Beyân'ul Hak
Elimde merhum Zeki Duman'a ait 3 ciltlik "Beyânu'l-Hak" adlı eseri var. Henüz tamamını okumuş değilim. Daha çok lazım olduğunda açıp bakıyorum. Ama hem konusu, hem usulü hem de içeriği bakımından çok yararlı bir kitap. Bir tefsir kitabı için oldukça da sade, anlaşılabilir ve kısa. Bu da onu kütüphanelerimizde yer alan onlarca ciltlik klasik tefsir kitaplarına nazaran güzümüz Türk insanı için daha da okunabilir kılıyor.
Yazarının dünya ömrü hikayesi de oldukça
ilginç. Bir köy çocuğunun kısa denilebilecek bir süre içinde tefsir ilminde
hızla yükselişi ve bu eserin ortaya çıkışından sadece 7 yıl sonra vefatı insana
hem heyecan hem de hüznü bir arada yaşatıyor.
Fecr Yayınlarından çıkan bu eserin ilk baskısı Mayıs
2006'da yapılmış. Şu anda piyasada 4.ncü baskısı satılıyor. 3 cilt, 2064 sayfa.
Benim elimdeki 2.Baskısı, o da Ağustos 2008 de gerçekleşmiş. Yazarı Prof. Dr.
M. Zeki Duman [1] 1952 Yılında Sivas, Şarkışla’da doğmuş. 1969
da Kayseri İmam-Hatip Lisesi ve Kırşehir Atatürk Lisesinden, 1973 yılında da
Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun olmuş. Bir süre lise öğretmenliği
yaptıktan sonra askerlik sonrası 1977'de Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü’ne
Tefsir Asistanı olarak atanmış. 1984 yılında Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü’nde Tefsir Bilim Dalında Doktor, 1987'de Doçent, 11. 06.
1993 tarihinde de Profesör olmuş. Erciyes Üniversitesinde İlahiyat Fakültesi
Dekanlığı görevinde de bulunan müellif buradaki Tefsir Anabilim Dalında Öğretim
Üyesi olarak ilmî ve akademik çalışmalarını sürdürmekte iken 10 Temmuz 2013
tarihinde bir trafik kazası sonucu vefat etmiş.
Öncelikle bu eser bir tefsir kitabı. Ancak klasik
bildiğimiz tefsirler gibi değil. Kur'an-ı Kerim'in nüzul sırasına göre tefsiri
yapılmış. Elimizdeki Mushaf’ın hepimizin bildiği farklı bir tertibi var. Nüzul
sırasına göre tefsirin daha değişik bir dizaynı var. Önce Mekke de inen Mekki
sureler, sonra da Medine de inen Medeni sureler tefsir ediliyor. Bunda amaç;
siyerin ve tarih bilgisinin de etkin kullanımı. Tabi birçok surenin içinde hem
Mekki hem de Medeni ayetler olması bazen bir anlam kopukluğuna neden
olabiliyor.
Ancak elimdeki bu tefsirin dili son derece anlaşılır ve akıcı. Hem meal hem tefsir tarzında kaleme alınmış olan üç ciltlik eser otuz iki yılı aşan meslekî hayattan yirmi sekiz yıllık akademik geçmişin kazandırdığı tefsir bilincinin ve yaklaşık altı yıllık yoğun ve aralıksız bir çalışmanın ürünü. Son iki yılı tekrar tekrar okunarak ayetlerdeki kelimeler arası ve pasajlardaki tematik paragraflar arası inceliklerin araştırılıp en uygun bir dil ile Türkçeye yansıtılma çabasıyla geçirilmiş. Her suresinin meal ve tefsirinden önce o sure okuyuculara tarihi bağlam dikkate alınarak güzelce tanıtılmış. Uzatılmamış, iktisat ilkesi eserin hacmini kolay okunabilir kılıyor. Tevil'e lüzum görülen ayetlerde dipnotlarla açıklamalar var. Biraz Arapça bilgisi olanlar için anahtar kelimeler başlığı altında da tahliller yapılmış.
Peki, neden böyle bir yeni tefsire ihtiyaç duyulmuş? Yazarı eserinin giriş kısmında[2] bunu şöyle açıklıyor: "..Çünkü Türkiye'de yayımlanmış olan terceme veya telif meâl ve tefsirlerden; meâllerin maksut manayı Türkçeye yansıtma ve açıklamadaki yetersizlikleri tefsirlerinse ihtiyaçtan fazla bilgilerle uzatılmış olmaları; dolayısıyla Kur’an’ın bütün hâlinde ve tam olarak anlaşılamama sorunu sürekli şikâyet konusudur. Ayrıca terceme ve telif meallerde surelerin sıralanışı nüzul sırasına göre değildir. Ayetler çoğunlukla bağlamlarından kopuk birbirinden müstakil hatta metninden koparılmış bir cüz olarak ele alındıkları için ayetler arası siyak-sibak ilişkisi ve mana bütünlükleri göz önünde bulundurulmamaktadır. Konular Kur'an bütünlüğü içerisinde teker teker ele alınıp işlenilmemektedir. Yapılan açıklamalar genelde bir önceki ya da bir sonraki ayeti ya da ayetleri kapsamamaktadır. Çoğu birbirinden kopya edilmiş dolayısıyla anlayış ya da çeviri hataları da müteselsil olarak devam etmektedir. Tefsirler ise mealler gibi hepsi de iyi niyetin ciddî bir gayretin ve sorumluluk bilincinin ürünleri olarak büyük emek mahsulü son derece önemli çalışmalardır. Ancak çoğunlukla her birisinin beş-on cilt civarında olması ayetle ilgili-ilgisiz pek çok açıklamaları içermesi ve önemli konuları bütüncül açıdan ele alıp tatmin edici açıklamalar getirmemesi; daha da ilginci ayetlerin evrensel ve güncel niteliklerinin yeterince yansıtılmaması gibi nedenlerle okuyucuyu tatmin etmek bir yana usandırmakta ve Kur’an’ı bastan sonuna kadar okuyup anlama sevkini ya azaltmakta ya da tamamen kırmaktadır."
"Kur’an,
üzerinde dura dura okunup özümsenerek anlaşılsın ve yaşansın diye yaklaşık
yirmi üç yılda pasajlar hâlinde, bölüm bölüm indirilmiştir. Amacı, eğitim ve
öğretim yoluyla insanın değerini ve kalitesini yükseltip daha sonra “Âdil bir
toplum” ve “İnsanlar için çıkartılmış en iyi/en medenî bir toplum” şeklinde
nitelendirilip örnek gösterilecek olan yeryüzünün, gerçekten bağımsız ve en
medenî toplumunu vücuda getirmektir. Abdullah İbn Mes’ud, Übey b. Ka’b ve
Abdullah b. Ömer gibi birden fazla sahabe demiştir ki: “Biz Kur’an’ı on ayet on
ayet okurduk; her on ayeti iyice okumadan ve özümseyip yaşamadan yeni bir on ayet
almazdık.” Onların bu sözleri de Kur’an-ı Kerim’i, tilâvetin hakkını vererek,
indiriliş amacına ve yöntemine uygun olarak okuduklarını ve özümseyerek
yaşadıklarını ifade etmektedir. Biz de surelerin sıralanışında, sahabenin,
-teşbihte hata olmasın- ilk mektepten, hatta anaokulundan başlayıp
üniversiteden mezun oluncaya kadar kademe kademe devam eden eğitim ve öğretim
sürecini göz önünde bulunduran ve onların mümin kişiliklerini ve adalet
vasfıyla birlikte en medenî niteliklerini derece derece inşa edip insanlık
kalitelerini yücelten indiriliş yöntemini esas aldık ve sureleri nüzul sırasına
göre tefsir etmeye çalıştık."
"Şunu da
belirtmeliyiz ki surelerin sıralanışı, Hz. Osman’ın kendisine nispet edilen
mushafa göredir. Fakat Hz. Osman’ın Mushaf’ındaki 114 surenin sıralanışında,
hissedilen lüzum üzerine az da olsa değişiklik yapılmış ve bazı sureler öne ya
da geriye alınmıştır. Meselâ; Fatiha suresi, beşinci sırada indirilmiş olmasına
rağmen hem toptan indirilen ilk sure olması hem de adından dolayı başa alınmıştır.
Önce Mekke’de indirilen 91 Mekkî Sure, sonra da Medine’de indirilen 23 Medenî
Sure nüzul tarihi esasına göre dizilmiştir. Bu sıralama kesin olmayıp diğer
nüshalar gibi, büyük oranda tahminîdir."
"Her
surenin meal ve tefsirinden önce, o sureyi okuyucuya tanıtmak ve dikkatlerini
surenin tarihî bağlam ve anlamı üzerine teksif etmek maksadıyla surenin
tarihî/kültürel arka plânını, varsa şayet, özel nüzul sebebini de kapsayacak
şekilde muhtevasıyla ilgili -bir ya da iki; bir kaç surede ise üç dört sayfa
hâlinde- özet bilgi verilmiştir."
"Her
ayet/pasaj indirildiği zaman, zemin, şart ve durumlar çerçevesinde anlaşılmaya
çalışılmış; Mekke’de indirilen pasajlara Mekke’deki, Medine’de indirilenlere de
Medine’deki tarihî kültürel bağlam göz önünde bulundurularak mana verilmiştir.
Zira inzal edilen her ayet/pasaj, evrensel niteliğiyle birlikte indirildiği
zaman, mekân ve şartların arz ettiği ihtiyaca verilmiş ilâhî bir
cevaptır…"
"Tarihsel
vasfına rağmen, Kur’an insana ve onun temel ihtiyaçlarına hitap eden, aklı
kullanmayı ve tefekkürü teşvik eden, güzel ahlâkı ve gelişerek değişmeyi amaç
edinen; “bilimsel,” evrensel, daima çağdaş ve güncel vasıfları ile birlikte,
hep hitap eden ve edilen ilişkisi içerisinde okunmuş, imkân ölçüsünce
Kelamullah’ın eleştirici, etkileyici, yönlendirici, geliştirici ve değiştirici
öznelliği korunarak yansıtılmaya çalışılmıştır. Okuyucu ile “Kelamullah”
arasında sürekli, bütüncül ve sağlıklı bir iletişimin korunmasına dikkat
edilmiştir."
"Kur’an,
Arapça’dan başka bir dile nakledilirken mutlaka ayetlerinin tahlil ve tafsil
edilip açıklanma durumu nedeniyle, tefsir ve tevile ihtiyaç duyulan yerlerde
ayetin söylediği ya da söylemek istediği manaya uygun açıklamalar yapılmıştır.
Fakat gereksiz uzatmalar, polemiklere sebep olacak lüzumsuz tartışmalar,
mesnetsiz görüşler ve sıhhati belirsiz rivayetlerden büyük ölçüde sarf-ı nazar
edilerek maksadı aşan uzun bir tefsir hatasına düşülmemeye gayret
gösterilmiştir. Ayetlerin dil bilim ve metin yönünden tahlili/irabı mutlaka ve
azamî ölçüde kusursuz ve tam olarak yapılmaya çalışılmış; fakat bu kısım,
tefsire sadece mana olarak aksettirilmiştir."
"Her
ayete, numaralarına göre müstakil birer ayet olarak değil, belli bir manayı,
belli bir maksadı ya da hükmü ifade eden ayetten/ayetlerden oluşturulmuş
tematik paragraflar hâlinde ve Resûlullah’a (s.a.v.) bir vahiy hâlinde/celsede
indirilen pasaj bütünlüğü göz önünde bulundurularak mana verilmiştir. Özellikle
bu iki yöntem sebebiyle pek çok müfessirin düştüğü anlama hatasına düşmekten
korunulmuş ve birçok meal ve tefsirdeki hatalar da düzeltilmiştir."
"Her
kelimenin, ancak bağlamında anlam kazandığı; ayetlerinse ya kendi bütünlükleri
ya siyak ve sibak bütünlükleri ya pasaj bütünlükleri ya da tarihî arka plân ve
Sünnet de dahil, Kur’an bütünlüğü içerisinde murat edilen manayı ifade
ettikleri bilinmektedir. O nedenle ayetler, -tarihî bağlamları da dahil zarf
mazruf ilişkisi içerisinde- önce ayet bütünlüğü, değilse siyak sibak bütünlüğü,
değilse pasaj bütünlüğü, bu da olmazsa Kur’an bütünlüğü ve dinî telâkki/sünnet
de göz önünde bulundurularak anlaşılmaya çalışılmıştır. Zira pek çok ayetin,
siyak ve sibakıyla birlikte tamamı görülmeden; hatta pasaj bütünlüğü, gerekirse
tarihî arka plânı ve sünnet de dahil Kur’an bütünlüğü göz önüne alınmadan
maksadına uygun olarak anlaşıldığı söylenemez. Yani bir ayetin, müstakil olarak
veya bölünerek yahut da içinden bir kısmı göz ardı edilerek ya da metin dışı
bağlamı dikkate alınmaksızın parçacı/atomize bir yaklaşımla okunması hâlinde, maksadı
aşan, hatta İslâm’ın ilkelerine aykırı manaların ortaya çıkma olasılığı
büyüktür! Maksut mananın anlaşılmasını kolaylaştırıcı bu okuyuş yöntemimiz
(tematik paragraflar ve pasaj bütünlüğü) ile her kelime kendi bağlamında, her
ayet siyak sibak bütünlüğü içerisinde oluşturduğu metin ve mana bağlamında
değerlendirilmiş; ayet ya da ayetlerdeki mana bilgiye; özellikle uygulanabilir
bir bilgiye dönüştürülmüştür. Böylece ayetin lafzındaki kelime ya da
cümleciklere, -daha önceki meal ve tefsirlerde sıkça rastlanan- metin içi ve
metin dışı bağlamlarından kopuk ve maksadını aşan mana verme hatasından büyük
ölçüde sakınıldığı gibi ayette söylenen ya da söylenmek istenen anlam/bilgi
apaçık ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca yapılan parantez arası ya da eğik çizgi (/)
ilaveleriyle kast edilen mana daha net anlaşılır hâle getirilmeye
çalışılmıştır."
"Ayetin
literal anlamından ziyade, büyük ölçüde lafzındaki manasının, ifade tarzıyla,
vurgusuyla, ses ve söz uyumuyla birlikte tam ve isabetli bir biçimde Türkçeye
yansıtılmasına ve açık seçikliğine özen gösterilmiştir. Ayetlerden çıkarımlar
yapmak ya da ikincil, üçüncül ve daha ziyade manalar ve hükümler tespit etme
işi, genelde okuyucuya bırakılmıştır."
"Kur’an’ın
tematik paragraflar ve pasaj bütünlüğü yöntemiyle okunması, Mekkî surelerde
“Medenî,” Medenî surelerde “Mekkî” ayetlerin yer aldığı görüşünün isabetli
olmadığı; harf ve kıraat farklılıklarının manayı etkilemediği, “Nesh”e delil
gösterilen ayetlerdeki ayet ve nesh, insa, imha, tebdil gibi kavramların
Kur’an’daki ahkâm ayetlerini kapsamadığı, dolayısıyla Kelâmullah’ta metni veya
hükmü mensuh/kaldırılmış ayetin yer almadığı; özellikle de Bakara suresinin
238., Âl-i İmran suresinin 130., Kıyame suresinin 16-19. ayetleri gibi,
bulundukları yerlerde anlamsız(!) olduğu iddia edilen ayetlerin yerlerinde ne
kadar anlamlı oldukları ve bir kısım ayetlerde geçen müteşâbihlerin ayette kast
edilen manaların anlaşılmalarına mani değil, aksine daha açık ve net olarak
kavranmalarına sebep olduğu gibi pek çok gerçeğe de ışık tutulmuştur. Bu
gerçekler yeri geldikçe delilleriyle birlikte açıklanmıştır."
"İzaha
ihtiyaç duyulan ayetler ve kavramlar hakkında, Kur’an’daki konu bütünlükleri de
göz önünde bulundurularak gerekli ve metne uygun açıklamalar, “Tefsir” başlığı
altında, izahı gereken kelime ve kavramın sonunda daire içinde verilen
numaralarla mealden hemen sonra izah edilmiştir. Bazen de açıklamalar “Bkz.”
şeklindeki atıflar ile dipnota havale edilmiştir. İlmî, dinî, hukukî, siyasî,
sosyal, ahlakî konulara dil, Kur’an, Hadis, Sahabe ve tahkik ehli müfessirler
ve ilim adamlarının görüşleriyle açıklamalar getirilmiştir. Açıklamalar,
çoğunlukla konunun ilk geçtiği veya ağırlıklı olarak anlatıldığı surede
yapılmıştır. Böylece hem itikat, ibadet ahlâk, hukuk ve sosyal ilişkileri
kapsayan konularıyla “İlmihâl” bilgileri hem “usul” ile birlikte “Kur’an
İlimleri” bilgisi hem de “Kavram” bilgileri verilmiştir."
"Ayetler,
tekrar tekrar okunarak, dil imkânları ölçüsünce, metne en uygun Türkçe karşılık
bulunup verilmeye çalışılmıştır. Ayetlerdeki edebî ve mecazî/sanatsal ifadeler;
cümle ve cümlecikler arası teknik ilişkiler tespit edilerek gözlemlenebilen
incelikler ve vurgular meal kısmında yansıtılmaya çalışılmıştır. Arapların
söyleyiş biçimi/mentalite ile Türklerin söyleyişindeki farklılıklar da göz
önünde bulundurularak cümledeki vurgunun yerinde gösterilmesi gayretiyle
ögelerin dizilişlerinde zorunlu değişikliklere gidildiği olmuştur."
"Ayetin
lafzındaki mananın, tarihî bağlamı da dahil zarf mazruf ilişkisi içerisinde ve
ayet bütünlükleri de göz önünde bulundurularak anlaşılmaya çalışılması
gerektiğini yukarıda zikretmiştik. Ayetlerin ancak bu yöntemle anlaşılabilecek
manaları, bazı tefsir ve meallerde görüldüğü üzere, isnat zincirleri tahkik
edilerek sıhhatleri tespit edilmemiş, mana ve maksatları Kur’an’a arz edilip
tenkide tabi tutulmamış olan “Esbab-ı Nüzul”lere ya da rivayetlere feda
edilmemiştir. Metin içi bağlam ve/veya tarihî/kültürel bağlam göz önünde
bulundurulduğu takdirde o lafızdan elde edilemeyecek, diğer bir ifade ile o
zarftan çıkmayacak ya da o zarfa konulamayacak bir mana verilmemeye azamî
derecede özen gösterilmiştir. Bu hususta çok önemli örnekler/hatalar olmaları
bakımından Bakara, 2/284., Nisa, 4/15, 16., Maide, 5/93 ve Nur, 24/3. ayetleri
hakkında nakledilen rivayetler ile Şûrâ suresinin 23. ve Zilzal suresinin 7,8.
ayetlerine verilen manalar diğer meal ve tefsirlerle kıyaslanarak gözden
geçirilebilir."
"Bir
kısım ayetler Esbab-ı Nüzul; Resûlullah’ın kavlî, fiilî ve takrirî sünnetleri;
sahabe, tabiûn, tahkik ehli müfessirler ve ilim adamlarının görüşleriyle
açıklanmıştır. Ancak daha ziyade Kur’an’ın Kur’an’la ve tespit edilebildiği
ölçüde Hadis ile açıklanmasına gayret gösterilmiştir. Bir ayetin ya da pasajın
söylediği ya da söylemek istediği mana başka ayet ya da ayetlerle açıklığa
kavuşturulabilmişse, artık bu mana, Resûlullah’ın fem-i
muhsinlerinden/ağızlarından çıkıp çıkmadığı kesin olarak bilinmeyen, aslının
olup olmadığı araştırılmamış olan bir sahabe sözü ya da kişisel görüş sebebiyle
terk edilmemiştir."
"Allah
kelâmı olan Kur’an’ın tamamı hikmettir. Resûlullah’ın, Kur’an’a ittibaen hayata
geçirdiği itikadî, ahlâkî, hukukî, ferdî, sosyal, siyasî ve edebî
uygulamalarının hepsi Kur’an’ın te’vilidir. Hz. Peygamber’in kavlî, fiilî ve
takrirî sünnetleri ise, vahyin kontrolü altında gerçekleşmiş, “Abese ve
tevellâ…” ve “Afâ Allahu anke lime ezinte lehüm?” gibi, hikmete uygun düşmediği
için vahiy yoluyla uyarılmış olan yaklaşık beş on davranış hariç tamamı vahyin
takrirî onayından geçmiş salt hikmettir. O nedenle “sünnet,” lafız, mana ve
beyan olarak inzal edilen Kur’an’ın, diğer bir ifade ile İslâm’ın -insana bakan
yönüyle- hayata intikal ettirilmiş pratiğinden başka bir şey değildir.
Dolayısıyla sünneti Kur’an’dan ayrı düşünmek, diğer bir deyişle, sünneti
dışlamak, en iyimser ifadesiyle, Kur’an’ı ve Allah’ın elçisini yeterince
tanımamak demek olur. Zira Cenab-ı Allah buyurmuştur ki: “Allah’ın elçisine
itaat eden, kesinlikle Allah’a itaat etmiş olur!” “De ki: Eğer siz Allah’ı
seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın.”
ayetlerinin mefhum-u muhalifince, “Sünnet”i dışlayan kimse, Kur’an’ı da
dışlamış sayılır. Fakat dindeki bu gerçeğe ve Buharî, Müslim, Ebu Davud, İbn
Mace, Tirmizî, Neseî… gibi hadisleri derleyip hadis mecmualarını vücuda
getiren alimlerin sahihini sakiminden, sahih olmayanından ayırma hususunda
gösterdikleri azamî titizliğin bilinmesine rağmen, “hadis” diye nakledilen
rivayetlerin bir kısmında, herhangi bir biçimde sıhhat sorununun olduğu da
ehlince bilinmektedir! Bu durum, elbette hadislere şüpheyle bakmayı ve
reddetmeyi gerektirmez; ancak tefsirimizde, Nisa suresinin on beş ve on
altıncı, Nur suresinin de ikinci ve üçüncü ayetlerinde olduğu gibi, ayetin
lafzına, metin içi ve metin dışı bağlamlarına ve Kur’an bütünlüğüne ters düşen
rivayetler ayetin lafzındaki manaya tercih edilmemiştir, edilemez de... Çünkü
Yahya b. Ebî Kesir’in: “Sünnet Kur’an’a kadîdir; Kitap ise, sünnete kâdî
değildir.” sözü, ancak Resûlullah hayatta iken ve “Büyük fitne” adı verilen Hz.
Osman’ın şahâdetinden sonra ortaya çıkan olaylardan/savaşlardan önce
anlamlıdır; fakat hatasını savunma, taassupla mezhebinin görüşünü destekleme ya
da terğib ve terhib gibi iyi niyetli amaçlarla da olsa hadis uydurma geleneği
başladıktan sonra, artık bu söze ayetleri tefsir bağlamında oldukça temkinli
yaklaşılmalıdır. İşte bu düşünce ile bir kısım ayetlerin tefsirinde “Hadis” ya
da “Sahabe Sözü” olarak gelen rivayet ve görüşlere son derece dikkat edilmiştir
ve edilmesi gerektiğine inanmaktayız."
"Sahabe
devrinden itibaren Kur’an ve sünnete dayalı olarak yapılan tefsirler ise,
Kelâmullah ve Sünnet-i Resûlullah şeklinde Kur’an ve sahih sünneti, bir
merdivenin değişmeyen iki ayağı gibi esas alıp ikisine de dayanarak onların
arasında üst üste yükselen basamaklara benzetilebilirler. Her alttaki basamak
bir üstteki için, “Arabiyyün mübîn” olan Kur’an’ın aslî dilini ve özgün
manasını koruyan sağlam bir zemin oluştururken aynı zamanda çağının ilim,
kültür ve anlayış düzeyini de bize yansıtmaktadırlar. İçinde yaşadığımız şu
çağda yapılan tefsirlerin müfessirleri bu merdivenin on dördüncü basamağına
ayaklarını koymuş ve kendi çağdaş ilmî, kültürel gelişim ve anlayış
düzeyleriyle Kur’an’ı okuma ve asrın idrakine yansıtılan on beşinci basamağı
inşa çabası içerisindedirler. Hiçbir müfessir, tefsir geleneğinden ve asrının
ilim, kültür ve anlayışından bağımsız olarak tefsirde bir üst basamağa bir
bilgi koyamaz. “İbnüzzeman” Türkçe ifadesiyle “Asrının çocuğu” olan hiçbir
tahkik ehli müfessir, yaşadığı çağdan soyutlanmış, boş bir zihin ile Kur’an’a
yaklaşamaz. Her müfessir, mutlaka bir eli Kelâmullah’ta, öbürü Sünnet-i
Resûlillah’ta, ayakları öncekilerin yükselttiği en üst basamakta bulunup
gözleri de ileriye bakarak yaşadığı çağı temsil edecek olan gelecek basamağı
inşa ederek tefsire katkıda bulunmaktadır. Doğal olarak hiçbir tefsir ve hiçbir
asrın tefsir birikimi, asla Kur’an’ın en son söylenmiş sözü olamaz. Her çağın
idraki, ancak çağının ilim ve kültür düzeyiyle bağlantılıdır; çağı aşan parlak
görüşler olacaktır, ancak her çağın isabetli anlayış ve görüşlerinden bir
kısmı, gelişmekte olan ilmî düzeye paralel olarak gelecek çağlarda gelişen daha
isabetli görüşleri yanında sönük kalabileceği ihtimali de göz ardı edilemez.
Kaldı ki Kur’an’dan elde edilecek manalar tefsirlerle tüketilemez. Zira:
“Yeryüzündeki tüm ağaçlar kalem, denizler de mürekkep olsa ve bunlara yedi
deniz daha eklense, yine de Allah’ın sözleri yazılmakla tüketilemez.” (Lokman,
31/27) Bu tefsirde de Allah’ın kelâmı olan Kur’an, işte bu anlayışla ve
Allah’ın inayeti ile tefsir edilmeye çalışılmıştır."
"Modernitenin
getirdiği esintilerle Kur’an’da bazı ayetlerin/konuların sorgulanarak
tartışıldığı ve tefsir bilincine/nosyonuna sahip ya da değil, ilgili veya
ilgisiz bir kısım insanlar tarafından modernizmin etkisi ile bu ayetlere
maksadını aşacak tarzda yorumlar getirildiği bilinmektedir. Bu tefsirde de bu
ayetlere/konulara yer verilmiş; hâlen tartışılmakta olduğu için diğer ayetlere
nazaran belki daha fazla üzerinde durulmuştur; ancak hiçbir ayete, batı
uygarlığının üretmiş olduğu anlayışa ve ülkemizdeki savunucularının görüşlerine
uygun düşsün veya Kur’an’dan ona bir meşruiyet zemini kazandırılsın ya da
Kur’an -hâşâ- yüceltilsin diye maksadı aşan bir mana verme çabası içerisine
girilmemiştir."
"Daha önceki
meşhur/yaygın meâl ve tefsirlerde tespit edilen bir kısım bariz yaklaşım ve
metod hataları, metne aykırı ya da maksadını aşan anlayışlar ve uygulamaya
yönelik açıklamalar vs. polemiğe imkân verebilir endişesiyle örnek gösterilerek
eleştiri konusu yapılmamıştır. Ancak ayetin lafzına en uygun mana verilmiş,
verilen mana aklî ya da naklî sağlam delillerle temellendirilmiştir. Sözgelimi;
son devir âlimlerindeki nesh ve muhkem müteşabih anlayışı, kurbanın vücubiyeti,
seferilik ve seferde namaz, zina suçunun cezası, zerre ağırlığınca hayır
işleyenin de şer işleyenin de (ahirette karşılığını) göreceği ile ilgili
ayetler bu açıdan incelenebilir."
"Arapça bilen okuyucuların, ayetlere verilen manaları tekrar düşünmelerini kolaylaştırmak amacıyla orijinal metinden hemen sonra anahtar kelimelerin sözlük anlamları, Arapça yazılış ve Türkçe okunuşları ile birlikte verilmiştir. Aynı kelimeler, farklı bağlamlarda farklı anlamlarda kullanıldıkları gerçeğinden hareketle tekrarlar lüzumsuz addedilmemelidir."
"İmkân
ölçüsünce sade ve akıcı bir dil, her düzeyden insanın anlayacağı ifade biçimi
ve anlamayı kolaylaştırıcı bir üslup ile Kur’an Türk okuyucusunun özellikle
genç neslin anlayışına yaklaştırılmaya çalışılmıştır. O nedenle yazımda “Türk
Dil Kurumu Sözlüğü” ve “İmla Kılavuzu”nun en son baskıları esas alınmıştır.
Dilimizde kullanıla kullanıla lisanımızın öz malı olmuş kalem, kitap, namaz,
ezan, ibadet, iman, küfür gibi pek çok Arapça ve Farsça kökenli kelimeler
dışında azamî derecede Türkçe kelimeler kullanılmaya çalışılmıştır. Bazen gök,
bazen sema; bazen yerküre, bazen arz gibi kelimeler kullanılmışsa, her ikisinin
de dilimizde yaygın olarak kullanılmasından ve bu eserin gelecek nesillere dil
bakımından bir köprü oluşturması arzusundandır. Hamd, Rab, âlem, iman, küfür,
cennet, cehennem gibi Türkçemizde karşılığı bir kelimeyle değil, ancak birden
fazla cümle ve cümleciklerle tarif edilebilecek kavramlar olduğu gibi
kullanılmış, ama genelde ilk geçtiği yerde gerektiği ölçüde açıklamaları
yapılmıştır. Yerine göre “Sırat-ı Müstakim,” yerine göre de “Doğru yol”
tabirlerinin kullanmasından da çekinilmemiştir. Maksat, hem dilimizin geçmişten
gelen zenginliğini korumak hem de -tam olarak karşılamasa bile- yaygın Türkçe
kelimeleri ihmal etmemektir. Bu arada Türkçede kelime üretme kurallarına uygun
olarak -Türk Dil Kurumu Sözlüğünde bulunmayan- üç kelime üretilip lisanımıza
kazandırılmıştır. Bunlar; yerimsemek, cennetliler ve cehennemliler
tabirleridir."
"Cümle
kuruluşlarında, metnin anlaşılmasında Arapçasına; dilimize aktarılmasında ise
Türkçe ifade biçimine önem verilmiştir. Özellikle cümlede söylenmek istenen
mana ve vurgu esas alınmış ve çeviri asıl metindeki nahiv kuralına göre değil
kendi lisanımızdaki söz dizimi ve söyleyiş biçimine göre yapılmıştır. Noktalama
işaretlerine azamî derecede dikkat edilmiştir. Ünlem ve üç nokta işaretlerinin
çok sık kullanılmış olmaları, Kur’an’ın yazılı bir kitap değil sözlü bir hitap
şeklinde indirilmesinden ve farklı durumlara göre oldukça canlı hitap
tarzlarını içermesinden kaynaklanmaktadır."
"Allah Teâla
Kur’an’da, “Ve nusarrif’ul-âyât” tabiriyle muhataplarının anlamalarını
kolaylaştırmak için Arap dilinin özel ve evrensel tüm imkânlarını kullanmış ve
çeşitli bakış açılarına göre ayetlerini farklı perspektiflerden açıklamış ve
anlaşılır kılmıştır. Kelimeleri, yerine göre lafzî hakikî manada, icap ettiği
yerde mecazî manalarda kullanmıştır. Sözgelimi; bir manayı bazen teşbihler,
temsiller, darb-ı meseller, telmihler, kinayeler, istiareler ve kıssalarla
canlı ve etkili bir biçimde anlatırken, bazen de sembolik bir dil kullanarak,
hatta tahyilî/varsayıma dayalı ifadelere yer vererek soyut manayı somut ve
tecrübe edilebilir bir yolla idraklere arz etmiştir. Bu tefsirde de dilimizin
özel ve evrensel imkânlarından azamî derecede yararlanılarak ayetlerdeki mana
ve maksat, idraklere arz edilen perspektiflere ve ifade biçimlerine göre
açıklanmaya çalışılmıştır. Eğer bir ayetin anlaşılmasında katkısı olacaksa,
zaman zaman kendi deyimlerimizi, özdeyişlerimizi, atasözlerimizi, darb-ı
mesellerimizi, şiirlerimizi kullanmaktan çekinilmemiştir. Sözgelimi, yeri
gelmiş “Kılıçtan keskin dillerini kınlarından çekerler!” yeri de gelmiş savaşa
gitmeyip oturanlar için “kadınlar gibi evlerinde otursunlar!” özdeyişlerimizi
kullanmışızdır. Hatta Kur’an’ın kullandığı deyim ya da özdeyiş, eğer bizim
lisanımızda farklı bir ifade ile söylenmişse, aslına işaret etmek şartıyla,
kendi deyimimiz ya da özdeyişimiz tercih edilmiştir. Mesela yapılan uyarılara
aldırış etmeyenler hakkında ayette: “Allah’ın Kitabını sırtlarının
ötesine/gerisine attılar.” deyimi Türkçemizdeki “Allah’ın ayetlerine kulak
asmadılar” veya “Allah’ın ayetlerini kulak ardına attılar.” şeklinde
karşılanmıştır. Müslümanların Uhud savaşında mağlubiyetlerinin tahlili
yapılırken Allah Teâla şöyle diyordu: “O vakit siz, Peygamber de öbürleri
arasında sizi çağırdığı hâlde hiç kimseye dönüp bakmadan dağa yukarı
kaçıyordunuz! Ne kaybettiklerinize acıyasınız ne de başınıza gelenlere
üzülesiniz diye Allah size keder üstüne keder vermişti. Allah tüm
yaptıklarınızdan haberdardır.” Bu ayetteki “Keder üstüne keder”in verilmesi,
lisanımızdaki “Acı acıyı, su da sancıyı keser.” deyimi ve “Allah beterinden
sakınsın” özdeyişi ile açıklanmaya çalışılmıştır."
"Başlangıçtan
bugüne dek yazılmış birçok tefsirden ve sayılı birkaç mealden yararlanılmıştır.
(Allah, yararlandığım tüm ilim adamlarından razı olsun!) Fakat onlardaki
bilgiler, asla olduğu gibi nakledilmemiştir. Ayete verilen mana mutlaka, siyak
ve sibak bütünlüğü, ihtiyaç duyulduğunda Kur’an bütünlüğü ve tarihî arka plân
da göz önünde bulundurularak yeniden gözden geçirilmiş, sistematik tenkide tabi
tutulmuş ve bir kısmı çağdaş bilim perspektifinden değerlendirilmiştir.
Kelimenin lügat anlamına ve çağdaş bilimin ispat edilmiş ve realiteye uygun
verilerine ters düşen bilgilere yer vermemeye özen gösterilmiştir. Sözgelimi;
“Alâk” kelimesi, önceki tefsirlerde olduğu gibi “Kan pıhtısı” olarak değil
dipnotta kavramın içeriği/mahiyeti açıklanmak şartıyla, “Rahme tutunan” olarak
tefsir edilmiştir. Aynı konuda “Nutfe” karşılığında sperm; “Nutfetün emşac”
karşılığında zigot gibi kavramlar dil ve bilimsel realite yönünden bilinerek ve
temellendirilerek kullanılmışlardır."
"Denilir
ki: “Kur’an yorumcusunun, objektifliği sağlayan metodolojik hassasiyeti zaman
zaman bir tarafa bıraktığı ve toplumsal kişiliği ile bağlantılı olarak sübjektif
değer ve yargılarını ön plâna çıkardığı müşahede edilmektedir.” Bu tespit
doğrudur. Ama ben, ne geleneğe körü körüne saygı taassubuyla ne de çağdaş fikrî
akım ve söylemlerin etkisiyle “Metodolojik hassasiyetten” ve kendime özgü
sorgulayıcı ve eleştirel yaklaşımımla Kur’an’ın metninden anlayabildiğim
hakikati yansıtma prensibimden asla sapmadım. İlim adamlarına saygı ile ilme
saygıyı da bir tutmadım. Çalışmam boyunca korumaya çalıştığım kendi kimliğimle,
mümin kişiliğimle, Allah’tan başkasına kul olmama bilincimle, -asla yeterli
görmediğim- ilmî kapasitemle, yükümlülük ve sorumluluk şuurumla, Hak’tan ve
hakikatten uzak düşmeme arzu ve gayretimle Allah’ın Kelâmı’ndan anladıklarımı
ve sağlam delillerle temellendirebildiklerimi yazmaya çalıştım. Lafızdan
muhtemel olsa ve gönlümce güzel görülse bile, metinsel ve tarihsel bağlamları
da göz önünde bulundurulduğu zaman kesin olarak ayetten çıkarılamayacak bir
manayı tefsire almadım; böylesi durumlarda günlerce araştırdım, ehil bildiğim
meslektaşlarıma gidip sordum, çevremdeki ilim adamları arasında müzakere konusu
yaptım ve en isabetli olan manayı bulunca, hiç tereddüt göstermeden onu yazdım.
Kendimi, duygularımı, sevgilerimi, nefsî kinimi, kişisel çıkarlarımı, sosyal ya
da siyasî korkularımı hiçbir zaman ayetin lafzında tespit ettiğim hakikatin
önüne geçirmedim. Kendi tefsir yöntemim ve bilgimle ayetin lafzından -isabetli
görülür ya da görülmez- neyi anladımsa, onu anlatmaya çalıştım. Hiçbir şahsı,
hiçbir toplumu, hiçbir devleti, hiçbir dini ya da mezhebi hedef alıp da
Allah’ın kelâmını o yolda kullanma cahilliğine bilerek düşmedim. Hanefî
mezhebinden olmama ve görüşlerine içtenlikle saygı duymama rağmen, mezhebimin hiçbir
görüşünü ayete meal olarak yazmadım. Kur’an’ı, tüm mezheplerin üzerinde görmeye
gayret ettim. Bilgisayarın başına her oturduğumda şeytandan ve nefsimin
dürtülerinden Allah’a sığınarak oturmuş, O’ndan gönlümü, göğsümü ve zihnimi
açıp işimi kolaylaştırmasını ve yüce zatını zikretmem, ihsanına şükretmem ve
kendisine güzel güzel ibadet etmem için hep yardım dilemişim ve gereken yardımı
da görmüşümdür. Elhamdülillah… O nedenle dedim ki bu çalışmam bana Allah’ın
lütfudur, ihsanıdır ve hidayetidir. Bilerek hata etmedim, fakat hatalarımın
olabileceği endişesinin de yersiz olmadığı kanaatindeyim. Mevlâm’dan en büyük
dileğim, bir insanı doğru yoldan saptıracak; hem onu hem de beni ateşe atacak
bir yanlışı yapmamış olmamdır! Kendisine son derece muhtaç ve fakir olmama
rağmen, bu çalışmamdan ötürü Allah’tan sevap ya da mükâfat değil, sadece
bağışlanmamı diliyorum. Allah’tan tüm umudum ve güvencem, tefsire başladığım
günden, nihayete erdirdiğim şu güne kadar korumaya çalıştığım samimiyetimdir.
Hiç şüphe yok ki gayret bizden, hidayet, inayet ve tevfik yalnız Yüce
Allah’tandır…"
10 Temmuz 2013 tarihinde öğretim üyeleri ile yapılan bir toplantı sonrası evine giderken Üniversite lojmanları Talas yol ayrımında bir aracın çarpmasıyla vefat eden Zeki Duman'ın vefatı sevenlerini çok üzmüştü. Prof. Dr. M. Zeki Duman, Beyan-ul Hak isimli tefsirin ve birçok eserin [3] müellifiydi. Hocalık hayatı boyunca binlerce öğrenci yetiştirmiş olan Prof. Dr. M. Zeki Duman, Kayseri'de İlim Yayma Cemiyetinin de kurucuları arasında yer alıyordu. Allah rahmet eylesin.
[1] https://www.biyografya.com/biyografi/6189
[2] https://www.fcr.com.tr/beyanul-hak-kuran-i-kerimin-nuzul-sirasina-gore-tefsiri-_9-77
[3] Kur’an-ı Kerim’de Adab-ı Muaşeret (Görgü Kuralları, 1982), Kur’an ve Tıbba Göre İnsanın Yaratılışı ve Tüp Bebek Hadisesi (1991), Uygulamalı Tefsir Usulü ve Tefsir Tarihi (1992), Nüzûlünden Günümüze Kur’an ve Müslümanlar (1996), Kur’an-ı Kerim Açısından Vahiy Gerçeği (1997), Beş Surenin Tefsiri I (Fatiha, Azhab, Nur, Hucurat, Mümtehine, 1999).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder