18 Aralık 2013 Çarşamba

108 18 Aralık 2013 Çarşamba 22:30 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER............Parasız yatılı

Parasız yatılı


İlkokulu pekiyi derece ile bitirmiş ama iki imtihana girmeme rağmen kazanamamıştım. 

Dedem beni Ortaokula yazdırdı. Okuma azmim sayesinde sınıfımda kısa sürede sivrildim. Öğretmenlerim beni seviyor, hatta koruyordu. 

Öyle ki derslerde hiç okumadığım, çalışmadığım zamanlar bile parmak kaldırıp tahtaya çıkacak kadar atılgandım. Büyüdükçe bu cesaret kayboldu tabi.

Sene sonunda bir imtihana daha girdim. Yine kazanamadım. İkinci yıl da ortaokula böyle devam ettim. Derslerim yine aynı derecede parlaktı. Nihayet sene sonunda girdiğim imtihanla başardım. Çünkü o bana Balıkesir lisesinde parasız yatılı okuma imkanı verdi.

Böylece orta 3'ü o zaman Balıkesir Lisesine bağlı eski orta okul binasında okudum.
Yatakhane eski binanın en üst katında. Ahşap ranzalar, aşınmış merdivenler hatırlıyorum. Sınıflarda mazot kokulu tahta döşemeler. Okulun ana giriş kapısına çıkan merdivenlerde de heybetli sütunlar karşılıyor gelenleri. Ya da bize öyle geliyor işte, çocuk gözüyle.

Yatılı okul hayatı zaman zaman beni ürkütmesine rağmen o seneyi teklemeden atlattım. 

Artık Ortaokul bitmişti. Hem sonra yatılılığın da o kadar güç olmadığını yavaş yavaş anlıyordum. İlk zamanlar bir hafta bile ev hasretine dayanamadığım halde artık 15 günde, hatta 1 ayda bir gider olmuştum memlekete.

Lise birde yeni binaya geçtik. Yatakhane yine üst kattaydı. Odalar belki 20-30 kişilikti. Tertemiz beyaz çarşaflı çift kişilik ahşap ranzalarda yatardık. Nazmi hoca gibi, bekar hocalar da aynı yatakhanede kalıyorlardı. Onun akşamları yatma saati geldiğinde "kaybol !" sesi duyulunca koridorda kimse kalmaz, ışıklar söner, herkes yatağına gömülürdü. 

Sabahları da ahşap ranzalara vurulan "Tak, tak, tak…" sesleriyle uyandırılırdık. Hemen kalkar, havlusunu kapan tuvaletlere koşardı. Çünkü sabah mütalaası için sadece yarım saatimiz olurdu. Asker usulü yatağımızı düzeltir, giyinip hazırlanır, kitabımızı defterimizi alır aşağı sınıflara inerdik. Arkamızdan da yatakhane koridoru kapıları kilitlenirdi hemen.

Sabah mütalaası bir saat sürerdi. Sonra, saat 7 de kahvaltı için aşağıya, bodrum kattaki yemekhane kapısına yığılırdık hepimiz. Kahvaltıda tatsız tuzsuz kazan çayını içmek, yeşillenmiş yumurtaları, kötü zeytin ve tabağa konulan sıvı tahinleri yemek zorundaydık.  Aksi halde aç kalırdık. Çünkü, kendi tayınıyla doymayıp, artanları bile masa masa dolaşarak toplayıp yiyen iştahlı arkadaşlarımız ve abilerimiz vardı.

Dersler bitip, okul bize kalınca birkaç kafadar akşam mütalaasına kadar kendi icadımız olan bir oyunla vakit geçiriyorduk. Dışarda bir kenarda pinpon masası vardı. Tabi ne file var ne de raket, top. Nerden bulduysak yumruk büyüklüğünde plastik bir topla  iki tahta parçası bize o masa üzerinde garip bir eğlence fırsatı vermişti. Tahtaların çıkardığı "Tak, tuk" sesleri ile bizim çocukça şamatamız birbirine karışıyordu. O kadar dalıyorduk ki oyuna baş mümessiller bizi sopayla mütalaa salonuna götürüyorlardı.

Hafta sonları en büyük eğlencemiz 4 film birden sinemaya gitmekti. Sabah 10'da girdiğimiz  sinemadan akşama doğru saat 6'da çıkıyor, karanlığa alışmış gözlerimiz ve sarhoş kafamızla dilimiz çıka çıka yokuşu tırmanıyorduk. Mütalaaya yetişemezsek nöbetçi hocadan dayak yemek üstüne kaymak oluyordu çünkü.

Akşam mütalaaları arada yemek olmak üzere iki taneydi. Minderlerimizi alıp, şıpıdık terliklerimizle mütalaaya inerdik. Her küçük sınıfın öğretmen masasına bir 6. sınıf abisi otururdu. Biz ödevlerimizi yaparken o da kendi dersini çalışırdı bizimle beraber. O bize susun, çalışın dese de biz en ufak fırsatı kaçırmaz ders kaynatır gibi hemen bin türlü yaramazlığı yapardık. Nöbetçi hocalar elinde sopayla dolaşırlardı. Tabi anında ses soluk kesilirdi. Özellikle Kaymak Hasan'dan çok korkardık.

II.sınıfta bazı hocaların muhalefetine rağmen Fen kolunu seçtim. Zoru, mücadeleyi severdim ama o yılın bu kadar ağır geçebileceğini hiç düşünememiştim doğrusu. İngilizce zaten hep başımın belası olmuştu. Matamatik, geometri ve fizik ise bir karabasan gibiydi.

Onca zorluğuna rağmen, baharda açan tomurcuklar gibi çocukluktan gençliğe uyandığımız bir yıldı o sene. Kendimize baktığımız, etrafımızdaki kızlara kaçamak, ürkek bakışlar attığımız günlerdi. 

Her akşam aşık yatar, her sabah yeniden kıpır kıpır helecanlarla uyanırdık. Gün içinde sürekli dam derken samanlık söylediğimiz için terslenir, çam üstüne çam devirir, bunalımlara girerdik. 

Çok hayal kurduğumuz ama nasılsa yeniden yeniden umutlanmayı becerebildiğimiz tam bir kırılma noktasıydı o dönem.

Balıkesir lisesinin klasını, yatılı olmanın değerini ve hocaların kıymetini o günlerde anlayamamıştım. Bunu sonra sonra çok daha iyi anladım. O yıl bayağı süründüm diyebilirim, ama bu sayede çok sağlam bir temelim olmuştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder