan bu yeni tip Korona virüs (Kovid-19) tehdidini Küresel salgın
(Pandemi) olarak ilan etti. Ancak aynı zamanda virüsün ‘Kontrol edilebilir bir
pandemi’ olduğu açıklamasını da yaptı. Pandemi; en basit tanımıyla dünyada eşzamanlı
olarak çok yaygın bir şekilde çok fazla sayıda insanı tehdit eden bulaşıcı
hastalıklara verilen isim oluyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) tanımlamasına
göre, bir hastalığın pandemi olabilmesi için kabaca üç kriter aranıyor: Yeni
bir virüs olması, İnsanlara kolayca geçebilmesi ve İnsandan insana kolay ve
sürekli bir şekilde bulaşması. 2009 yılında domuz gribi de pandemik hastalık
ilan edilmişti. O zaman domuz gribi nedeniyle yüz binlerce kişinin öldüğü sanılıyor.
Korona virüsler (CoV), soğuk algınlığından
Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS-CoV) ve Ağır Akut Solunum Sendromu (Severe
Acute Respiratory Syndrome, SARS-CoV) gibi daha ciddi hastalıklara kadar
çeşitli hastalıklara neden olan büyük bir virüs ailesinden. Hasta bireylerin
öksürmeleri aksırmaları ile ortama saçılan damlacıkların solunması ile bulaşıyor.
Hastaların solunum parçacıkları ile kirlenmiş yüzeylere dokunulduktan sonra
ellerin yıkanmadan yüz, göz, burun veya ağıza götürülmesi ile de virüs
alınabiliyor. Bu nedenle kirli ellerle göz, burun veya ağıza temas etmek oldukça
riskli. Enfeksiyonun yaygın belirtileri solunum semptomları, ateş, öksürük ve
nefes darlığı ile kişinin güçlükle nefes alıp vermesi. Daha ciddi vakalarda, pnömoni, ağır akut
solunum yolu enfeksiyonu, böbrek yetmezliği ve hatta ölüm gelişebiliyor.
Peki, ne yapılacak? Öncelikle el temizliğine dikkat edilecek. Eller en az
20 saniye boyunca normal sabun ve suyla yıkanacak. Sabun ve suyun olmadığı
durumlarda alkol bazlı el antiseptikleri o da yoksa her evde bulunan limon
kolonyası kullanılabilir. Öksürme veya hapşırma sırasında burun ve ağızın tek
kullanımlık kâğıt mendil ile örtülmesi, kâğıt mendilin bulunmadığı durumlarda
ise dirsek içinin kullanılması gerekiyor. Toplu taşıma ve kalabalık ortamlara
dikkat! Mümkünse kalabalık yerlere girilmemeli. Elbette tedbir alınacak,
mutlaka derman da aranacak. Bugün bize garip gelen 'karantina' uygulaması
insanlığın tarihi kadar eski kadim bir uygulama. Peygamber efendimiz zamanında
da bizzat tatbik edilmiş. Zamanımızda çok daha etkili ve güçlü imkânlar var.
Hem dünyada hem ülkemizde gereken yapılıyor, yapılacak da. Fakat, dikkat ediyor
musunuz "TEMİZLİK" diyorlar, "ellerinize, aksırığınıza dikkat
edin", “kalabalık yerlere bir müddet gitmeyin” uyarısı yapıyorlar, “belirtiler
belli, dikkat edin, tedbirli olun” diyorlar. Tam da böyle günlerde soğukkanlı,
sabırlı ve salim akılla hareket etmemiz gerekmiyor mu? Telaş, panik ve
fırsatçılığın ne yeri ne de zamanı. Hatırlayın! Atadan, dededen bildiğimiz
şeyler var. Temizlik de bunlardan biri değil mi? "Temizlik
imandandır" denmemiş miydi? Çok basit tedbirlerle Allah’ın izniyle bu bela
da atlatılacak. Nihayetinde bir aylık bir süreyle imtihandayız diye farz
edelim. Baharın ilerleyen günlerinde hava sıcaklığı artacak ve güneş bu mikrobu
yok edecek, bu kadar basit işte. Yetkililer ne söylüyorsa güvenip uyalım. İşi
sulandıranların, bulandıranların, fitnebaz ve fırsatçıların kayığına
binmeyelim. Sakin ve akıllı olalım. Tedbir almayı panik ve telaşla
karıştırmayalım. İşin ciddiyetini mikroskopla büyütüp işi dünyanın sonu geldiye
çevirmeyelim. Gerekeni yapıp ondan sonra Allah'ımıza sığınalım ve tevekkül
edelim. Son kertede derdin de dermanın da sahibi odur.
Unutmayın, hayat
devam ediyor. Peygamberimizin Ahmed b. Hanbel’in Müsned adlı eserinde geçen çok
meşhur bir hadisi var: "Kıyametin kopacağını bilseniz bile
elinizdeki fidanı dikiniz." Öyleyse biz de “Susurluk için ne
yapılabilir?” sorusu üzerinde düşünmeye ve önerimizi şekillendirmeye devam
edeceğiz. Şu anda Stratejik Plan yaklaşımının “Neredeyiz?” sorusuna cevap bulmaya
çalışıyoruz. Önümüzdeki hafta inşallah "Susurluğun gelişmesini
kolaylaştıracak, hızlandıracak ve destekleyecek bir dış 'Fırsat’ olarak Ziraat
Fakültesi açılması girişimini ele alacağız. Bu arada, Allah nasip ederse 21
Mart Cumartesiyi 22 Mart Pazara bağlayan gece Recep ayının 27’si, yani Miraç
Kandili. Duaya da ihtiyacımız var. Kendi sağlığımız için, beldemizin ve
ülkemizin sağlığı ve selameti için, hastalarımızın şifa bulması için bol bol
dua etmeliyiz. Bu ‘Fırsat’ kaçmamalı ve değerlendirilmeli. Mübarek olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder