27 Nisan 2018 Cuma

27 Nisan 2018 Cuma 11:00 İĞNE/ÇUVALDIZ.........................................Belki de problem bizdedir

Belki de problem bizdedir

Adamın biri çalışma arkadaşlarının eskisi kadar anlayışlı olmadığını, bencil olduklarını ve çıkarlarına göre hareket ettiklerini düşünüyormuş. Bu durumu sürekli kafasında kuruyor, uzun uzun onları gözlüyor ve kendine hak verecek sonuçlar çıkarıyormuş. 

Bu arada onların da sık sık aralarında fısıldaşıp, kendisine doğru baktıklarını yakalıyormuş. Bakışları karşılaşınca kısa bir gülümsemeyle bakışlarını kaçırıyorlarmış. Bu arada birisinden yöneticiden topluca randevu aldıklarını duymuş. İyice emin olmuş: demek ki demiş bunlar benim aleyhimde bir şeyler çeviriyorlar. Mutlaka benim yerimde gözleri var. Bana iftira atıp ayağımı kaydıracaklar. Artık onlara bir ders verilmesi gerek. İş işten geçmeden bu durumu yöneticiye şikayet etmeliyim. Onlardan evvel davranıp pozisyonumu güçlendirmeliyim. Yöneticimiz iş ortamında huzursuzluk çıkaranları affetmeyecektir.

O da yöneticiden randevu istemiş. Randevunun doğum gününe denk gelmesini istiyormuş. Çünkü bu görüşme doğum gününde kendisine şans getirecekmiş. İstediği gibi de olmuş randevuyu Pazartesi günü sabahına almış. Diğerleri davranamadan ben çoktan görüşmüş olurum diyormuş sevinerek. 

Telefonu kapatmadan önce sekretere kendisinin randevu istediğini kimseye söylememesini de sıkı sıkıya tembih etmiş. 

Hafta sonunda arkadaşlarının her biri için bir kabahatler listesi hazırlamış. Kim geç kalıyormuş, kim işi yetiştirememiş, kim sık sık izin alıyormuş, kim mesai sırasında arkadaşlarıyla şakalaşıp zaman israfı yapıyormuş hepsini bir bir yazmış. Kendisine komplo kuranları yöneticiye nasıl perişan ettireceğini hayal etmiş uzun uzun. 

Pazartesi sabahı en güzel takımını giyerek, şikayet listesi çantasında yöneticinin odasına yönelmiş. Yolda işe sık sık geç kalan arkadaşıyla karşılaşmış, selam vermeden "Ne o ?" demiş, "Bu sabah erkencisin ?" Arkadaşı "Sana da günaydın" demiş, "Evet bu sabah çocuğu kreşe hanım götürdü. Benim çok önemli bir işim var da." "Hımmm" demiş bizimki, bir taraftan da içinden "görürsün biraz sonra o önemli işi sen" diyormuş. 

Asansörde bu defa sık sık izin alan arkadaşıyla karşılaşmış. Yine aklına selam vermek gelmemiş ama, "Ooo ! Beyim yine izin mi alacaksın?" demiş iğneli bir ses tonuyla. Arkadaşı içinde bir tövbe estağfurullah" çekmiş, "Yok, annemi hastaneden çıkardık, iyi çok şükür. İzin değil de teşekkür için yöneticiyle görüşeceğim."

Koridorda şakacı arkadaşlarıyla karşılaşmışlar. Elinde bir buket çiçek bekliyormuş. İyice pirelenmiş bizimki: "Ne o arkadaşlar ? Nedense hepinizin bugün yöneticiyle görüşeceğiniz tutmuş. Bi de çiçekle gelmiş, şuna bak !…cık, cık, cık…" Şakacı "Günaydın arkadaşlar, malum bugün arkadaşımızın doğum günü. Elimiz boş mu gelecektik." Diğerleri gülerek karşılamışlar bu sözleri. Adam iyice dellenmiş : "Şakanın sırası mı ? Kimbilir yöneticiye ne cıvık cıvık yağ yakacaksın. Böyle çiçekle, miçekle…Hey Allahım !…cık, cık, cık…" 

Sekreterin yanına üç kişi birden girmişler. "Hoşgeldiniz" demiş sekreter. "Tam saatinde geldiniz, buyrun içeri". Hepsi birden kapıya yönelince adam hiddetle "Siz nereye ? demiş, "Randevu benim, öyle değil mi sekreter hanım ?" "Tabi, tabi buyrun yönetcimiz sizi bekliyor, bu arada doğum gününüz kutlu olsun !" 

Adam diğerlerine "Gördünüz mü ?" gibisinden kibirle bakarak asabi bir hareketle kapının koluna hamle yapmış. İçinden "Ben size gösteririm, siz şimdi biraz bekleyin bakalım" diyormuş hiddetle.

Kapının açılmasıyla birlikte önce içerdeki kalabalığı görüp donakalmış. Sonra da arkasından giren diğer iki arkadaşının göğüs temasıyla öne doğru itilmiş. İçerde başta yönetici ve tüm çalışma arkadaşları ayakta onu alkışlıyorlarmış. Çalışma masasının üzerinde de kocaman bir pasta varmış. 

"Doğum günün kutlu olsun !" sesleri arasında uzun süre kendisine gelememiş. Kekelemekten konuşamıyormuş da. Yönetici ve arkadaşları onun bu durumunu telafi edercesine yaklaşıp elini sıkmışlar ve kucaklamışlar tek tek. 

Pastanın başına gelip oturduğunda şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyormuş. Neşe içinde pastalarını yiyip çaylarını içmişler. Şakacı ortamın en renkli kişisiymiş, şakalarıyla herkesi kırıp geçiriyormuş. Bu arada asansördeki arkadaşının annesinin sağlığı da konuşulmuş masada. İlgisi ve anlayışı için teşekkür edilmiş yöneticiye. O da "Ne demek, hepimizin annesi babası var. Elbette bu konularda birbirimize anlayışlı olacağız. Biz bir ekip değil miyiz ?" 

"Ben de şakacı arkadaşımıza bilhassa bu özel günü düşünüp organize etmesinden dolayı teşekkür etmek istiyorum. Böylece hep birlikte hoş bir birliktelik yaşamış olduk."

Adam şok üstüne şok yaşıyormuş. Bu defa da gözleri dolmuş yaşadıklarından. Şakacıya bakıyormuş hayretle. O ise hala etrafındakilere şakalarına devam ediyor, kendisine de gülümseyerek mukabele ediyormuş. 

Bir ara yönetici adama dönüp sormuş: "Siz ne için benimle görüşmek istemiştiniz ?" Odada bir sessizlik olmuş. Herkes adamın ne diyeceğini merak ediyormuş. 

Adam arkadaşlarına uzun uzun sevgiyle bakmış, sonra gözlerindeki yaşları salıvererek yöneticiye şu karşılığı vermiş: "Doğrusu size ne söyleyeceklerimi şu anda tamamen unuttum. Ama size Arkadaşlarımın ne kadar iyi insanlar olduğunu, sizin ne kadar anlayışlı ve hakbilir bir yönetici olduğunuzu, birlikte ne kadar iyi bir ekip olduğumuzu anlatmak istiyordum herhalde. Çünkü söyleyeceklerim her neyse şu anda tamamen önemini yitirmiş durumda. Size ve arkadaşlarıma her şey için çok teşekkür ediyorum. Benim için unutulmayacak bir sürpriz oldu bu."

Her hikayede ibret alınacak bir yan vardır mutlaka. Bakmalı ve fakat görebilmeliyiz de. 

Bu ders işte bu hikayede olduğu gibi hep haklı olduğumuzu düşündüğümüz, karşımızdakilerden yakındığımız zamanlar için. Eleştirip , söylendiğimiz hatta bazen de hırçınlaşıp insanlara zarar verdiğimiz anlar olabilir. Zaman zaman diğerleri hakkında yanlış algılara kapılabiliriz. Ama hiç aklımıza gelmez ki hakikat bambaşkadır.

Düşündüğümüz problem daima karşımızdakilerde olmayabilir. Belki de problem bizdedir, ne dersiniz ?


Çuvaldızı başkasına batırmadan önce az birazcık iğneyi kendimize batırırsak belki uyanacağız.

Henüz çok gençtim. İnançlıydım, çok okuyordum ve iddialıydım. Etrafıma bakar, nedense hep eğrilik görür, onları sözle ya da eylemle düzeltmeye çalışırdım. Yatılı okumuştum. Sonra da Üniversite için İstanbul. İdealisttim. Tatillerde geldiğim evde pek çok şey beni rahatsız ederdi. Anlamazdım.

Sürekli evden dışarda olduğum için ev hallerini, gelenekleri ve insan davranışlarına yabancıydım. Hatta bu yüzden nişanlımın çeyiz hazırlığını bile küçümsedim. Ne gerek var havasındaydım. 

Anlamadığım ve düşünemediğim şey; çeyizin sadece erkeklerin çalıştığı zamanlardan kalan evlenecek kızın evliliğe katkısı bir gelenek olmasıydı. Çeyiz, benim gördüğüm manada kap kaçak, bez çaput değil ev hanımı olacak genç kızların dokunulmaz, kutsal dünyalarıydı adeta. 

Kız çocuğu olan ailelerin, daha onlar küçükken bu hazırlığa başlayarak evlenecek yaşa ve evleneceği zamana kadar çeyiziyle meşgul olduklarını bilmiyordum. Çeyizin ne demek olduğunu, dantel örtü, işlemeli havlu ve yastıkları, dikiş ve nakış gibi el emeği ile üretilen şeyleri görmemiştim. Kız daha beşikteyken çeyiz faaliyetinin başladığını romanlarda, filmlerde, köylerde olur zannediyordum. Kız nişanlandığında alınan malzemelerin bütün konu komşuya, eşe dosta, akrabaya dağıtılarak el birliği ile çeyiz hazırlandığından hiç haberim yoktu. 

İğne boncuk oyaları, çorap ve kanaviçe takımları, tığ oyaları, yaprak oya, horoz gözü, tel oya, kabak çiçeği, biber, gül oya, minik oya, domates oya, çeper oya, zengin oyası, mercimek oya, filkete (dezgaf) vb.hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Nişanlımın bana anlatmak ve göstermek istediklerini önemsemedim. Yaşadığı hayal kırıklığını anlayamadım. Gözyaşlarını nişanlılık heyecanına vehmettim. Farkında olmadan ona adeta hoyratça bir 'çuvaldız' batırmışım.

Şimdi düşünüyorum da evlendiğimde benim için çok kıymetli olan kütüphaneme ve kitaplarıma gösterdiği alakasızlığı da doğru anlayamamışım. Her temizlik sonrası raflara, vitrinlere yerleştirdiği dantel örtülerin kıymetini hala düşünemeyen ben onun kitaplarıma karşı gösterdiği bu duyarsızlıktan fena halde inciniyordum.

Aradan yıllar geçti. İkimiz de nene dede olduk. Eşim hala çeyiz heyecanı içinde. Çocuklarımızı evlendirirken onlardan çok oya, örgü, işlemeli yatak örtüleri ve kap kacakla ilgiliydi. Hatta torunlarımız için alışveriş yaparken bile, onlar için şimdiden böyle şeylerin tatlı telaşı içinde olduğunu görebiliyorum. Kitaplarımsa hala evin içinde bir türlü yer bulamıyor.

Bu iğne çuvaldızdan daha acı verdi inanın. Keşke çuvaldızı batırmadan önce bu küçük uyarıyı yüreğimde hissedebilseydim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder