19 Şubat 2024 Pazartesi

20 Şubat 2024 Pazartesi TORUNLARIMA MEKTUPLAR......................ANILAR; 20 Şubat

 

Sabah vakti

Küçük şeyler mutlu eder insanı. Sabah gibi, gün ışığının ılık sıcaklığı gibi. Namaz kıldıktan sonra bütün bir şehir uyurken ayakta olmanın hissettirdiği şükür duyguları gibi. Ya da küçük şeyler yaralar gönüllerimizi, hüzünlendirir. Akşam gibi, yağmurlu kapalı havalar gibi. Uykuyu fazla kaçırıp da öğleye yakın bir suçlu gibi yorgun ve halsiz uyanmak gibi. Bazen günün bazı saatlerine bazen de mevsimlere denk gelir hissettiklerimiz. Bahar gibi canlı, sonbahar gibi hüzünlü oluruz. Böyledir işte yaşam.

Ayın mehtabı, dolunayı ve hatta tutulmasının duygular üzerinde etkili olduğu iddia edilmiş. Zaten bir barometre gibi biteviye alçalıp yükselen bir gönlümüz var. Onca hassaslığına rağmen de bozulmuyor maşallah. O tatlı esintilere kapılmış, hülyalara dalmışken fırtınalarla alabora olan gönül hallerimizi de saklayabiliyor içinde. Hem de birbirinden merdane sevgilerimizle hayal kırıklıklarımızı aynı yerde.

Bugün de sabah erken saatlerde penceremden dışarıyı seyrediyordum. Cemrelerin düştüğü kışın son günleri. Tomurcuklanmaya hazırlanan dallar, üzerine çiğ düşmüş çimler, güneşin doğuşuyla hareketlenen sokaklar, serinle ılık arasında bir sıcaklık ve tertemiz hava. Kuş cıvıltıları bu muhteşem tabloyu tamamlıyor. Bir şairin dediği gibi “Serçeler başlatıyor sabahı / Güneş değil, inandım” (Ş. Erbaş)  

Nerden bilmem Mehmet Erenler’in derlediği bir Tokat türküsü dolanıyor dilime: “Sabahın seherinde ötüyor kuşlar / Balınan yuğrulmuş o sırma saçlar / Kudretten çekilmiş karadır kaşlar / İşte bu gönlümün cananı geldi.” Seher vakti çıkan kekliği, ötüşünü, sevdiklerimi, şekerlenen ballanan gönlümün cananlarını düşünüyorum. Adeta lâhutî bir hâl var etrafta.

Feriduddun Attar’ın “Ey bütün gece sabaha kadar uyuyan zavallı !” sözünü hatırlıyorum içim ürperiyor. Bu güzel anı ıskalayan milyonlarca insan var biliyorum. İşte bazıları mesaiye yetişme telaşında. Çocuklar hızlı hızlı okullarına gidiyorlar. Sokağa çıkan araçların gürültüsü yükseliyor ara ara. Dikkatimi yeniden önümdeki manzaraya çeviriyorum. Hafif bir sabah rüzgarı okşuyor ağaçları. Kuş cıvıltıları yükseliyor soldakinin üstünden. Havada uçuşan güvercinleri görüyorum, sabah rızıklarının peşindeler. Biraz ötede bir kaç küçük köpek yavrusu da birbirleriyle güreşiyor.

Gözlerimi kapatıyorum; dışardaki erken baharı, hafif serinliği, toprak kokusunu, kuş cıvıltılarını, çocuk koşturmacasını, araç seslerini duyuyor, hissediyorum. Hepsi bir orkestranın parçası gibi geliyor. Sanki bu güne kadar yazılmış en güzel besteyi icra ediyorlar.. O kadar doğal ve o kadar da uyumlular ki. Hamd ediyorum Rabbime, bize böyle güzel nimetler verdiği için. Çok şükür ki baktığımı görebiliyorum. Şükürler olsun ki bu güzellikleri kalbimle hissedebiliyor, gönlümle de yaşayabiliyorum. Ne diyeyim, mutluyum işte ! Sanki yaşadığım bütün acılar, sıkıntılar, zor günler silindi gitti. İşte bu sabahın, şu anın hazzı her kötülüğün önüne geçti.

Tersi de olabilirdi. Günün aydınlığı yaşadığımız pişmanlıkları yüzümüze vurabilirdi. Gecenin karanlığından arta kalan perişanlıklarla uğraşıyor olabilirdik. Divan edebiyatının büyük şairi Nedim bir gazelinde şöyle diyor: “Esdikçe bâd-ı subh perîşânsın ey gönül / Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül.” Yani o perişan gönlüne dönüp şöyle dertleniyor: Ey gönül! Sabah rüzgârı estikçe perişan oluyorsun; öyle görünüyor ki sevgilinin perçeminin- ya da ettiklerinin- esirisin. Bu ister bir sevgili isterse gelip geçici dünya keyfi olsun fark etmez. İşte bak sonunda gönlün perişan. 

Sabahın aydınlığı geceyi bitirdiği gibi, fenalıkları da apaçık gösterir. Gece bir çok günahı, kötülüğü, azgınlığı örtebilir, ama her gece sabaha çıkacaktır ve o yaşananlar birer pişmanlık olarak kalakalırlar. Divan şiirimizin büyüklerinden Nabî’nin bir gazelinde bu hal ‘sarhoşun baş ağrısı’ olarak tasvir ediliyor: “Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde / Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz.” İnanın sarhoşluk ille de içkiyle olmaz, mevki makam-mal mülk mağrurluğu da bir nevi sarhoşluktur. Şairin dediği gibi; bazıları mevki sahibi olunca zafer sarhoşu oluverirler. Ama böylesine mest olup sabah olunca da baş ağrısı çeken binlercesini görmüşlüğümüz var.

Yine de bu toprakları, insanımızı, her baktığınızı hemen yargılamayınız; yanılırsınız. Biraz dikkat. Size ters gelen şeylerin belki bir sebebi, iç yüzü, hikayesi vardır; görürsünüz…Meselâ Saadettin Kaynak çok hoş bir insandı. Büyük bestekârdı, aynı zamanda da imamdı. ‘Muhabbet bağına girdim bu gece’ diye hepimizin aşina olduğu güzel bir şarkısı var. Bu şarkının da ilginç bir hatırası.

Üstâd, bir gece Peygamber Efendimizi görüyor rüyasında. Ertesi sabah onu gözyaşları içinde, ağlar buluyorlar. Böyle birkaç gün ortalarda gözükmeyince dostları merak ediyor, soruyorlar. Şöyle anlatıyor yaşadıklarını: “O gece Resulullah’la beraberdim. O yüzden dünya işleriyle alâkadar olamadım. işte bu şarkı da o geceyi anlatıyor: "Muhabbet bağına girdim bu gece / Açılmış gülleri derdim bu gece / Vuslatın çağına erdim bu gece / Muhabbet doyulmaz bir pınar imiş / Ararım ararım seni her yerde / Sorarım ıssız gecelerde, sevdiğim nerde... "

Siz siz olun her şarkıyı şakır şakır oynayarak, göbek atarak dinlemeyin. Meselâ, bu bilgiyi hatırlamazsanız üstâdın kemiklerini sızlatmak bir yana peygamber (sav) efendimizi de incitmek tehlikesiyle karşı karşıya kalırsınız.  Kalp kulağıyla dinleyin ve düşünün: gecelerin yaşattıklarını ve sabahın size getirdiklerini. “Derler ki; güller evvel beyaz olurmuş / Bir bülbül gelir her akşam / Sabahlara kadar başında, şakır dururmuş / Bir sabah o güzel sesi duyamamışlar / Bakmışlar ki; ikisi de kan revan, sessiz / Kıp kırmızı, bir gül kucağında cansız / İşte dostlar; O gün bu gündür / Bütün bülbüller hala anmakta o aşkı / Güller kızarmış bekliyor, her akşam aynı yoldaşı”

Sözlükte ‘yarmak, bir şeyi ikiye ayırmak, fışkırmak, açığa çıkmak’ anlamlarına gelen fecir, güneşin doğmasından önce beliren tanyeri ağarmasına deniyor. Türkçe’de şafak sökmesi, gün ağarması denilen şey yani. Gece ile gündüzün birbirinden ayrıldığı vakit. Gece karanlığının kay-bolmaya başlayıp güneş ışığının belirtilerinin görünmeye başladığı, ufuktaki aydınlığa Fecr-i sâdık yani hakîki gerçek fecir deniyor. Gündüzün başlangıcı olan fecr-i sâdıkla Kur’an deyimiyle beyazla siyah ip birbirinden ayırd edilebiliyor, imsak vakti başlamış ve sabah namazının vakti girmiş oluyor. 

Ey sabahın seherinin tadına ve farkına varan insan ! “Tasalanma / Dert dolusu akşamlar yüklüdür sabahlara / Belki de bir muştudur o tarifsiz acılar Sabret / Gün doğarken ardından tepelerin / Yırtılıp açılır karanlıklar, günün aydınlığına.” Çünkü Mevlana’nın dediği gibi: “Dayan be gönlüm! Biçare değilsin Yaradan sana yâr. Kimsesiz değilsin, Yanında Kimsesizler Kimsesi var. Biliyorum, Sığmazsın hiç bir yere bu sevdayla. Dünya sana dar. Ama dayan gönlüm! Dayan ki Her gecenin mutlaka bir sabahı var.”

Gerçekten de öyle. Penceremden artık günün ışıklarıyla aydınlanan taze dünyaya bakarken Özdemir Asaf’ın şu dizeleri geliyor hatırıma: “Sabah, bir yeni dünya gibi geliyorsun / Öylesine süslü, öylesine sadesin ki../ Sen o kadar güzelsin ki sabah / O kadar güzelsin ki…”

Kitap satırları arasında seyahat
 albümüne 20 Şubat 2023, 19:00 tarihli yeni bir fotoğraf ekledi. 

20 Şubat 2023


Evet, Allah nasip etti 5 yılda 5 kitap yazdım. Aslında 2013'ten beri yazıyorum. Ancak 2017'den itibaren yazdıklarım kitap olabilir çapa ulaştılar.

İlk kitap KAYIP DEFTER'di. Roman tadında okunabilir. İkincisi KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER denemeler şeklinde haftalık gazete yazılarımdan derlendi. YÜREĞİMİN SESİ bir şiir kitabı olarak çıktı. Muhtemelen ömrüm yeterse II.ncisi de gelecek. Dördüncü kitabım eskimeyen ve gülümseten kelimeler üzerineydi. Doğal olarak adı da KELİMELER oldu.
Son kitabım CORONA GÜNLERİ yeni çıktı. Pandemi sürecinin 838 gününü her gün yazarak oluşturduğum 856 sayfalık bir bilgi-belge ve günce kitabı oldu. Böyle hacimli olunca da 225-250 sayfalık 4 kitaba böldüm.
Okumak isteyenler aşağıdaki linklerden yararlanabilirler.
Şayet okumayı seviyorsanız ve okumak istediğiniz şey "Roman gibi" bir şeyse;
Gazetede çıkmış "DENEMELER" okumak istiyorsanız;
Canınız "ŞİİR" çektiyse;
Kültürümüzün "ESKİMEYEN" ya da "GÜLÜMSETEN" kelimelerini merak ettiyseniz;
Belirtilen linkleri tıklayarak onlara ulaşabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder