9 Ocak 2014 Perşembe

119 09 Ocak 2014 Perşembe 23;24 ESKİMEYEN KELİMELER............Sadakat, Vefa, itimat, Huzur

Sadakat

Sözlük anlamı içten bağlılık, doğruluk, vefalılık demek. Doğruluk, [1]dürüstlük üzerine kurulmuş samimi, sağlam ve gerçek dostluk. Doğru olmak, sözünde durmak ve sözünü yerine getirmek anlamına gelen sadaka (sa-da-ga) fiilinden türemiş bir isim.

İslami anlamda kalb doğruluğu, samimiyet ve ihlas anlamında bir İslâm ahlakı terimi. Doğru muamelede bulunmak, sıdk ve ihlâs ile dostluk etmek, herhangi bir kişisel çıkar ve garazdan uzak ve her yönüyle Allah rızası için halis dostluk sadakattir.
Sırf Allah rızası için, iyilik ve hayır yollarında yardımlaşmak için sıdk ve ihlâs ile dostluk etmek de sadâkattir. Kardeşinin Allah rızası için iyiliğini istemek ve ona hayırhak olmak, kardeşlik ve dostlukta hâlis ve samimi olmak sadakattir. Zıddı ise hıyanet olur.

Hakkı bilerek ibadet, taât ve kul haklarında sadâkatül-hakk (hakka bağlılık) gösteren, kötü huy ve nefsin âfetlerinden temizlenen kimse sadâkatli (sadık) mü'min denilmiştir. [2]

O yüzden müslümanların her halde birbirlerine karşı da sadakat borcu vardır. Meselâ evlilikte karı koca birbirlerine karşı sadakatle mükelleftir. İşçinin yanında çalıştığı işverenin iş sırlarını saklaması bir sadâkattir. Müslümanlar sözlerinde ve işlerinde sadık olmalıdırlar. Dostluk, kardeşlik ve vefâkârlık bir sadâkattir. Verilen sözü yerine getirmek, ahdinde durmak, borcu ödemek, din ve akılca lüzumlu görülen işleri ifâ etmek, emanetlere riayet etmek, üzerine aldığı vazifeleri-hakkını vererek- yerine getirmek ve vazifeleri ehline vermek de sadâkattir.

Bunların aksine davranış gösterenler, çeşitli hile ve dalâverelerle birbirlerini aldatanlar hâindirler. [3]

Vefa


Sözlükte "bir şeyi yerine getirmek, sözünde durmak, bağlılık" gibi anlamlara gelen vefa, ahlâkî bir terim olarak, görülen iyilikleri unutmama, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha fazlasıyla karşılık verme demektir.

Görülen iyilikleri unutmayan, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha güzeliyle karşılık veren, yani vafalı davrananlara da vefakâr denir.

Bir Müslümanda bulunması gereken güzel huylardan biri olan vefakârlığın zıddı nankörlük olup, iyiliğin kadrinin bilinmemesi veya kötülükle karşılık verilmesidir.

En büyük vefakârlık, yüce yaratıcıyı tanımak, verdiği nimetlerin kıymetini bilmek, kulluk görevlerini eksiksiz yerine getirmektir. En büyük nankörlük ise kulun Rabbini inkâr etmesidir. Bu sebeple tasavvufta vefa "ezelde, bezm-i elestte Allah'a verilen söze, mîsaka [4] bağlı kalmak" şeklinde tanımlanmaktadır.

Yapılan akitlere, verilen sözlere bağlılığın bulunmadığı toplumlarda itimat sarsılır, güvensizlik doğar ve sosyal çözülmeler meydana gelir. Vefakârlık, dostlukların devamını sağlayacağından, sosyal dayanışmayı daha güçlü kılar.

Allah insanların birbirlerine iyilik yapmasından hoşlanır. İyilikler karşılıklı olarak devam eder, iyilik yapanlar mûhataplarından kötülük görmez, yine iyilik görürse bu, başkasına da güzel örnek olur ve cemiyete huzur ve güven duygularının sağlanmasına yardım eder.

İnsan, Allah’a ibadet etmek suretiyle, Elest bezminde yaptığı ahde vefasını gösterdiği gibi, kendisine iyilik yapanlara da vefakâr olmalıdır.

İnsanlar arasında olduğu gibi, cemiyet ve devletin de, kendisine hizmet etmiş kişilere vefakâr davranması, onların kıymetini takdir etmesi gerekir. Vefâkarlığın da en güzel örnekleri Peygamber (s.a.s)’de görülmektedir. [5]

Verilen söz ve yapılan anlaşmalara ahde vefa ise islam ahlakının en önemli umdelerinden biridir. [6]

İtimat


i’timâd; Bir kimseye, bir şeye duyulan güven, emniyet etme, bir şeye kalben güvenip dayanma, güven veren, güvenli, güvenç, güvenmek ya da güven duygusu uyandırmak gibi anlamları kapsar.

Güven kelimesinin tanımı, Türk Dil Kurumu sözlüğünde şu şekilde yer alıyor: “Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat.”

Bu anlamda güven; basit bir ifadeyle inanmaktır. İçtenlik, sahicilik, dürüstlük, erdem ve onur içerir. Güven karakter ve yetkinliğin işlevidir. Taahhütlerde bulunma ve bunları yerine getirme meselesidir. Güven, hem kişiler arası ilişkilerin bir sonucu hem de kültürel ve ahlaki değerlerle, günlük yaşam ve iş deneyimine göre değişen dinamik bir olgudur.

İman ile güven (itimat, emniyet) arasında yakın bir ilişki vardır. Çünkü, İman, emanet ve emniyet, yani güvenlik kelimeleri hep aynı kökten. İman, Cenab-ı Hakk’a inanmak suretiyle emniyette olmak demektir. Buradaki emniyet hem güvenlik hem de itminan ve huzur bulma anlamındadır. Zira imanın olduğu yerde emniyet yani güven vardır.

Aynı şekilde imanın olduğu yerde emanete sadakat vardır. Ve bu sadakat, herhangi bir toplumsal fayda elde etmek değil, sadece kendi başına doğru olduğu için gösterilen bir sadakattir. Emanete ihanet, verilen sözleri yerine getirmemek, iman ikliminde yaşanan kuraklaşmanın bir sonucudur. Bu ise yaşadığımız güvensizlik buhranının ana sebeplerinden biridir.

Hz. Peygamber s.a.v.’in nübüvvetten önceki sıfatı “el-emin” idi. Yani kendisine güven duyulan ve insanlara güven veren kişi. Risaletten sonra Hz. Peygamber s.a.v. gerçek mümini tarif ederken ondan “elinden, dilinden ve belinden, insanların güven içinde olduğu kişi” diye bahsetmiştir.

Tersinden baktığımızda ise, güvenin olmadığı yerde iman ya yoktur ya da gittikçe zayıflamış ve etkisiz hale gelmiştir.

Huzur

Huzur, rahat ve dingin olma durumudur. Dini metinlerde sıkça kullanılmaktadır. Kavramın doğal çevreyle ilintili olduğu düşünülmektedir.

İşitsel-görsel etkileşimin huzura katkısı ve huzur öngörüsü gibi konular üzerinde bilimsel çalışmalar yürütülmektedir.

Yaşamda sakinlik ve düşüncenin rahatlığı demek olan huzur, İslam’ın övdüğü güzel bir hakikattır.

İslamın öngördüğü huzura ulaşmanın yollarından bazıları şunlardır: Allah’ı anmak[7], hüsn-ü zan, kendine güven, uzun arzulara kapılmamak, evlenmek, yaşamda ve işlerde programlı olmak, geceden istirahat etmek için faydalanmak, sağlıklı ve doğal yiyecekler yemek, üstü başı temiz olmak vs.

Buna karşılık huzura engel olan nedenlerde vardır: Dünyaya düşkünlük[8], kıskançlık, şüphe ve ikilemde olmak, tamah vb. bunlardandır.

Kısacası dini kaynaklarda huzura kavuşmak için yollar[9] gösterilmiştir. Bu da, ona ulaşmanın mümkün olduğunu gösteren en iyi delildir. Ayrıca dinin buyruklarına [10]amel ederek huzura ulaşan büyüklerin yaşamına bakarsak huzura ulaşmanın bir hayal olmadığı gerçeğini görürüz. Biz de dinimizin buyruklarını yerine getirirsek bunu kendimizde görür ve yaşarız.


Kaynak:DİB ve Muhtelif
---------------------------------------
[1] İnsana sadâkat yakışır görse de ikrah/ Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah (Ziya Paşa)
[2] Rasûlüllah; aralarında akrabalık ve alış-veriş münasebeti bulunmadan Allah sevgisi ile O'nun yolunda sadâkatle sevişenlerin derecelerine peygamberler ve şehidlerin gıbta edeceklerini anlatarak şöyle buyurmuştur: "Vallahi, onların yüzleri nurdur ve nur üzerindedirler. İnsanlar korktuğu vakit onlar korkmazlar, insanlar mahzun oldukları vakit onlar mahzun olmazlar. Haberiniz olsun ki, Allah'ın gerçek dostları için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de" (Ebû Davûd'dan, et-Tâc, V, 83).
[3] Peygamberimiz "Bizi aldatan bizden değildir" buyurmuştur.
[4] Bir âyette Allah "Bana verdiğiniz sözde durunuz ki, size verdiğim sözde durayım." (Bakara, 2/40) buyrulmuştur.
[5] Hz. Peygamber, kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymen’i, ücret karşılığı da olsa yıllarca kendisine bakan süt annesi Halime’yi, süt kardeşi Şeyma’yı, çocukluğunu yanında geçirdiği Ebû Talib’in hanımı Fatıma’yı:. ömrü boyunca unutmamış, her fırsatta onlara ilgilenmiş, yardım etmiştir. Mekke mürşiklerinin zulmünden kaçan Müslümanlara kucak açan Habeş Necaşi’sini daima hayırla yadetmiş, öldüğünde dua etmiş, yıllar sonra oğlu Medine’ye geldiğinde, babasına hürmeten bizzat kendi eliyle ona hizmet etmiştir.
[6] Ferd ve cemiyet hayatının gelişmesi karşılıklı ilişkilere, ilişkiler de çeşitli anlaşma ve sözleşmelere bağlıdır. Bunlar olmaksızın sosyal ve ekonomik hayatın gelişmesi mümkün değildir. Yapılan sözleşmeye uymayı istemek kazanılmış bir hak, onu yerine getirmek de kabul edilmiş bir görevdir. Verdiği sözü tutmayan; böylece, karşı tarafın hakkım ve kendi vazifesini yerine getirmemiş olur. Bu nedenle, verilen sözün tutulmaması münafıklığın üç alametinden biri sayılmış ve Müslümanlar bundan sakındırılmıştır.
[7] Kur’an buyuruyor: ‘İyice bilin ki gönüller, Allah'ı anmakla yatışır, kuvvet bulur.’[Rad/28]
[8] Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: ‘Dünyaya bağlılık, gam ve hüzüne neden olur; zühd ve rağbetsizlik ise kalbin ve bedenin rahatlığının nedenidir.’[Bihar-ul Envar, c.73, s.91.]
[9] Kur’an buyuruyor: ‘Kim benim hidayetime uyarsa, onlara ne korku var ve ne de mahzun olacaklardır.’[Bakara/38]
[10] Allah-u Teala peygamberine şöyle buyuruyor: ‘Mallarından sadaka al da temizle, onları o sadakayla arıt ve dua et onlara. Şüphe yok ki senin duan, onlara bir sükun, bir huzur verir’[Tevbe/103]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder