16 Aralık 2013 Pazartesi

107 17 Aralık 2013 Salı 01:07 ANKARA HASTALIKLARI......................Rüşvet ve yolsuzluk

Rüşvet ve yolsuzluk


Devlet millet için, milletin kurduğu bir yapıdır. Yazılı hukuk kuralları, belirlenmiş statüler, ahlak kaideleri ve tarihten gelen geleneklerle yürür. 

Ama bu güçlü yapının harcı her zaman adalet olmuştur. O yüzden “Adalet mülkün temelidir” denmiş ya.

Mülkün temeli çürürse, taşıyıcı sütunlar zayıflarsa, devlet de yozlaşır. Var olan zayıflıklar güçlü yanları bozar. Arızalar iyice dışa vurur. Çünkü hastalık en ücra noktalarına kadar yayılmış, sosyal sancılar artık dayanılmaz hale gelmiştir.

İşte rüşvet ve yolsuzluk da tıpkı bir kanser dokusu gibi devleti içten içe çürüten hastalıklardan biridir. Ancak kötü görülmesine, ayıplanmasına, hatta suç sayılmasına rağmen her dönemde varlığını sürdürebilmiştir. Nerde devlet varsa ona musallat olmuş, iktidar gücüyle hayat bulup, adeta onun bir paraziti olarak bugüne kadar yaşayabilmiştir.

Rüşvet kelimesi sözlüklere göre; resmî işlerde kayırma karşılığında bir bedel alma ya da verme olarak tanımlanıyor.

Yolsuzluk konusunda bazı uluslararası kuruluşlar tarafından değişik [1] tanımlar yapılmıştır. Mesela Dünya bankasına göre yolsuzluk; “Kamu görevinin özel çıkar sağlamak için kötüye kullanılması” dır.  Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ise yolsuzluğu “Kamu güç, görev ve yetkisinin rüşvet, irtikap, kayırmacılık, sahtekarlık ve zimmet yoluyla özel çıkar elde etmek için kötüye kullanılması” olarak tanımlanmaktadır. Uluslarası Şeffaflık Örgütü, yolsuzluğu sadece “kamu gücüyle” sınırlı olmayan herhangi bir görevin özel çıkarlar için kötüye kullanılması olarak tanımlamaktadır.

Görüldüğü gibi yolsuzlukla rüşvet arasında çok yakın bir ilişki var. Nitekim TCK’nun 252.Maddesine [2] göre rüşvet: “bir kamu görevlisinin, görev gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır.” Bu tanımlama oldukça açıktır ve ancak bir yolsuzluk ortamında görülebilecek şeyleri ifade etmektedir.

Türk Ceza Kanunu rüşvet alma ve rüşvet vermeyi suç saymaktadır. Bu suç ancak bir memur tarafından işlenebilir. Rüşveti oluşturan başlıca öğeler ise; ilgili kişinin görevini kötüye kullanması, yolsuzluk amacıyla hareket etmesi ve belirli bir çıkar sağlamasıdır.

Anlaşılıyor ki, rüşvet suçunun oluşması için memurun görev alanına giren bir işin bulunması gerekiyor. Bu nedenle ceza uygulamasına göre, memur sayılan birinin yapmak zorunda olduğu bir işi yerine getirmek için maddi çıkar sağlaması "rüşvet" sayıldığı gibi, yasal olarak yapmaması gereken bir işi maddi bir çıkar karşılığı yapması da rüşvet suçu sayılmaktadır.

Aynı madde [3] şunu da belirtiyor: “Rüşvet alan kamu görevlisi, dört yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Rüşvet veren kişi de kamu görevlisi gibi cezalandırılır. Rüşvet konusunda anlaşmaya varılması hâlinde, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.

Maddenin açık ifadesinden [4] yola çıkarsak, Rüşvet alan veya bu konuda anlaşmaya varan kişinin, yargı görevi yapan, hakem, bilirkişi, noter veya yeminli mali müşavir olması hâlinde rüşvet suçunun ancak bir kamu görevlisinin işleyebileceği bir suç olduğu ve bu suçu işleyen kamu görevlisine rüşvet verenin, rüşvet alan kamu görevlisi gibi cezalandırılacağı sonucuna varırız. Yani rüşvet verme ancak rüşvet alma suçu oluşmuşsa, o na bağlı olarak cezalandırılıyor.

İşin kanun ve ceza yönü bu. Kültürümüz, inancımız [5] da bu hastalıkla mücadele etmiş. O kadar ki mülkten haksız mal edinenler doğrudan "ateş" le uyarılmışlardır.

Zira inancımıza göre, birinin malını çalmak veya izinsiz olarak almak, şeref ve haysiyetini lekelemek, insanları şakayla da olsa üzmek veya korkutmak, aldatmak, rüşvet [6] verip almak, borcunu geciktirmek veya ödememek gibi hususlar, hep kul hakkını ihlâl etmek [7] olarak değerlendirilmiştir.

Mülk üzerinde o milletin tümünün hakkı vardır. Kul hakkı yemenin en tehlikeli çeşidi, devlet ve vakıf mallarını haksız yere gasp etmek ve uygunsuz bir şekilde kullanmaktır. Tehlikelidir çünkü sonunda pişman olunsa bile helâlleşecek bir muhâtap bulamayacaktır. Zîrâ onda herkesin hakkı vardır.

Bilhassa, insanlar arasında hüküm vermek ve onları idâre etmek mevkiinde olanların, kul hakkı mevzuunda son derece hassas davranmaları gerekmektedir. Aynı şekilde, hâkimin huzûrunda başka birinden hak talep eden kişinin, gerçekten haklı olup olmadığını iyice düşünmesi îcâp [8] eder.

Günümüzün çağdaş devlet anlayışı da bundan başka bir şey söylemiyor. Çağdaş devlet başkent kalesine ya da devlet binalarına kapanıp kalmaz. Masa başından adaletsiz hükümler vermez. Hele hele kendini yücelten, yaptığı işe hayran, verdiği karara âşık olan devlet artık çok gerilerde kaldı. Memurunu itip kakmadığı gibi, vatandaş memnuniyetini de önemser. Millete hizmet için var olduğunu unutmaz. İnsana değer verir, muhatap alır, sabırla dinler adaletli davranır. Özenlidir, yapılması gerekeni görür ve gücünü sorun üretmek için değil çözümlere kullanır.

Bir çağdaş devletin, hele de "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" inancına sahip bir siyasi iktidarın, kendi altını oyan, içini boşaltan rüşvet ve yolsuzluk gibi toplumsal hastalıklara karşı sıfır toleransla hareket etmesi beklenir. Bu arada “insana” hizmet eden "memurunu” da ihmal etmemelidir. Zira bu konuda sadece kuralların yeterli olmadığını, ahlak, saygınlık ve itibar gibi insani değerlerin de önemli olduğunu anlamak çok zor olmasa gerektir.

------------------------
[1] Yolsuzluk, 4 Ocak 2009 tarihli Avrupa Konseyi Yolsuzlukla Mücadele Özel Hukuk Sözleşmesi’nin 2. maddesinde;
“…doğrudan doğruya ya da dolaylı yollardan rüşvet ve yasadışı bir menfaat temin eden kişinin yürüttüğü görevlerin veya gerekli davranışların yasalara uygun bir şekilde yerine getirilmesinde sapmalara yol açan rüşvet veya başka her türlü yasadışı menfaatin talep edilmesi, teklif edilmesi, verilmesi ya da kabul edilmesi” olarak açıklanmaktadır.
[2] Rüşvet, MADDE 252. - (3) Rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır.
[3] Rüşvet, MADDE 252. - (1) Rüşvet alan kamu görevlisi, dört yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Rüşvet veren kişi de kamu görevlisi gibi cezalandırılır. Rüşvet konusunda anlaşmaya varılması hâlinde, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.
(2) Rüşvet alan veya bu konuda anlaşmaya varan kişinin, yargı görevi yapan, hakem, bilirkişi, noter veya yeminli mali müşavir olması hâlinde, birinci fıkraya göre verilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
[4] Rüşvet, MADDE 252. - (2) Rüşvet alan veya bu konuda anlaşmaya varan kişinin, yargı görevi yapan, hakem, bilirkişi, noter veya yeminli mali müşavir olması hâlinde, birinci fıkraya göre verilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
[5] Rasûlullah (sav) buyurdular: “Bir kısım insanlar, Allâh’ın mülkünden haksız bir sûrette mal elde etmeye girişirler. Hâlbuki bu, kıyâmet günü onlara bir ateştir, başka bir şey değil.” (Buhârî, Humus, 7)
[6] Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Aranızda mallarınızı bâtıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, mallarınızı hâkimlere rüşvet olarak vermeyin.” (Bakara, 188)
[7] Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti-2, Erkam Yay.
[8] Zîrâ Fahr-i Kâinât (sav) Efendimiz şöyle buyurur: “Ben sâdece bir beşerim. Sizler bana muhâkeme olmak üzere geliyorsunuz. Belki biriniz, delilini getirmekte diğerinden daha becerikli olabilir ve merâmını daha iyi anlatabilir. Ben de dinlediklerime göre o kimsenin lehinde hüküm veririm. Kimin lehine kardeşinin hakkını alıp hüküm vermişsem, ona cehennemden bir pay ayırmış olurum.” (Buhârî, Şehâdât, 27; Müslim, Akdiye, 4)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder