Rüşvet ve yolsuzluk
Devlet millet için, milletin kurduğu bir yapıdır.
Yazılı hukuk kuralları, belirlenmiş statüler, ahlak kaideleri ve tarihten gelen
geleneklerle yürür.
Ama bu güçlü yapının harcı her zaman adalet olmuştur. O
yüzden “Adalet mülkün temelidir” denmiş ya.
Mülkün temeli çürürse, taşıyıcı sütunlar zayıflarsa,
devlet de yozlaşır. Var olan zayıflıklar güçlü yanları bozar. Arızalar iyice
dışa vurur. Çünkü hastalık en ücra noktalarına kadar yayılmış, sosyal sancılar
artık dayanılmaz hale gelmiştir.
İşte rüşvet ve yolsuzluk da tıpkı bir kanser dokusu
gibi devleti içten içe çürüten hastalıklardan biridir. Ancak kötü görülmesine,
ayıplanmasına, hatta suç sayılmasına rağmen her dönemde varlığını
sürdürebilmiştir. Nerde devlet varsa ona musallat olmuş, iktidar gücüyle hayat
bulup, adeta onun bir paraziti olarak bugüne kadar yaşayabilmiştir.
Rüşvet kelimesi sözlüklere göre; resmî işlerde
kayırma karşılığında bir bedel alma ya da verme olarak tanımlanıyor.
Yolsuzluk konusunda bazı uluslararası
kuruluşlar tarafından değişik [1] tanımlar yapılmıştır. Mesela Dünya
bankasına göre yolsuzluk; “Kamu görevinin özel çıkar sağlamak için kötüye
kullanılması” dır. Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı ise yolsuzluğu “Kamu güç, görev ve yetkisinin rüşvet,
irtikap, kayırmacılık, sahtekarlık ve zimmet yoluyla özel çıkar elde etmek için
kötüye kullanılması” olarak tanımlanmaktadır. Uluslarası Şeffaflık Örgütü,
yolsuzluğu sadece “kamu gücüyle” sınırlı olmayan herhangi bir görevin özel
çıkarlar için kötüye kullanılması olarak tanımlamaktadır.
Görüldüğü gibi yolsuzlukla rüşvet
arasında çok yakın bir ilişki var. Nitekim TCK’nun 252.Maddesine [2] göre rüşvet: “bir kamu görevlisinin,
görev gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle
vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır.” Bu tanımlama oldukça
açıktır ve ancak bir yolsuzluk ortamında görülebilecek şeyleri ifade
etmektedir.
Türk Ceza Kanunu rüşvet alma ve rüşvet vermeyi suç
saymaktadır. Bu suç ancak bir memur tarafından işlenebilir. Rüşveti oluşturan
başlıca öğeler ise; ilgili kişinin görevini kötüye kullanması, yolsuzluk
amacıyla hareket etmesi ve belirli bir çıkar sağlamasıdır.
Anlaşılıyor ki, rüşvet suçunun oluşması için memurun
görev alanına giren bir işin bulunması gerekiyor. Bu nedenle ceza uygulamasına
göre, memur sayılan birinin yapmak zorunda olduğu bir işi yerine getirmek
için maddi çıkar sağlaması "rüşvet" sayıldığı gibi, yasal
olarak yapmaması gereken bir işi maddi bir çıkar karşılığı yapması da rüşvet
suçu sayılmaktadır.
Aynı madde [3] şunu da belirtiyor:
“Rüşvet alan kamu görevlisi, dört yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. Rüşvet veren kişi de kamu görevlisi gibi cezalandırılır. Rüşvet
konusunda anlaşmaya varılması hâlinde, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.”
Maddenin açık ifadesinden [4] yola çıkarsak, Rüşvet alan veya bu
konuda anlaşmaya varan kişinin, yargı görevi yapan, hakem, bilirkişi, noter
veya yeminli mali müşavir olması hâlinde rüşvet suçunun ancak bir kamu görevlisinin
işleyebileceği bir suç olduğu ve bu suçu işleyen kamu görevlisine rüşvet
verenin, rüşvet alan kamu görevlisi gibi cezalandırılacağı sonucuna
varırız. Yani rüşvet verme ancak rüşvet alma suçu oluşmuşsa, o na bağlı
olarak cezalandırılıyor.
İşin kanun ve ceza yönü bu.
Kültürümüz, inancımız [5] da bu hastalıkla mücadele etmiş. O
kadar ki mülkten haksız mal edinenler doğrudan "ateş" le uyarılmışlardır.
Zira inancımıza göre, birinin malını
çalmak veya izinsiz olarak almak, şeref ve haysiyetini lekelemek, insanları
şakayla da olsa üzmek veya korkutmak, aldatmak, rüşvet [6] verip almak, borcunu geciktirmek veya
ödememek gibi hususlar, hep kul hakkını ihlâl etmek [7] olarak değerlendirilmiştir.
Mülk üzerinde o milletin tümünün hakkı vardır. Kul
hakkı yemenin en tehlikeli çeşidi, devlet ve vakıf mallarını haksız yere gasp
etmek ve uygunsuz bir şekilde kullanmaktır. Tehlikelidir çünkü sonunda pişman
olunsa bile helâlleşecek bir muhâtap bulamayacaktır. Zîrâ onda herkesin hakkı
vardır.
Bilhassa, insanlar arasında
hüküm vermek ve onları idâre etmek mevkiinde olanların, kul hakkı mevzuunda son
derece hassas davranmaları gerekmektedir. Aynı şekilde, hâkimin huzûrunda başka birinden hak talep eden
kişinin, gerçekten haklı olup olmadığını iyice düşünmesi îcâp [8] eder.
Günümüzün çağdaş devlet anlayışı da bundan başka bir
şey söylemiyor. Çağdaş devlet başkent kalesine ya da devlet binalarına kapanıp
kalmaz. Masa başından adaletsiz hükümler vermez. Hele hele
kendini yücelten, yaptığı işe hayran, verdiği karara âşık olan devlet artık çok
gerilerde kaldı. Memurunu itip kakmadığı gibi, vatandaş memnuniyetini de
önemser. Millete hizmet için var olduğunu unutmaz. İnsana değer verir, muhatap
alır, sabırla dinler adaletli davranır. Özenlidir, yapılması gerekeni görür ve gücünü sorun üretmek için değil çözümlere kullanır.
Bir çağdaş devletin, hele de "İnsanı yaşat ki
devlet yaşasın" inancına sahip bir siyasi iktidarın, kendi altını oyan,
içini boşaltan rüşvet ve yolsuzluk gibi toplumsal hastalıklara karşı sıfır
toleransla hareket etmesi beklenir. Bu arada “insana” hizmet eden
"memurunu” da ihmal etmemelidir. Zira bu konuda sadece kuralların yeterli
olmadığını, ahlak, saygınlık ve itibar gibi insani değerlerin de önemli
olduğunu anlamak çok zor olmasa gerektir.
------------------------
[1] Yolsuzluk, 4 Ocak 2009 tarihli Avrupa
Konseyi Yolsuzlukla Mücadele Özel Hukuk Sözleşmesi’nin 2. maddesinde;
“…doğrudan
doğruya ya da dolaylı yollardan rüşvet ve yasadışı bir menfaat temin eden
kişinin yürüttüğü görevlerin veya gerekli davranışların yasalara uygun bir
şekilde yerine getirilmesinde sapmalara yol açan rüşvet veya başka her türlü
yasadışı menfaatin talep edilmesi, teklif edilmesi, verilmesi ya da kabul
edilmesi” olarak açıklanmaktadır.
[2] Rüşvet, MADDE 252. - (3) Rüşvet, bir
kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya
yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır.
[3] Rüşvet, MADDE 252. - (1) Rüşvet alan
kamu görevlisi, dört yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Rüşvet veren kişi de kamu görevlisi gibi cezalandırılır. Rüşvet konusunda
anlaşmaya varılması hâlinde, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.
(2)
Rüşvet alan veya bu konuda anlaşmaya varan kişinin, yargı görevi yapan, hakem,
bilirkişi, noter veya yeminli mali müşavir olması hâlinde, birinci fıkraya göre
verilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
[4] Rüşvet, MADDE 252. - (2) Rüşvet alan
veya bu konuda anlaşmaya varan kişinin, yargı görevi yapan, hakem, bilirkişi,
noter veya yeminli mali müşavir olması hâlinde, birinci fıkraya göre verilecek
ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
[5] Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Bir kısım insanlar, Allâh’ın mülkünden haksız bir sûrette mal elde etmeye girişirler. Hâlbuki bu, kıyâmet günü onlara bir ateştir, başka bir şey değil.”
(Buhârî, Humus, 7)
[6] Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Aranızda
mallarınızı bâtıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını, bile
bile haksız yere yemek için, mallarınızı hâkimlere rüşvet olarak vermeyin.”
(Bakara, 188)
[7] Osman Nûri Topbaş, Faziletler
Medeniyeti-2, Erkam Yay.
[8] Zîrâ Fahr-i Kâinât (sav) Efendimiz şöyle
buyurur: “Ben sâdece bir beşerim. Sizler bana muhâkeme olmak üzere
geliyorsunuz. Belki biriniz, delilini getirmekte diğerinden daha becerikli
olabilir ve merâmını daha iyi anlatabilir. Ben de dinlediklerime göre o
kimsenin lehinde hüküm veririm. Kimin lehine kardeşinin hakkını alıp hüküm
vermişsem, ona cehennemden bir pay ayırmış olurum.” (Buhârî, Şehâdât, 27;
Müslim, Akdiye, 4)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder