23 Haziran 2022 Perşembe

23 Haziran 2022 Perşembe 17:00 DÜŞÜNCELER..................................Toprak Ve Ateş

18 Haziran 2022 Cumartesi, 12:30

Toprak Ve İnsan
 

İnsan topraktan geldi, yine ona dönecek. Yaradılışta toprağın suyla balçık halinde insanın aslı olduğu anlatılır. Ulu yaratıcı ona en güzel şekli vererek can vermiş, ruh vermiş, ona isimleri öğreterek Ademoğlu için dünya hayatını başlatmıştır. O günden bu yana binlerce yıl geçti. İnsanlar yeryüzüne yayılıp çoğaldı. Toprağı işlemeyi, ürün almayı ve yerleşik hayatı öğrendi. Toprak çoraklaşınca, kuraklık artınca yaşamak için başka başka diyarlara göç etti. Birbiri ardı sıra şehirler, devletler ve medeniyetler kurdu. Toprak için ter döktü, kan akıttı, savaşlar yaptı. Böylece yeryüzünü hem imar hem berbat etti. Ama topraktan kopamadı, ayrılamadı.

 

Toprak onun için hem çile hem nimet kaynağı oldu. Adına "yurt" koydu, "vatan" koydu. Nimetine de külfetine de razı oldu. Ekti, biçti, üzerinde mülk edindi. Defalarca yakılan yıkılan şehirleri defalarca yeniden inşa etti. Yeni yeni Babil kuleleri, piramitler, devasa gökdelenler yükseltti. Buna karşı en büyük zenginliği toprağa etmediğini de bırakmadı. Zehirledi, çölleştirdi, çöplük yaptı atıklarına. Sarayları beğenmedi kibrinden ama losyonlarla süsleyip koruduğu bedenini sonunda yine onun karanlık kucağına bıraktı. Toprakla insanın serüveni işte bu kadar ironik.

 

Toprağın üst tabakası insanların ve diğer canlıların beslenmesinde temel kaynak teşkil ediyor. Yerkabuğunun, toz durumuna gelmiş türlü doğal kütle kırıntılarıyla, çürümüş organik cisimlerden oluşan ve canlılara yaşama ortamı sağlayan yüzey bölümüne toprak diyoruz. Ürün aldığımız ekime elverişli arazi ve tarlalara da özelleştirerek "toprak" adını veriyoruz. Aslında o bir cm toprak ortalama 1000 yılda oluşuyor. Bir gram toprağın içerisinde de milyonlarca canlı bulunuyor ve ekosistemin devamı için bunların hepsinin ayrı önemi var.

 

Genel olarak kabul edilen bir teoriye göre Dünya, Güneş'in etrafında, yine güneşin oluşumundan arda kalan toz ve parçacıkların zamanla ve kütle çekimi ile bir araya gelerek oluşmuş eriyik bir gök cismi idi. Boşlukta dönerken zamanla soğuyan bu kütlenin üzeri sert bir kabuk halini aldı. Bu sert kabuğu oluşturan kayaların milyonlarca yıl boyunca çeşitli etkilerle ile ayrışması sonradan içerisine organik maddelerin karışımından toprak oluştu. Hâlen de bu oluşum devam ediyor.

 

Normal bir toprağın %5'i organik maddeler, %45'i de inorganik maddeler olmak üzere %50'si katıdır. Diğer yarısı ise %25 Hava ve %25 sudan oluşur. Toprağın katı kısmında; Çakıl, kum, kil, mil ve tuz bulunuyr. Bu katı maddelerin arasında kalan boşluklara ise su ve hava yerleşiyor. Su oranı artıkça hava oranı azalır. Normalden daha fazla Karbondioksit ve nem, daha az oksijen kalıyor.

 

Bütün bu bilimsel teferruata karşılık insan için toprak var olan bir maddeden başka bir şey değildir. Aslında küçük bir çakıl taşının bile milyarlarca yıllık hikâyesi üzerindedir. Yeni kazılmış bir toprak kimbilir kaç bin yıldır gün yüzü görmemiş bir birikintidir. Sarı, kırmızı ya da kara toprağın, birbirinden farklı renk ve yapıda yuvarlaklaşmış çakıl taşlarının ne kadar ilginç bir geçmişi vardır Allah bilir.

 

Toprakla insanoğlunun ilişkisini, ona olan bağlılığı en güzel Aşık Veysel'in dizeleri anlatır bana göre. Ama bir adamın dünya imtihanını "Dost dost diye nicelerine sarıldım" sözleriyle başlayıp "Benim sadık yârim kara topraktır" diye özetleyip noktalaması hem ilginç hem de ibret vesilesi. 

 

Dost dost diye nicelerine sarıldım/Benim sadık yârim kara topraktır/Beyhude dolandım boşa yoruldum/Benim sadık yârim kara topraktır

Nice güzellere bağlandım kaldım/Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum/Her türlü isteğim topraktan aldım/Benim sadık yârim kara topraktır

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi/Yemek verdi ekmek verdi et verdi/Kazma ile döğmeyince kıt verdi/Benim sadık yârim kara topraktır

Ademden bu deme neslim getirdi/Bana türlü türlü meyva yetirdi/Her gün beni tepesinde götürdü/Benim sadık yârim kara topraktır

Karnın yardım kazmayınan belinen/Yüzün yırttım tırnağınan elinen/Yine beni karşıladı gülünen/Benim sadık yârim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdi/Bunda yalan yoktur herkes de gördü/Bir çekirdek verdim dört bostan verdi/Benim sadık yârim kara topraktır

Havaya bakarsam hava alırım/Toprağa bakarsam dua alırım/Topraktan ayrılsam nerde kalırım/Benim sadık yârim kara topraktır

Dileğin var ise Allah'tan/Almak için uzak gitme topraktan/Comertlik toprağa verilmiş Hak'tan/Benim sadık yârim kara topraktır

Hakikat ararsan açık bir nokta/Allah kula yakın kul Allaha/Hak'kın hazinesi gizli toprakta/Benim sadık yârim kara topraktır

Bütün kusurlarım toprak gizliyor/Merhem çalıp yaralarım düzlüyor/Kolun açmış yollarımı gözlüyor/Benim sadık yârim kara topraktır

Herkim olursa bu sırra mazhar/Dünyaya bırakır ölmez bir eser/Gün gelir Veysel'i bağrına basar/Benim sadık yârim kara topraktır

 

Veysel’in yaşadığı bölgede hiç meyve ağacı yokmuş. Ama Sivrialan’da ilk meyve bahçesini o yetiştirmiş. Uğraşmış, çabalamış köyünün etrafına da her türlü meyve ağacını ekmiş ve büyütmüş. Veysel, kardeşlerinin yardımıyla bahçe yapmaya başladığı zaman köylüleri “Atalarımız bunca yıl böyle bir iş yapmamışlar, şu kör adam onlardan iyi mı bilecek ki böyle ise kalkıştı?” demişler. 


Birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş, meyve vermiş.  Köylüler önceki dediklerini hatırlayıp utanmışlar ve bu defa “O kör değilmiş, meğer kör olan bizmişiz” diyerek Aşık Veysel’i kutlamışlar. İste böylesine uzağa ve hakikati görebilen bir insanmış Veysel. Ondan böylesi güçlü bir şiir/Türkünün çıkmasına da şaşırmamalı.


                                                                                                                                                                                           23 Haziran 2022 Perşembe, 17:00


Ateş-i narda gördüklerim

"Ateş", yüksek sıcaklık ve çoğunlukla alev veren hızlı yanma olayının adıdır. Eski dilde od ve nâr sözcükleri de aynı anlamda kullanılmış. İnsan yaşamının vazgeçilmez unsurlarından. Hatta kontrol altına alınması, medeniyetin ortaya çıkmasının başlangıcı sayılıyor.

 

Ateş kadar insana hem dost, hem düşman başka bir şey var mıdır acaba? Sabah uyandığında yeryüzünü aydınlatan güneş aynı zamanda temel bir ısı kaynağıdır. Onunla mevsimler oluşur, onunla hayvan ve bitki yetişir. Onunla hasat edilir ürünler. Onunla kurutulup saklanır yiyecekler.  İnsanoğlu ateşten yararlanmayı öğrendiğinden bu yana ocağında onunla ısınıp onunla karnını doyurmuştur. Onu kullanıp yönetmek hayatını kolaylaştırmış, idamesi için vazgeçilmez kılmıştır.  


Ancak Habil'le Kabil'in Rabbine yakınlık çabası da kurban yakarak olmamış mıydı? Tarihin ilk cinayeti bu olaydan sonra gerçekleşti. Yeryüzünün en büyük felaketlerini de onunla yaşadı insanoğlu. Yanardağ püskürmeleri, yıldırım düşmeleri ve orman yangınları ilk gördüğü örneklerdi. Tarih boyu evini, köyünü, şehrini yakıp kül eden yangınlarla mücadele etti. Envaiçeşit ateşli silahla yaralandı, yok edildi. Çünkü ateşi kullanan zeka ve el, onu en ölümcül silahlarda da kullanmıştı.

 

Güneş bizim için her yönden bir ibret vesilesidir. Onun varlığı olmadan var olamaz, ısısı ve enerjisi olmadan yaşayamazdık. Kütlesinin %74'ünü ve hacminin %92'sini hidrojen oluşturuyor. Yüzey sıcaklığı 5500 °C ve çekirdeğinin sıcaklığıysa 15,6 milyon °C’dir. Güneş'ten çıkan enerjinin ancak 2,2 milyarda 1'i yeryüzüne ulaşıyormuş. Geriye kalan enerji ise uzayda kayboluyor. Güneş’in üç günde yaymış olduğu enerji, Dünya'daki tüm petrol, ağaç, doğalgaz vb. yakıta eşdeğer olduğu hesaplanmış. Güneş ışınları 8,44 dakikada yeryüzüne ulaşırken sarı gibi görünür. Bunun nedeni aslında beyaz olan günışığının atmosferden geçerken kırılmasından başka bir şey değil.

 

İnsanoğlu onun zehirli tarafını ilk İblisten öğrenmişti. Onun Adem’e secde etmemesine, bu isyanıyla da huzurdan kovulmasına neden olan şey "ben ateşten yaratıldım, o topraktan" kibri değil miydi? Bu yüzden o andan itibaren insanın en büyük düşmanı odur. Ateşin korkunçluğu ona uyanlara azap olmak için yaratılmış cehennemle zirve noktaya ulaşır. Bütün resuller ve nebiler insanları o acı akıbete karşı uyarmışlardır. İndirilmiş kitaplar da cehennem azabını bütün dehşetiyle tasvir ederler.

 

Ateşin meydana gelebilmesi için yanabilen bir maddenin tutuşma sıcaklığında oksijen ile temas etmesi gerekiyor. Örneğin ağaç ve atmosfere bir başlangıç enerjisi verildiğinde ortaya ateş çıkıyor. Ağaç gibi şeylerin yanmasının altında yatan neden, bolca hidrokarbon bulundurmaları.  Bu şekilde yakıt ve oksijenin devamlılığı ve teması yanmanın da sürekli olmasına sebep oluyor. Bir alevin söndürülmesi ise, yanmaya sebep olan unsurlardan oksijenin veya yakıtın yok edilmesi ve sıcaklığın düşürülmesi ile mümkün.

 

İlginç olan; insan için olmazsa olmaz elzem şeylerden su, hava, toprak ve ateşte neredeyse ortak nokta oksijen. Hava ile ciğerlerimize çektiğimiz bu madde aynı zamanda suyun da temel elementi. Ateşin yanması ve sürdürülebilmesi içinse oksijen mutlak gerekli. Toprak bile  su ve organik maddeler açısından oksijen içeriyor. Demek ki varoluşumuz oksijene bağlı. Ölene kadar nefes oluyor bize. Çoğu zaman su olarak karşımıza çıkıyor. Isınmak, ısıtmak ve aydınlatmak için yine ona, dolayısıyla da ateşe ihtiyacımız var.

 

İnsan öyle nahif ve zayıf bir şey ki varlığı için böyle sonsuz sayıda oluşuma bağımlı. Bunlardan herhangi birinin yokluğu hatta dengesizliği onu tehlikeye sokuyor. Bu nasıl bir denge, nasıl bir ölçü hayret verici. İnsanoğlunun bütün bu denge, nimet ve hikmetin ortasında aslını unutması, hatta isyanı anlaşılır şey değil. Elbette şükretmesi, hamd etmesi gerekiyor. Bu fazladan bir çaba değil, tabii bir sonuç. Ne derler: "Anlayana Sivrisinek Saz, Anlamayana Davul Zurna Az!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder