28 Mayıs 2018 Pazartesi

28 Mayıs 2018 Pazartesi 01:00 NE DÜŞÜNÜYORUM............................Gezi olayları

 Gezi olayları

Gezi olaylarının üzerinden 5 yıl geçti. Bu olaylara karışan ya da izleyen, destekleyen ya da karşı çıkan, eylemci ya da hükümetin daha soğukkanlı değerlendirme yapabilmesi için yeterli bir süre bu. Bence herkes bu olaylardan çok önemli dersler aldı.

Önce kısa bir özet yapalım.

27 Mayıs 2013 günü Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında Topçu Kışlası inşası için Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülme işlemini durdurmak amacıyla başlayan 50 kişilik eylem, ilerleyen günlerde bazı Milletvekili, İstanbul sermayesi, yabancı destekli medya ve terör örgütlerinin desteğiyle amacını aştı. Polisin sert müdahale ettiği bahanesiyle büyüdü. 31 Mayıs günü Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde dayanışma gösterileri düzenlendi.

Başlangıçta ağaca ve yeşile sahip çıkmak üzere başlayan Gezi Parkı protestosu, giderek yolundan saptı ve hükümete karşı bir protestolar zinciri haline dönüştü. Birkaç ağacın kesilmesi ve yerine yaklaşık 150 ağaç dikilmesi bahane edilerek hükümeti devirmeye yönelik bir kalkışma denendi. Başlangıçta, çevre duyarlılığıyla gündeme getirilen ağaç hassasiyeti, yasadışı örgütler ve onların uluslararası bağlantılarının devreye girmesiyle hükümet aleyhine protesto gösterilerine dönüştü.

Taksim Meydanı'nın günlerce halka kapanmasına neden olan göstericiler, AKM binasını da terör örgütlerinin flama ve bayraklarıyla kapattılar. Ardından, bir çok ilde bu direniş için dayanışma eylemleri düzenlendi.

Gezi Parkı protestoları sırasında Taksim Meydanı’nda saatlerce hareket etmeden ve kimseyle konuşmadan tek başına dikilen 'duran adam eylemleri' gördük. Farklı ve entel bir protesto türüydü. Bazı şehirlerde akşam saatlerinde sokağa çıkarak ya da pencerelerinden tencere ve tava çalarak desteklendi. Bunlar da daha evvel görülen elektrik açma kapama, tencerelere vurma eylemlerine benziyordu.

5 Haziranda eylemcilerle hükümet arasında bir görüşme gerçekleşti. Başbakan Vekili Bülent Arınç'la görüşen Taksim Platformu üyeleri ortak talepleri içeren bir belgeyi hükümete ilettiler.

Bu listede 'Gezi Parkı park olarak kalmalı, Gezi Parkı'na topçu kışlası yapılmayacağı açıklanmalı, AKM'nin yıkımından vazgeçilmeli, Olayların sorumluları görevden alınmalı, Gaz bombası kullanımı yasaklanmalı, Gözaltına alınanlar derhal serbest bırakılmalı, 1 Mayıs alanı olan Taksim ve Kızılay başta olmak üzere Türkiye'deki tüm meydanlarda toplantı, gösteri yasaklarına son verilmeli, İfade özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılmalı' şeklinde istekler vardı.

Görüşmenin ardından yapılan açıklamada Gezi olayları vesilesiyle toplumda yükselen bu tepkinin içeriğinin ağaç ve doğayı korumadan çok daha başka şeylerle dolu olduğunu gösteriyordu. 

Zira Platform: "Başta 3. Köprü, 3. Havaalanı, Kanal İstanbul, AOÇ ve HES'ler olmak üzere ekolojik değerlerimizin talanına ve güncel olarak Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısına ilişkin itirazların, ülkemize ve bölgemize ilişkin savaş siyasetine karşı duruşun ve barış talebinin, alevi yurttaşlarımızın hassasiyetlerinin, kentsel dönüşüm mağdurlarının haklı taleplerinin, kadınların bedenleri üzerinde denetim kuran muhafazakar erkek politikalarına karşı yükselen sesin, üniversite, yargı ve sanatçılar üzerindeki baskılara karşı direncin, başta Türk Hava Yolu işçileri olmak üzere tüm emekçilerin hak gasplarına karşı taleplerinin, tüm cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı mücadelenin, yurttaşların eğitim ve sağlık hakkına ulaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını" istiyordu. Bu liste gerçekten şaşkınlık uyandırmıştı. İşin içinde iyi niyet olmadığı, amacın çok farklı şeyler olduğu açıktı.

Türkiye genelinde 79 ilde olaylara karışan göstericiler, 600'den fazla polis yaralarken 58 kamu binasını, 68 MOBESE katen merasını, 337 işyerini, 90 belediye otobüsü, 214 özel aracı, 240 polis aracını ve 45 ambulansını yaktı veya ağır hasar verdi. Bu zararın yaklaşık yüzde 90'ının İstanbul, Ankara, Adana, Antalya, Artvin, Bursa, Edirne, Eskişehir, Hatay, Kocaeli, Mersin, Samsun, Kayseri, Manisa ve Tunceli'de yaşanan olaylarda gerçekleştiği tespit edilmiş.

Gezi kalkışması sırasında İstanbul Borsası'nda işlem gören şirketler 3 ayda 164 milyar lira değer kaybederken, Merkez Bankası verilerine göre Gezi olayları sonrasındaki 1 aylık dönemde yabancı yatırımcılar 8 milyar dolarlık çıkış yapmışlar. Gezi olayları öncesinde yüzde 6,13'e kadar gerileyen yıllık enflasyon, sonraki 3 ayda yüzde 8,88'e kadar yükselirken, işsizlik oranı da artış trendine giren önemli göstergelerden biri oldu. Gezi kalkışmasının borsadan bankacılık sistemine, turizmden enflasyona tüm etkileriyle değerlendirildiğinde Türk ekonomisine 200 milyar lirayı aşkın bir zarar verdiği hesaplanıyor.

Gezi Parkı protestoları süresince 13 ilde toplam 8 bin 163 kişi protestolarda yaralandı. Yedi kişi de yaşamını yitirdi. Aralarında bir de komiser vardı. Tüm eylemler sırasında, 4 bin 900 eylemci şüpheli konumunda gözaltına alındı. Olayların yaşandığı illerde, hem ölümler hem kamu ve özel kuruluşların binalarına verilen zararlara ilişkin davalar açıldı ama hiç birisinden kimse ceza almadı. Oysaki Fransa'daki benzer olaylarda kamu malına zarar veren göstericiler 'cinayet' suçlamasıyla ve bekletilmeden 'Nöbetçi mahkemede' tutuklanmaktaydılar.  

Taksimdeki düzenleme bu güne kadar gezi parkı korunarak devam etti. AKM yıkıldı. Yeniden daha güzeliyle yapılacak. Taksim camii bitmek üzere. 3. Köprü yapıldı, 3. havaalanı 29 ekimde açılacak, eski yeşilköy havaalanı çok büyük bir millet parkı olacak. Gezi sırasında sıkça konu edilen Taksim topçu kışlası da yargı konusu oldu. Hükümet yıkılan kışlanın tarihine uygun olarak yeniden yapılmasında ısrarlı. Projenin iptal edilmesi ile ilgili davada Danıştay kararıyla beş uzmandan oluşturulan bir bilirkişi heyeti raporunu Nisan ayında mahkemeye sundu. Ancak Gezi Parkı'na ne olacağı İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin kararıyla belli olacak.

Aradan zaman geçti. Gezi protestosu ile başlayan ve bir anda endişe verici boyutlara ulaşan sokak olayları artık geride kaldı. Yaşananlar zaten oldukça inişli çıkışlı bir süreçti. Bir ay içinde neredeyse hükümeti devirmekten söz etmeye başlamışlardı.

Neyse ki Başbakan R.Tayyip Erdoğan cesaretle kalkışmayı göğüsledi ve çok etkili bir inisiyatifle başkaldırıyı önledi. Aradan geçen beş sene içinde ne olup da birkaç ağacın sözde türk baharına dönüştürüldüğü üzerinde çok kafa yoruldu, çok konuşuldu ve yazıldı.

Başbakan bilinçli şekilde uyguladığı ‘kontrollü gerginlik stratejisi ile bu olayların üstesinden gelme ustalığını gösterdi. Bu arada fırsatı değerlendirip çözüm süreci, Suriye ve Reyhanlı sıkıntıları içinde kalan tabanını da hızla arkasına almayı başardı. Milli iradeye saygı mitingleri ile tabanının kendi etrafında daha da kenetlenmesini sağladı. Ama sanıldığının aksine hedef bundan daha çok uluslararası şer güçlere, medya ve kamuoyuna yönelikti. 

İlk başta konu tamamen ideolojik diyen hükümet, sonraları farklı bir strateji izledi ve olayları bir devrim komplosu ya da hükümete tepki olmaktan çıkarıp, akıllıca bir söylemle başlangıçtaki üç-beş ağaç ve Topçu Kışlası söylemine sıkıştırıverdi. Böylece, kısa vadede coşku verebilecek, ancak ilerde başını ağrıtabilecek herkesin kendisine düşman olduğu bir dünya tuzağına da düşmemiş oldu. 

Diğer tarafta, artık işlerin zıvanadan çıktığını düşünen geziciler de strateji değiştirmek durumunda kaldılar. Çünkü her ne kadar direnişe devam kararları alsalar da çözülmeye başlamışlardı. Başlangıçta uyguladıkları hükümeti sert müdahaleye zorlayıp, daha sonra da mağdur olmanın sempatisini yurt içinde ve dışında kullanma stratejileri tutmamıştı. Daha fazla tomaya, daha fazla gaza ve daha fazla ölüme ihtiyaçları vardı ama polis de taktik değiştirmişti ve istedikleri olmuyordu. Neticede buradan bir “Tahrir” çıkmayacağını anlamışlardı. 

Bu yüzden dikkatler bir anda umulmadık bir yöne dönüverdi. Herkes sandıktan umudunu kesmiş sol siyasetin bizzat kendisinin artık bir operasyon konusu olacağını düşünmeye başlamıştı. Zira bu alanda üretilen politikaların hükümeti istifaya zorlayacağı iddiaları tamamen fantezi çıkmış, Başbakana atılması istenen “diktatörlük yaftası tutmamıştı. Bu nedenle de çözülmenin faturası muhalif enerjiyi ve sokak hareketlerini kullanmaya kalkan ama, bir türlü ciddi bir iktidar projesi üretemeyen ana muhalefete kesilecek gibi duruyordu.

Ayrıca, bugün artık biliyoruz ki bu kalkışmanın ardında bazı yabancı şer odakları vardı. Onların yurt içindeki ortakları vardı. Fırsat kollayan terör örgütleri vardı. Bir türlü seçimle işbaşına gelemeyen ama fırsattan istifade etmek isteyen bazı partiler bu olayları kendi çıkarları için kullanmaya kalkışmışlardı. Protestocular sadece birer maşaydılar o kadar.

Mesela Gezi kalkışmasında yer aldığını itiraf eden terör örgütü PKK'nın sözde Marmara Sorumlusu Botan Zaxros'ın ifadeleri, Gezi darbesinin bazı uluslararası bağlantılarını da deşifre etmiş oldu. Şöyle diyordu o ifadelerinde: "Gezi sürecinde İsrailliler benimle görüştü. Gezi'ye katılmamızı istediler ve sonrasında 5 yıllık üst düzey eğitim için İsrail'de bize özel eğitim kampı tahsis edileceği sözü verildi. İngiliz istihbaratından üst düzey bir ekiple olayların ikinci gününde Fatih'teki Burger King'te bir araya geldik. Bana 'Kürtleri buraya çek, hükümet kesin olarak düşecek, sen de kahraman olursun' denildi... Ben o günlerde Karayılan ve Cemil Bayık'ın hükümetin düşeceğine inandırıldığını gördüm."

Bence ona “kriz” den çok bir travma nitelemesi yapanlar haklı çıktı. Ülkeyi sarstığı doğru, ama tökezletecek kadar değil. Çünkü daha ilk şaşkınlık ve şok sonrasında bile Başbakan resti gördü ve kararsız” bir durum içine düşmedi. Ardından dikleşmeden dik durma stratejisini nasıl kararlılıkla uyguladığını hep birlikte gördük. Gezi fitili ateşlendikten iki gün sonra artık süreç kontrol altına’ alınmıştı bile. Size garip gelebilir ama bunu kolaylaştıran da bir bakıma olaylara balıklamasına dalan illegal ve marjinal örgütler oldu. Zira, gezi haklılığının sadeliği ve gücü bu modern "vandallar" sayesinde neredeyse bir hafta içinde dağılıp yok oldu. 

İnsanlar onların sayesinde İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un dile getirdiği şeyi gördüler; yıkmak mı ? yapmak mı ? işte bütün mesele !

Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir/Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade sen gösteriver 'işte budur kubbe' diye/iki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman/Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.
Bunların var mı sizin listede hiç benzeri; yok/Ya ne var? Bir kuru dil siz buyurun karnım tok.

Mısırda gerçekleşen ikinci "Tahrir" toplaşması ve ardından gelen "Darbe" Türkiye'ye ve taraflara çok şey gösterdi. İnsanlar daha fazla özgürlük ve demokrasi isterken nasıl olup ta bir darbenin kucağına düşüverildiğini gördüler. Demokrasinin beşiği sanılan çağdaş batı dünyasının aslında ne kadar kemiksiz olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Darbeye darbe diyemeyenlerin de, darbe deyip gezide iktidar hayali kuranların da derin çelişkileri ortaya döküldü bir bir.

Tahrirciler ezildi, şimdi bütün dünya Adeviye meydanının çiğnenen hakkının nasıl iade edileceğini düşünedursun ilkeli dik duruş yine aynı adamda göz dolduruyordu. R.T.Erdoğan hem gezi olaylarında hem de 15 temmuz hain girişimindeki basiret ve dirayetiyle başarılı oldu. Böylece hem ülke bazında tutarlı bir çizgi oldu, hem de dünya için daima hatırlanacak bir örnek.

Gezi olayları ve peşinden gelen Mısır örneği "y kuşağı" denilen gençlerde de oldukça derin izler bırakacak gibi. Mecrasından sapan ve karşılıksız bir devrim ütopyası ile hükümet düşüreceğini sanan sokak hareketlerinin, reel siyasette ve millet nezdinde karşılığının olmadığını görmüş olmalılar. Demokrat iddialarının aksine anti demokratik davranışlarla gitgide lümpenleşen "çapulcu" zihniyetler ise inşallah kendi bindikleri dalı kestiklerinin farkına varmışlardır.

Nitekim “Gezi Parkı” eylemcilerinin siyasi mesajsız, ne dediği belli olmayan bu halleriyle, süreci devam ettiremeyecekleri görüldü. Neticede bu olayların seçmen tercihini değiştirmeyeceği, aksine çok farklı bir tepki toplulaşmasına da yol açabileceği anlaşıldı. Nitekim üst üste yapılan seçim ve referandum sonuçları da bunu gösterdi zaten.

Ancak, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı, olmayacağı da açık. Muhtemelen Cumhurbaşkanı ve Hükümet de kendisini ciddi şekilde gözden geçirdi, yeniledi. Hem sistem olarak güçlendirdi, hem de böyle olaylara anında etkili bir reflekse sahip oldu.  Ama asıl sancılı değişim muhalefet tarafında yaşanıyor. Çünkü süreç her iki taraf için de bir format yenilemeye dönüştü.

Günümüzde demokrasinin kapsamı daha da tartışmalı bir biçimde genişledi galiba. Parlamentonun, siyasi parti faaliyetlerinin, hatta yazılı ve görsel basının sınırlarını aştı ve sanal dünyaya da sıçradı. Şimdi artık sosyal medya da bu tiyatroda arzı endam ediyor. Hem de bu alanda oldukça yaygın, güçlü ve etkin biçimde rol çalarak.

Özellikle son yıllarda yaşanan böyle olaylar bu gücün nasıl yıkıcı olabileceğini de gösterdi maalesef. Amerika’daki protestolar, Avrupa’da meydana gelen sokak olayları, Arap baharı, Mısır devrimi, Gezi parkı kalkışması, Güney Amerikadaki çatışmalar ve Ukrayna örneği. 

Diğer taraftan internetin yaygınlaşmasıyla siber suçlar da çoğaldı. Doğal olarak bu alanı düzenleyen yeni bir hukuk dalı da giderek gelişiyor. İnsan, toplum ve devlet  güvenliğinin sağlanması devletlerin anayasal görevlerinden.  Elbette yalan, tahrik, vandallık ve düşmanlık saçan sosyal medya ve internet sitelerinin engellenmesi gerekiyor. Özellikle de şirketleri, kurumları ve ülkeleri hedefleyen siber saldırılarla mücadele etmek kaçınılmaz.

Klasik hukuk düzeninin dışında gelişen bu tür olayların adli takip gerektirdiği açık, hatta geç kalınmış bile sayılabilir. Ancak konuyla ilgili düzenlemeler bazen oldukça radikal ve tartışmalı olabiliyor. Yine de dünyadaki bütün hükümetler gibi bizim hükümetimiz de birbiri ardına bu alanı düzenleyen yeni yasalar çıkarmaya çalışıyor.

Şimdi gezi olaylarına bahane edilen ağaca dönelim. Çünkü o bıraktığımız yerde garip ve aldatılmış vaziyette duruyor. İhmal ettiğimiz, unuttuğumuz için ona bir özür borcumuz var galiba.

Ey o ağaç ! 

Şimdi hep birlikte senden özür diliyoruz. Seninle başlayıp orda bırakıp unuttuğumuz için ne olur bizi affet. Seni bahane ederek etrafımızı yakıp yıktık. Çevre adına yola çıkılmışken çevreye inanılmaz zararlar verdik. Gaz bombasıyla sade gözlerimiz değil gönüllerimiz de yandı. Onca insanımız yaralandı, kırılıp döküldü. Hatta ölenler oldu. Biz ise yaşadığımız eylem maceramızda senden yola çıkıp "mesele gezi parkı değil hala anlamadın mı ?" hezeyanlarına bile savrulduk.

Gizli açık bir sürü çıkar odağının karanlık gölgeleri üşüştü aramıza. Tencere tava sesleri toma sirenleriyle bütünleşti. Devrim çağrılarıyla küfür, hakaret ve yalan çığlıkları birbirine karıştı. Haklı haksız ayırd edilmez oldu. Bu curcuna arasında da seni bir güzel unuttuk. Şimdi senden utanıyoruz, ne olur bizi kınama seni seviyoruz. 

Galiba bütün o olup bitenlerin arasında tek güzel şey sendin !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder