5 Eylül 1922,
Susurluğun kurtuluş günü. Tam bir asır önce o gün artık Yunan Ordusu Anadolu’da
kesin bir şekilde mağlup edilmiş, Susurluk 2 yıl 2 ay 4 gün süren işgalden
kurtulmuştu.
Baş komutan Gazi Mustafa Kemal'in Zağanos Paşa hutbesinde söz ettiği gibi, 'Balıkesir'in dindar ve kahraman insanları' sayesinde yöremiz güney
Marmara ve Ege'de kendi imkânlarıyla milli mücadele başlatıp yönlendirilmiş
oldu. Susurluk’ta bir direniş ya da toplu ölümlerin olmaması bu gerçeği
değiştirmez. Neticede peş peşe 5 Eylül ve 6 Eylül günleri bölgemizin düşman
işgalinden tamamen kurtulduğu günler olarak tarihe geçmiştir. Kurtuluş
sevincimiz, gururumuz ortaktır ve anamızın ak sütü gibi helâldir.
Susurluğun
tarihi, jeopolitik ve kültürel anlamda derin bir geçmişi yok. Bu anlamda
arkeolojik ya da sanatsal eserlere de sahip değil maalesef. Ülke çapında büyük
sanayi tesisleri ve ticari yatırımları da bulunmuyor. Ancak bir yol üstü
kasabası olarak geçmişten bu yana varlığını sürdürebilmiş kadim bir geçiş
noktası. Elbette ki yaşanmış, halen varlığını sürdüren ve gelecekte de onunla
hatırlanacak değerleri de var. Bu değerlerin bazıları ulusal düzeyde biliniyor.
Ama çoğu burada yaşamış ve yaşamakta olanların hayatında bir tür kimlik
çizgileri gibi duruyor.
“Değerler” tabiatıyla
insanın ürettiği ve taşıdığı kıymetler. Ne insan olmadan bir değerden söz
edebiliriz, ne de herhangi bir değeri olmayan insanın kıymet i harbiyesi
vardır. O kadar ki insan belli değerlerle ancak “eşref i mahlûkat” olabilmiştir
diyebiliriz. Bu yüzden bazen bizatihi bir “insan” da kendi başına
bir değer olabiliyor.
Tarihte
kahramanlık göstermiş, ardında bir eser ya da kalıcı izler bırakmış şahsiyetler
böyledir. Onlar yaşadığı toplumda öldükten sonra da daima hatırlanır ve yüceltilirler.
Bu insan bazen bir sanatçı, kimi zaman bir idareci, hatta sıradan bir çiftçi
bile olabilir. Onu kıymeti tükenmeyen bir değer yapan şey mesleği, konumu ya da
zenginliği değildir. Hatta adı sanı bilinmediği halde toplum hafızasında hala büyük
bir yeri olan insanlar da vardır.
Yüzyıllar geçtiği
halde üzerinden geçip durduğumuz zarif bir köprü, karşısına geçip ne güzel
yapılmış dediğimiz bir ev, kim bilir kimin dokuduğu belli olmayan bir yün halı
ya da kilim bile banisini gözümüzde ve gönlümüzde büyük yapar. Onlar yazdığı
bir şiir, bestelediği bir eser, geriye bıraktığı bir vakıf, gelip geçen
yolculara ikram ettiği bir bardak köpüklü ayranla unutulmamış, kültürümüzün bir
parçası olmuşlardır.
Susurluğun
belki bu manada tarihinden gelen ulusal çapta meşhur bir değeri yok. Ancak;
biraz hafızamızı zorlarsak “İğne
Bey, Katrancı Mehmet Pehlivan, Ayrancı Şükrü ve Selahattin Altınbaş” ilçemiz
için belki böyle değerlere örnek gösterilebilir.
Hiç kuşkusuz
insanı değerli kılan manevi hasletler büyük ölçüde yaradılıştan geliyor ve dini
inançlardan besleniyorlar. Ortak değerler de böylece toplum halinde yaşayan
insanların kültürü haline gelmişler. İnsanı başkalarından ayırdığı gibi,
toplulukları da diğerlerinden farklılaştırmışlar. Ancak bu farklılıklar ayrıştırıcı
değil. Zannedildiğinin aksine insanları birbirine yakınlaştırıyorlar.
Birbirlerini farklılıklarıyla tanıyıp kabul ederek sosyal ilişkileri
kolaylaştırıyorlar.
“Doğruluk”,
“Dürüstlük”, “Çalışkanlık”, “Adalet”, “Emanete sadakat” ve “Güzel
ahlak sahibi olmak” kişiyi değerli ve farklı kılan insanî vasıflar. Ancak
bu değerler benimsenip yaygınlaştıkça; “Güvenli toplum”, “İyi insanlar yurdu”, “Girişimcilik
ruhu”, “Birlik ve beraberlik şuuru”, “Dayanışma ve yardımseverlik”, “Hoşgörü ve
farklılıklara saygı duyma”, “Misafirperverlik”, “Sorumluluk ve sahip olunan Kültürel
mirası yaşatmaya duyarlılık” ve “Çevreye saygı” gibi toplumsal
değerlere dönüşüyorlar.
Susurluk
geçmişini hatırlamalı, yaşananlardan dersler çıkarmalı ama bu günü de iyi
anlamalı, geleceğin aynasına bakmalı korkmadan. Her büyük hamle küçücük bir
adımla başlar. Önce kafamızda ve gönlümüzde doğmadan, ufkumuzda güneş
doğmayacaktır. O halde bir an için gözümüzü yumup hissedelim o anı. Rüyalarımız
olsun yine Susurluk üstüne, hayallerimiz olsun umutla dolu.
Üniversiteyi
yeni kazanmış bir öğrencinin ailesinden ayrılırken "Burayı bir sanayi şehri yapacağım!" rüyasını anlayabilir
misiniz? Henüz 16-17 yaşında bir gencin doğup büyüdüğü topraklar için böylesine
dolu olmasını hayalcilik olarak mı görürsünüz? Bilemem. Ama o rüyayı gören
bendim. Böyle hayaller tasarlamaktan, doğru bildiğim şeyler uğruna çabalamaktan
asla vazgeçmedim.
Yaşamımda her
zaman, her durumda fikrim ve projelerim oldu. Çalışma hayatım mücadele ile
geçti. Otuz beş sene altı kurum, beş şehir, yedi müdürlük, dört daire
başkanlığı ve bir müsteşar yardımcılığı ile geçti. Üçü sürgün altı defa
görevden alındım. Düştüm kalktım, yine yürümeye ve ülkem için uğraşmaya devam
ettim. Hayallerimden kimileri oldu, kimileri yıllar içinde eksik pörçük
şekillendi, kimileri de bir rüya olarak halâ içimde yanar durur.
Meselâ bugün
Susurluk bir sanayi şehri değil. Bundan sonra da olmayacak. Türkiye artık
yetmişli yılların ağır sanayi rüyaları gören az gelişmiş ülkesi değil.
Kalkınmada seçici olmanın, alternatif yolları denemenin, insan, kültür ve
çevreyi dikkate almanın stratejik önemini kavramış durumda. Ancak bu yaklaşım,
mevcut sanayi tesislerimizin ihmal edilmesi demek değil elbette.
Buna karşılık
Susurluğun kırk yıllık yakın geçmişinde bırakın yeni fabrikalar kazanmayı
mevcutlarına bile sahip çıkamadığı da ortada. Hatta bu süreçte ticaretle
uğraşan pek çok zenginimizin de maalesef birçoğunun yolda kaldığını biliyoruz.
Şehrimizse halâ eğri büğrü, kavruk ve güdük duruyor. Sağlıklı büyüyüp gelişemedi.
Gençlerin çoğu ekmeğini dışarlarda arıyor. Köylerimizde yaşlılar bile artık çok
azalmış.
Memleketime
her gittiğimde olumlu, umut verici bir haber işitir miyim diye etrafımdaki
insanlara merakla soruyorum. Artık “Şeker fabrikası bu yıl da çalışacak”
sözleri beni tatmin etmiyor. “Yörsan
çalışıyor mu? Başka yatırımı olacak mı? Dört mevsim gibi, Has tavuk gibi başka
işletmeler kuruluyor mu? Buraların artık bir lojistik bölge olarak düşünüldüğünden
haberleri olmuş mu? Yeni otoban hakkında ne düşünüyorlar? Mola tesisleri
kendilerini geliştiriyorlar mı? Üniversite hakkında yeni bir gelişme duyabilir
miyim” diye heyecanla böyle bahisler açıyorum.
Ama her
defasında değişen bir şey olmadığını görüp üzülüyorum. Kirlilik sade havada,
suda değil zihinlerde de var. Derelerimiz, göllerimiz, göletlerimiz kirlenmiş.
En acısı insan ilişkileri de eski tadı vermiyor. Ben onlara Susurluk nasıl
diyorum, onlar bana Ankara’da ne var ne yok diye soruyorlar. Gençlerden ne
haber diye mevzu açıyorum, onlar oğlunun kızının işi için tavassut peşindeler.
Doğrudur,
yıllar geçti; sade şehirler köyler değil insanlar da kirlendi. Çokçadır rüya
görmüyoruz, hayallerimiz törpülendi, günümüz iş-ev-araba, harç borç
muhabbetiyle geçiyor. İnsanımızın alacağı maaşı, kirayı, tarımsal desteği ya da
yardımı ve borçlarını düşünmekten memleketinin ya da çocuklarının geleceğiyle
ilgili ilave bir gayrete dermanı kalmamış. Bir kısmı halâ otobana yakın
tarlasını iyi fiyata satıp doğalgazlı asansörlü bir daire almanın derdinde.
Yada eski evini bir müteahhide verip kaç daire alacağının hesabında.
“Şeker fabrikasını biz satın alıp yürütebilir miyiz?”, “Yeni
otobanı bir fırsat olarak değerlendirebilir miyiz?”, “Lojistik bölgeden Susurluk
olarak nasıl yararlanabiliriz?, ”Bir üniversite Susurluğa ne getirir ne götürür?” gibi sancılı
sorulara vakti de niyeti de yok.
Susurluk
merkez pek büyümedi. İyi mi kötü mü bilmem ama küçülmedi de. On on iki bin
nüfuslu bir ilçe iken elli yıl sonra şimdi ancak iki, iki buçuk katı olabildi.
Ülke nüfusunun büyüme hızına göre bu oldukça yavaş bir büyüme sayılır.
Bu durumu ben
şahsen hep iki sebebe bağladım. Birincisi İstanbul-Bursa-Bandırma-Balıkesir üçgeni
arasında adeta kör bir nokta olarak kalması. Diğeri de içinden yol ve nehir
geçen dar bir boğazda iki çıkış kapısının da kilitli olması. Bu kapılardan biri
Şeker fabrikası tarafından öbürü askeriye tarafından tutulmuştu. Genişleyecek
sanayisi ve konut alanları yoktu.
Aslında bugüne
değin konut yapacak, gelişecek bir potansiyeli de yoktu. Çünkü hem gelir hem de
genç nüfus açısından Şeker fabrikasıyla sınırlıydı. Yıllarca oranın ekmeğini
yedi. 1954'den son on yıla kadar Susurluğun işçisi, memuru, esnafı, çiftçisi,
emeklisi her kesim bu kaynaktan beslendi. Sadece bu kurum can verdi Susurluğun
ekonomik ve sosyal hayatına. Pancar kokusu hayattı, refahtı, canlılıktı o
topraklar için.
Ama göremedi
Susurluk geleceğini, hep böyle gitmeyeceğini. Fabrikadan aldığı bol maaşı, iyi
yaşamaya, arabalara harcadı. Çocuğunu, yeğenini fabrikaya sokmak için yarıştı
yıllar boyu, ama bir ikinci fabrika, bir üçüncü tesis için çalışmadı.
O güzelim
ağaç işleri sanayisini yenileyerek geliştirerek yaşatamadı. Önce ustaları çekildi sahneden birer birer.
Yerlerini gençler almadı. Ahşap kasa işi falan derken yürütemediler, sonra da
işyeri konut yapıldı yerlerine, bitti gitti. Sonraları kurulan Yörsan'ı bile
tam olarak değerlendiremedi, geçinemedi Susurluk her nedense.
O yüzden
gençleri ekmek peşine hep dışarıya, gurbete çıktı. Benim gibi okuyan memur olanlarsa
zaten duramadılar. Kalanlar için tek bir seçenek kalmıştı; yol boyu mola
tesislerinde çalışmaya mahkum olmak. İzmit-İzmir otoyolu yapıldığında bu
seçeneğin de ömrü büyük ölçüde tamamlanmış oldu maalesef.
Artık çocukluğumun
Susurluğu yok. Pazar günleri şeker fabrikası otobüsü ile sinemasından dünyayı
gördüğümüz fabrika bitmiş. Lojmanlarıyla, şeker mahallesiyle bir zamanların
canlı, renkli sosyal hayat merkezi Şeker fabrikası adeta terk edilmiş. Makyajı
gitmiş, yüzündeki kırışıkları gizleyemeyen eski bir film yıldızı gibi.
İnşallah bu
yıl da çalışacakmış. İyi olur tabi. Ama benim ‘kral çıplak’ deyişimden kimse
rahatsız olmasın. Çünkü, ittire kaktıra taşıma suyla değirmen dönmez. Bu sene
çalışsa seneye, daha sonraki seneye ne olacak? Yörsan da sahip değiştirmiş,
geleceği meçhul. inşallah Susurluk’ta kalmaya, yatırım yapmaya karar verirler.
Ancak, Susurluk halkının böyle "umut" lardan çok daha fazlasına
ihtiyacı var. Hatta sorumlulukları.
Bu imkânın
hala var olduğuna inanıyorum. Susurluğun ileri gelenlerinin, yöneticilerinin
hiç değilse kendi çocuklarına, gençlerine bakıp artık geleceği düşünme saati
geldi de geçti bile diye düşünüyorum. Bakarlarsa, ararlarsa görürler.
İnanırlarsa yaparlar. Susurluk’ta bu gücün derinlerde, bir yerlerde hala var
olduğunu umuyor, biliyorum.
Bakın! artık
şehrin batı kilidi de açıldı. Askeriye gitti. İzmit-İzmir otoyolu bitti.
Bandırma Bursa sanayisi Susurluğa doğru geliyor, bölge lojistik merkezi olma
yolunda. Çok daha önemlisi Susurluk’ta bir üniversite kurulması için hala umut
var.
Elbette ki
bir taraftan farklı ekonomik faaliyetler, ticari yatırımlar, Üniversite
kurulması ve yeni konut alanları gibi konularda çabalar devam edecek. Bunlar
önemli ve ihmal edilmemeli. Fakat 2020'lerin Türkiye'sinde Susurluğun da
kendine özgü yaşayan değerlerini öne çıkarıp parlatmayı başarabilmesi
gerekiyor.
Elbette ki
yaşanmış, halen varlığını sürdüren ve gelecekte de hatırlanacak bazı değerleri
var. Bu değerlerin bazıları ulusal düzeyde biliniyor. Ama çoğu burada yaşamış
ve yaşamakta olanların hayatında bir tür kimlik çizgileri gibi duruyor.
Başkaları için bir kıymet ifade edebilmesi için üzerinde çalışılması, bir
bakıma restore edilmeleri gerekiyor.
Bugün için
aklımızda kalması gereken şey şu: ‘Değerler
önemlidir. Değerler ilkeler ve gelecek vizyonu için sağlam bir temel
oluştururlar. Hareket stratejileri için de dayanak noktasıdırlar.’ Onları
yeniden keşfetmek, seçip ayıklamak ve gelecek için kazanmak zorundayız. Bu
zamanda mukayeseli üstünlüklerimizi bilmeden, onları öne çıkarmadan fark
edilemeyiz.
Doğrudur, bu
kırk yıl içinde köprünün altından çok sular geçti. Yıllar içinde hepimizin de
sağı solu, eli yüzü yara bere içinde kaldı. Birçok hayalimiz gerçekleşmedi. Bu
arada ülkemizle birlikte ayakta kalmaya, varlığımızı ve dirliğimizi muhafaza
etmeye çalıştık. Zaman zaman sert esen rüzgârlara, fırtınalara, krizlere göğüs
gerdik. Halâ da teröre, adı konulmamış savaşlara, şehit cenazelerine, akıl dışı
uluslararası tezgâhlara, döviz kurlarının durup durup deli gibi fırlamasına
dayanmaya çalışıyoruz.
Ancak, yine de
umudumuzu yitirmedik. Rüyalarımız azalsa da, hayal kırıklıklarımız olsa da
kaynakları kurumadı. Kendi payıma ben içimizde bir yerlerde hala varlıklarını
hissedebiliyorum. Çok şükür ki dava
arkadaşlarımın birçoğunun, sevdiklerimin bu ülkenin bakanları, başbakanları ve
cumhurbaşkanı olduklarını gördüm. Onların bu ülkeyi iri ve diri tutacağına
güvenim var. Son günlerde bir başka türünü gördüğümüz ekonomik saldırılarla
sarsılan ülke gemisini sağ selamet bu badireden de çekip çıkaracağına inancım
tam.
Umut doluyum;
Allahın izniyle gelecek bizimdir. Zaten ülkem için hiç bir zaman umudumu
yitirmemiştim. Hamd olsun ki hayatımın hiç bir anında yakmayı, yıkmayı,
zulmetmeyi düşünmedim. Bunun için bana böyle bakmayı, görebilmeyi, daima
‘yapmayı’ öğreten insanlara şükran borçluyum. Her birimiz aslında bizi
bugünlere ulaştıran merdivenlerin kum taşlarından birisiyiz. Elbette kıvanacağız ve geleceğe umutla
bakacağız.
Ülke olarak
başarısız değiliz. Omuz verenler olmazsa nasıl yükselirdi bu zafer kuleleri.
Bugün de omuz vereceğiz birbirimize, bizi yıkmayı düşünenler bir kez daha
hüsrana uğrayacaklar. Kabaran dalgaların uçlarındaki su damlacıkları
diğerlerinden üstün oldukları için orada değiller. Aksine, dipten gelen
milyonlarca su damlacığının gücüyle en yukarıya çıktılar. Bir süre sonra da yer
değiştirecekler. Gelgitler gibi, köpürüp kıyıya vuran dalgalar gibi, dağ gibi
yükselen tusunamiler de geri gelmek için tekrar aslına döner. Bu kaçınılmaz bir
döngüdür.
Ha! 2002’ten
bu yana yirmi yıl geçti. Köprülerin altından akan sular gibi Türkiye de çok
büyük değişimler geçirdi. Bu arada değişenler de olumlu olumsuz etkilenenler de
oldu tabi ki. Fırtınalı yolculuk hala devam ediyor. Bütün bu süreçte temsil
makamında olanların eksikleri, yanlışları olmadı mı? Mutlaka oldu. Ama söz
konusu olan insan. Onların var da, başkalarının, benim, senin olmadı mı,
olmuyor mu?
Önemli olan
terazinin sağ tarafının ağır basması. Hizmetle anılmaları, yıkmakla değil
yapmakla meşgul olmaları. Bu beni umutlandırıyor. Yeni Türkiye tasavvurları,
2023, 2053 hedefleri son derece etkileyici ve heyecan verici. Böyle oldukları
sürece de dualarım onlarla. Zira biz çokluk rahmetini teklik olarak görebilen
bir terbiyeden geldik. O halde en azından yarım asırlık mücadeleden süzülüp
gelen vizyonları benim de hayalim.
Diliyorum ki;
Susurluk da bu vizyondan pay alsın. Susurluk da 2023, 2053, 2071 hedefleri
koysun kendine. Köylerimiz yine şenlensin. Hayvancılığımız, süt ve et
ürünlerimiz daha misliyle bereketlensin. Küçük sanayimizde yine hızar planya
sesleri duyalım. Yolumuzun otantikliğini, mola tesislerimizin, ayranımızın
markasını koruyalım. Ama otoban da bölgemize yeni fırsatlar getirsin. Mevcut
tesislerimiz gelişsin, lojistik işletmelerle gelişsin bölgemiz.
Suyumuz, havamız,
şehrimiz kirlenmesin. Zihinlerimiz tazelensin. Meselâ yeni bir üniversite
kurulsun ilçemizde. Öğrencilerin, gençlerin cıvıl cıvıl enerjisiyle aşılanalım
yeniden. Toprağından, suyundan, havasından binlerce genç insanın neşvü nemâ
bulduğu mümbit bir Susurluk görelim gelecekte. Esnafımızın yüzü gülsün. Ülkemiz
Susurluğun başarı hikâyesini okusun, dinlesin ve izlesin bu defa.
Olmayacak
şeyler değil bunlar. İnanmak yolun yarısıdır. Geri kalanı ise önder ve iyi
adamlarla biraz çaba göstermeye bağlı. Ferasetle bakın onları göreceksiniz. Yeni
otoyolu, tekleyen şeker fabrikasını, ilçeden ayrılan askeriyeyi, yörsan’ın
belirsizliğini, bölgenin lojistik merkezi olma planlarını Susurluk için
tehditten fırsata dönüştürecek ciddi projelere ihtiyaç var.
Rehavet ya da
fırsatçılık zamanı değil. Tarlaları satıp daireye yatırmak, eski evleri kat
karşılığı müteahhide vermek kolay ama kısır bir yol. Susurluğun hiç değilse bir
sonraki kuşak için daha büyük düşünmeye, çalışmaya ve geleceği inşa etmeye
ihtiyacı var.
Her 5 Eylülde Susurluk’la ilgili yazı yazmak benim için vazgeçilmez bir gelenek. Susurluk'la ilgili son yazım 17 Kasım 2021'de "Sonsöz: “VEDA” başlığıyla çıkmıştı. Zira o günden sonra Susurluk’la ilgili yazmayı düşünmediğimi, belki yıldan yıla 5 Eylül kurtuluş günlerinde olabileceğini belirtmiştim.
Bir yıl önce
17 Kasımda “Susurluk için ne yapabiliriz?” sorusuyla başlayan ve ‘Bir Stratejik Plan Önerisi’ olarak
şekillenen çalışmamız 2,5 yılı bulan her haftalık bir yazı maratonu sonrası
tamamlanmış bulunuyordu.
‘Neredeyiz?, Nereye ulaşmak istiyoruz?, Ulaşmak istediğimiz
noktaya nasıl gideriz? Ve Başarımızı nasıl değerlendiririz?’ şeklinde
ifade edilebilecek dört temel soruya cevap arayarak gelişen çalışma 5 Temel
ilke, 11 değer, 1 Misyon, 1 Vizyon, 3 Amaç, 10 Stratejik Amaç ve 278 Hedef
ortaya koyarak yaklaşık 400 sayfalık bir hacme ulaşmıştı.
Neticede
ortaya çıkan vizyon Susurluğun 2023-28 döneminde yükselmesini arzu ettiğimiz
seviyeyi, strateji ve hedeflerse o noktaya nasıl ulaşabileceğimizi gösteriyordu.
Böylece, '2023-28 dönemi beş yıllık orta vadeli, Bölgesel bir stratejik
alt plân' önerimizle halen bulunulan nokta ile ulaşılmak istenen durum
arasındaki yol tarif edilmiş oldu.
ANCAK, BU
YOLUN YÜRÜNEBİLMESİ İÇİN ELBETTE Kİ ÖNCELİKLE ÖNERİMİZİN RESMİ BİR BELGEYE DÖNÜŞMESİ
GEREKİYOR. Ardından da gelecek için aynı vizyona inanmak, belirlenmiş
stratejileri bilinçli bir şekilde uygulamak. Fakat üzülerek belirtmeliyim ki
aradan geçen bir yıl süresince Susurluk'ta bu yönde hiçbir hareket, söylem
hatta niyet duymadım, görmedim.
Bense
yıllardır ‘sıla’mdan yani ‘memleket’im Susurluk’tan uzakta yaşıyorum. Yatılı
okul, üniversite, 35 yıl gurbette memuriyet ve nihayet emeklilik dönemim doğduğum
yerden uzaklarda geçiyor. Emekli olduktan sonra yaklaşık dört sene sırf
Susurluğa katkım olsun diye REİS gazetesine bilâ ücret yazdım.
Elim, dilim,
yüreğim yettiğince yazarak önerilerde bulundum. Orada birilerine yardımım ve
katkım olur belki diye düşündüm. Elbette olumlu gelişmeler beklerim, umut
ederim. Ancak o da olmazsa dua ederim, elimden gelen bu. Benim anama, babama,
atama bağlılığım gibi sıla-i rahim inancımla da ilgili.
Duymuyor, anlamıyor,
destek vermiyorsanız yapacak bir şey yok. “Bir şeyler yapmak lazım” demekle o ‘bir şeyler’ kendiliğinden olmuyor. Bu noktada SİYASET YAPTIĞINI SÖYLEYEN KARDEŞLERİME SESLENMEK İSTİYORUM: “Siyaset yukardakilerin söylemlerini
aşağıda tekrar etmek, icraatlarını sahiplenmek, fotoğraf çektirmek
değildir. İcraat dediğiniz şey zaten kısa vadeli, bütçeye
bağlı en çok üç yıllık öngörülmüş
işlerdir. Siz olmasanız da birilerinin seçilmek için,
hizmet adına yapmak durumunda olduğu şeyler. Sürekli sızlanmak,
şikayetlenmek ve çene yarıştırmanın da bir yararı yok. Bunlar
siyaset değil düpedüz politika yapmaktır. Siz
de onların teşkilatı olmuş oluyorsunuz.
Bakış açınızı
bir Belediye Başkanlığı meselesinin ötesine taşımanız gerekiyor. SUSURLUĞUN
İÇİNDE
OLDUĞU DURUM BELEDİYE BAŞKANI OLMADAN ÇÖZÜLEMEZ! BU DOĞRU, AMA ONU ÇOK AMA ÇOK AŞAN BİR KONUDUR. Öte yandan siyaset denilen
şey ufuk ister, vizyon ister, liderlik ister, adanmışlık ve olağanüstü çaba ister. Dava dediğiniz şey seçim
kazanmakla sınırlı değildir. Ezelden gelip ebede uzanan, gelir geçer-yanar
döner olmayan, istikamet üzere
yürünecek bir yoldur.
Elbette politika
vazifelerinizi de yerine getirin ama, ASIL O
DAVA SİYASETİNE İHTİYAÇ VAR. Susurluğun geleceğinin temellerini atmanız, önünü
açmanız, hedeflerinizi Susurluğa ve sizden
yukardakilere de benimsetmeniz bekleniyor. Bu konuda iktidar muhalefet demeden
birlik olmanız isteniyor. Ufkunuzu üç yılın ötesine
taşırsanız muhaliflerinizle bile anlaşabilirsiniz. Çünkü kavga bugündedir, tartışmalar çok
çok 2-3 yıllık bir perspektif içinde
döner.
Herkes için
ortak vizyonunuzu, kararlılığınızı, inancınızı önce siz ortaya koyun ki
değer verilsin. Birileri aranızı ayırmak istese de siz aksine toparlayıcı olun,
istikametinizi ve saflarınızı bozmayın. O yüzden “vıdı
vıdılara kapılmadan” GELECEĞE
ODAKLANMAYA, ‘besmele’ ile çıkıp yol almaya gayret
etmeniz gerekiyor. “Oyuna oynaşa” dalıp oyalanmamalısınız. Hiç
olmazsa bunu başarabileceğinize inanmak istiyorum.”
BU YOLDA HİÇ KİMSE “NE YAPABİLİRİM Kİ?”
DEMESİN. NİHAYETİNDE ÖNERDİĞİMİZ
ÇÖZÜM YOLU, SUSURLUĞUN ÖNDERLERİ TARAFINDAN DA
SAHİPLENİLMESİ GEREKEN ADIMLAR. Duymayan kulaklara, okumayan gözlere, umutsuz gönüllere
ulaştırmak inanın ki üç kişiyle de olur, on kişiyle de. Unutmayın, hayat devam ediyor.
SON SÖZÜM KARAMSARLIK VE REHAVET İÇİNDE GÖRDÜĞÜM SUSURLUK GENÇLERİNE: ‘Bir Stratejik Plan Önerisi’ adlı çalışma size, ama sadece size emanetimdir. EKİLEN BİR TOHUM GİBİ, DİKİLEN BİR FİDAN GİBİ SİZDE YEŞERMESİNİ BEKLİYORUM.
Okumak istediğinizde, ‘Bir Stratejik Plan Önerisi’ yazılarıma ihtiyaç
duyduğunuz her an ona https://yzyorum.blogspot.com/search/label/GAZETE%20YAZILARI linkimden ulaşabilirsiniz.
Okuyun ki anlayabilesiniz, anlarsanız benimseyebilirsiniz. Benimsemeniz destek vermenizi sağlar. Ama inanmadığınız hiçbir şeyde başarılı olamazsınız.
Değişen,
gelişen, yükselen bir Susurluk niye olmasın ki? Çalışkan, kendi kişiliği ve
saygınlığı ile hep birlikte geleceğini inşa eden bir Susurluk görmeyi kim
istemez. Umarım her şey özlediğimiz, dilediğimiz gibi olur. Rabbim ihlasla
isteyene, ne istediğini bilene ve uğrunda istikamet üzere gayret gösterene şüphesiz
yardım edecektir, inanıyorum.
Ancak, öncelikle
Susurluğun neye ihtiyacı olduğunu, ne yapması gerektiğini, kimden ne talep
etmesi lazım geldiğini, zamanını, mekânını ve tonunu belirlemesi gerekiyor. İlk
adım sağlıklı bir durum analizi yapmak olmalı. "Görmem, duymam, konuşmam" duyarsızlığının hiç zamanı
değil.
Nerede
durduğumuzu, zayıf ve güçlü yönlerimizi tespit etmeden sağa sola yalpa yapmanın
bir yararı olmaz. Mülki idaresi, Belediyesi, İşadamı ve esnaf temsilcileri ile
siyasi partiler, muhtarlar, sivil toplum kuruluşları el ele verip Susurluğun
geleceği için çaba gösteremezler mi? Elbette olur, olacaktır da. Emin olun bu
halka Susurluğun geleceği konusunda görüş ve düşünce sahibi olan pek çok
insanla büyüyüp, genişleyecektir.
Siyasi
fikirler farklı olabilir. Ancak, gelecekle ilgili meselelerde kısır politika
olmaz. Bana göre bu bir kamu görevi. Bugünkü ileri gelenler doğdukları, içinde
yaşadıkları beldeye, halka hizmet etmek, kalıcı eserlere ve gençlere önder
olmak zorundalar. Zor günler sıçrama yapmak, büyük düşünüp yararlı işler yapmak
için de bir fırsat olabilir. Akıllı davranıp ona göre stratejiler
geliştirilirse Susurluk için farklı sonuçlar elde edilebilir. Ama "Dur
bakalım ne olcek!" diye beklenirse hiç şüpheniz olmasın ki daha
çok beş yıllar kaybedilecektir.
Hastane, Toki
yatırımı ve spor tesisleri gibi çalışmalar elbet Susurluk için önemli. Bunlar
olmalı, verilen sözler yerine getirilmeli. Ama bütün bunların ötesinde bir
sıçrama istiyorsak; Susurluk’ta 17 Eylül
Bandırma Üniversitesi ek kampüsünün oluşması, bir Organize Sanayi Bölgesi
kurulması ile Lojistik bölgesinin teşekkülü çok çok önemli.
Bunun için Susurluğa
5018 sayılı kanunla temeli atılan yasal zeminde bir stratejik plan önerdik. Böylece
değişim için belirlenecek amaç ve hedefler istikametinde çizilecek yol
haritasına Susurluk inandırılabilir diye düşündük.
Bu yürüyüşte
suni ayrılıklara, laf üretmeye, sadece eleştiriye ve sen ben kavgasına yer yok,
olmamalı. En başta bu ‘huruç hareketi’nin önderlerine böyle bir vazife düşüyor.
Birilerinin alıştığı minval vıdı vıdı etmelerine kulak asmamalı. ‘Besmele’ ile
yola çıkanlar ayrıştırmaya değil birleştirmeye gayret ederler. Birileri arayı açmak
istese de onlar aksine toparlayıcıdırlar. İstikameti ve safları bozmazlar.
Ancak bir
kere daha hatırlatalım ki Vizyonu olmayan, bir amaca, stratejiye sahip olmayan,
hedefleri olmayan hiçbir hareket başarılı olamaz. Ama biliniz ki onların da
üstünde yürünecek yola 'inanmak' vardır. Yüzünü çevirdiği yöne, gideceği yola
ve varacağı menzile inancı olmayan insanların başkalarından destek beklemesi
beyhudedir.
Ben
kalemimle, tecrübem ve yüreğimle böyle kutlu bir yürüyüşe katkıda bulunduğuma,
vazifemi yaptığıma inanıyorum.
Gönlüm her 5
Eylülde halkımızın ürettiği ürünlerini, el sanatlarını sunan stantları bir
arada görmek istiyor. Kurtuluş etkinlikleri çerçevesinde geçmişe dair tarihi ve
sanat değeri olan obje sergilerini, 5 Eylül üzerine çeşitli konferans, panel ve
sohbetleri izleyebilsek fena mı olurdu?
Yine meselâ;
her yıl Karapürçek’te yapılan ‘Rahvan at yarışları’ , Göbelde yapılan ‘Katrancı
güreşleri’ ile Çaylakta yapılan ‘Susurluk buluşmaları’ ve ‘Motorkros
yarışmaları’ aynı hafta içinde bir araya getirilemez mi? Meselâ; ulusal düzeyde
hukuk bilimi kongrelerini Susurluk damgasıyla yapmayı başarabilsek ne müthiş
bir hamle olurdu değil mi? Ya da iyi düşünüp hazırlanarak bugünden geleceğe
taşımak istediğimiz yönlerimizi tanıtmaya çalışabilseydik…
Meselâ; bir
de bütün bunların yanına kitap sergilerini, imza günlerini, kitap okuma
saatleri ve müzik dinletilerini yerleştiriverseydik…Ve meselâ; İstanbul-İzmir
otobanına bir levha koyarak “Susurluğu görmek, ayranımızı içmek, el
sanatlarımızdan alışveriş yapmak, Etimizi, peynirimizi tatmak, Çaylakta piknik
yapmak, spor yapmak, Kitap okumak, müzik dinlemek ve bizim misafirimiz olmanız
için YOLDAN ÇIK !” diyebilseydik…
Zafer
haftamızın peşinden gelen 5 Eylül Kurtuluş günümüzü kutluyorum. Dileğim şu ki;
bu yılki Susurluk Ayran Kültür Ve Sanat Festivali kurtuluşun manasını daha çok
düşünerek, özümseyerek ve her alanda olduğu gibi bu konuda da yeniden kurtuluşa
yönelik adımlar atılmasına vesile olsun. Çünkü Susurluk için yeni bir şeyler düşünülüp
yapılmazsa her geçen gün, her geçen sene boynumuza dolanıp nefesimizi kesen kördüğümlere
dönüşüyor.
Susurluk
halkının küçük "umut" lardan çok daha fazlasına ihtiyacı var. Hatta
sorumlulukları. Bu imkânın hala var olduğuna inanıyorum. Susurluğun ileri
gelenlerinin, yöneticilerinin hiç değilse kendi çocuklarına, gençlerine bakıp
artık geleceği düşünme saati geldi de geçti bile diye düşünüyorum.
Bakarlarsa,
ararlarsa görürler. İnanırlarsa yaparlar. Susurluk’ta bu gücün derinlerde, bir
yerlerde hala var olduğunu umuyor, biliyorum.
Biliniz ki
hiç bir ‘alacakaranlık’ vakti kalıcı değildir. Bakın! Bir şeyler yapmaya niyet
edenler için şafak sökmekte.
Kurtuluşun kutlu olsun Susurluk. Ama hiç değilse bu 5 Eylül yeniden ayağa kalkışını, dirilişini düşün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder