7 Ocak 2024 Pazar

07 Ocak 2024 Pazar TORUNLARIMA MEKTUPLAR..............................ANILAR; 07 Ocak



7 Ocak 2013
KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER…(Bardağın dolu tarafı)
Yapabilsem hep güzel, canlı, renkli ve umutlu şeyler söylemek, yazmak isterdim. Ülkeme bakıp onun her köşesi birbirinden güzel eşsiz güzelliklerinden dem vurmak hiç tükenmeyecek bir hazine olurdu mesela. Balkan türkülerinden yola çıkar, zeybekle havalanır, harmandalı oynardım.



Özay Gönlüm'ün neneden toruna mektubuyla gülümser, teke zortlatmasıyla neşelenirdim Toroslarda. Bozkırın tezenesiyle avaz eder, karadeniz kemençesine uyup hamsi gibi zıplardım. Tulum çalınca atmaca gibi süzülür, tahta ritmi ve akordionla yerimde duramazdım. Halaylarla coşar, bir Dadaş gibi kasılır, Gakkoş gibi yaslanırdım Harput'a. Hele gönlümün sağ alt köşesindeki sıra gecelerini hiç kaçırmazdım yapabilsem. Daha da neler neler.

Dünyanın incisi İstanbul'u, İzmir'i, Bursa'sı, Konyası, Egesi, Akdenizi, köyü, kasabası. Türkü, kürdü, lazı, macırı, manavı, yörüğü, türkmeni, çerkezi, gürcüsü ve daha ne türlü türlüsü. Sanki renkli bir gül bahçesi gibi ülkem. Göğünde al bayrağım, semaya uzanmış minarelerim. Daha ne diyeyim size. Her biri birbirinden güzel, hoş şiveleri, lehçeleri ve ana dilleri ile yurdum insanı ve vatanımı yazıp çizmek isterdim işte. Ya bu toprakların insanlarının o bitip tükenmez yürek zenginlikleri ? Onları öğrenmek için bile ömrüm yetmezdi.
Belki de durup şöyle bir etrafıma bakmak ne iyi olurdu. Her an içinde olduğum, ama göremediğim şükredilesi nimetleri saymak isterdim bir bir. Bu dünyanın hatırına döndüğüne inandığım iyilik ve güzellikleri paylaşmak belki ağlatırdı beni ama olsun. O göz yaşları da anlatılabilirdi. Seher vakti ellerini kaldırmış dua eden bir mü'minin gözyaşlarını tarif etmek isterdim mesela.
Allah aşkını, Kur'an mucizesini, Resulullah sevgisini aktarmak isterdim herkese, herşeye. Üstad Necip Fazıl'ın haykırışını duyurmak isterdim kalabalıklara: "Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak: Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden, Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden"
Neden mi ? Sevgiden. Bir babanın evlatlarına sevgisi gibi. Bir abinin kardeşlerine sevgisi gibi. Sevenin sevilene sevgisi gibi. Üstün Dökmen'in ifadesiyle mutsuz olmayı, şuna buna söylenmeyi, karamsarlığı öylesine derinden öğrenmişiz ki, “Bu ülkede yaşanmaz” ve nihayet “Batsın bu dünya” demeye hakkımız olduğunu düşünüyoruz.
Hayır. Elbette bardağın dolu tarafı da var. Hem de daha fazla. Mesela “Batsın bu dünya” ve onun gibi bir çok ölümsüz şarkısıyla Orhan Gencebay aslında bir umut ve direnme gücü vermiştir insanımıza. Onun gibi onca çalanımız, söyleyenimiz, yazanımız var çok şükür. Mevlana'dan Yunustan söz etmedim bile.
Bırakalım bunları siz bir bebeğin gözlerine dikkatle baktınız mı hiç? Eğer saflığı, masumiyeti ve güzelliği göremedinizse ne olur ilk fırsatta bir daha bakın. Sizi titretecek kadar ötelerden ve derin bakarlar. Bir çiçeğin nasıl olup ta bu kadar güzel renklerle donanmış olduğunu, arının bıkıp usanmadan doldurduğu bal peteğinin lezzetini, annenin evladına sevgisini, yavrularını ağzından besleyen kuşları, adalet duygusunu, bir işçinin anasının sütü kadar temiz emeğini, bir esnafın helal kazancını..daha sayayım mı ? Soluduğumuz havayı, içebildiğimiz suyu, kendimizi içeriye attığımızda "evim evim güzel evim" dediğimiz o sıcacık yuvayı, bize hoş geldin diyen sevgi dolu gözleri, illa ki bacaklarımıza dolanan çocuklarımızı, torunları , elleri öpülesi anneleri, neneleri, dedeleri anlatmak isterdim biteviye.
Nikos Kazancakis'e atfen şöyle denir: ''Dünyada çiçek, çocuk ve kuş olduğu sürece korkma; her şey yolunda demektir.'' İnşallah öyledir. Doğrusu buna yürekten inanmak isterdim.
Sizin aklınıza gelen tabi ki de sorulmuş: “İyi de o zaman bu polyannacılık olmaz mı?” “İyimserlik, küçük şeylerden mutlu olmak polyannacılık değil mi?" Üstün Dökmen bu görüşte iki hata olduğunu söylüyor. Birincisi “iyimserlik eşittir polyannacılık” iddiasıdır ki bu doğru değildir. İkincisi "polyannacılık kötü mü ?" Kayba uğradığımızda, elimizde kalanları fark etme ve sevinme becerisinin neresi kötü ? Yerinde kullanıldığı sürece, kişiyi kaygıdan, sıkıntıdan korur, kişinin yarına kalma ihtimalini arttırır. Bu kendini avutmak değil, bardağın dolu yanını fark etmektir. Sonuçta değiştiremeyeceğimiz kayıplar karşısında, karamsarlığa düşmek yerine yaşama sevincimizi kaybetmemektir.
Bu yükle öleceksin dedim hamala,
ölüm kolay sen umuttan haber ver dedi.
UMUT varsa vur yükü sırtıma...!
Sizce bu hamal Polyanna'cı mıdır ? Sanmıyorum. Adını bile duymamıştır. Küçük umutlarını ölüme değişmeyen bir koca adam o. Sezai Karakoç'un dediği gibi:
Umutsuzluk yok!
Gün gelir
Gül de açar...Bülbül de öter...
Bir Çin atasözü şöyle diyormuş: "Tanrım, bana değişebileceğim şeyleri değiştirme gücü ver. Değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmemi sağla. İkisini ayırt edebilmem için de akıl ver."

NE DÜŞÜNÜYORUM -I- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

7 Ocak 2014

Orda bir ev var uzakta
Anadolunun bir şehrinin, bir ilçesinin bir mahallesi ya da köyünde eskilik bir ev. O küçücük evde iki yaşlı insan, biri iki büklüm, diğeri koca çınar.

Topu topu bir buçuk göz evleri var. Oturdukları, yattıkları, misafir kabul ettikleri yer mutfakla bir. Pencere kenarında tahtadan divan. Oturup, bir türlü gelemeyenleri bekledikleri. Bir köşede kuzineli soba, üstünde bir güğüm. İçinde su, her daim sıcak.
Ev kerpiçten, beyaz kireç badanalı. Hemen bitişiğinde bir baraka, kırık dökük yamalı, dam dedikleri. İçinde bir inek, ihtiyar boz eşek ve birkaç tavukla horoz.
Hacı Nadir, eşi Gülbeyaz. Birlikte çalışıp, birlikte yaşlanmışlar. Çocukları, torunları olmuş boy boy. Okutmuşlar evlatlarını, düğün etmişler, dört el yedi dönüm tarla ile. Şimdi hepsi uçup gitmiş, uzak bir yerlerdeler. Ekmek davası, büyük şehirlerde koşturup duruyorlar. Bayramlarda, yazın gelebilirlerse iyi, sarılıp koklaşıyorlar. Gelemezlerse de sağlık olsun. Dua ediyorlar arkalarından. Beyaz sakaldan, buruş buruş olmuş yanaklardan süzülüveriyor gözyaşları.
Aslında dinleyen olsa anlatacakları çok şeyleri var. Torunlarına hikayeler, oğullarına dersler, gelinlerine tarifler. Sonra seferberlik, askerlik anıları, hele de köyde olup bitenler. Evlenenler, çocukları olanlar, hastalananlar ve de ölenler…
Gelenler gidiyor elbet. Sayılı gün çabuk geçiyor. Kalıyorlar iki hacı, iki hayat yoldaşı, iki büyük insan. Küçük bir dünyanın başrollerinden habersiz iki büyük oyuncusu. Dalıyorlar yine yalnızlıklarına. Birbirlerine abdest suyu döküyorlar beş vakit. Kur'an sayfaları eskimiş okunmaktan. Postekiden seccade, tesbih hep ellerinin altında. Dillerinde duanın binbir türü. Birbirlerine yaslanıp, birbirlerine eklenerek bekliyorlar emri hakkı.
Onlar kim mi ? Onlar senin, benim, bizim analarımız, babalarımız, nenelerimiz, dedelerimiz. Onlar topraktan kopamayan, yüzünü toprağa dönmüş, kökleri damar damar koca çınarlar. Onlar bir asra yakın ömürlerinde yenilmemiş, yıkılmamış, çok çalışıp az yemiş, çok ağlamış az gülmüşler. Ama helalinden kazanıp hayırlı evlat yetiştirmiş, torun torba sahibi olmuş kaynak suyu pınarlar. Onlar küçük dünyaların büyük insanları.

Yüreğimin sesi-I- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.



Yağmur vurur pencereme
Tıpır tıpır seslerine
Dalmışken bu güzelliğe
Kar düşer yüreğime
Şu gökyüzünden inip gelen tatlı su
Acep hangi ulu deryanın buğusu
Damla damla deliyorken ruhumu
Emzirip besliyor kalan her mahluku
Ardı sıra günlük kelebekler gibi uçuşarak
Sanki çocukların sevinciyle de yarışarak
Kar taneleri iniyor bu defa aynı gök kapısından
Düştüğü yeri örtüyor, ak edip boya fırçasından

Yüreğimin sesi-I- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

Kar yağarken lapa lapa bu şehre
Bazısı telaşta, kimisinde endişe
Tül tül dolmakta etraf çepeçevre
Bembeyaz bir örtü seriliyorken yere
Nedensiz helecanlar tozuyor serde
Yürekler aşka açık, hayaller sereserpe
En neşelimiz çocuklar
Çıkıp kartopu oynayacaklar
Belki kardan adam da olacak
Doyasıya eğlenip, kayacaklar
Yine de hepsinde aynı merak:
Dua gibi "Ah bir tatil olsa okullar !"
Sürücüler gergin bekler
Nasıl gidip gelecekler ?
Zordur böyle anlarda sefer
Kar araçları yollarda, yine de..
Zincir ister, illâ kar lastiği gerek
Bir de kocaman, sıcacık bir yürek
Ya zorunlu işe gidecekler ?
Sıcak yataklarından kalkıp
Trafikle cedelleşecekler
Yoğun iş, koşturmaca saatler
Dışarda yağan kar, soğuk..
Eve kar baygını dönecekler
En zoru da kırlık yerler
Kar örtüsü kalkmaz köyler
Odun yoksa tezek yakar
Soğan keser çorba içer
Hayvanıyla birlik yaşar
Osman dayı, Ayşe teyzeler
 


Yüreğimin sesi-II- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.


Kar yağıyor, bembeyaz her yer
Uçuşan tüller gibi inen taneler
Henüz uykuda, üşümesin laleler
Kar ak bir yorgan gibi örtüp de gitsin
kalmasın hiçbir hayvan, ölmesin kuşlar
Karla birlikte hepsi bir telaş rızık arıyorlar
Onlarla yaşıyoruz, kendi halinde dostlar
Beyaz örtü üstünde ver ki beslensin gitsin
Bu alemi kirleten kim? Suçlusu bizler
Yanı sıra ortada bütün o çirkinlikler
Utanıyorum ama, hiç görünmesinler
Yağan karla birlikte hepsi silinip gitsin
Kışın grip salgınları ne masummuş!
Terör ve savaş; ondan çok mel'unmuş
Duyduk ki; kar hastalıkları kırıyormuş
Yağsın da o mikroplar yok olup gitsin
Kar şifadır taşımıza toprağımıza
Doyurur, geçit vermez kuraklığa
Böyle demişler gökten inen kara
Çimler ekinleri, fidanlar içsin gitsin
Olmasa kar çıplak kalır dağlar
Akmaz dereler, çağlamaz sular
Süzülsün, göz göz olsun ak pınarlar
Çeşmeler şen, olukları aksın gitsin
Garip gureba da açık kalmasın
Hiçbir yetim öksüz darda olmasın
Nimet üstlerine hep kar gibi yağsın
Rahmetle gelsin de, bereketle gitsin 

08 Ocak 2021 22:30 Cuma CORONA GÜNLERİ......................................Dilimize gelenler

Ne var ne yok?

Bu deyim bizde ciddi bir cevap beklenmeyen ani karşılaşma durumlarında duyuluyor. Meselâ: “Ne var ne yok bilader?”, “iyilik, senden n’aber?”, “Ne olsun? Aynı beyaa!” türünden bir diyalog çeşidi.

Bugünlerde “Ne var ne yok?” sorusuna genellikle “N’olsun işte? Pahalılık enflasyon zamlar felan…Allah hayırlısını etsin” cevabı veriliyor. Karşısındaki de “Öyle, öyle. Sağlık olsun, inşallah bir an evvel düşer de kurtuluruz” şeklinde tamamlıyor konuşmayı. Selamlaşıp gidiyorlar; sahne bu.

 

Madem mizahla başladık öyle sürdürelim. Kuşkusuz insanlar arası diyalog türleri kişiden kişiye, yöreden yöreye, erkekten kadına değişebiliyor. Pahalılığın ve yağmur gibi yağan zamların üzerimizdeki baskısını, hayatımıza karabasan gibi çöküşünü herkes kendine göre şikayetlenebiliyor. Özellikle de konuşma ihtiyacı duyan ama biraraya gelemeyen kadınlarda olumsuz etkileri daha fazla.

 

Örneğin “Ne var ne yok?” sorusu bugünlerde bir hemcinsi tarafından ev hanımı arkadaşına sorulsa büyük ihtimalle şöyle bir cevap alabilir: “Ay hayatım! Bu pahlılık da aynı kaynana gibi!..Yok bütçeni aşma!..Dışarı çıkma!..Alışveriş yapma!..Yok vitrinlerden iki metre uzakta dur!.Misafir çağırma!.Tövbe Tövbe!..”

Corona kelimeleri

Pandemi yaşamımıza girdi gireli ne çok şeyi değiştirdi. Bir yıldan beri bütün dünya bir değişim içinde. Sağlık sistemleri bocaladı, hala da altından kalkılabilmiş değil. Ekonomiler sallandı, henüz bir toparlanma yok. Çalışma biçimlerimiz değişti, evden çalışma bir daha çıkmamacasına hayatımıza girdi. 

Siyasetin ilk gündemi oldu, uzun bir süre daha ilk üç sırada olacağa benziyor. Eğitim uzaktan yapılır oldu, eba’lı, zoom’lu, tabletli bir süreç içindeyiz. Sosyal hayat baştan ayağa etkilendi, günlerimiz eskiyi özlemekle geçiyor.     

Bir şeyi daha etkiledi bu corona günleri: iletişim şekillerimizi. Video konferanslı toplantılardan, whatsapptan görüntülü görüşmelere, klasik özel mesajlaşmalardan çevrimiçi grup iletişimine kadar pek çok şeyi şu anda doğal olarak yapıyoruz. Corona salgın süreci kullandığımız kelimelere de yansımış durumda. Meselâ; “Zoom-room” evin video konferanslara ayrılmış köşesi demek oluyor. “Morona”kelimesini duyarsanız “corona morona” tekerlemesi sanmayınız. Kendisi koronavirüs salgını nedeniyle veya sırasında aptalca davranan kişi için kullanılıyor.

Çok kısa bir süre içinde, virüsü anlaşılır kılmak için yeni yeni kelimeler, kavramlarla tanıştık.  Corona, yeni tip koronavirüsü, Covid-19, TMM: Temizlik-Maske-Mesafe, Evde kalmak, sosyal mesafe, karantina, izolasyon, entübe olmak gibi daha bir sürü şey. Bu yeni kavram ve kelime dağarcığı, birdenbire günlük hayatımızın bir parçası oldu. Salgınla gelen değişiklikleri anlamamıza, uyum göstermemize yardımcı oldular.

Temelde Covid-19’a gösterdiğimiz doğal tepki; bu kelimeler yoluyla teselli bulmaya dönüştü. Zira kullandığımız dil bizi iyileştirmese bile, sorunlarla baş etmemize yardımcı oluyor. Medya, siyasiler, uzmanlar uyarı ve önerilerini aktarıyor, bizler de onların baskın rolüne bazen direnerek ama çoğunlukla da itaat ederek ayak uydurmuş oluyoruz işte.

Şu anda kullandığımız kelimelerin çoğu aslında daha eski. Örneğin, ilk olarak 1957'de kullanılan sosyal mesafe, başlangıçta fiziksel bir terimden ziyade bir tutumu ifade ediyormuş. Bir yabancılaşma ya da kendini sosyal olarak başkalarından uzaklaştırmak için başvurulan bir tutum. Halbuki şimdilerde bunu virüsten korunmak için kendimizle başkaları arasında fiziksel bir mesafe olarak anlıyoruz.

“Work from home” (Evden çalışma) kavramı da 1995 yılına dayanıyormuş. Bu kavram çoğumuz için bir yaşam biçimi haline gelmeden önce çok az kişi tarafından biliniyordu. “Kişisel Koruyucu Donanım” da neredeyse 1977'den kalma. Ancak daha önce yalnızca sağlık görevlileri ile sınırlıydı. “İzolasyon” 1800'lerde kendilerini politik ve ekonomik olarak dünyanın geri kalanından ayırmayı tercih eden ülkeler için kullanılıyormuş.

Salgın ve pandemi her ikisi de 17. yüzyılda ortaya çıkmış kelimeler. Kara veba ilk olarak 1600'lerin başında kullanılmış. Kara veba ile eşanlamlı olan Kara Ölüm ise şaşırtıcı bir şekilde, 1755'e kadar kullanılmamış. Ortadoğu ve Asya’da çok eskiden beri bilinmekte olan kendi kendini karantinaya alma olayı Avrupada ancak İngiltere’de Eyam köyü sakinlerinin, 1665-1666 yıllarındaki veba salgını sırasında, karantina kararı alarak, altı ay boyunca kendilerini izole etmesi ile gerçekleşmiş.

Koronavirüsün ilk olarak 1960’larda keşfedildiğini biliyor muydunuz? Şaşırmayınız. 1968'de Nature gazetesinde ilk kez tanımlanmış. Ancak 2020'den önce, bu terimi bilim insanlarının dışında pek az insan duymuştu.

Koronavirüs ile ilgili olarak kullanılan kelimeler değişen bağlamlara, algılara ve endişelere dair bizlere ipuçları veriyor. Koronavirüs terminolojisinde tıbbi söylemden küresel söyleme doğru bir geçiş mevcut. Genellikle mizahi amaçlarla yaratılan bu dilsel oyun kısmen de olsa insanları korona günlerinde birbirlerine yakınlaştıracak ve hatta süreçle başa çıkmalarına bir nebze de olsa katkı sağlayacak.(*)

--------------------------

(*)Yasemin Giritli Inceoğlu, BİA Haber Merkezi, 07 Ekim 2020,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder