4 Mart 2020 Çarşamba

04 Mart 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı151.....................................Anlamadan olmaz


Anlamadan olmaz
Bundan önceki yazılarımızda ‘Susurluk için ne yapılabilir?’sorusuna cevap bulmak üzere yola çıktık. Önce ‘Sıla i Rahim’le başladık.  Susurluğun bir sıla i rahim, bir memleket olarak kıymetini dile getirdik. 1960’lı yıllardan 2000’li yıllara nasıl gelindiğini anlattık. Özellikle 80’lerden itibaren Susurluk nüfusu ve ekonomisinin adeta patinaj yapmaya başladığını, Şeker fabrikasının ve Susurluğun yeni yetişen gençlere yetmez olduğunu yazdık.  
80’li ve 90’lı yıllar zaten ülkenin de türbülansa girdiği yıllardı. Ne yazık ki Susurluk bu dönemin yaralarını sıcağı sıcağına pek anlayamamış, alıştıkları devranın öyle gideceğini sanmıştı. O dönemde geleceğe yönelik bir atılım içine girmediği için de maalesef 2000’li yıllar Susurluğun yüzüne hep birer şamar gibi inmekteydi. Önce Şeker fabrikası teklemeye başlamış, ardından yeni parlayan yıldızımız Yörsan’la ilişkileri gerilmişti. Maalesef Susurluk gelecek yıllar ve gelişmelere karşı yapılan uyarılara da duyarsızdı. Yeni sanayi yatırımlarına ihtiyaç olduğunu, Susurluğu teğet geçecek bir İzmir otobanı plânlandığını, gençler için tez elden bir şeyler yapılmazsa ilerde büyük sorunlar yaşanacağını duymak, anlamak istemedi. Nihayet Yörsan krize girdi, ne olacağı halen belirsiz. Son olarak dinlenme tesislerinin akıbeti de meçhul oldu. Gerçekten de Susurluk merkezini es geçen yeni otoban burayı adeta bir köy haline mi getirecekti?
Bir şeyler yapmak gerektiği açıktı ama ‘Ne yapılmalıydı?’ ‘Alacakaranlık’ başlıklı yazımıza şöyle başlamıştık: “Artık bir şeyler yapmalı” demekle o ‘bir şeyler’ kendiliğinden olur mu? Ya da kendiliğinden olmakta olan, oluveren şeyler gerçekte bizim istediğimiz şeyler midir? “Hatta bu meseleyi ‘Kim yapacak, ne zaman yapacak, nasıl yapacak, nerede yapılacak?” gibi sorularla sistemli biçimde ele alabilmeyi önermiştik. Değişen, gelişen, yükselen bir Susurluk niye olmasındı ki? Çalışkan, kendi kişiliği ve saygınlığı ile hep birlikte geleceğini inşa eden bir Susurluk görmeyi kim istemezdi? Ancak, öncelikle Susurluğun neye ihtiyacı olduğunu, ne yapması gerektiğini, kimden ne talep etmesi lazım geldiğini, zamanını, mekânını ve tonunu belirlemesi gerekiyordu. İlk adımın sağlıklı bir durum analizi yapmak olduğunu, "Görmem, duymam, konuşmam" duyarsızlığının zamanı olmadığını, nerede durduğumuzu, karşı karşıya olduğumuz tehdit ve fırsatları, zayıf ve güçlü yönlerimizi tespit etmeden sağa sola yalpa yapmanın bir yararı olmayacağını yazdık. Çok şükür ki, bu tür beyin fırtınalarının yapılmakta olduğunun haberlerini aldığımızı, Mülki idare, Belediye, İşadamı ve esnaf temsilcileri ile siyasi partiler, muhtarlar ve sivil toplum kuruluşlarının el ele vermesinden memnuniyet duyduğumuzu dile getirdik.
Ancak, bu yürüyüşte suni ayrılıklara, laf üretmeye, sadece eleştiriye ve sen ben kavgasına yer yoktu ve olmamalıydı. En başta bu hareketin önderlerine böyle bir vazife düşüyordu. Tavsiyem şu olmuştu: “Bırakın birileri alıştığı minval vıdı vıdı etmeye devam etsin, siz ‘besmele’ ile yola çıkmaya, ayrıştırmaya değil birleştirmeye gayret edin. Birileri aranızı ayırmak istese de siz aksine toparlayıcı olun, istikametinizi ve saflarınızı bozmayın.” Hatırlarsanız o yazım şöyle bitiyordu: “Biliniz ki hiç bir ‘alacakaranlık’ kalıcı değildir. Bakın! Bir şeyler yapmaya niyet edenler için şafak sökmekte bile.  Oyalanma, “Haydi Susurluk! Kalk ayağa ve yürümeye başla!” Bir sonraki ‘Yol çatırığı’ başlıklı yazımda; hepimizin günümüzü yaşayarak, ama bilmediğimiz yarınlarımıza yol almak için uğraştığımızı söylemiştik. Kuşkusuz bazen karşımıza yeni yeni yol çatırıkları çıkıyordu. O zaman da durumumuzu, karşımızdaki seçenekleri ve olabilecek riskleri gözden geçirmek zorunda kalıyorduk. Bu değerlendirme aynı zamanda geçmişimizi muhasebe etmek, seçimlerimizi daha doğru yapmak için de bir fırsattı.  Evet, Susurluğun bugün bir yol ayrımında olduğu açıktı. Bir yol çatırığına gelmiş, ne yöne gideceğini düşünüyordu. Elbet geçmişte pek çok hata yapılmış olabilirdi. Geleceği görememiş, elindekileri koruyup geliştirememiş ve zaman kaybetmiş olabilirdi. Elbet bunlar bir bir değerlendirilmeliydi. Ancak, suçlu bulmanın, kabahati birilerine yüklemenin hiçbir yararı da yoktu. Aksine, yapılan yanlışların tekrar edilmemesi, nelerin doğru olmadığının anlaşılması için de onları bilmek gerekiyordu. Bilirsek, en uygununu bulmamız kolaylaşabilirdi.
Fakat, şayet 2023 hedeflerinin konuşulduğu bir ortamda biz de Susurluğun gidişatını değiştirmek istiyorsak öncelikle durup ta kendimize “Neredeyiz?” sorusunu yöneltmemiz gerekiyordu. Burada önerilen çıkış yolu da zaten ülkemizde halen yürürlükte olan ‘5018 Sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’ gereği ve ‘Stratejik Yönetim’ icabıydı. Bu çerçevede; mevcut durum, misyon ve temel ilkelerden hareketle geleceğe dair bir vizyon oluşturulmalı, bu vizyona uygun amaçlar ile bunlara ulaşmayı mümkün kılacak hedef ve stratejiler belirlenmeli, ölçülebilir kriterler geliştirerek performans izlenmeli ve değerlendirilmeliydi.  Bu da katılımcı ve esnek bir yönetim yaklaşımına ihtiyaç gösteriyordu. 
 

İşte bu yaklaşıma kısaca ‘Stratejik yönetim’ deniliyordu. Bu tarz bir yönetim yaklaşımı, her şeyden önce; “Neredeyiz?, Nereye ulaşmak istiyoruz?, Ulaşmak istediğimiz noktaya nasıl gideriz? Ve Başarımızı nasıl değerlendiririz?” şeklinde ifade edilebilecek dört temel soruya cevap arayarak başlıyor, bir stratejik plân ortaya konulmasıyla da olgunlaşıyordu.

‘Stratejik Plân’ başlıklı yazımız ile işte o önerdiğimiz planlama seçeneğinin ne olup ne olmadığını açıklamıştık. Çünkü; bir değişim plânının olması, gerçekleştirilmesi için asla yeterli değildi. Plânın sahiplenilmesi ve harekete geçilmesi şarttı. Zira; asıl olan plân dokümanı, pırıltılı şablon ve yazılı belgeler değil, yönetim sürecinin bizzat kendisiydi.  Elbette bu tarz bir yönetim çalışmasına da en geniş katılım sağlanmalı, bu kapsamda değişik taraf ve seviyelerden insanlar sürece dahil edilmeliydi. Böylece ortak akıl bir bütün olarak kendisini tanıma, çıkış yolunu ve başarıyı paylaşma fırsatı bulacaktı. Bu sürecin bir yan ürünü olarak yaşanan birlikte olma hali, güçlü iletişim ve motivasyon ilerde yaşanabilecek birçok olumsuzluğa da geçit vermeyecekti. Şayet Susurluk geleceğini öngörmek, karşı karşıya kaldığı sorunları orta vadede aşmak istiyorsa alıştığı minval kısa vadeli çözümlerden uzak durmalıydı. Aksine Susurluğun orta ve uzun vadeyi öngören bir ‘stratejik planı’ olması en doğru seçenek gibi görünüyordu. Burada önerdiğimiz şey elbette ki mevcut sorunlarla uğraşmayı, projeleri sonuçlandırmayı ve günlük hizmetlerin verilmesini durdurmayacaktı. Belediye görevi olan hizmetleri sürdürecek, siyasi partiler vaadlerini yerine getirecek ve Mülki idare de vazifesini yürütecekti. Ticaret ve sanayi odası, esnaf kuruluşları, mahalli basın, sosyal medya ve sivil toplum örgütleri varoluşlarının gereğini yapacaklardı. Farklı olan şey hep birlikte stratejik plân çalışmalarına sahip çıkmak, katılmak ve destek vermekti. Özetle bunları yazmıştık o haftaki yazımızda.
Bir önceki yazım ise ‘Bölgesel plânlar’ üzerineydi. Önerdiğimiz ‘Stratejik Plan’ın Güney Marmara Bölgesinin bir alt planı olması gerektiği ve sadece Susurluk merkezli olmayacağı, tümüyle Susurluğu kapsayacağını anlatmıştık. Böylece hem planın yapılmasında Güney Marmara ajansından destek alınabilecek, hem de orada yapılan üst ve alt bölge planlarıyla uyumluluk sağlanabilecekti. Son yazım ise ‘5n 1k formülü’ hakkındaydı. Bu formül meseleyi anlama, benimseme, İnanma, destekleme ve katkı verme anlamında bilinen en etkili yöntemlerden biriydi. Buraya kadarki yazılar ‘Susurluk için ne yapılabilir?’ sorusuna doğru, etkili ve gerçekçi bir cevap üretebilmenin alt yapısını oluşturmaktaydı. Aslında bu haftaki yazımla karşı karşıya olduğumuz dış ‘Fırsat’ ve ‘Tehdit’lere, Susurluğun sahip olduğu ‘Güçlü’ ve ‘Zayıf’ yönlere girmeyi düşünmüştüm. İlk olarak da sosyal-insani bir ‘zayıf yön’ olarak yolumuzdaki ‘Çakır dikenleri’ ni yazacaktım.  Ancak; aldığım geri bildirimlerden Susurluk için ‘Orta ve uzun vadeli Stratejik Bölgesel alt plan’ önerimin yeterince anlaşılmadığını fark ettim. Bu nedenle bu hafta bir özetleme yapmayı uygun buldum. ‘Çakır dikenleri’ni öbür hafta okuyabileceksiniz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder