
Anlamadan olmaz
Bundan önceki yazılarımızda ‘Susurluk
için ne yapılabilir?’sorusuna cevap bulmak üzere yola çıktık. Önce ‘Sıla i Rahim’le başladık. Susurluğun bir sıla i rahim, bir memleket
olarak kıymetini dile getirdik. 1960’lı yıllardan 2000’li yıllara nasıl gelindiğini
anlattık. Özellikle 80’lerden itibaren Susurluk nüfusu ve ekonomisinin
adeta patinaj yapmaya başladığını, Şeker fabrikasının ve Susurluğun yeni
yetişen gençlere yetmez olduğunu yazdık.
80’li ve 90’lı yıllar zaten ülkenin de türbülansa girdiği yıllardı. Ne
yazık ki Susurluk bu dönemin yaralarını sıcağı sıcağına pek anlayamamış, alıştıkları
devranın öyle gideceğini sanmıştı. O dönemde geleceğe yönelik bir atılım içine
girmediği için de maalesef 2000’li yıllar Susurluğun yüzüne hep birer şamar
gibi inmekteydi. Önce Şeker fabrikası teklemeye başlamış, ardından yeni
parlayan yıldızımız Yörsan’la ilişkileri gerilmişti. Maalesef Susurluk gelecek
yıllar ve gelişmelere karşı yapılan uyarılara da duyarsızdı. Yeni sanayi
yatırımlarına ihtiyaç olduğunu, Susurluğu teğet geçecek bir İzmir otobanı
plânlandığını, gençler için tez elden bir şeyler yapılmazsa ilerde büyük
sorunlar yaşanacağını duymak, anlamak istemedi. Nihayet Yörsan krize girdi, ne
olacağı halen belirsiz. Son olarak dinlenme tesislerinin akıbeti de meçhul oldu.
Gerçekten de Susurluk merkezini es geçen yeni otoban burayı adeta bir köy
haline mi getirecekti?
Bir şeyler yapmak
gerektiği açıktı ama ‘Ne yapılmalıydı?’ ‘Alacakaranlık’ başlıklı yazımıza şöyle başlamıştık: “Artık
bir şeyler yapmalı” demekle o ‘bir şeyler’ kendiliğinden olur mu? Ya da
kendiliğinden olmakta olan, oluveren şeyler gerçekte bizim istediğimiz şeyler
midir? “Hatta bu meseleyi ‘Kim yapacak, ne zaman yapacak,
nasıl yapacak, nerede yapılacak?” gibi sorularla sistemli biçimde ele alabilmeyi
önermiştik. Değişen, gelişen, yükselen bir Susurluk niye olmasındı ki?
Çalışkan, kendi kişiliği ve saygınlığı ile hep birlikte geleceğini inşa eden
bir Susurluk görmeyi kim istemezdi? Ancak, öncelikle Susurluğun neye ihtiyacı
olduğunu, ne yapması gerektiğini, kimden ne talep etmesi lazım geldiğini,
zamanını, mekânını ve tonunu belirlemesi gerekiyordu. İlk adımın sağlıklı bir
durum analizi yapmak olduğunu, "Görmem, duymam, konuşmam"
duyarsızlığının zamanı olmadığını, nerede durduğumuzu, karşı karşıya olduğumuz
tehdit ve fırsatları, zayıf ve güçlü yönlerimizi tespit etmeden sağa sola yalpa
yapmanın bir yararı olmayacağını yazdık. Çok şükür ki, bu tür beyin
fırtınalarının yapılmakta olduğunun haberlerini aldığımızı, Mülki idare,
Belediye, İşadamı ve esnaf temsilcileri ile siyasi partiler, muhtarlar ve sivil
toplum kuruluşlarının el ele vermesinden memnuniyet duyduğumuzu dile getirdik.
Ancak, bu yürüyüşte suni ayrılıklara, laf üretmeye, sadece eleştiriye ve sen ben kavgasına yer yoktu ve olmamalıydı. En başta bu hareketin önderlerine böyle bir vazife düşüyordu. Tavsiyem şu olmuştu: “Bırakın birileri alıştığı minval vıdı vıdı etmeye devam etsin, siz ‘besmele’ ile yola çıkmaya, ayrıştırmaya değil birleştirmeye gayret edin. Birileri aranızı ayırmak istese de siz aksine toparlayıcı olun, istikametinizi ve saflarınızı bozmayın.” Hatırlarsanız o yazım şöyle bitiyordu: “Biliniz ki hiç bir ‘alacakaranlık’ kalıcı değildir. Bakın! Bir şeyler yapmaya niyet edenler için şafak sökmekte bile. Oyalanma, “Haydi Susurluk! Kalk ayağa ve yürümeye başla!” Bir sonraki ‘Yol çatırığı’ başlıklı yazımda; hepimizin günümüzü yaşayarak, ama bilmediğimiz yarınlarımıza yol almak için uğraştığımızı söylemiştik. Kuşkusuz bazen karşımıza yeni yeni yol çatırıkları çıkıyordu. O zaman da durumumuzu, karşımızdaki seçenekleri ve olabilecek riskleri gözden geçirmek zorunda kalıyorduk. Bu değerlendirme aynı zamanda geçmişimizi muhasebe etmek, seçimlerimizi daha doğru yapmak için de bir fırsattı. Evet, Susurluğun bugün bir yol ayrımında olduğu açıktı. Bir yol çatırığına gelmiş, ne yöne gideceğini düşünüyordu. Elbet geçmişte pek çok hata yapılmış olabilirdi. Geleceği görememiş, elindekileri koruyup geliştirememiş ve zaman kaybetmiş olabilirdi. Elbet bunlar bir bir değerlendirilmeliydi. Ancak, suçlu bulmanın, kabahati birilerine yüklemenin hiçbir yararı da yoktu. Aksine, yapılan yanlışların tekrar edilmemesi, nelerin doğru olmadığının anlaşılması için de onları bilmek gerekiyordu. Bilirsek, en uygununu bulmamız kolaylaşabilirdi.
Fakat, şayet 2023 hedeflerinin
konuşulduğu bir ortamda biz de Susurluğun gidişatını değiştirmek istiyorsak
öncelikle durup ta kendimize “Neredeyiz?” sorusunu yöneltmemiz gerekiyordu. Burada önerilen
çıkış yolu da zaten ülkemizde halen yürürlükte olan ‘5018 Sayılı Kamu Malî
Yönetimi ve Kontrol Kanunu’ gereği ve ‘Stratejik Yönetim’ icabıydı. Bu çerçevede;
mevcut durum, misyon ve temel ilkelerden hareketle geleceğe dair bir vizyon
oluşturulmalı, bu vizyona uygun amaçlar ile bunlara ulaşmayı mümkün kılacak
hedef ve stratejiler belirlenmeli, ölçülebilir kriterler geliştirerek performans
izlenmeli ve değerlendirilmeliydi. Bu da
katılımcı ve esnek bir yönetim yaklaşımına ihtiyaç gösteriyordu.
|
|
‘Stratejik Plân’ başlıklı yazımız ile işte o önerdiğimiz planlama seçeneğinin ne olup ne
olmadığını açıklamıştık. Çünkü; bir değişim plânının olması, gerçekleştirilmesi
için asla yeterli değildi. Plânın sahiplenilmesi ve harekete geçilmesi şarttı. Zira;
asıl olan plân dokümanı, pırıltılı şablon ve yazılı belgeler değil, yönetim
sürecinin bizzat kendisiydi. Elbette bu
tarz bir yönetim çalışmasına da en geniş katılım sağlanmalı, bu kapsamda
değişik taraf ve seviyelerden insanlar sürece dahil edilmeliydi. Böylece ortak
akıl bir bütün olarak kendisini tanıma, çıkış yolunu ve başarıyı paylaşma
fırsatı bulacaktı. Bu sürecin bir yan ürünü olarak yaşanan birlikte olma hali,
güçlü iletişim ve motivasyon ilerde yaşanabilecek birçok olumsuzluğa da geçit
vermeyecekti. Şayet Susurluk geleceğini öngörmek, karşı karşıya kaldığı
sorunları orta vadede aşmak istiyorsa alıştığı minval kısa vadeli çözümlerden
uzak durmalıydı. Aksine Susurluğun orta ve uzun vadeyi öngören bir ‘stratejik
planı’ olması en doğru seçenek gibi görünüyordu. Burada önerdiğimiz şey elbette
ki mevcut sorunlarla uğraşmayı, projeleri sonuçlandırmayı ve günlük hizmetlerin
verilmesini durdurmayacaktı. Belediye görevi olan hizmetleri sürdürecek, siyasi
partiler vaadlerini yerine getirecek ve Mülki idare de vazifesini yürütecekti.
Ticaret ve sanayi odası, esnaf kuruluşları, mahalli basın, sosyal medya ve
sivil toplum örgütleri varoluşlarının gereğini yapacaklardı. Farklı olan şey
hep birlikte stratejik plân çalışmalarına sahip çıkmak, katılmak ve destek
vermekti. Özetle bunları yazmıştık o haftaki yazımızda.
Bir önceki yazım ise ‘Bölgesel
plânlar’ üzerineydi. Önerdiğimiz ‘Stratejik Plan’ın Güney Marmara
Bölgesinin bir alt planı olması gerektiği ve sadece Susurluk merkezli
olmayacağı, tümüyle Susurluğu kapsayacağını anlatmıştık. Böylece hem planın
yapılmasında Güney Marmara ajansından destek alınabilecek, hem de orada yapılan
üst ve alt bölge planlarıyla uyumluluk sağlanabilecekti. Son yazım ise ‘5n 1k formülü’ hakkındaydı. Bu formül
meseleyi anlama, benimseme, İnanma, destekleme ve katkı verme anlamında bilinen
en etkili yöntemlerden biriydi. Buraya kadarki yazılar ‘Susurluk için ne
yapılabilir?’ sorusuna doğru, etkili ve gerçekçi bir cevap üretebilmenin alt
yapısını oluşturmaktaydı. Aslında bu haftaki yazımla karşı karşıya olduğumuz
dış ‘Fırsat’ ve ‘Tehdit’lere, Susurluğun sahip olduğu ‘Güçlü’ ve ‘Zayıf’
yönlere girmeyi düşünmüştüm. İlk olarak da sosyal-insani bir ‘zayıf yön’ olarak
yolumuzdaki ‘Çakır dikenleri’ ni
yazacaktım. Ancak; aldığım geri
bildirimlerden Susurluk için ‘Orta ve uzun vadeli Stratejik Bölgesel alt plan’
önerimin yeterince anlaşılmadığını fark ettim. Bu nedenle bu hafta bir özetleme
yapmayı uygun buldum. ‘Çakır dikenleri’ni öbür hafta okuyabileceksiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder