Gezi
olaylarının üzerinden 5 yıl geçti. Bu olaylara karışan ya da izleyen,
destekleyen ya da karşı çıkan, eylemci ya da hükümetin daha soğukkanlı
değerlendirme yapabilmesi için yeterli bir süre bu. Bence herkes bu olaylardan çok önemli dersler aldı.
Önce kısa
bir özet yapalım.
27
Mayıs 2013 günü Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında
Topçu Kışlası inşası için Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülme işlemini durdurmak
amacıyla başlayan 50 kişilik eylem, ilerleyen günlerde bazı Milletvekili, İstanbul sermayesi, yabancı
destekli medya ve terör örgütlerinin desteğiyle amacını aştı. Polisin sert müdahale ettiği bahanesiyle büyüdü. 31 Mayıs
günü Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde dayanışma gösterileri düzenlendi.
Taksim
Meydanı'nın günlerce halka kapanmasına neden olan göstericiler, AKM binasını da terör örgütlerinin flama ve
bayraklarıyla kapattılar. Ardından, bir çok ilde bu direniş için dayanışma eylemleri düzenlendi.
Gezi
Parkı protestoları sırasında Taksim Meydanı’nda
saatlerce hareket etmeden ve kimseyle konuşmadan tek başına dikilen 'duran adam
eylemleri' gördük. Farklı ve entel bir protesto türüydü. Bazı şehirlerde akşam
saatlerinde sokağa çıkarak ya da pencerelerinden tencere ve tava çalarak desteklendi.
Bunlar da daha evvel görülen elektrik açma kapama, tencerelere vurma
eylemlerine benziyordu.
5
Haziranda eylemcilerle hükümet arasında bir görüşme gerçekleşti. Başbakan
Vekili Bülent Arınç'la görüşen Taksim Platformu üyeleri
ortak talepleri içeren bir belgeyi hükümete ilettiler.
Bu
listede 'Gezi Parkı park olarak kalmalı, Gezi Parkı'na topçu kışlası yapılmayacağı açıklanmalı, AKM'nin yıkımından vazgeçilmeli, Olayların sorumluları görevden alınmalı,
Gaz bombası kullanımı yasaklanmalı, Gözaltına alınanlar derhal serbest
bırakılmalı, 1 Mayıs alanı olan Taksim ve Kızılay başta olmak üzere
Türkiye'deki tüm meydanlarda toplantı, gösteri yasaklarına son verilmeli, İfade
özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılmalı' şeklinde istekler vardı.
Görüşmenin ardından yapılan açıklamada Gezi olayları vesilesiyle toplumda yükselen bu tepkinin içeriğinin ağaç ve doğayı korumadan çok daha başka şeylerle dolu olduğunu gösteriyordu.
Zira Platform: "Başta 3. Köprü, 3. Havaalanı,
Kanal İstanbul, AOÇ ve HES'ler olmak üzere ekolojik değerlerimizin talanına ve
güncel olarak Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısına ilişkin
itirazların, ülkemize ve bölgemize ilişkin savaş siyasetine karşı duruşun ve
barış talebinin, alevi yurttaşlarımızın hassasiyetlerinin, kentsel dönüşüm
mağdurlarının haklı taleplerinin, kadınların bedenleri üzerinde denetim kuran
muhafazakar erkek politikalarına karşı yükselen sesin, üniversite, yargı ve
sanatçılar üzerindeki baskılara karşı direncin, başta Türk Hava Yolu işçileri
olmak üzere tüm emekçilerin hak gasplarına karşı taleplerinin, tüm cinsel
yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı mücadelenin, yurttaşların eğitim
ve sağlık hakkına ulaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını" istiyordu. Bu liste gerçekten şaşkınlık uyandırmıştı. İşin içinde iyi niyet olmadığı, amacın çok farklı şeyler olduğu açıktı.
Türkiye genelinde 79 ilde olaylara karışan göstericiler, 600'den
fazla polis yaralarken 58 kamu binasını, 68 MOBESE katen merasını, 337 işyerini, 90
belediye otobüsü, 214 özel aracı, 240 polis aracını ve 45 ambulansını yaktı
veya ağır hasar verdi. Bu zararın yaklaşık yüzde 90'ının İstanbul, Ankara,
Adana, Antalya, Artvin, Bursa, Edirne, Eskişehir, Hatay, Kocaeli,
Mersin, Samsun, Kayseri, Manisa ve Tunceli'de yaşanan olaylarda gerçekleştiği
tespit edilmiş.
Gezi
kalkışması sırasında İstanbul Borsası'nda işlem gören
şirketler 3 ayda 164 milyar lira değer kaybederken, Merkez Bankası verilerine
göre Gezi olayları sonrasındaki 1 aylık dönemde yabancı yatırımcılar 8 milyar
dolarlık çıkış yapmışlar. Gezi olayları öncesinde yüzde 6,13'e kadar gerileyen
yıllık enflasyon, sonraki 3 ayda yüzde 8,88'e kadar yükselirken, işsizlik oranı
da artış trendine giren önemli göstergelerden biri oldu. Gezi kalkışmasının
borsadan bankacılık sistemine, turizmden enflasyona tüm etkileriyle
değerlendirildiğinde Türk ekonomisine 200 milyar lirayı aşkın bir zarar verdiği
hesaplanıyor.
Gezi
Parkı protestoları süresince 13 ilde toplam 8 bin 163
kişi protestolarda yaralandı. Yedi kişi de yaşamını yitirdi. Aralarında bir de komiser vardı. Tüm eylemler sırasında, 4 bin 900 eylemci şüpheli konumunda gözaltına
alındı. Olayların yaşandığı illerde, hem ölümler hem kamu ve özel kuruluşların
binalarına verilen zararlara ilişkin davalar açıldı ama hiç birisinden kimse
ceza almadı. Oysaki Fransa'daki benzer olaylarda kamu malına zarar veren
göstericiler 'cinayet' suçlamasıyla ve bekletilmeden 'Nöbetçi mahkemede'
tutuklanmaktaydılar.
Taksimdeki
düzenleme bu güne kadar gezi parkı korunarak devam etti. AKM yıkıldı. Yeniden daha güzeliyle yapılacak. Taksim camii bitmek üzere. 3. Köprü yapıldı, 3.
havaalanı 29 ekimde açılacak, eski yeşilköy havaalanı çok büyük bir millet
parkı olacak. Gezi sırasında sıkça konu edilen Taksim topçu kışlası da yargı konusu oldu. Hükümet yıkılan kışlanın tarihine uygun olarak yeniden yapılmasında
ısrarlı. Projenin iptal edilmesi ile ilgili davada Danıştay kararıyla beş
uzmandan oluşturulan bir bilirkişi heyeti raporunu Nisan ayında mahkemeye
sundu. Ancak Gezi Parkı'na ne olacağı İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin kararıyla
belli olacak.

Neyse
ki Başbakan R.Tayyip Erdoğan cesaretle kalkışmayı göğüsledi ve çok etkili bir
inisiyatifle başkaldırıyı önledi.
Aradan geçen beş sene içinde ne olup da birkaç ağacın sözde türk baharına dönüştürüldüğü üzerinde çok kafa yoruldu, çok konuşuldu ve yazıldı.
Başbakan bilinçli şekilde uyguladığı ‘kontrollü gerginlik’ stratejisi ile bu olayların üstesinden gelme ustalığını gösterdi. Bu arada fırsatı değerlendirip çözüm süreci, Suriye ve Reyhanlı sıkıntıları içinde kalan tabanını da hızla arkasına almayı başardı. Milli iradeye saygı mitingleri ile tabanının kendi etrafında daha da kenetlenmesini sağladı. Ama sanıldığının aksine hedef bundan daha çok uluslararası şer güçlere, medya ve kamuoyuna yönelikti.
İlk başta konu tamamen ideolojik diyen hükümet, sonraları farklı bir strateji izledi ve olayları bir devrim komplosu ya da hükümete tepki olmaktan çıkarıp, akıllıca bir söylemle başlangıçtaki üç-beş ağaç ve Topçu Kışlası söylemine sıkıştırıverdi. Böylece, kısa vadede coşku verebilecek, ancak ilerde başını ağrıtabilecek herkesin kendisine düşman olduğu bir dünya tuzağına da düşmemiş oldu.
Diğer tarafta, artık işlerin zıvanadan çıktığını düşünen geziciler de strateji değiştirmek durumunda kaldılar. Çünkü her ne kadar direnişe devam kararları alsalar da çözülmeye başlamışlardı. Başlangıçta uyguladıkları hükümeti sert müdahaleye zorlayıp, daha sonra da mağdur olmanın sempatisini yurt içinde ve dışında kullanma stratejileri tutmamıştı. Daha fazla tomaya, daha fazla gaza ve daha fazla ölüme ihtiyaçları vardı ama polis de taktik değiştirmişti ve istedikleri olmuyordu. Neticede buradan bir “Tahrir” çıkmayacağını anlamışlardı.
Bu yüzden dikkatler bir anda umulmadık bir yöne dönüverdi. Herkes sandıktan umudunu kesmiş sol siyasetin bizzat kendisinin artık bir operasyon konusu olacağını düşünmeye başlamıştı. Zira bu alanda üretilen politikaların hükümeti istifaya zorlayacağı iddiaları tamamen fantezi çıkmış, Başbakana atılması istenen “diktatörlük” yaftası tutmamıştı. Bu nedenle de çözülmenin faturası muhalif enerjiyi ve sokak hareketlerini kullanmaya kalkan ama, bir türlü ciddi bir iktidar projesi üretemeyen ana muhalefete kesilecek gibi duruyordu.
Ayrıca, bugün artık biliyoruz ki bu kalkışmanın ardında
bazı yabancı şer odakları vardı. Onların yurt içindeki ortakları vardı. Fırsat kollayan terör örgütleri vardı. Bir türlü seçimle işbaşına
gelemeyen ama fırsattan istifade etmek isteyen bazı partiler bu olayları kendi çıkarları için kullanmaya kalkışmışlardı. Protestocular sadece birer maşaydılar o
kadar.
Mesela
Gezi kalkışmasında yer aldığını itiraf eden terör
örgütü PKK'nın sözde Marmara Sorumlusu Botan Zaxros'ın ifadeleri, Gezi
darbesinin bazı uluslararası bağlantılarını da deşifre etmiş oldu. Şöyle
diyordu o ifadelerinde: "Gezi sürecinde İsrailliler benimle görüştü.
Gezi'ye katılmamızı istediler ve sonrasında 5 yıllık üst düzey eğitim için
İsrail'de bize özel eğitim kampı tahsis edileceği sözü verildi. İngiliz
istihbaratından üst düzey bir ekiple olayların ikinci gününde Fatih'teki Burger
King'te bir araya geldik. Bana 'Kürtleri buraya çek, hükümet kesin olarak
düşecek, sen de kahraman olursun' denildi... Ben o günlerde Karayılan ve Cemil
Bayık'ın hükümetin düşeceğine inandırıldığını gördüm."
Bence
ona “kriz” den çok bir ‘travma’ nitelemesi yapanlar haklı çıktı. Ülkeyi sarstığı
doğru, ama tökezletecek kadar
değil. Çünkü daha ilk şaşkınlık ve şok sonrasında bile
Başbakan resti gördü ve “kararsız” bir durum içine
düşmedi. Ardından dikleşmeden dik
durma stratejisini nasıl kararlılıkla uyguladığını hep birlikte gördük. “Gezi” fitili ateşlendikten iki gün sonra artık süreç ‘kontrol altına’ alınmıştı bile. Size garip
gelebilir ama bunu kolaylaştıran da bir bakıma olaylara balıklamasına dalan
illegal ve marjinal örgütler oldu. Zira, gezi haklılığının sadeliği ve
gücü bu modern "vandallar" sayesinde neredeyse bir hafta içinde dağılıp yok oldu.

Yıkmak
insanlara yapmak gibi kıymet mi verir/Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade
sen gösteriver 'işte budur kubbe'
diye/iki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama
gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman/Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.
Bunların
var mı sizin listede hiç benzeri;
yok/Ya ne var? Bir kuru dil siz buyurun karnım tok.
Mısırda gerçekleşen
ikinci "Tahrir" toplaşması ve ardından gelen "Darbe" Türkiye'ye ve taraflara çok şey gösterdi. İnsanlar
daha fazla özgürlük ve demokrasi isterken nasıl olup ta bir darbenin kucağına düşüverildiğini gördüler. Demokrasinin beşiği sanılan çağdaş batı dünyasının aslında ne kadar kemiksiz olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Darbeye darbe diyemeyenlerin de, darbe
deyip gezide iktidar hayali kuranların da derin çelişkileri ortaya döküldü bir bir.

Gezi
olayları ve peşinden gelen Mısır örneği
"y kuşağı" denilen gençlerde
de oldukça derin izler bırakacak
gibi. Mecrasından sapan ve karşılıksız bir devrim ütopyası ile hükümet düşüreceğini sanan sokak
hareketlerinin, reel siyasette ve millet nezdinde karşılığının olmadığını görmüş olmalılar. Demokrat iddialarının aksine anti demokratik davranışlarla
gitgide lümpenleşen "çapulcu" zihniyetler ise inşallah kendi
bindikleri dalı kestiklerinin farkına varmışlardır.
Nitekim
“Gezi Parkı” eylemcilerinin siyasi mesajsız, ne dediği belli olmayan bu
halleriyle, süreci devam
ettiremeyecekleri görüldü. Neticede bu olayların seçmen tercihini değiştirmeyeceği, aksine çok farklı bir tepki toplulaşmasına da yol açabileceği anlaşıldı. Nitekim üst üste yapılan seçim ve referandum sonuçları da bunu gösterdi zaten.
Ancak,
artık hiçbir şeyin eskisi gibi
olmadığı, olmayacağı da açık.
Muhtemelen Cumhurbaşkanı ve Hükümet de kendisini ciddi şekilde gözden geçirdi, yeniledi. Hem sistem olarak güçlendirdi, hem de böyle olaylara
anında etkili bir reflekse sahip oldu.
Ama asıl sancılı değişim muhalefet tarafında yaşanıyor. Çünkü süreç her iki
taraf için de bir format yenilemeye dönüştü.
Günümüzde demokrasinin kapsamı
daha da tartışmalı bir biçimde
genişledi galiba. Parlamentonun, siyasi parti faaliyetlerinin, hatta yazılı ve
görsel basının sınırlarını aştı ve
sanal dünyaya da sıçradı. Şimdi artık sosyal medya da bu tiyatroda
arzı endam ediyor. Hem de bu alanda oldukça yaygın, güçlü ve etkin biçimde rol çalarak.

Diğer
taraftan internetin yaygınlaşmasıyla siber suçlar da çoğaldı. Doğal
olarak bu alanı düzenleyen yeni
bir hukuk dalı da giderek gelişiyor. İnsan, toplum ve devlet güvenliğinin sağlanması devletlerin anayasal
görevlerinden. Elbette yalan, tahrik, vandallık ve
düşmanlık saçan sosyal medya ve internet sitelerinin engellenmesi gerekiyor.
Özellikle de şirketleri, kurumları ve ülkeleri hedefleyen siber saldırılarla mücadele etmek kaçınılmaz.
Klasik
hukuk düzeninin dışında gelişen bu
tür olayların adli takip
gerektirdiği açık, hatta geç kalınmış bile sayılabilir. Ancak konuyla
ilgili düzenlemeler bazen oldukça radikal ve tartışmalı olabiliyor. Yine de dünyadaki bütün hükümetler gibi bizim hükümetimiz de birbiri ardına bu alanı düzenleyen yeni yasalar çıkarmaya çalışıyor.
Şimdi gezi olaylarına bahane edilen ağaca dönelim. Çünkü o bıraktığımız yerde garip ve aldatılmış vaziyette duruyor. İhmal ettiğimiz, unuttuğumuz için ona bir özür borcumuz var galiba.
Şimdi
hep birlikte senden özür diliyoruz. Seninle başlayıp orda bırakıp unuttuğumuz
için ne olur bizi affet. Seni
bahane ederek etrafımızı yakıp yıktık. Çevre adına yola çıkılmışken
çevreye inanılmaz zararlar verdik.
Gaz bombasıyla sade gözlerimiz
değil gönüllerimiz de yandı. Onca insanımız yaralandı, kırılıp döküldü. Hatta ölenler oldu. Biz ise yaşadığımız eylem
maceramızda senden yola çıkıp
"mesele gezi parkı değil hala anlamadın mı ?" hezeyanlarına bile
savrulduk.
Galiba bütün o olup bitenlerin arasında tek güzel şey sendin !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder