8 Ocak 2014 Çarşamba

118 08 Ocak 2014 Çarşamba 21;29 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER.............Küçük dünyaların büyük insanları

O ailesinin starı, hayırlı bir evlat


Uçak, bir akşam vakti Ankara semalarında. Aşağıda ışığın milyonlarcası öbek öbek. Sanki uzayda bir samanyolu yakınından geçiyorlar. Ya da yeryüzü ışıltılı mücevherle kaplanmış, akşamın karanlığını aydınlatıyor.  Şehrin göğsü parlak, ışıl ışıl zümrüt, yakut, elmas taşlarla süslenmiş gibi. Boynuna da, birbirinden göz alıcı gerdanlıklar takılmış.

Adam başını pencereye dayamış bu doyumsuz güzelliği seyrediyor. Kırk yaşlarında, ak düşmüş saçları oldukça seyrekleşmiş. Beyaz gömlek ve ışık yüzünü aydınlatıyor. Önünde açılmış bir dergi, elinde gözlük, okumaya ara vermiş olmalı. Gravatını hafif gevşetmiş, yolculuk hali ne de olsa.

Uçak havaalanına yaklaştıkça alçalıyor. Aşağıdaki gerdanlıklar meydanlara, bulvarlara dönüşüyor. Işıltılı mücevherler caddeleri aydınlatan direkler, evlerin ışıklı pencerelerine. Göz göz binlerce ışıkla yükselen binaların üzerinden geçiyor uçak. "Aman Allahım, ne çok yüksek bina var" diye düşünüyor adam. Her binada onlarca kat, yüzlerce daire. Her dairede büyük küçük, renk renk, türlü çeşit insan. Her biri farklı yerlerden, değişik çevrelerden toplanmış binlerce aile. Burada yaşayan, hergün işi, arabası ve evi arasında gidip gelen onca beden. Bir o kadar da hikaye. 

Uçak daha da alçalıyor. Yüksek binalar, yerini orta boy binalara, daha sonra da tek tip apartman mahallelerine bırakıyor. O da bu apartman denizi mahallelerden birinde yaşıyor işte. 

Uçak hızla evlerin, caddelerin üzerinden süzülüyor. Caddelerdeki akşam trafiği görülebiliyor artık. Araçlar küçük oğlunun oyuncak arabalarına benziyor. Elini uzatsa tutulabilecekmiş gibi geliyor. İnsanlar bile artık seçilebiliyor. 

Birden caddeyi  tanıyor adam, gözleri caddeye çıkan sokağını arıyor. "Evet işte o ! Ya evim ? O da hemen sokağı dönünce olmalı…Hah işte orada. Üçüncü kat, mutfakta ışık var, galiba oturma odasında da."

Uçak evinin üzerinden geçip gidiyor. Arkasına yaslanıyor, bir an mutfakta yemek hazırlayan eşi geliyor gözlerinin önüne. Sonra da oturma odasında ders çalışan kızını ve oraya buraya koşturup duran küçük oğlunu hayal ediyor. Hediyeleri aklına geliyor. Eşine bir yüzük, kızına yakası kürklü bir kaban, oğluna da kumandalı araba aldı. Hepsi valizde, hediye paketleriyle. 

Gideli üç gün oldu ama özlediğini fark ediyor ailesini. Biraz sonra uçak inecek, yarım saat en fazla kırkbeş dakika sonra zili çalıyor olacak. Önce eşi açacak kapıyı, sonra küçük oğlu bacaklarına dolanacak. En son üniversiteye hazırlanan ve artık bir genç kız olan Nazlı'sı sokulacak kollarına. Gözlerini kapayıp, dua ediyor içinden. "Rabbim, yolculuğumu kazasız belasız hayırlısıyla bitirmeyi nasip et. Aileme kavuşmayı lütfet. Onların acılarını bana gösterme, huzurumuzu bozma."

Bir an  babası, anası düşüveriyor aklına. En son yazın tatilde gitmişlerdi. Gerçi haftada bir mutlaka telefonla arıyor, görüşüyorlar. Geçen yıl büyük abisi bir cep telefonu alıvermişti. Şimdi onunla çocukları ve torunlarına daha yakınlar. Ama, babası biraz zayıflamış gibiydi bu yıl sanki. Zaten üç yıl önce de bir ameliyat geçirmişti. Annesi de ebedi bacaklarından, belinden şikayet ederdi. Yazın abisiyle ikisini de doktora götürmüşler, ilaçlarını almışlardı. Acaba, ilaçlarını düzenli alabiliyorlar mıydı ? 

Ayrılırken anasının ettiği dualar geldi hatırına, babasının sakalından süzülen gözyaşları geldi gözünün önüne. Her telefonda bir sürü dua etmez miydi anacığı. Biraz önce ailesine dua ederken onları unutuvermişti işte. Kızardı, mahçup oldu.

"Rabbim" dedi yine gözlerini kapayarak. "Rabbim, beni hayırlı evlatlardan eyle. Evlatlarımı da öyle. Bana, eşime, aileme huzur ve mutluluk ver. Anama babama da, bizlere de sağlık ve hayırlı ömürler ihsan et. Amin.." Gayri ihtiyari elleri yüzüne gitti, bir taraftan da yanındaki yolcuya baktı tedirginlikle. Acaba duasını işitmiş miydi ? Hayır, yolcular yapılan anonsu dinliyorlardı. Rahatladı, uçak inmek üzereydi.

Kemerini bağladı, başını arkaya yaslayıp gözlerini kapadı. O hayırlı bir evlat, başarılı bir yönetici, sevilen bir babaydı. 

O kendi küçük dünyasının başrol oyuncusu, ailesinin starıydı.

Orda bir ev var uzakta 


Anadolunun bir şehrinin, bir ilçesinin bir mahallesi ya da köyünde eskilik bir ev. O küçücük evde iki yaşlı insan, biri iki büklüm, diğeri koca çınar. 

Topu topu bir buçuk göz evleri var. Oturdukları, yattıkları, misafir kabul ettikleri yer mutfakla bir. Pencere kenarında tahtadan divan. Oturup, bir türlü gelemeyenleri bekledikleri. Bir köşede kuzineli soba, üstünde bir güğüm. İçinde su, her daim sıcak. 

Ev kerpiçten, beyaz kireç badanalı. Hemen bitişiğinde bir baraka, kırık dökük yamalı, dam dedikleri. İçinde bir inek, ihtiyar boz eşek ve birkaç tavukla horoz.

Hacı Nadir, eşi Gülbeyaz. Birlikte çalışıp, birlikte yaşlanmışlar. Çocukları, torunları olmuş boy boy. Okutmuşlar hepsini, evlendirmişler, dört el ve yedi dönüm tarla ile. Şimdi hepsi uçup gitmiş, uzak bir yerlerdeler. Ekmek davası, büyük şehirlerde koşturup duruyorlar. Bayramlarda, yazın gelebilirlerse iyi, sarılıp koklaşıyorlar. Gelemezlerse de sağlık olsun. Dua ediyorlar arkalarından. Beyaz sakaldan, buruş buruş olmuş yanaklardan süzülüveriyor gözyaşları.

Aslında dinleyen olsa anlatacakları çok şeyleri var. Torunlarına hikayeler, oğullarına dersler, gelinlerine tarifler. Sonra seferberlik, askerlik anıları, hele de köyde olup bitenler. Evlenenler, çocukları olanlar, hasta olanlar ve de ölenler…

Gelenler gidiyor elbet. Sayılı gün çabuk geçiyor. Kalıyorlar iki hacı, iki hayat yoldaşı, iki büyük insan. Küçük bir dünyanın başrollerinden habersiz iki büyük oyuncusu. Dalıyorlar yine yalnızlıklarına. Birbirlerine abdest suyu döküyorlar beş vakit. Kur'an sayfaları eskimiş okunmaktan. Postekiden seccade, tesbih hep ellerinin altında. Dillerinde duanın binbir türlü çeşidi. Birbirlerine yaslanıp, birbirlerine eklenerek bekliyorlar emri hakkı.

Onlar kim mi ? Onlar senin, benim, bizim analarımız, babalarımız, nenelerimiz, dedelerimiz. Onlar topraktan kopamayan, yüzünü toprağa dönmüş, kökleri damar damar koca çınarlar. Onlar bir asra yakın ömürlerinde yenilmemiş, yıkılmamış, çok çalışıp az yemiş, çok ağlamış az gülmüşler. Ama helalinden kazanıp hayırlı evlat yetiştirmiş, torun torba sahibi olmuş kaynak suyu pınarlar.

Onlar küçük dünyaların büyük insanları.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder