O ailesinin starı, hayırlı bir evlat
Uçak, bir akşam
vakti Ankara semalarında. Aşağıda ışığın milyonlarcası öbek öbek. Sanki uzayda
bir samanyolu yakınından geçiyorlar. Ya da yeryüzü ışıltılı mücevherle
kaplanmış, akşamın karanlığını aydınlatıyor.
Şehrin göğsü parlak, ışıl ışıl zümrüt, yakut, elmas taşlarla süslenmiş
gibi. Boynuna da, birbirinden göz alıcı gerdanlıklar takılmış.
Adam başını
pencereye dayamış bu doyumsuz güzelliği seyrediyor. Kırk yaşlarında, ak düşmüş
saçları oldukça seyrekleşmiş. Beyaz gömlek ve ışık yüzünü aydınlatıyor. Önünde
açılmış bir dergi, elinde gözlük, okumaya ara vermiş olmalı. Gravatını hafif
gevşetmiş, yolculuk hali ne de olsa.
Uçak havaalanına
yaklaştıkça alçalıyor. Aşağıdaki gerdanlıklar meydanlara, bulvarlara dönüşüyor.
Işıltılı mücevherler caddeleri aydınlatan direkler, evlerin ışıklı
pencerelerine. Göz göz binlerce ışıkla yükselen binaların üzerinden geçiyor
uçak. "Aman Allahım, ne çok yüksek bina var" diye düşünüyor adam. Her
binada onlarca kat, yüzlerce daire. Her dairede büyük küçük, renk renk, türlü
çeşit insan. Her biri farklı yerlerden, değişik çevrelerden toplanmış binlerce
aile. Burada yaşayan, hergün işi, arabası ve evi arasında gidip gelen onca
beden. Bir o kadar da hikaye.
.png)
Uçak hızla evlerin, caddelerin üzerinden süzülüyor. Caddelerdeki akşam trafiği görülebiliyor artık. Araçlar küçük oğlunun oyuncak arabalarına benziyor. Elini uzatsa tutulabilecekmiş gibi geliyor. İnsanlar bile artık seçilebiliyor.
Birden caddeyi tanıyor adam, gözleri caddeye çıkan sokağını arıyor. "Evet işte o ! Ya evim ? O da hemen sokağı dönünce olmalı…Hah işte orada. Üçüncü kat, mutfakta ışık var, galiba oturma odasında da."
Uçak evinin
üzerinden geçip gidiyor. Arkasına yaslanıyor, bir an mutfakta yemek hazırlayan
eşi geliyor gözlerinin önüne. Sonra da oturma odasında ders çalışan kızını ve
oraya buraya koşturup duran küçük oğlunu hayal ediyor. Hediyeleri aklına
geliyor. Eşine bir yüzük, kızına yakası kürklü bir kaban, oğluna da kumandalı
araba aldı. Hepsi valizde, hediye paketleriyle.
Gideli üç gün oldu ama özlediğini fark ediyor ailesini. Biraz sonra uçak inecek, yarım saat en fazla kırkbeş dakika sonra zili çalıyor olacak. Önce eşi açacak kapıyı, sonra küçük oğlu bacaklarına dolanacak. En son üniversiteye hazırlanan ve artık bir genç kız olan Nazlı'sı sokulacak kollarına. Gözlerini kapayıp, dua ediyor içinden. "Rabbim, yolculuğumu kazasız belasız hayırlısıyla bitirmeyi nasip et. Aileme kavuşmayı lütfet. Onların acılarını bana gösterme, huzurumuzu bozma."
Gideli üç gün oldu ama özlediğini fark ediyor ailesini. Biraz sonra uçak inecek, yarım saat en fazla kırkbeş dakika sonra zili çalıyor olacak. Önce eşi açacak kapıyı, sonra küçük oğlu bacaklarına dolanacak. En son üniversiteye hazırlanan ve artık bir genç kız olan Nazlı'sı sokulacak kollarına. Gözlerini kapayıp, dua ediyor içinden. "Rabbim, yolculuğumu kazasız belasız hayırlısıyla bitirmeyi nasip et. Aileme kavuşmayı lütfet. Onların acılarını bana gösterme, huzurumuzu bozma."
Bir an babası, anası düşüveriyor aklına. En son yazın
tatilde gitmişlerdi. Gerçi haftada bir mutlaka telefonla arıyor, görüşüyorlar.
Geçen yıl büyük abisi bir cep telefonu alıvermişti. Şimdi onunla çocukları ve
torunlarına daha yakınlar. Ama, babası biraz zayıflamış gibiydi bu yıl sanki. Zaten
üç yıl önce de bir ameliyat geçirmişti. Annesi de ebedi bacaklarından, belinden
şikayet ederdi. Yazın abisiyle ikisini de doktora götürmüşler, ilaçlarını
almışlardı. Acaba, ilaçlarını düzenli alabiliyorlar mıydı ?
Ayrılırken anasının ettiği dualar geldi hatırına, babasının sakalından süzülen gözyaşları geldi gözünün önüne. Her telefonda bir sürü dua etmez miydi anacığı. Biraz önce ailesine dua ederken onları unutuvermişti işte. Kızardı, mahçup oldu.
Ayrılırken anasının ettiği dualar geldi hatırına, babasının sakalından süzülen gözyaşları geldi gözünün önüne. Her telefonda bir sürü dua etmez miydi anacığı. Biraz önce ailesine dua ederken onları unutuvermişti işte. Kızardı, mahçup oldu.
"Rabbim"
dedi yine gözlerini kapayarak. "Rabbim, beni hayırlı evlatlardan eyle.
Evlatlarımı da öyle. Bana, eşime, aileme huzur ve mutluluk ver. Anama babama
da, bizlere de sağlık ve hayırlı ömürler ihsan et. Amin.." Gayri ihtiyari
elleri yüzüne gitti, bir taraftan da yanındaki yolcuya baktı tedirginlikle.
Acaba duasını işitmiş miydi ? Hayır, yolcular yapılan anonsu dinliyorlardı.
Rahatladı, uçak inmek üzereydi.
Kemerini bağladı,
başını arkaya yaslayıp gözlerini kapadı. O hayırlı bir evlat, başarılı bir
yönetici, sevilen bir babaydı.
O kendi küçük dünyasının başrol oyuncusu, ailesinin starıydı.
O kendi küçük dünyasının başrol oyuncusu, ailesinin starıydı.
Orda bir ev var uzakta
Anadolunun bir
şehrinin, bir ilçesinin bir mahallesi ya da köyünde eskilik bir ev. O küçücük
evde iki yaşlı insan, biri iki büklüm, diğeri koca çınar.
Topu topu bir buçuk
göz evleri var. Oturdukları, yattıkları, misafir
kabul ettikleri yer mutfakla bir. Pencere kenarında tahtadan divan. Oturup, bir
türlü gelemeyenleri bekledikleri. Bir köşede kuzineli soba, üstünde bir güğüm.
İçinde su, her daim sıcak.
Ev kerpiçten, beyaz kireç badanalı. Hemen bitişiğinde
bir baraka, kırık dökük yamalı, dam dedikleri. İçinde bir inek, ihtiyar boz
eşek ve birkaç tavukla horoz.
Hacı Nadir, eşi Gülbeyaz. Birlikte çalışıp, birlikte
yaşlanmışlar. Çocukları, torunları olmuş boy boy. Okutmuşlar hepsini,
evlendirmişler, dört el ve yedi dönüm tarla ile. Şimdi hepsi uçup gitmiş, uzak
bir yerlerdeler. Ekmek davası, büyük şehirlerde koşturup duruyorlar.
Bayramlarda, yazın gelebilirlerse iyi, sarılıp koklaşıyorlar. Gelemezlerse de
sağlık olsun. Dua ediyorlar arkalarından. Beyaz sakaldan, buruş buruş olmuş
yanaklardan süzülüveriyor gözyaşları.
Aslında dinleyen olsa anlatacakları çok şeyleri var.
Torunlarına hikayeler, oğullarına dersler, gelinlerine tarifler. Sonra
seferberlik, askerlik anıları, hele de köyde olup bitenler. Evlenenler,
çocukları olanlar, hasta olanlar ve de ölenler…
Gelenler gidiyor elbet. Sayılı gün çabuk geçiyor.
Kalıyorlar iki hacı, iki hayat yoldaşı, iki büyük insan. Küçük bir dünyanın
başrollerinden habersiz iki büyük oyuncusu. Dalıyorlar yine yalnızlıklarına.
Birbirlerine abdest suyu döküyorlar beş vakit. Kur'an sayfaları eskimiş
okunmaktan. Postekiden seccade, tesbih hep ellerinin altında. Dillerinde duanın
binbir türlü çeşidi. Birbirlerine yaslanıp, birbirlerine eklenerek bekliyorlar
emri hakkı.
Onlar kim mi ? Onlar senin, benim, bizim analarımız,
babalarımız, nenelerimiz, dedelerimiz. Onlar topraktan kopamayan, yüzünü
toprağa dönmüş, kökleri damar damar koca çınarlar. Onlar bir asra yakın
ömürlerinde yenilmemiş, yıkılmamış, çok çalışıp az yemiş, çok ağlamış az
gülmüşler. Ama helalinden kazanıp hayırlı evlat yetiştirmiş, torun torba sahibi
olmuş kaynak suyu pınarlar.
Onlar küçük dünyaların büyük insanları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder