3 Nisan 2024 Çarşamba

04 Nisan 2024 Perşembe TORUNLARIMA MEKTUPLAR......................ANILAR; 04 Nisan


Yilmaz Yalcın
Işık durakları albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

4 Nisan 2014


Bir Ankara meş’alesi; Hacıbayram

Ulus semti Ankara’nın en eski merkezidir. Başta I.ve II.Büyük Millet Meclisleri ile Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve tarihi Ankara Kalesi de bu semtin sınırları içinde kalır. Ayrıca, heykelden kaleye doğru ilk ışıklardan sola dönüldüğünde insan yoğunluğunu takip ederseniz Hacı Bayram Câmiine ulaşırsınız. Cami, bu semtin kalbi sayılabilecek bir konumda ve etrafa hakim bir tepede bulunuyor. Fakat bu mekana farklılık katan sadece hicri 831 yılında (1427/1428) bir zaviye olarak yapılmış olması değil elbette. Bu tarihi cami, adını bahçesindeki Hacı Bayram Veli’ye ait bir türbeden almakta. Ayrıca oldukça iyi korunmuş ikibin yıllık Augustus tapınağı ile sırt sırta duruyorlar.
Kayıtlardan anlaşıldığına göre aslında bu tepe, hemen hemen her dönemde kutsal bir yer olmuş. Frigya tanrısı Men adına yapılmış olan tapınak zamanla yıkılmış. Bugün kalıntıları bulunan Augustus tapınağı ise M.Ö. 25 - M.Ö. 20 yılları arasında son Galat hükümdarı Amintos'un oğlu kral Pilamenes tarafından yaptırılmış. Tapınak Bizanslılar zamanında çeşitli eklemeler yapılıp kilise haline getirilmiş. Daha sonraları Kuzey-batı duvarının bir bölümü de yıkılmış. Buna rağmen bugün hala ayakta. Hacı Bayram türbesi ve cami ile birlikte bu mekan ziyaretçilerine, Anadolu insanının yüce gönüllüğünü ve engin hoşgörüsünü yansıtıyor.
15.yüzyıl başlarında türklerin Ankara'yı almasıyla tapınağın bir köşesine bugün Hacıbayram camii adını alan bir zaviye eklenmiş. Mihrap duvarına bitişik olan Hacı Bayram Veli Hz’nin türbesi de 1429 yılında yapılmış. Camiinin günümüzdeki mimari yapısı 17. ve 18. yüzyıl camilerinin karakterlerini taşımakta. Uzunlamasına dikdörtgen bir plana sahip yapı, taş kaideli, tuğla duvarlı ve kiremit çatılı. Camii ahşap ve ahşap üzerine kalem-işi süslemeleri, çini süslemeleri bakımından da oldukça zengin bir yapıda. Cami daha önce de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştı, ancak en son Ankara Büyükşehir Belediyesi liderliğinde orijinaline uygun olarak tamamen yenilendi ve 14 Şubat 2011 tarihi itibariyle tümüyle ibadete açıldı.
Camiye adını veren Hacı Bayramı Veli, Ankara'nın Çubuk Çayı kenarında bulunan Solfasol Köyünde 1352 tarihinde bir köylü çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Çok zeki ve çalışkan bir öğrenci olan küçük Numan, Ankara medreselerinde tahsilini tamamlamış. Bursa’da ve Ankara’da müderris olarak yıllarca ders vermiş. Kısa bir zaman içinde binlerce talebe onun tuttuğu ilim meş'alesinin etrafında toplanmış. Devrin büyük mutasavvuflarından Şeyh Hamidüddin ile ilk buluşmaları Kurban Bayramı'na rastladığı için büyük Şeyh Numan’a Bayram adını vermiş. Hicaz'a gittiği için hacı, tasavvufta büyük mertebeye eriştiği için de “Veli” payesini almış. Böylece haklı şöhreti “Hacı Bayram Veli”namıyla bugüne kadar ulaşmış.
Hacı Bayram-ı Veli evliyalık mertebesine erişmiş, dini ilimlerde derin bir alimmiş. Fatih daha çocukken kendisini Edirne’ye getirten ikinci Murat’a “İstanbul'u almak bu yavruya nasip olacak!..” deyip “Fethi Mübin Fatih Mehmet’e müyesser ola!..”diye dua ettiği rivayet edilir. İnsanlara daima güzel öğütler verir, çevresindekilere şefkat ve merhametle davranırmış. Fakir ve düşkünleri desteklermiş.
Pek çok büyük insan gibi Hacı Bayram Veli de aynı zamanda kalbi sevgi dolu bir şairmiş. Sevgi üzerinde çok durmuş. Mesela “Bilmek İstersen Seni” adlı şiirinde Yunus gibi “Bilmek istersen seni / Can içre ara canı / Geç canından bul anı / Sen seni bil sen seni” demiş anlayana. “N'oldu Bu Gönlüm” adlı şiirinde ise “Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm / Yanmada derman buldu bu gönlüm” diyerek olmanın ilacını anlatmış dinleyenlerine. Tasavvuf faaliyeti kendisinden sonra “Bayramiye” tarikatı adıyla anılmış ve 1429 (H. 833) tarihinde Ankara'da vefat ettiğinde kendi ismiyle anılan cami bitişiğindeki türbesinde toprağa verilmiş.
Cami ve türbe halen ülkemizin en yoğun ziyaret edilen ışık duraklarından birisidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün bile 27 Aralık 1919 da Ankara'ya ilk gelişlerinde Kızıl yokuş'tan doğruca Hacı Bayram Veli türbesine gittiği biliniyor. Hatta Ankara Vali Vekili Yahya Galip Gargı’nın naklettiğine göre, orada bir fatiha okumuşlar ve daha sonra da Hacı Bayramın manevi huzurundan ayrılıp Hükümet Konağına gitmişler.

Yilmaz Yalcın

4 Nisan 2015


Sen ! Kasımpatım, mor kelebeğim;
Canımdan bir parçasın,
Gözümün nuru, kıyamadığım.

Küçük Bebeğim, Bahar Çiçeğim;
Ateşten sakındığımsın,
Hem emanetim, hem sınavım.
Beyaz güvercinim, Gel, gitme !
Kendini de gönlümü de yakma,
Akarsa gözyaşın, dayanamam.

Çalı kuşum, bir tanem;
Bak sana duam dileğim,
Rabbim «el-Hadi», seni korusun.
İnşallah, yolun hep açık,
Bahtın ak, ömrün kutlu olsun…

Yilmaz Yalcın
NE DÜŞÜNÜYORUM -I- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

4 Nisan 2017


Referandum 16 Nisanda EVET mi HAYIR mı ?

• Cumhurbaşkanının görev süresi 5 yıl olacak. Bir kişi en fazla 2 kez cumhurbaşkanı seçilebilecek.
• Cumhurbaşkanlığına, seçimlerde geçerli oyların en az yüzde 5'ini alan partiler ile en az 100 bin seçmen aday gösterebilecek.
Seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday cumhurbaşkanı seçilecek.
• Cumhurbaşkanı "Devlet başkanı" olacak, yürütme yetkisini üstlenecek, Başkomutanlığı temsil edecek
• Bakanlar Kurulu olmayacak. Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılacak ve yerine getirilecek.
• Cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atayacak ve görevlerine son verecek.
• Cumhurbaşkanı, bir veya daha fazla cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilecek. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olanlar arasından cumhurbaşkanı tarafından atanacak ve görevden alınacak.
• Milletvekilleri, cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakan olarak atanırlarsa üyelikleri sona erecek.
• Bütçeyi Cumhurbaşkanı Meclise sunacak.
• Cumhurbaşkanı, anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunacak.
• Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilecek. Ancak kanunda açıkça düzenlenen konularda cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak. TBMM'nin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz olacak.
• TBMM cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında soruşturma açılmasını isteyebilecek.
• Hakkında soruşturma açılmasına karar verilen cumhurbaşkanı seçim kararı alamayacak.
• TBMM, üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu ile seçimlerin yenilenmesine karar verebilecek.
• Cumhurbaşkanı, kanunda düzenlenen ilgili şartların gerçekleşmesi halinde OHAL ilan edebilecek.
• Cumhurbaşkanının partisiyle ilişiği kesilmeyecek
• TBMM'nin bir sonraki seçimi ve Cumhurbaşkanı seçimi, 3 Kasım 2019 tarihinde birlikte yapılacak.
Okudum/anladım/İnandım; EVET diyorum.

4 Nisan 2018

Durun kalabalıklar ! 

‘Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak: Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!’ diye haykırır üstad bir şiirinde. 

‘Destan’ adlı bu şiir 1947’de yazılmıştır.  Yine üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Çile’ şiirindeki kendi ifadesiyle ‘Eski esvaplarım, tutun elimden; Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?’ dediği zamanlarda. 

Aradan 70 sene geçmiş. Evet, çok şey değişti, o zamanlar hayal gibi gelen pek çok şey gerçekleşti. Dünyada ikinci dünya savaşı ardından kurulan iki kutuplu dünya sona erdi. Dünyada çok dengeli, Türkiye’nin de bir küresel güç olarak meydana çıktığı günlere geldik.  Son elli yıl içinde baş döndürücü teknolojik gelişmeler gördük yaşadık, halen de bu yarışın içindeyiz. Olmaz denilen pek çok şey oldu. Hayatımız neredeyse tamamen değişti. 

On cente muhtaç olan Türkiye bugün ilk yirminin içinde. Fert başına milli geliri on bin doların üstüne çıktı. 2000’lere girerken yaşadığımız krizler, yıllarca kader bildiğimiz koalisyon patinajları artık çok gerilerde kaldı. Türkiye on beş senedir güçlü ve istikrarlı bir iktidarla yönetiliyor. Hem de bir zamanlar düzenin ‘kunta kinte’ si olan ezilmiş kitleler içinden biri, sırf şiir söylediği için hapse atılmış bir ‘asımın nesli’ delikanlısının liderliğinde. 

Türkiye yolları, köprüleri, havaalanları, metro ağları, deniz altından geçen tüp geçitleri, kentsel dönüşüm ve kanal İstanbul gibi bir çok dev projesiyle artık 2023 hedeflerine ‘take off’ yapmış durumda. Anlatmakla bitmeyecek kadar fazla, bir sürü siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel reformlar hayata geçirildi. 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle de hukuken bu müthiş değişim dönüşümün amiral gemisi şekillenmiş olacak.   

Ama değişmeyen şeyler de var. Mesela Türkiye üzerinde oynanan oyunlar şekil ve mahiyet değiştirerek olanca hararetiyle devam ediyor.  Adeta vardiya değişimi yapar gibi senaryolar, oyuncular, kuklalar ve kuklacılar değişiyor, ama bu toprakların kadim beka mücadelesi hiç bitmiyor. ASALA sönüyor, PKK başlıyor, daha o tükenmeden içimizden FETÖ pırtlıyor, DHKP-C ile savaşırken El Kaide, onu anlamaya fırsat bulamadan Daiş’le mücadelenin içinde buluyoruz kendimizi.   

Vatanımızın ve İslam coğrafyasının üzerindeki bu kanlı oyun sürerken, yaşanan müthiş refah ve gelişim süreci içinde kendimizi mutlu hissedebiliyor muyuz acaba ? Ne yazık ki hayır ! Çünkü çağımız insanı hala kendisini ve anlamını aramaya devam ediyor. Neden ? Çünkü, onca gelişmişliğe rağmen mega şehirlerde, sanal dünyanın labirentlerinde ve öfkeli kalabalıklar arasında galiba insan insanlığını kaybetti. 

Sanki bütün güzel şeyler, mutluluklar, bereketli nimetler çok gerilerde kalmış gibi. Nostalji olarak hatırlanıyor. Yerine gelen şeyler de tad vermiyor, eskisi gibi tatmin etmiyor bugünün insanını. İnanıyorum ki ‘Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor / Mekânı bir satıh, zamanı vehim / Bütün bir kâinat muşamba dekor / Bütün bir insanlık yalana teslim’ diyen şairin haykırışı hala sinelerde yankılanmakta.

Bir taraftan, bol dijital malzeme ile orta malı paylaşımlarla dolu bir zamanı yaşıyoruz. Diğer yandan bilgi çağının doruğunda inanılmaz bir hızla gelişen bilgisayar ve benzeri elektronik araçların en yaygın kullanımıyla karşı karşıyayız. 

İnternet devrimi ve cep telefonu dalgasıyla yeni bir dijital iletişim türü ortaya çıktı. Sanal dünyanın bu nevi haberleşme biçimi eskinin mektuplaşmalarını, muhabbetlerini hatta telefon görüşmelerini bile bitirdi. Şimdi SMS’ler, e-postalar, sohpet odaları, twitter, facebook ve instagram var. İnsanlar bilgisayarları başına geçip her gün kendi magazin sayfalarını yayınlayabiliyorlar. Durum böyle olunca da bizim sevimli “Ne var ne yok ?” sözcüklerimizin hiçbir anlamı kalmadı. 

Çok çok eskiden dumanla, davulla, güvercinle mesajlaşan insanoğlu zaman tünelinde mors alfabesiyle ya da bayrak kullanarak çok değişik haberleşme yöntemleri kullandı. Telgraf, telsiz, teleks ve telefon araçlarıyla iletişim kurdu. Ama telefon telgrafı, Fax teleksi, e-mail de mektubu sonlandırdı. Günümüzde daha yaygın kullanılan tweet, direct message ve SMS’ler de neredeyse e-postaları bitirmek üzere. Mesaj dili bir tür tarzancaya, duygu ve düşüncelerin ifadesi de kısa emojilere dönüştü. 

Daha da neler göreceğiz kim bilir. Barış diye diye insanların sinek gibi kitleler halinde öldürüldüğü, ülkelerin, doğal kaynakların göz göre göre gasp edildiği, güçlü olanın haklı olduğu, mazlumun cüzzamlı muamelesi gördüğü bir dünya var karşımızda. Yerkürenin güneyi bırakılsa kuzeye akacak durumda. Bugüne kadar onların iliğini kemiğini sömürmüş sözde çağdaş batı dünyası ise bırakınız paylaşmayı; göçmen karşıtı, ırkçı, islamofobik ataklar geçirmekle meşgul. 

İnsanoğlu sanki koşa koşa insanlıktan çıkmaya doğru yol alıyor. Karamsar bir insan değilim ama bazen içimden ‘Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden / Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden’ diyesim geliyor. 

Zamanın getirdiği bu hale teslim olacak değiliz. Günün imkanlarını da kullanarak ‘Emr-i bi'l ma'rûf’ yapmaya, ‘Cihad’ etmeye devam edeceğiz elbette. Bizi insanlıktan çıkaran her türlü yozlaşmaya karşı dik duracağız. Mesela ‘Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama / Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!’ diyeceğiz gür sesle. Yeri geldiğinde dünyanın beşten büyük olduğunu da vuracağız suratlarına. 

Ülkemizde sağlanan iyi şeyleri, gelişmeyi yeterli saymayacağız. Daha iyiyi, daha güzeli aramaya devam edeceğiz. Yaralarımızı sarıp, insan için, insanlık için; içimize işleyen modern hastalıklara karşı savaşmayı sürdüreceğiz. Bu arada her şeye rağmen ve insan olmamızın gereği olan ‘okumayı, düşünmeyi, yazmayı, konuşmayı, sevmeyi ve inanmayı’ da bırakmayacağız. Rahmetli üstadın o muhteşem dizeleriyle haykıracağız bütün dünyaya: 

‘Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak ! / Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak’

Yilmaz Yalcın
Divan şiiri I albümüne yeni bir fotoğraf ekledi. 

4 Nisan 2018


KASİDE (İSTANBUL)

Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır
(Bu İstanbul şehri eşsiz bir kıymettir,paha biçilmezdir. Tek bir taşı tüm Acem mülkü kadar değerlidir.)o

Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
(Öyle tek bir incidir iki deniz arasında, tek parça bir cevherdir, Cihana ışık saçan bir güneşle tartılsa ona revadır.)
Bir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbâl
Bir bağ-ı iremdir ki gülü izz ü alâdır
(Onun refahı,cevheri bir nimetler kaynağıdır, Cennetteki irem bağı gibidir ve gülü büyük ve kıymetlidir.)
Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ
El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır
(Cennet-i ala altında mıdır üstünde midir bilmem, Gerçekten de bu nasıl bir hal bu ne güzel su ve havadır.)
Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her kûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır
(Her bahçesi bir letafet çimenliğidir, Her köşesi feyz ve safa dolu bir meclistir.)
İnsaf değildir ânı dünyaya değişmek
Gülzarların cennete teşbih hatadır
(Onu dünyaya değişmek haksızlık olur, Gül bahçelerinin cennete benzetilmesi de hatadır.)
Herkes irişür anda muradına ânınçün
Dergahları melce-i erbab-ı recâdır
(Herkes dilediğine kavuşur onda, O yüzden dergahları dilekleri olanların yuvasıdır.)
Kala-yı meârif satılır sûklarında
Bazâr-ı hüner ma’den-i ilm ü ulemâdır
(Çarşılarında bilginin özü satılır, Marifet pazarı ilmin ve alimlerin kaynağıdır.)
Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî
Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır
(Her bir camisi bir dağın yansıması gibidir, Dua edilen mihrapları melek kaşları gibi kavislidir.)
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır
(Her bir mescidi coşkun akan bir nur ırmağıdır, Kandilleri de ay gibi ağzına kadar ışıkla doludur.)
Ser-çeşmeleri olmada insana revân-bahş
Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır
(Pınarları,çeşmebaşları insanın canına can katar, Hamamları cana safa bedene şifadır.)
Hep halkının etvarı pesendîde-i makbul
Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdır
(Halkının tavırları nezaketlidir,seçkindir, Ancak gönülleri biraz vefasız ve şefkatsizdir.)
Şimdi yapılan âlem-i nev-resm ü safânın
Evsafı hele başka kitâb olsa sezâdır
(Şimdi bu yeni moda dünyanın ve safanın, Vasıfları başlı başına bir kitapta anlatılmalıdır.)
Nâmı gibi olmuşdur o hem sa’d hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır
(Adı gibi olmuştur o hem uğurlu hem mutlu, Bu İstanbul'a övünç kaynağı olmalıdır.)
Kûh-sarları bağları kasrları hep
Güya ki bütün şevk ü tarab zevk u safâdır
(Tepeleri, bağları ve köşkleri hep, Sanki hep neşe, sevinç, zevk ve safadır.)
İstanbul’un evsafını mümkün mi beyân hiç
Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra senâdır
(İstanbul'un vasıflarını anlatmak hiç mümkün mü, Amacım o kerem eyleyen büyüğe övgüdür.)
Nedim (*)
(18. Yüzyıl - Kaside der vasf-ı İstanbul ve sitayiş-i Sadrazam İbrahim Paşa)
--------------------------------------------
(*) 17. yüzyıl sonlarında, 1681 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Nedim, yaşadığı dönemde divan edebiyatının en önemli temsilcilerinden birisi haline gelmiştir. Asıl adı Ahmet’tir.
Henüz küçük yaşlardayken medrese eğitimi almış, Arapça ve Farsçayı öğrenmiştir. Müderrislik, İbrahim Paşa’nın kütüphanesinde müdürlük yapmıştır. Lale Devri’ne tanık olmuştur.
Şair olarak tanınmak istemesi ve edebiyat aşkıyla dönemin sadrazamı Ali Paşa’ya kasideler yazmıştır.
Türk edebiyatında “şarkı” denince akla gelen ilk şairdir. Şarkı türünün gelişip yaygınlaşmasında büyük rol oynamış, “şarkı şairi” olarak anılmıştır.
Divan şiirine yenilik getirmiş, şiirin soyut dünyasından çıkarak dış dünyayı ve duyguları gerçek yönleriyle vermeye çalışmıştır. İstanbul Türkçesi onunla büyük ölçüde şiir dili hâline gelmiştir.
Halk zevkinin inceliklerine dikkat etmiş, halk deyimlerini ve söyleyişlerini şiirlerinde kullanmıştır.
Kasideden çok, gazel ve şarkı türünde başarılı olmuştur. Kudretli tasvirleri, ince hayalleri ve güzel anlatımıyla yaşadığı Lale Devri’ni ve eğlencelerini başarılı bir şekilde anlatmıştır.Şiirlerinde hüzün ve kedere yer vermemiştir.
Kasidelerinde İstanbul’un tabiat güzelliklerini, İstanbul yaşamını ve aşk duygularını tasvir ve ifade etmiştir.
Nedim 1730 yılında Patrona Halil isyanında ölmüştür.
Nedim hayatı boyunca sürekli iyi bir şair ve edebiyatçı olarak tanıtmak istese ve birçok eser yazsa da bu çabaları sonuçsuz kalmış ve yaşadığı sıralarda eserlerinin kıymeti bilinmemiştir.
Farsça şiirleri de olan şairin hece vezniyle bir de türküsü vardır. Divan’ından başka Arapçadan bazı tercüme nesirleri vardır.
Divanı: En önemli eseridir. Eserde klasik divan düzeni vardır. Önce kaside ve tarihler. Gazelellerden sonra da şarkılara yer verilmiştir. Çağtayca yazılmış bir gazel ve şarkı arasında hece ölçüsüyle yazılmış bir de türkü vardır.
Safâyi Tezkiresi Takrizi: Şehit Ali Paşa’ya yazılan dilekçedir.
Nigar-nâme: Kime yazıldığı belli olmayan içinde manzum bulunan maniye üslubuyla yazılmış bir mektuptur.
Sahifü’l-Ahbâr ve Ayni Tarihi: Çevirilerin bulunduğu bir eserdir.

Yilmaz Yalcın
Divan şiiri I albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

4 Nisan 2019


Gencîne-i irfân olan İslâmbûl
Mahbûbe-i büldân olan İslâmbûl
Müştâk seni görmeğe gayretle Şeref
Ey mecmâ’-i yârân olan İslâmbûl

Şeref Hanım
--------------

http://www.edebiyatfatihi.net/.../divan-sairi-seref-hanm... 

Yilmaz Yalcın
Gün batımı/Gün doğumu duyguları albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

4 Nisan 2019


Kırılırda bir gün bütün dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz barkımız bizim
Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşlarının yanında füze
Başka alemlerle farkımız bizim
Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman
Görürler nasılmış, neymiş kahraman
Yer ve gök su vermem dediği zaman
Her tarlayı sular arkımız bizim
Gideriz nur yolu izde gideriz
Taş bağırda, sular dizde gideriz
Bir gün akşam olur bizde gideriz
Kalır dudaklarda şarkımız bizim
Necip Fazıl Kısakürek

4 Nisan 2022 22:00 Pazartesi CORONA GÜNLERİ...............................Mart kapıdan baktırır

Mart kapıdan baktırır

Bu yılın Mart ayı gerçekten de zorlu geçti. Eskiler "Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır" demişler. Defalarca kar yağdı, galiba 35 yılın en zorlu kışıymış yaşadığımız. Bir taraftan kuraklık olmasın, barajlar dolsun dedik, bir yandan da bol bol şikayet ettik. 

Ukrayna savaşı 24 Şubattan beri devam ediyor. İki ülke arasında ilan edilmemiş, orantısız bir savaş bu. Dünyanın gözü önünde bir ülke şehirleriyle, stratejik tesis ve masum insanlarıyla mahvediliyor. Rusyanın zorlanması, hedeflerine ulaşamaması ya da büyük ölçekli zayiatları sonucu değiştirmiyor. 

Batılı ülkelerin bol reklam, bol laf, bol ambargo ve yaptırımları da şu ana kadar etkili olabilmiş değil. Üstelik Ukrayna üzerinden uzaktan kumanda düello davranışları gerçekten de tarihi bir ibret örneği. Savaşın oluşturduğu ekonomik tsunamileri hiç saymıyorum. Dünyada hiçbir uluslararası kurum ve ülke Türkiye'nin İstanbul buluşması kadar sorunun çözümüne yönelik olumlu bir davranış gösteremedi.

Salgın ve kış ortamında zaten patlamaya hazır enflasyon Ukrayna savaşıyla daha da erken başını kaldırmış durumda. Başlangıçta döviz kurlarının önlenemez yükselişi ile ilişiklendirilen pahalılık o mesele durdurulmuş olsa bile hızını kesmeden devam ediyor. Hükümetin KDV indirimleri dahi tam olarak etkili oldu diyemem.  

Corona açısından da Mart ayı son derece gerilim dolu geçti. Bugün dünyada Corona günlerinin 832.nci, ülkemizde de 753.ncü günündeyiz. Şubattan 64 binlerde devralınan vakalar inecek mi, inmeyecek mi sorusu hepimizin aklındaydı. Adeta aralanan kapıdan endişe ile baktık gelişmelere. 

Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın Türkiye’de İlk Vakanın görüldüğü 11 Mart 2020’de; “Şimdi yapmamız gereken hayatımızı tedbirler doğrultusunda bir düzene sokmaktır” açıklamasından sonra iki tam yıl geçti ve nihayet 2 Martta Koronavirüs Bilim Kurulu, salgınla mücadelede gelinen nokta ve kısıtlamaların tekrar değerlendirilmesi gündemiyle toplandı.

Yapılacak açıklamanın, başta maske konusu olmak üzere bir süredir beklenen haberleri getireceğini biliyorduk. Zira bir süredir salgının azalan etkilerine bağlı olarak dünya genelinde kısıtlamalar kaldırılıyordu ve hayatımızı yeniden düzenlemek için gerekli değişiklikleri yapmanın bizde de zamanı gelmişti. 

Virüse karşı yaygın mücadele artık sadece aşıyla. Ki artık Covid-19 aşısı üreten 9 ülkeden biriyiz ve bu başarıya yaklaşık 22 ayda ulaşılmıştı. Yine de risk grubunda olan yakınlarımıza karşı koruyucu olmalı, zamanı gelen aşımız olup olmadığını takip etmeliyiz.

Bilim Kurulu Toplantısının ardından, tedbirlerde yeni dönem açıklandı. Salgınla, toplum olarak, kısıtlamalar aracılığı ile mücadele etme döneminden hastalıktan bireysel olarak korunma aşamasına geçilmiş oldu. Dolayısıyla genel olarak maske, HES uygulaması ve test mecburiyeti kalktı. Yeni dönemde de eğitim de kısıtlamasız devam edecek. Maskeleri hayatımızdan çıkarmıyoruz ama artık maskeyi, gerektiğinde hemen takmak üzere yanımızda taşıyoruz. Yani her durumda şart değil fakat risk durumunda mutlaka takılmalı.

17 Mart gününü 18 Marta bağlayan gece mübarek Berat Kandiliydi. Üç ayların ve Şaban ayının bu kutlu zaman durağı müminler için bir af ve bağışlanma gecesi. Gecemiz bereketli, dualarımız kabul olsun inşallah.

Ertesi sabah 18 Mart Deniz zaferimizin 107.nci yılıydı. O yıl yaşanan Çanakkale Savaşı, Cumhuriyetimizin kuruluşuyla sonuçlanan Kurtuluş Savaşından önce milletimizin hayat memat mücadelesiydi. O günün komutanlarını, tüm şehit ve kahramanlarımızı minnetle yâd ediyoruz. Ayrıca ne mutlu ki aynı gün açılan 1915 ÇANAKKALE KÖPRÜSÜYLE millet olarak hep gurur duyduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder