132 20 Şubat 2014 Perşembe 23:30 ESKİMEYEN KELİMELER..........Sabır, Şükür, İtaat, İmtihan
Sabır
Sözlükte "dayanma, dayanıklılık" gibi anlamlara gelen sabır, ahlâkî bir kavram olarak, başa gelen musibetlerden dolayı Allah'tan başka kimseye şikâyetçi olmamak, yakınmamak, sızlanmamak; nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen şeyler karşısında sükûnet ve dayanma gücü göstermektir.Sabır kavramı Kur’an’da yetmişten fazla âyette geçmektedir. Diğer ahlâkî faziletlere de kaynaklık etmesi sebebiyledir ki Kur’an’da[1] müminlere ısrarla sabırlı olmaları emrolunmuştur. Kur’an-ı Kerim’de; İyi işler yapıp birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kurtuluşa erecekleri haber verilmiştir.[2] Mümin belâ ve musibetlere karşı sabırlı olduğu kadar dinin emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınma konusunda da sabırlı olmalıdır.[3]
Hz. Musa İsrail Oğullarına, "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin" [4] tavsiyesinde bulunmuş, Hz. Lokman da oğluna; "“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret, kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir; bu azim ve kararlılık göstermeye değer bir şeydir" [5] diye öğütte bulunmuştur. Ayrıca Cenab-ı Hak, başına gelen belalara sabırla katlandığı için Hz. Eyyub'u, "O ne güzel kul" [6] buyurarak övmüştür.
Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in ömrünün neredeyse tamamı ızdırap ve sıkıntılarla geçmiş olmasına rağmen çevresindekilere daima sabrı tavsiye etmişlerdir. Kendisi de "Sabret ve senin sabrın ancak Allah'ın yardımıyladır" [7] ilâhi buyruğuna uyarak hayatı boyunca sabır konusunda ümmetine örneklik etmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.); “Sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet hiç bir kimseye verilmemiştir” [8] buyurmaktadır. Acı bir olayla karşılaşıldığında ilk anda gösterilen sabır önemlidir.[9]
Sabır; Boyun Eğmek Değildir, Sabır Mücadele Etmektir..! Sabır, nefse ağır gelen şeylere katlanmak, bir hakkı müdafaa etmek, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, musîbetlere karşı sabretmektir. Güçlükler karşısında paniğe kapılmayıp, sabredenlerin mükâfatının hesapsızca verileceği müjdelenmiş ve onlar övülmüştür.[10]
Şükür
Sözlükte "karşılığını vermek, yapılan iyiliği dile getirmek ve sahibini övmek" anlamına gelen şükür, ahlâk kavramı olarak, yapılan iyiliğin kadir ve kıymetini bilip makbule geçtiğini dile getirmek, iyilik edeni övmek; nankör olmamak demektir.Şükür üç şekilde ifa edilebilir: Kalp ile, (nimeti vereni tanımak ve O’na iman edip tasdik etmek); dil ile, (nimeti vereni anmak, övmek ve O’na şükretmekle); fiil ile. (Allah'ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmekle) Şükredene şâkir, Allah'a yeterli şükürde bulunamayacağının idrakine erip çok şükreden kimseye şekûr denir.
Kulları arasında Allah'a hakkıyla şükreden (şekûr) [11] azdır. Şükür, nimetin artmasına vesile olur [12]. Azap edilmeme sebebidir. [13] Bir kimsenin yaptığı iyiliğe karşı teşekkür etmek ahlâkî bir görevdir. İyilikte bulunanı övmek ve ona dua etmek te bir teşekkürdür. İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükretmemiş olur.[14]
Şükür, kulluğun özüdür. Sadece iyiliklere, güzelliklere erişmenin değil kötülüklerden, zorluklardan kurtulmanın da nimet olduğunun farkına varması, “Kahrın da hoş lütfun da” diyebilmesidir. [15] Şükür, insanın, kendisini en güzel biçimde yaratan ve sayılamayacak kadar çok nimetle kuşatan Rabbi’ne teşekkürüdür. Ailesinden eşine dostuna, boğazından geçen lokmadan evine aldığı eşyaya kadar sahip olduğu her şeyi Yüce Allah’ın bahşettiğini bilmesi ve O’na her an minnettar olmasıdır.
Kul, Allah'ın lütuf ve nimetlerini dile getirir ve O'nu överse şükretmiş olur. Ancak esas şükür verilen nimetleri yerli yerince kullanmaktır. Her nimetin şükrü kendi cinsindendir. Malın şükrü zekât vermek, ilmin şükrü insanlara doğru bilgileri aktarmak, bedenin şükrü, Allah’a ibadet etmek ve insanlığın yararına faydalı işler yapmaktır.[16] Bu da nimeti bilme, elde edilen nimetten dolayı sevinç duyma, nimete karşılık olarak yapılması gerekeni dil, beden ve kalp ile [17] yerine getirmek suretiyle olur.
Şükür yapılan iyiliğe, verilen nimete karşı nimet sahibine hoşnutluğunu ifade ederek ona değer vermektir. [18] Nimetlere şükür Allah’ın emirlerine itaat etmekle gerçekleşir.[19] Nitekim Kur'an’da; “Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin. ”buyurulmaktadır.
Şükür “karşılığını vermek, yapılan iyiliği dile getirmek, yapılan iyiliğin kadir ve kıymetini bilip makbule geçtiğini dile getirmek, iyilik edeni övmek; nankör olmamak” demektir. Esas şükür verilen nimetleri [20] yerli yerince kullanmaktır. O halde insanın, bunca nimetleri kendisine ihsan eden Rabbine şükretmemesi nankörlük olur. [21] Şükür, nimeti vereni bilerek onun bütün emir ve yasaklarına uymakla gerçekleşir.
Şükür, verilen nimetleri yerli yerinde kullanma, Allah Teâlâ’ya, verdiği nimetlerle isyân etmeme, nimetleri kullanırken vereni unutmama; [22]görülen iyiliğe karşı teşekkür etmektir. Nimetin kıymetini bilmeyip nankörlük etmek, elden çıkmasına sebeptir. Şükür ise, devamına ve artmasına [23] vesile olur.
Bizleri insan olarak yaratıp akıl nimeti ile diğer canlılardan üstün kılan ve ilahi kitaplar göndererek yolumuzu aydınlatan Allah’a şükretmek en önemli kulluk görevimizdir. Nefes alıp verirken bile Allah’ın iki nimetine birden mazhar olmaktayız. Yaratılışındaki sadeliği ve temizliği korumuş olan her insan kendisine yapılan en küçük iyiliğe karşı duyarsız olamaz.
İtaat
Sözlükte "boyun eğmek, yumuşak davranmak, birinin isteğine, emir ve yasağına isteyerek uymak olarak geçmektedir. Dîn ıstılahında ise, Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına isteyerek uymak, yapılmasından dolayı sevap elde edilen her hangi bir ameli yapmak" anlamındadır.İnsanların ve cinlerin itaat ve isyân edebilmelerine karşılık meleklerin ve diğer varlıkların sadece itaatleri söz konusudur. Kur'ân'da itaat, övme ve yerme ifadesi olarak kullanılmıştır. İtaat edilenler açısından itaat emredilmiş veya yasaklanmıştır. Allah'a, Peygambere ve emir (yönetim gücü) sahiplerine itaat edilmesi emredilmiş, [24] bu emre uyanlar övülmüş ve kendilerine mükâfat va'd edilerek itaat teşvik edilmiştir.
Allah'a ve Peygamberine itaat: Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına, tavsiye ve hükümlerine, helâl ve haramlarına uymaktır. Allah'a ve Peygambere itaati birbirinden ayırmak mümkün değildir. Allah'a itaat eden Peygambere, Peygambere itaat eden de Allah'a itaat etmiş [25] lur. Peygamberler itaat edilsinler [26]diye gönderilmişlerdir.
Peygambere itaat eden doğru yolu bulur ve merhamete mazhar [27]olur. Allah'a ve Peygambere itaat; îmânın[28], itaatten yüz çevirmek ise nifakın[29] sonucudur. Kur'ân'da; Allah ve Peygambere itaat edenlerin kurtuluşa erecekleri[30], itaat etmeyenlerin ise pişman olacakları bildirilmiştir.[31]
Emir (ülû'l-emr) sahiplerine [32]itaat; iş, emir ve buyruk sahibine itaat demektir. "Ülû'l-emr" ile kast edilenlerin; râşit halifeler, devlet başkanları, komutanlar, yöneticiler ve bilginler olduğu söylenmiş ise de bu tabir; askerî, resmî ve sivil her seviyede yönetmek, idare etmek ve emretmek durumunda bulunan bütün yöneticileri kapsar.
Ma'ruf olan şeylerde [33]emir sahibine itaat, peygambere itaat [34]gibidir. Ana-babalar, öğretmenler, ustalar, iş verenler ve yönetmek durumunda olanlar, "ülü'l-emr" kavramına dahildirler.
İtaatin söz konusu olabilmesi için bir emrin, isteğin, telkinin ve tavsiyenin veya bir yasağın bulunması gerekir. Emir, telkin, tavsiye veya yasak olmadan bir insanı taklit etmek, ona uymak vb. davranışlar Kur'ân'da ittibâ' kavramı ile ifade edilmiştir.
Kur'ân'da Allah'a, Peygambere ve emir sahiplerine itaatin emredilmesine karşılık, dînî konularda kâfir[35], müşrik[36], münafık [37] ve ehl-i kitaba [38], bozguncu, günahkâr, müsrif, yalancı ve yalanlayıcı insanlara itaat edilmesi yasaklanmıştır.[39]
İmtihan
İmtihan kelimesi mihnet kökünden gelir. Mihnet ise, sıkıntı, acı demektir. Dolayısıyla, acı ve sıkıntı, imtihan listesinin başında yer alması gereken bir sorudur.Dünya imtihanı, zıt duyguların varlığını gerektirir ki, insanoğlu özgür iradesini hangi tarafa kullanırsa ona göre bir değer veya değersizlik kazansın. Aklın, vicdanın sesi, kulağı olan iyi duyguların karşısında; nefsin, şeytanın sesi olan kötü duyguların olması âdil bir imtihanın şartıdır. Bu duyguların ortaya çıkması için imtihan/mihnet, acı, sıkıntı gerekir.
İmtihanın en büyük maksadı, bilenlerle bilmeyenleri, çalışkanlarla tembel olanları, aklını kullananlarla kullanmayanları birbirinden ayırt [40]etmektir.
Altın ile bakırın, elmas ile kömürün birbirinden ayrılıp ortaya çıkması için madenlere ateş vermek gerektiği gibi, insanların ruh ve nefis cevherinde bulunan değişik ulvî ve süflî duyguların ortaya çıkması için, imtihan ateşine ihtiyaç vardır.
Bu sebepledir ki, insanlık camiasında, bir yandan melek gibi, diğer taraftan şeytanlaşmış insanlar ortalarda geziyor. Böyle zıtlarla örülü bir ortam olmasaydı, ne Hz. Ebu Bekir (ra) gibi -insanlık camiasını şereflendiren- bir sadakat ve dürüstlük timsali, ne de Müseyleme-i Kezzap gibi -insanlığın yüz karası- bir yalan makinesi ortaya çıkabilirdi. Demek ki, cennet adam istediği gibi, cehennem de adam istiyor.
Ancak bilinmesi gereken bir husus da şudur ki, cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değildir. Gerçekten Allah’ın bütün işlerinin adalet ve merhamet dolu olduğuna tam iman etmeden, O’na güvenmeden, O’na teslim olmadan cennete girmek zordur. Cehennem'in lüzumsuz olmadığını gösteren unsurlar ise binlercedir. Her gün insanlık camiasında yapılan zulümler, işlenen cinayetler, inkâr ve isyanlar “zalimler için yaşasın cehennem!” diye bağırıyorlar.
Kaynak: DİB ve Muhtelif
---------------------[1] Kehf, 18/28
[2] Asr, 103/1-3
[3] Bakara, 2/249; Meryem, 19/65
[4] A'râf, 7/128
[5] Lokmân, 31/17
[6] Sâd, 28/44
[7] Nahl, 16/127
[8] Tir-mizi, “Birr”, 76
[9] Buhârî, “Cenâiz”, 32
[10] Zümer, 39/10; Bakara, 2/153
[11] Sebe, 34/13
[12] İbrâhim, 14/7
[13] Nisâ, 4/147
[14] Ebû Dâvûd, Edeb, 12
[15] Bu nedenle Hz. Peygamber, kendisine niçin sabahlara kadar ibadet ettiğini soran Hz. Âişe’ye şu cevabı vermiştir: “Çok şükreden bir kul olmayayım mı?”(Müslim, “Sıfâtu'l-Münâfıkın ve Ahkamuhüm”, 81)
[16] Allah Teâlâ “ Hani Rabbiniz şöyle buyurmuştu: Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7) buyurmaktadır.
[17] Bir organın şükrü, onu iyi ve güzel şeylerde kullanmak, günaha götürücü şeylerden uzak tutmakla olur.
[18] “Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin”. Bakara, 2/172 ve Ankebût, 29/17
[19] “Artık Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin. Eğer yalnız ona ibadet ediyorsanız, Allah’ın nimetine şükredin.” (Nahl, 16/114)
[20] “Ey inananlar!… Size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.”(Bakara, 2/172)
[21] Kur’an-ı Kerim’de “O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.”(İbrahim, 14/34) buyruluyor.
[22] Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim’de meâlen buyuruyor ki: “Eğer şükre der ve imân ederseniz, Allah size niye azâp etsin ki? Allah şükrün karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.”(Nisâ, 4/147)
[23] “Nimetlerime şükür ederseniz elbette arttırırım.”(İbrâhim, 14/7)
[24] Nisâ, 4/59
[25] Nisâ, 4/80
[26] Nisâ, 4/64
[27] Nûr, 24/54, 56
[28] Tevbe, 9/71
[29] Nûr, 24/47-48; Nisâ, 4/81
[30] Nûr, 24/51
[31] Ahzab, 3/66
[32] "Ey Mü'minler! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden (olan) ülû'l-emre itaat edin" (Nisâ, 4/59)
[33] "Allah'a isyân konusunda insana itaat olmaz. İtaat ancak ma'ruf (İslâm'a ve aklı selime uygun olan şeylerde) olur" (Müslim, İmare, 39; Buharî, Ahkâm, 4)
[34] Bu sebeple Peygamber (a.s.),; "Bana itaat eden Allah'a itaat etmiştir. Bana isyân eden Allah'a isyân etmiştir. Emire itaat eden bana itaat etmiştir. Emîre isyân eden de bana isyân etmiştir" buyurmuştur " ((Buhârî, Ahkâm, 1; Müslim, İmare, 32-33)
[35] Kalem, 68/8-14
[36] En'âm, 6/121
[37] Ahzâb, 33/48
[38] Âl-i İmrân, 3/100
[39] "Rabb'inin hükmüne sebat et ve onlardan (kâfirlerden) hiçbir günahkâra veya nanköre itaat etme" (İnsan, 76/24) âyeti bütün kâfir ve günahkârları kapsamaktadır (En'âm, 6/116).
[40] Buna göre, eğer -içinde sıkıntı, zorluk olmayan bir şekilde- gök yüzünde “La ilahe illallah” yazılarak, aklın iradesini elinden alacak şekilde insanları Allah’a iman etmeye zorlayan açıklıkta bir imtihan olsaydı, Hz. Ali (ra) gibi ilmin zirvesinde olan bir kimse ile cehaletin sembolü haline gelmiş Ebu Cehil aynı seviyede kalmış olacaklardı. Hz. Ebu Bekir (ra) gibi dürüstlük ve samimiyetin simgesi olan bir kimse ile, yalancılıkla ün yapmış Müseyleme-i Kezzap gibi bir yalancı aynı noktayı paylaşmış olacaklardı. Bu ise, imtihan sırrına aykırıdır.
Yüreğimin sesi-I- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
21 Şubat 2015
Kar yağarken bir sabah vakti
Geçmiş yıllara uzanır gibi.
Baktım penceremden sessiz ileri
Eski bir dostla konuşur gibi.
Seyrettim uzun uzun,
Çıplak ayakla koşup oynadığım
Gülüp ağladığım o küçük bahçeyi.
Önce okulumun pencereleri, gülümsediler
Sonra diktiğimiz ağaçlar, tanıdı beni.
Umutlandım;
Belki bütün izlerimi bulurum sandım
Ama heyhat ! Saçlarıma yağan kar gibi
Bembeyaz bir örtü, silmişti izlerimi.
Yüreğimin sesi-I- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
21 Şubat 2017
Burası er meydanı
Gösteri yeri değil
Burada hali görmek
Kendini bilmek gerek
Anlamıyorsun..
Haddini aşıyor
Kırıp, döküp herkese
Sataşıyorsun
Her defasında da
Seni yere yapıştırıp
Yıldızları saydıran
Sonra da geçip giden
Pehlivanı
Anlamıyorsun, Anlamıyorsun...
Ortadoğu coğrafyası kanıyor. Güney Asya yanıyor.
Afganistan'da, Irak’ta, Filistin’de, Suriye’de kan durmuyor. Afrika parça parça
açlıktan, susuzluktan ve kandan ölüyor. Bin bir umutla bindikleri botlar
Akdeniz’in serin sularında batıyor, her gün onlarcası boğuluyor. Ege ve İtalya
kıyıları adeta mezarlığa döndü.
Sözde özgür dünya göçmen akınlarına karşı duvarlar inşa
etmenin telaşında. Avrupa’da ve Amerika’da göçmen karşıtı ırkçı söylem ve
eylemler en yüksek perdeden duyuluyor. Yükselen islamofobya histerisi her
alanda gözlenebiliyor. Uygar ve çağdaş insan (!) ötekileştirdiklerine tahammül edemiyor.
Kafasındaki korku ve kin mazlum ve masum insanlara bomba olup, kurşun olup
saçılıyor.
Şehirler mahvoluyor, binlerce yıllık kadim medeniyet
eserleri yakılıp yıkılıyor. Her yerde kan, ateş ve gözyaşı var. Çocuklar
ölüyor, yaşayanlar böyle bir cehennemde ezilmiş, örselenmiş büyüyorlar.
Oralardan gittikçe daha fazla kabaran dalgalar halinde göçmen kitleleri sökün
ediyor batıya doğru
Eli kanlı zengin ülkeler bu kanlı kazanı daha da
karıştırmaya devam ederlerse yakında baş edemeyecekleri daha büyük sorunlarla
yüz yüze gelecekler. Hele hele önümüzdeki yüz yıl kuraklık ve su sıkıntısı
nedeniyle milyonlar harekete geçtiğinde ne olacak ? Daha çok duvar, daha çok
vize, daha sıkı tedbir ve daha yaygın göçmen karşıtı politikalar gittikçe kendi
boğazlarını sıkar hale gelmeyecek mi ? Aslında böyle giderse dünyanın geri
kalanına karşı kendilerine bir hapishane ördüklerinin farkında bile değiller.
Bugün için ölenler, diri diri yakılanlar, açlıktan ve
hastalıktan kırılanlar nedense hep müslümanların yaşadığı yerler. İtilen,
kakılan, sinek gibi ölmesine boş ve hissiz gözlerle bakılan bu topraklar İslam
coğrafyaları.
Avrupa’da lanetli terör bir can alsa dünya ayağa
kalkıyor. Somali’de, Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, Arakan’da ölen yüzlerce
insan için Türkiye dışında kimsenin kılı kıpırdamıyor. Bu nasıl bir dünya böyle
?
Batılı güçlerin sözde demokrasi ve refah getirmek için
üzerinde operasyon yaptıkları her ülke yanıp yıkılıyor. Şehirler harap oluyor,
yüzbinlerce insan göçmen durumuna düşüyor. Açlık, hastalık ve sefalet diz boyu,
neden ?
Filistin, Afganistan, Irak, Yemen ve Suriye kurtulmadı.
Aksine hepsi on yıllarca sürecek didişmelere ve savaşlara sürüklendi. Çevreleri
ve dünya için adeta birer terör bataklığı haline geldiler. Acaba çağdaş ve
uygar zalimlerin arkalarında bıraktıkları bu kan bataklıkları neden boyuna
terörist üretiyor ? Dünyanın başına musallat olan bu terör belasının müsebbibi
kim ?
Afganistan yarası, Filistin çıbanı kangren oldu. Kıbrıs
çözülemiyor. Kırım’da, Kafkasya’da, doğu Türkistan’da zulüm devam ediyor. Mısır
elli sene geriye gitti, Afrika o kadar parçalanıp tanınmaz hale geldi ki, kim
kimdir, ne nedir, orada gerçekte neler olduğunu bilemiyoruz.
Mesela şu IŞİD, DAİŞ ya da DEAŞ belası, adı her neyse;
hakikatte nedir, kimdir anlayabildik mi ? 'Öcü geliyor' diye diye Irak, Yemen
ve Suriye gözlerimizin önünde kan bataklığına döndü. Hala DAEŞ'le ortak
mücadele adına göstere göstere kuzey Irak ve kuzey Suriye’de altımızı oyup
duruyorlar.
Bu kan ve ölüm sofrasının gerçekte en başta petrol ve
enerji kaynaklarına hakimiyet kavgası olduğunu biliyoruz. Gelecekte su
kavgasıyla süreceğini de hissediyoruz. Ama bu kavgada dost ülkeleri de,
hasımlarını da, yandaş terör örgütlerini de düşmanlarını da aynı silah tüccarı
ülkelerin nasıl olup da silahlandırdığını anlayamıyoruz. Nasıl oluyor da bu
zalimler hala savaştan, kandan ve gözyaşından beslenebiliyorlar ?
Önce petrol ve doğalgazlarını alıyor kazanıyorlar. Sonra
dolar zengini yaptıkları muhataplarını birbirlerine karşı kışkırtıp silah satıp
yine kazanıyorlar. Önce savaştırıyor, ardından kurtarıcı gibi geliyor ganimet
zengini oluyorlar.
Giderken ardlarından terörist fışkırıyor nedense. O
teröriste de teröre karşı mücadele eden ülkelere de silah satıp ekstra daha
kazanıyorlar. Bakarsan çağdaş, demokrat, uygar ülkeler bunlar. Bu nasıl bir
cibilliyet ? Nasıl bir iştah, nasıl bir mide ?
Bunların dedeleri de bu coğrafyalara haçlı seferleriyle
aç kurtlar gibi saldırmışlardı. Çok zarar verdiler, çok acı çektirdiler, çok
kan döktüler ama her defasında yenilip per perişan döndüler ülkelerine. Fakat
adamların tıynetine bakın ki buralarda fen, bilim, zanaat ve şövalyelik
öğrenerek Avrupa'da rönesansla yeniden dirildiler.
Osmanlıyı yenip aşamadıkları Akdeniz onları yeni ticaret
yollarına, yeni keşiflere, yeni sömürge alanlarına itti. Böylece dünyanın
zenginlikleriyle, kanıyla, canıyla ortaçağ karanlıklarından çıkabildiler. Yani
yine kazandılar...
Sırtlanlar kulübü yine islam dünyasına üşüşmüş durumda.
Haçlı seferlerinin bir başka türü yaşanıyor gözümüzün önünde.
İslam coğrafyasında, müslüman milletler üzerinden kanlı
bir satranç oynanıyor. Onlar için bu coğrafyalar binlerce kilometre uzaktan,
taa okyanus ötesinden oynadıkları piyonlar, atlar olabilir. Küçük şeyler olarak
gözükebilir. Ancak buralardan bu oyunlar, bu manevralar büyük acılar anlamına
geliyor. Birkaç nesli etkileyecek kadar büyük olaylar bunlar.
Şimdilik kaybedenler hep müslüman, kazananlarsa yine
onlar. Bu arada Türkiye beka derdinde. Var olma, yok olma mücadelesi veriyor.
Yine de her yere, mazluma, çaresize yetişmeye çalışıyor.
Ama bu böyle gitmeyecek. Çünkü Allah inananlarla
beraberdir. Rabbim ordumuza zafer, müslümanlara iman, sabır, cesaret, basiret
ve feraset versin.
-------
Ankara/24 Mayıs 2016 Salı 00:35
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder