Adamın
biri çalışma arkadaşlarının eskisi kadar anlayışlı olmadığını, bencil
olduklarını ve çıkarlarına göre hareket ettiklerini düşünüyormuş. Bu durumu
sürekli kafasında kuruyor, uzun uzun onları gözlüyor ve kendine hak verecek
sonuçlar çıkarıyormuş.
Bu arada onların da sık sık aralarında fısıldaşıp, kendisine doğru
baktıklarını yakalıyormuş. Bakışları karşılaşınca kısa bir gülümsemeyle bakışlarını kaçırıyorlarmış. Bu arada birisinden yöneticiden topluca randevu
aldıklarını duymuş. İyice emin olmuş: demek ki demiş bunlar benim aleyhimde bir
şeyler çeviriyorlar. Mutlaka benim yerimde gözleri var. Bana iftira atıp
ayağımı kaydıracaklar. Artık onlara bir ders verilmesi gerek. İş işten geçmeden
bu durumu yöneticiye şikayet etmeliyim. Onlardan evvel davranıp pozisyonumu
güçlendirmeliyim. Yöneticimiz iş ortamında huzursuzluk çıkaranları
affetmeyecektir.
O da yöneticiden randevu istemiş.
Randevunun doğum gününe denk gelmesini istiyormuş. Çünkü bu görüşme doğum
gününde kendisine şans getirecekmiş. İstediği gibi de olmuş randevuyu Pazartesi
günü sabahına almış. Diğerleri davranamadan ben çoktan görüşmüş olurum diyormuş
sevinerek.
Telefonu kapatmadan önce sekretere
kendisinin randevu istediğini kimseye söylememesini de sıkı sıkıya tembih
etmiş.
Hafta sonunda arkadaşlarının her biri
için bir kabahatler listesi hazırlamış. Kim geç kalıyormuş, kim işi
yetiştirememiş, kim sık sık izin alıyormuş, kim mesai sırasında arkadaşlarıyla
şakalaşıp zaman israfı yapıyormuş hepsini bir bir yazmış. Kendisine komplo
kuranları yöneticiye nasıl perişan ettireceğini hayal etmiş uzun uzun.
Pazartesi sabahı en güzel takımını
giyerek, şikayet listesi çantasında yöneticinin odasına yönelmiş. Yolda işe sık
sık geç kalan arkadaşıyla karşılaşmış, selam vermeden "Ne o ?" demiş,
"Bu sabah erkencisin ?" Arkadaşı "Sana da günaydın" demiş,
"Evet bu sabah çocuğu kreşe hanım götürdü. Benim çok önemli bir işim var
da." "Hımmm" demiş bizimki, bir taraftan da içinden
"görürsün biraz sonra o önemli işi sen" diyormuş.
Asansörde bu defa sık sık izin alan
arkadaşıyla karşılaşmış. Yine aklına selam vermek gelmemiş ama, "Ooo !
Beyim yine izin mi alacaksın?" demiş iğneli bir ses tonuyla. Arkadaşı
içinde bir tövbe estağfurullah" çekmiş, "Yok, annemi hastaneden
çıkardık, iyi çok şükür. İzin değil de teşekkür için yöneticiyle
görüşeceğim."
Koridorda şakacı arkadaşlarıyla
karşılaşmışlar. Elinde bir buket çiçek bekliyormuş. İyice pirelenmiş bizimki:
"Ne o arkadaşlar ? Nedense hepinizin bugün yöneticiyle görüşeceğiniz
tutmuş. Bi de çiçekle gelmiş, şuna bak !…cık, cık, cık…" Şakacı "Günaydın
arkadaşlar, malum bugün arkadaşımızın doğum günü. Elimiz boş mu
gelecektik." Diğerleri gülerek karşılamışlar bu sözleri. Adam iyice
dellenmiş : "Şakanın sırası mı ? Kimbilir yöneticiye ne cıvık cıvık yağ
yakacaksın. Böyle çiçekle, miçekle…Hey Allahım !…cık, cık, cık…"
Sekreterin yanına üç kişi birden
girmişler. "Hoşgeldiniz" demiş sekreter. "Tam saatinde geldiniz,
buyrun içeri". Hepsi birden kapıya yönelince adam hiddetle "Siz
nereye ? demiş, "Randevu benim, öyle değil mi sekreter hanım ?"
"Tabi, tabi buyrun yönetcimiz sizi bekliyor, bu arada doğum gününüz kutlu
olsun !"
Adam diğerlerine "Gördünüz mü
?" gibisinden kibirle bakarak asabi bir hareketle kapının koluna hamle
yapmış. İçinden "Ben size gösteririm, siz şimdi biraz bekleyin
bakalım" diyormuş hiddetle.
Kapının açılmasıyla birlikte önce
içerdeki kalabalığı görüp donakalmış. Sonra da arkasından giren diğer iki
arkadaşının göğüs temasıyla öne doğru itilmiş. İçerde başta yönetici ve tüm
çalışma arkadaşları ayakta onu alkışlıyorlarmış. Çalışma masasının üzerinde de
kocaman bir pasta varmış.
"Doğum günün kutlu olsun !"
sesleri arasında uzun süre kendisine gelememiş. Kekelemekten konuşamıyormuş da.
Yönetici ve arkadaşları onun bu durumunu telafi edercesine yaklaşıp elini
sıkmışlar ve kucaklamışlar tek tek.
Pastanın başına gelip oturduğunda
şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyormuş. Neşe içinde pastalarını yiyip
çaylarını içmişler. Şakacı ortamın en renkli kişisiymiş, şakalarıyla herkesi
kırıp geçiriyormuş. Bu arada asansördeki arkadaşının annesinin sağlığı da
konuşulmuş masada. İlgisi ve anlayışı için teşekkür edilmiş yöneticiye. O da
"Ne demek, hepimizin annesi babası var. Elbette bu konularda birbirimize
anlayışlı olacağız. Biz bir ekip değil miyiz ?"
"Ben de şakacı arkadaşımıza
bilhassa bu özel günü düşünüp organize etmesinden dolayı teşekkür etmek
istiyorum. Böylece hep birlikte hoş bir birliktelik yaşamış olduk."
Adam şok üstüne şok yaşıyormuş. Bu defa
da gözleri dolmuş yaşadıklarından. Şakacıya bakıyormuş hayretle. O ise hala
etrafındakilere şakalarına devam ediyor, kendisine de gülümseyerek mukabele
ediyormuş.
Bir ara yönetici adama dönüp sormuş:
"Siz ne için benimle görüşmek istemiştiniz ?" Odada bir sessizlik
olmuş. Herkes adamın ne diyeceğini merak ediyormuş.
Adam arkadaşlarına uzun uzun sevgiyle
bakmış, sonra gözlerindeki yaşları salıvererek yöneticiye şu karşılığı vermiş:
"Doğrusu size ne söyleyeceklerimi şu anda tamamen unuttum. Ama size Arkadaşlarımın ne kadar iyi insanlar olduğunu, sizin ne kadar anlayışlı ve
hakbilir bir yönetici olduğunuzu, birlikte ne kadar iyi bir ekip olduğumuzu
anlatmak istiyordum herhalde. Çünkü söyleyeceklerim her neyse şu anda tamamen
önemini yitirmiş durumda. Size ve arkadaşlarıma her şey için çok teşekkür
ediyorum. Benim için unutulmayacak bir sürpriz oldu bu."
Her hikayede ibret alınacak bir yan
vardır mutlaka. Bakmalı ve fakat görebilmeliyiz de.
Bu ders işte bu hikayede olduğu gibi hep haklı
olduğumuzu düşündüğümüz, karşımızdakilerden yakındığımız zamanlar için.
Eleştirip , söylendiğimiz hatta bazen de hırçınlaşıp insanlara zarar verdiğimiz
anlar olabilir. Zaman zaman diğerleri hakkında yanlış algılara kapılabiliriz.
Ama hiç aklımıza gelmez ki
hakikat bambaşkadır.
Düşündüğümüz problem daima karşımızdakilerde olmayabilir. Belki de
problem bizdedir, ne dersiniz ?
Çuvaldızı başkasına batırmadan önce
az birazcık iğneyi kendimize batırırsak belki uyanacağız.
Henüz çok gençtim. İnançlıydım, çok okuyordum ve
iddialıydım. Etrafıma bakar, nedense hep eğrilik görür, onları sözle ya da
eylemle düzeltmeye çalışırdım. Yatılı okumuştum. Sonra da Üniversite için
İstanbul. İdealisttim. Tatillerde geldiğim evde pek çok şey beni rahatsız
ederdi. Anlamazdım.
Sürekli evden dışarda olduğum için ev
hallerini, gelenekleri ve insan davranışlarına yabancıydım. Hatta bu yüzden nişanlımın çeyiz hazırlığını
bile küçümsedim. Ne gerek var havasındaydım.
Anlamadığım ve düşünemediğim şey;
çeyizin sadece erkeklerin çalıştığı zamanlardan kalan evlenecek kızın evliliğe
katkısı bir gelenek olmasıydı. Çeyiz, benim gördüğüm manada kap kaçak, bez
çaput değil ev hanımı olacak genç kızların dokunulmaz, kutsal dünyalarıydı
adeta.
Kız çocuğu olan ailelerin, daha onlar
küçükken bu hazırlığa başlayarak evlenecek yaşa ve evleneceği zamana kadar
çeyiziyle meşgul olduklarını bilmiyordum. Çeyizin ne demek olduğunu, dantel
örtü, işlemeli havlu ve yastıkları, dikiş ve nakış gibi el emeği ile üretilen
şeyleri görmemiştim. Kız daha beşikteyken çeyiz faaliyetinin başladığını
romanlarda, filmlerde, köylerde olur zannediyordum. Kız nişanlandığında alınan
malzemelerin bütün konu komşuya, eşe dosta, akrabaya dağıtılarak el birliği ile
çeyiz hazırlandığından hiç haberim yoktu.
İğne boncuk oyaları, çorap ve kanaviçe
takımları, tığ oyaları, yaprak oya, horoz gözü, tel oya, kabak çiçeği, biber,
gül oya, minik oya, domates oya, çeper oya, zengin oyası, mercimek oya, filkete
(dezgaf) vb.hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Nişanlımın bana anlatmak ve göstermek
istediklerini önemsemedim. Yaşadığı hayal kırıklığını anlayamadım. Gözyaşlarını
nişanlılık heyecanına vehmettim. Farkında olmadan ona adeta hoyratça bir
'çuvaldız' batırmışım.
Şimdi düşünüyorum da evlendiğimde benim
için çok kıymetli olan kütüphaneme ve kitaplarıma gösterdiği alakasızlığı da
doğru anlayamamışım. Her temizlik sonrası raflara, vitrinlere yerleştirdiği
dantel örtülerin kıymetini hala düşünemeyen ben onun kitaplarıma karşı
gösterdiği bu duyarsızlıktan fena halde inciniyordum.
Aradan yıllar geçti. İkimiz de nene dede
olduk. Eşim hala çeyiz heyecanı içinde. Çocuklarımızı evlendirirken onlardan
çok oya, örgü, işlemeli yatak örtüleri ve kap kacakla ilgiliydi. Hatta
torunlarımız için alışveriş yaparken bile, onlar için şimdiden böyle şeylerin
tatlı telaşı içinde olduğunu görebiliyorum. Kitaplarımsa hala evin içinde bir
türlü yer bulamıyor.
Bu iğne çuvaldızdan daha acı verdi
inanın. Keşke çuvaldızı batırmadan önce bu küçük uyarıyı yüreğimde
hissedebilseydim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder