Sadakat
Sözlük anlamı içten bağlılık, doğruluk, vefalılık demek. Doğruluk, [1]dürüstlük üzerine kurulmuş samimi, sağlam ve gerçek dostluk. Doğru olmak, sözünde durmak ve sözünü yerine getirmek anlamına gelen sadaka (sa-da-ga) fiilinden türemiş bir isim.
İslami anlamda kalb doğruluğu, samimiyet ve
ihlas anlamında bir İslâm ahlakı terimi. Doğru muamelede bulunmak,
sıdk ve ihlâs ile dostluk etmek, herhangi bir kişisel çıkar ve garazdan uzak ve her yönüyle Allah rızası için halis dostluk sadakattir.
Sırf Allah rızası
için, iyilik ve hayır yollarında yardımlaşmak için sıdk ve ihlâs ile dostluk etmek de sadâkattir. Kardeşinin Allah rızası için iyiliğini istemek
ve ona hayırhak olmak, kardeşlik ve dostlukta hâlis ve samimi
olmak sadakattir. Zıddı ise hıyanet olur.
Hakkı bilerek ibadet, taât ve
kul haklarında sadâkatül-hakk (hakka bağlılık) gösteren,
kötü huy ve nefsin âfetlerinden temizlenen
kimse sadâkatli (sadık) mü'min denilmiştir. [2]
O yüzden müslümanların her halde birbirlerine karşı da
sadakat borcu vardır. Meselâ
evlilikte karı koca birbirlerine karşı sadakatle mükelleftir. İşçinin yanında çalıştığı işverenin iş sırlarını saklaması bir
sadâkattir. Müslümanlar sözlerinde ve işlerinde sadık olmalıdırlar.
Dostluk, kardeşlik ve vefâkârlık bir sadâkattir. Verilen sözü yerine getirmek,
ahdinde durmak, borcu ödemek, din ve akılca lüzumlu görülen işleri ifâ etmek, emanetlere riayet etmek, üzerine aldığı
vazifeleri-hakkını vererek- yerine getirmek ve vazifeleri ehline vermek de sadâkattir.
Bunların aksine davranış
gösterenler, çeşitli hile ve dalâverelerle
birbirlerini aldatanlar hâindirler.
[3]

Vefa

Sözlükte "bir şeyi yerine getirmek, sözünde durmak, bağlılık" gibi anlamlara gelen vefa, ahlâkî bir terim olarak, görülen iyilikleri unutmama, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha fazlasıyla karşılık verme demektir.
Görülen iyilikleri unutmayan, iyilikte bulunanlara
misliyle veya daha güzeliyle
karşılık veren, yani vafalı davrananlara da vefakâr
denir.
Bir Müslümanda bulunması gereken güzel huylardan biri olan vefakârlığın zıddı nankörlük olup, iyiliğin kadrinin bilinmemesi veya kötülükle karşılık verilmesidir.
Bir Müslümanda bulunması gereken güzel huylardan biri olan vefakârlığın zıddı nankörlük olup, iyiliğin kadrinin bilinmemesi veya kötülükle karşılık verilmesidir.
En büyük vefakârlık, yüce yaratıcıyı tanımak, verdiği
nimetlerin kıymetini bilmek, kulluk görevlerini eksiksiz yerine getirmektir. En
büyük nankörlük ise kulun Rabbini inkâr etmesidir. Bu sebeple tasavvufta vefa
"ezelde, bezm-i elestte Allah'a verilen söze, mîsaka [4] bağlı
kalmak" şeklinde tanımlanmaktadır.
Yapılan akitlere, verilen sözlere bağlılığın bulunmadığı toplumlarda
itimat sarsılır, güvensizlik doğar ve sosyal çözülmeler meydana gelir.
Vefakârlık, dostlukların devamını sağlayacağından, sosyal dayanışmayı daha
güçlü kılar.
Allah insanların birbirlerine iyilik
yapmasından hoşlanır. İyilikler karşılıklı olarak devam eder, iyilik yapanlar mûhataplarından kötülük görmez, yine iyilik görürse bu, başkasına da güzel örnek olur ve cemiyete huzur ve güven duygularının sağlanmasına yardım eder.
İnsan, Allah’a ibadet etmek suretiyle, Elest
bezminde yaptığı ahde vefasını gösterdiği gibi,
kendisine iyilik yapanlara da vefakâr olmalıdır.
İnsanlar arasında olduğu gibi,
cemiyet ve devletin de, kendisine hizmet etmiş kişilere vefakâr davranması, onların kıymetini takdir etmesi
gerekir. Vefâkarlığın da en güzel örnekleri
Peygamber (s.a.s)’de görülmektedir. [5]
Verilen söz ve yapılan anlaşmalara ahde vefa ise islam
ahlakının en önemli umdelerinden biridir. [6]
İtimat
i’timâd; Bir kimseye, bir şeye duyulan güven, emniyet etme, bir şeye kalben güvenip dayanma, güven veren, güvenli, güvenç, güvenmek ya da güven duygusu uyandırmak gibi anlamları kapsar.
Güven
kelimesinin tanımı, Türk Dil Kurumu sözlüğünde şu şekilde yer alıyor: “Korku,
çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat.”
Bu
anlamda güven; basit bir ifadeyle inanmaktır. İçtenlik, sahicilik, dürüstlük,
erdem ve onur içerir. Güven karakter ve yetkinliğin işlevidir. Taahhütlerde
bulunma ve bunları yerine getirme meselesidir. Güven, hem kişiler arası
ilişkilerin bir sonucu hem de kültürel ve ahlaki değerlerle, günlük yaşam ve iş
deneyimine göre değişen dinamik bir olgudur.
İman ile
güven (itimat, emniyet) arasında yakın bir ilişki vardır. Çünkü, İman, emanet
ve emniyet, yani güvenlik kelimeleri hep aynı kökten. İman, Cenab-ı Hakk’a
inanmak suretiyle emniyette olmak demektir. Buradaki emniyet hem güvenlik hem
de itminan ve huzur bulma anlamındadır. Zira imanın olduğu yerde emniyet yani
güven vardır.
Aynı
şekilde imanın olduğu yerde emanete sadakat vardır. Ve bu sadakat, herhangi bir
toplumsal fayda elde etmek değil, sadece kendi başına doğru olduğu için
gösterilen bir sadakattir. Emanete ihanet, verilen sözleri yerine getirmemek,
iman ikliminde yaşanan kuraklaşmanın bir sonucudur. Bu ise yaşadığımız
güvensizlik buhranının ana sebeplerinden biridir.
Hz.
Peygamber s.a.v.’in nübüvvetten önceki sıfatı “el-emin” idi. Yani kendisine
güven duyulan ve insanlara güven veren kişi. Risaletten sonra Hz. Peygamber
s.a.v. gerçek mümini tarif ederken ondan “elinden, dilinden ve belinden,
insanların güven içinde olduğu kişi” diye bahsetmiştir.
Tersinden
baktığımızda ise, güvenin olmadığı yerde iman ya yoktur ya da gittikçe
zayıflamış ve etkisiz hale gelmiştir.
Huzur, rahat ve dingin olma durumudur. Dini metinlerde sıkça kullanılmaktadır. Kavramın doğal çevreyle ilintili olduğu düşünülmektedir.
İşitsel-görsel
etkileşimin huzura katkısı ve huzur öngörüsü gibi konular üzerinde bilimsel
çalışmalar yürütülmektedir.
Yaşamda
sakinlik ve düşüncenin rahatlığı demek olan huzur, İslam’ın övdüğü güzel bir
hakikattır.
İslamın öngördüğü huzura ulaşmanın yollarından bazıları
şunlardır: Allah’ı anmak[7], hüsn-ü
zan, kendine güven, uzun arzulara kapılmamak, evlenmek, yaşamda ve işlerde
programlı olmak, geceden istirahat etmek için faydalanmak, sağlıklı ve doğal
yiyecekler yemek, üstü başı temiz olmak vs.
Buna karşılık huzura engel olan nedenlerde vardır: Dünyaya
düşkünlük[8],
kıskançlık, şüphe ve ikilemde olmak, tamah vb. bunlardandır.
Kısacası dini kaynaklarda huzura kavuşmak için yollar[9]
gösterilmiştir. Bu da, ona ulaşmanın mümkün olduğunu gösteren en iyi delildir.
Ayrıca dinin buyruklarına [10]amel
ederek huzura ulaşan büyüklerin yaşamına bakarsak huzura ulaşmanın bir hayal
olmadığı gerçeğini görürüz. Biz de dinimizin buyruklarını yerine getirirsek
bunu kendimizde görür ve yaşarız.
Kaynak:DİB ve Muhtelif
---------------------------------------
[2] Rasûlüllah; aralarında akrabalık ve alış-veriş münasebeti bulunmadan Allah sevgisi ile O'nun yolunda sadâkatle sevişenlerin derecelerine peygamberler ve şehidlerin gıbta edeceklerini anlatarak şöyle buyurmuştur: "Vallahi, onların yüzleri nurdur ve nur üzerindedirler. İnsanlar korktuğu vakit onlar korkmazlar, insanlar mahzun oldukları vakit onlar mahzun olmazlar. Haberiniz olsun ki, Allah'ın gerçek dostları için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de" (Ebû Davûd'dan, et-Tâc, V, 83).
[3] Peygamberimiz "Bizi aldatan bizden değildir" buyurmuştur.
[4] Bir âyette Allah "Bana verdiğiniz sözde durunuz ki, size verdiğim sözde durayım." (Bakara, 2/40) buyrulmuştur.
[5] Hz. Peygamber, kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymen’i, ücret karşılığı da olsa yıllarca kendisine bakan süt annesi Halime’yi, süt kardeşi Şeyma’yı, çocukluğunu yanında geçirdiği Ebû Talib’in hanımı Fatıma’yı:. ömrü boyunca unutmamış, her fırsatta onlara ilgilenmiş, yardım etmiştir. Mekke mürşiklerinin zulmünden kaçan Müslümanlara kucak açan Habeş Necaşi’sini daima hayırla yadetmiş, öldüğünde dua etmiş, yıllar sonra oğlu Medine’ye geldiğinde, babasına hürmeten bizzat kendi eliyle ona hizmet etmiştir.
[6] Ferd ve cemiyet hayatının gelişmesi karşılıklı ilişkilere, ilişkiler de çeşitli anlaşma ve sözleşmelere bağlıdır. Bunlar olmaksızın sosyal ve ekonomik hayatın gelişmesi mümkün değildir. Yapılan sözleşmeye uymayı istemek kazanılmış bir hak, onu yerine getirmek de kabul edilmiş bir görevdir. Verdiği sözü tutmayan; böylece, karşı tarafın hakkım ve kendi vazifesini yerine getirmemiş olur. Bu nedenle, verilen sözün tutulmaması münafıklığın üç alametinden biri sayılmış ve Müslümanlar bundan sakındırılmıştır.
[7] Kur’an buyuruyor: ‘İyice bilin ki gönüller, Allah'ı anmakla yatışır, kuvvet bulur.’[Rad/28]
[8] Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: ‘Dünyaya bağlılık, gam ve hüzüne neden olur; zühd ve rağbetsizlik ise kalbin ve bedenin rahatlığının nedenidir.’[Bihar-ul Envar, c.73, s.91.]
[9] Kur’an buyuruyor: ‘Kim benim hidayetime uyarsa, onlara ne korku var ve ne de mahzun olacaklardır.’[Bakara/38]
[10] Allah-u Teala peygamberine şöyle buyuruyor: ‘Mallarından sadaka al da temizle, onları o sadakayla arıt ve dua et onlara. Şüphe yok ki senin duan, onlara bir sükun, bir huzur verir’[Tevbe/103]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder