4 Ocak 2024 Perşembe

04 Ocak 2024 Perşembe ; TORUNLARIMA MEKTUPLAR.....................ANILAR; 04 Ocak


NE DÜŞÜNÜYORUM -I- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

Kardeşim
Terör zamanımızın cüzzamı, veremi, kara VEBASIDIR
Terörün katlettiği her masum can AZİZDİR
İnsan öldüren her terörist CANİDİR
Onları kullanan, arkasındaki her güç ZALİMDİR
Terörü övenler gaflet, dalâlet ve HIYANET içindedir
Kimse bizim KÖR, SAĞIR VE DİLSİZ olduğumuzu sanmasın
Bütün tuzak ve saldırıların amacının FARKINDAYIZ
Bu yüzden
Fitne zamanı her yazılana, her konuşana KAPILMAM
Doğru bile olsa ateşe odun taşımam, PAYLAŞMAM
Terörün kıydığı canlar, şehitler için yüreğim YANIYOR
Ama, gün ayrışma değil; sabır, metanet ve BİRLİK günüdür
Söz konusu olan insan ve vatansa gerisi TEFERRUATTIR
Dua ediyorum. Allahın izniyle
Hep birlikte bu belayı da aşacağımıza İNANIYORUM

Gazete yazıları albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

4 Ocak 2018

En sağlam kulp

‘İyilik’ ve ‘iyi’nin inancımızdaki kökenlerini anlamaya devam ediyoruz. Kur'anda herkes ve her durum için hem müjde hem de uyarı var. İyilik edenler ya da bozgunculuk yapanlar için de bu böyle.

Örneğin; "Allah'a ve Resûlüne karşı sadık ve samimi oldukları takdirde, İyilikte bulunan kimselerin daha önceki durumlarından dolayı "(kınanması) için de bir sebep yoktur. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." (Tevbe, 9/91)

Uyarı da şöyle: "Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah'ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır." (A'râf, 7/56)

Kur’an sadece bu konuda müjde vermek ve uyarmakla kalmıyor tabi ki. Bakın Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar nasıl tarif ediliyor ; "Onlar; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren kimselerdir. Onlar ahirete de kesin olarak inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler." (Lokmân,31/4,5)

Sonra yapılan şu tavsiyeye bakınız "Kim iyilik yaparak kendini Allah'a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur." Ne güzel bir güvence değil mi ? Ama aynı surede herkese kendisini bekleyen bir ‘akıbet’ olduğunun bir kez daha hatırlatılması da son derece düşündürücü: "İşlerin sonu ancak Allah'a varır." (Lokmân, 31/22)

Daha fazla ayrıntı isteyenler için Lokman suresinde peygamberin oğluna nasihatı oldukça aydınlatıcı. Aynı zamanda son derece anlaşılır, sade ve açık. Böylece iyiliğin kesin olarak emredilmiş şeylerden biri olduğunu da haber vermiş oluyor bize Kur'an. "Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir." (Lokmân, 31/17)

İyiliğin namazla, kötülüğe karşı oluşla ve sabırla birlikte anılması oldukça dikkat çekici değil mi ? Bu arada haberler ‘müjde’ şeklinde peş peşe geliyor. Bu arada iyi ve iyiliğin somut örnekleri de verilmiş oluyor tabi ki:

"Mü'minleri müjdele !" "Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû' ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır." (Tevbe, 9/112)

 "İyilik edenleri müjdele" "Onların etleri ve kanları asla Allah'a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah'a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. (Hac, 22/37) 

Demek Kur'an diliyle "Gerçek şu ki iman edip iyi işler yapanlara gelince, şüphesiz Allah iyilik yapanların ve iyi davrananların mükafatını zayi etmez." (Kehf, 18/ 30)

Neticede "Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükafatlandırması için (böyle)dir. Çünkü O, Allah'a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir. Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır..." (Necm, 53/31,32)

"Kim güzel bir iş yaparsa onun iyiliğini artırırız. Kullarımdan İnanıp yararlı işler yapan ve salih amel işleyenler cennet bahçelerindedirler. Onlar için Rableri katında diledikleri her şey vardır. İşte bu büyük lütuftur. İşte bu, Allah'ın müjdelediği şeydir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.” (Şûrâ, 42/22,23)  diyor yüce Rabbimiz.

".. Allah onlara, devamlı kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetleri mükafat olarak verdi. İşte bu, iyilik yapanların mükafatıdır. Ve işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (Mâide, 5/84,85)

Bu bir kurtuluş müjdesi. Ama Kur’anda sadece bir ‘kurtuluş’ müjdesi verilmemiş, iyilik yapanları bekleyen mükafat da ayrıntılı olarak anlatılmış:

"Koltuklar üzerinde, (etrafı) seyrederler. (Mutaffifîn, 85/35) İşledikleri kötülükleri örtmek ve onlara yaptıklarının en güzeli ile karşılık vermek için Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde gölgeler içinde, pınar başlarında ve canlarının çektiği meyveler içerisindedirler. (Zümer, 39/35)

Katkısı kâfur olan içecekler dolu bir kadehten içerler. Bir pınar ki Allah'ın kulları ondan içer... (İnsan, 76/5,6) Allah da onları o günün kötülüğünden korur ve yüzlerine bir aydınlık ve içlerine bir sevinç verir. Sabretmelerine karşılık da onları cennet ve ipek(ten giysiler) ile mükafatlandırır." (İnsan, 76/11,12)

"Onlara şöyle denecektir:" deniliyor "Şüphesiz bu sizin için bir mükâfattır. Çalışma ve çabanız makbul görülmüştür. Afiyetle yiyin için." (İnsân, 76/22)

Ne güzel ve ne kutlu müjdeler bunlar. İnanıyoruz ki onun vaadi haktır. İyilik yapanları sever. Zira yine Allah mübarek kitabında aynen şöyle diyor: “Bunlar, hikmet dolu Kitab'ın; iyilik yapanlara bir hidayet ve rahmet olarak indirilmiş âyetleridir” (Lokmân, 31/2,3)

Elhamdülillah!



06 Ocak 2021 Çarşamba 22:00 CORONA GÜNLERİ.............................İnsan üzerine

İnsan tabiatı

İnsan tabiatı hem iyidir hem kötü. Hem şükreder hem de nankörlük. Eliyle, diliyle yaralara merhem olur. Eliyle cana da kıyar, diliyle zehir de saçar. Dünyayı imar eden de odur, helak eden de. Kulluğu da bilir, isyanı da seçer. 

Güzeldir yaradılışı amma ister eşref i mahlûkat olur, dilerse esfele safilin. Bir insan cenneti arzu etmek varken nasıl olur da sefillerin en sefili, aşağıların en aşağısı olur, cehennemin en alt tabakasına talip olur anlamak mümkün değil?

Kur’an aklı olan insana mesaj. Dileyen okuyup sırat ı müstakim sahibi oluyor, nasibi olmayan kendini nefsinin cangıl ormanlarında kaybediyor. Habil’le Kabil’in hikayesi boşuna değil. Çıkış sebebi ibadet bile olsa sonunda kardeşinin kanına girebilen biri bu “insan” dediğimiz mahlûk. O yüzden yaptıklarının kendine göre bir gerekçesi olur her zaman. Çoğu zaman da kendini inandırır yoluna. Pişman olsa bile kibri ve gururu öyle bir sed örmüştür ki etrafına tövbe kapısını göremez, görse de edemez.  

Cehaleti de bilmemekten değildir. Hakkı hakikati, doğru olanı bal gibi bildiği halde yine de içinde olduğu karanlığı aydınlatamaz. Nefsinin azgınlığı bir karabasan gibi göğsünün üzerine oturmuş, adeta elini kolunu oynatamaz olmuştur. İşte böyleleri, bilip de azgınlığında ısrar edenlere üstüne basa basa “cehil” denilmiştir. Bilmeyenlere de bu yüzden cahil dememek gerekir.

Ezopun dilleri

Hayat da bir tür yürüyüş. Sabırla, metanetle, kazanma inancı ve azmiyle yapılan bir yolculuk. Her yürüyüş gibi birlikteliğe, yol arkadaşlığına ihtiyaç var. Eskiler; yolculuk yapmadan, birlikte yiyip içmeden ve yatmadan insan anlaşılamaz demişler. Ne kadar doğru. Arkadaşlığı, dostluğu, sadakat ve vefayı hemen anlayamıyorsunuz. En azından bir testten geçmesi gerek.

Yol yürüyenler çakır dikenlerini bilir. Acısını tanırlar. Sinsiliğini, batınca fark edildiğini yaşamışlardır. Toprağa hangi yanıyla düşerse düşsün ayağınıza batacak şekilde dururlar. Rüzgârla yola gelişigüzel saçılmışlar ve kuru otlar arasında kamuflajlanmışlardır. 

Kendinizi daha büyük engellere hazırlamışken o küçücük şey ayağınıza batınca canınız epey acır. Bazı insanların da hali böyledir. İhanetten bahsetmiyorum, o çok farklı bir şey. Ancak bazen dostun gül atması bile dokunur ya, işte öyle bir şey.

Bir de mırın kırın ederek, gölgelerde kalarak yol arkadaşlarını yalnız bırakanlar var. Meşhur hikayedir, bilirsiniz. Aksak Timur Anadolu'ya gelirken filleri de getirmiş. Akşehir yakınlarında otağını kurduğunda, bir erkek fili de Akşehir’lilere emanet etmiş. Bunu “yedireceksiniz, içireceksiniz” demiş. “Hayvanımın başına bir şey gelmesin sonra karışmam!..” Fil bu ya, doymak bilmez. Köylüler ellerindekini avuçlarındakini yediriyor ama nafile. Ne varsa götürüyor, bağ bahçe tanımıyor, önüne gelen yeri çiğneyip talan ediyormuş.

Akşehir’liler fili beslemek için tarlada, bahçede, ambarda, kilerde ne varsa tüketmişler. Bakmışlar ki aç açıkta kalacaklar, böyle olmayacak. Gitmişler Nasreddin Hoca'ya yalvarmışlar yakarmışlar. "Hocam" demişler, "biz perişan olduk. Timur seni dinler, bir konuş Allah'ını seversen. Şu fil belasını başımızdan alsın." Hoca şöyle bir bakmış Akşehir’lilere. Hallerine acımış. ”Ey ahali o zaman toplanın, hep birlikte gidelim, derdimizi anlatalım”.

Hoca önde, Akşehir’liler arkada, huzura çıkmak için yola düşmüşler. Otağın kapısına gelindiğinde Hoca içeri girmiş. Timur hocayı ve zekasını severmiş, buyur etmiş. Hakan çok şatafatlı bir tahta oturuyormuş. Hoca "elçiye zeval olmaz efendim" diye başlamış söze. "Bütün Akşehir’liler hep birlikte düşünmüşler taşınmışlar beni sözcü seçmişler" diye devam etmiş. Timur, "hangi Akşehirliler?" diye kesmiş sözünü “Hani neredeler?” Hoca "kapıdalar efendim" demiş.

Timur “Getir bakayım onları da göreyim” demiş. Hoca gidip kapıya bakmış ki kimse yok! Son dakikada 'Aman ne olur ne olmaz' deyip birden arazi olmuşlar. Hoca düşünmüş, tekrar içeri girip huzura çıkmış. Timur, bıyık altından sormuş: ”Ne oldu Hoca, hani diğerleri?” Etraftan bir kıkırdama duyulmuş. Hoca zeki adam hiç bozmamış: "Hakanım" demiş "şunu diyecektim aslında. Akşehirli sizin fili bir sevdi bir sevdi. Şirin mi şirin, tatlı mı tatlı. Millet fil diyor, başka bir şey demiyor. Ancak herkes hayvancığasın yalnızlığına üzülüp duruyor. Eşi yok, ailesi yok. Öyle mahzun, tek başına, yazık. Ferman buyursanız da yanına bir de dişi fil getirseler. Biz de mutlu neşeli yaşasak”.

Timur, bir kahkaha atmış. “Hay çok yaşa sen hoca. Ben bunu nasıl düşünemedim. Var git ver müjdeyi, gönderiyorum diğer fili”. Hoca, otağın kapısından çıkıp ilerleyince, çalının çırpının ardındaki tam siper kurnaz Akşehirliler etrafını sarmışlar: “Ne oldu Hoca? Hallettin mi işi? Ne zaman gidiyor fil?” Hoca göz gezdirmiş etrafındakilere birer birer. "Ne gitmesi arkadaşlar, ikincisi de geliyor, yolda! Hayırlı uğurlu olsun siz ödlek uyanıklara. Beni de rahatsız etmeyin bundan böyle. Ben kendi işime bakayım, siz de kendi işinize, hadi bakalım selametle" diyerek vurmuş asasını yola, kaybolmuş ufukta.  

Kıssadan hisse: Nasrettin hocayı Timur’un karşısında yalnız bırakanlar sadece kendilerine değil memleketlerine de kötülük ettiler. İnsanın böyle bazı halleri de, ağzında evirip çevirdiği dili de çakırdikenine benzer biliyor musunuz? Bir Ezop(*) masalında dile getirildiği gibi o; hem dünyanın en tatlı şeyi, hem de en acı olanı. Hikayeyi bilirsiniz hepsini anlatmayacağım. Sadece dünyanın hem en acı hem de en tatlı yemeğinin "dil"den yapıldığını hatırlatmakla yetineyim. Yumuşacık, küçücük bir şeyin hem bu kadar tatlı, hoş ve lezzetli, hem de bu kadar zehirli, bu kadar şeytani, bu kadar acıtıcı olabileceğini ancak tadınca anlar insan.

İnsanoğlu çiğ süt emmiş

İnsan çok güzel, çok değerli. Ancak insanoğlu “çiğ süt emmiş” aynı zamanda. O yüzden de yanlışları, eğrilikleri de çok. Her zaman iyi, dosdoğru ve asil değil. Kötü de olabilir, yamuklukları olur sık sık. 

Hatta bazen soysuzca da davranabilir; İyiliğe nankörlük eder, kötülükle karşılık verebilir. Çiğ süt emmiş atasözü işte bu yüzden; insanın sağı solu belli olmaz, ne zaman ne yapacağı bilinmez anlamında kullanılıyor.

Hikaye bu ya; kedinin biri dağda kuş kovalarken birden kendini aslanın ininde bulmuş. Gürültüye uyanan aslan kükremiş: “Bre sen kimsin? Ne işin var, benim inimde?” Kedi korkmuş, paçayı kurtarmak için: “Tanımadın mı beni? Ben senin dayınım” demiş. Aslan, baştan ayağa süzmüş kediyi: “Yüzün gözün, elin ayağın, postun tüyün aslana benziyor ama pek bir küçüksün. Sen nasıl benim dayım olabilirsin ki?” diye sormuş.

 

“Ah yeğenim” demiş kedi, “Ben de senin gibi büyüktüm. Ama şu insanoğlu var ya çiğ süt emmiş. Bana etmediği zulüm kalmadı, küçülte küçülte bu hale soktular beni.” Aslan öfkelenmiş: “Vay vicdansızlar! Demek öyle ha!” “Yaa… Böyle işte!” Kısa bir an düşünen aslan, birden fırlayıp kalkmış ayağa: “Hadi, kalk gidiyoruz” demiş. “Nereye?” “Göster bana şu insaoğlunu da yaptıklarının hesabını sorayım!”

 

Bakmış aslan ciddi, vazgeçirmeye çalışmış kedi: “Aman etme, bu insanoğlu çiğ süt emmiştir. Ben yandım, sen de yanma!” “Olmaz!” demiş aslan. Hesap soracak, kafaya koymuş bir kere.

Uzun süre yürüdükten sonra ormanın kıyısında bir oduncuyla karşılaşınca kedi durdurmuş aslanı, “İşte bu” demiş. Aslan, oduncuya doğru kükreyerek: “İnsanoğlu denen çiğ süt emmiş sen misin?” diye sormuş.

 

Oduncu, dönüp şöyle bir bakmış: “Benim, ne olacak?” demiş. “Dayıma yaptıklarının hesabını vereceksin!” “Ne yapmışım dayına?” “Daha ne yapacaksın? Baksana ne hale getirmişsin? Dayak yemekten ufalmış iyice…” Oduncu, kediye bakmış. Kedinin bir oyunuyla karşı karşıya olduğunu anlamış. Aslana derdini anlatamayacağı ya da kaçıp kurtulamayacağı için: “Peki, hesaplaşalım” demiş. “Ama önce şu kütüğü yarmalıyım. Yardım et de çabuk yarayım.”

 

Bir an önce hesaplaşmak isteyen aslan: “Tamam” demiş, “nasıl yardım edeyim, çabuk söyle!”

Oduncu, kütüğün ortasına bir kama saplayıp boydan boya yar­dıktan sonra aslana dönüp: “Şu yarığa bir pençeni sok da çabuk yarayım” demiş. Aslan, kütüğün aralığına bir pençesini sokmuş. Oduncu, aynı anda kamayı çekince aslanın ayağı sıkışıp kalmış. Başlamış acı içinde bağırmaya.


Oduncu, doğrulmuş olduğu yerde: “Tamam mı?” demiş, “Hesaplaştık mı şimdi?” Acıyla haykıran aslan: “Tamam, tamam!” demiş. “Dayım, insanoğlu çiğ süt emmiştir, demişti de inanmamıştım. Doğruymuş meğer!”


Hikayede ilginç olan nokta sade bir insanın, iyi olmasını beklediğimiz bir insanın bile tuzak kurabileceğinin, muhatabın canını acıtabileceğinin anlatılması. Yaşarken bu tür örnekleri çokça görmüşlüğümüz var. Gerekçesi ne olursa olsun insan akrep gibi sokabilir, yılan gibi boğabilir, karadul gibi zehirleyebilir. Dikkat edin muhabbet ederken dilinin çatalını görebilirsiniz. O çatal dil insanları öyle birbirine düşürür, dostlar akrabalar arasına öyle yaralar açar ki inanamazsınız.

Ağızdan çıkan sözcükler öyle dedikodular eder, öyle iftiralar atabilir ki; ocaklar söner bu yüzden. İnsanoğlu söz konusu olduğunda ha dil, ha kalem; ha el ha iğneli topuz hiç fark etmez. Hepsi aynı kapıya çıkar. Misal biri sanal dünyada yorum mu yapıyor; dikkat ediniz. Över gibi yaparken aslında eleştirebilir. Hayra soluğu olmadığı gibi, varlığı bile keyfinizi kaçırmaya yeter.

Delil mi istiyorsunuz? Aramamış sormamış biri aniden çıkıp gelse ya da telefon edip sizden bir şey istese. Sizin de ona bir imkânınız olmasa. Yalan söylemeden, oyalamadan dosdoğru “Hayır!” deyin de görün bakalım neler oluyor. Başta hal hatır soran, saygılar sunan o insan birden dönüverir. Kelimeler adeta ok gibi çıkar ağzından. Bir anda tüm zehrini boşaltıverir üstünüze.

İşte böyledir “çiğ süt emmiş insan”. Yine aynı çiğ sütü emmiş ama “insan evladı olmayı bilmiş” binlercesinin, milyonlarcasının sırtında dönüyor dünya. O yüzden de şöyle dua ederiz ya: “Allah iyilerle karşılaştırsın!”

-----------------------

(*)Ezop fabl denen öyküleriyle ünlüdür. Fabl sonunda ders verme amacı güden, güldüren, düşündüren ve genellikle manzum öykülere deniyor. Dünyanın en ünlü fabl yazarları ise; Ezop, La Fontaine ve Beydeba'dır. İ.Ö.VI.yy.da yaşadığı varsayılan eski yunan masalcısı Ezop'un fablları M.Ö. 300 yılında derlenerek yazıya geçirilmiş. Söylentilere göre Trakya'da ya da Emirdağ yakınlarındaki Amorium kentinde doğup büyümüş. Bir süre köle olarak Samos adasında yaşamış, azat edilince birçok yolculuk yapmış, Delphoi'ye yaptığı yolculuk sırasında da bir cinayete kurban gitmiş. Fablların kahramanları genellikle hayvanlar. Ama bu hayvanlar insanlar gibi düşünüyor, konuşuyor ve tıpkı insanlar gibi davranıyorlar. Sonuçta öyküden çıkarılan ders bir öğüt biçiminde oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder