Orjan’ın ‘zaman tünelleri’
Tünel
kavramını sözlükler şöyle tanımlıyor: “bir
yandan öbür yana geçebilmek için yerin altında, genellikle dağların içinde
açılan, çevresi kapalı yol.” Zaman kavramı ise “bir iş ya da oluşun, bir eylemin içinde geçmekte olduğu, geçtiği ya da
geçeceği süre” olarak tarif edilmiş. İkisi bir araya gelince zaman tüneli; “değişik zamanlar arasında geçişi sağlayan kesintisiz
zaman dilimi” anlamına geliyor.
Bir
bilim kurgudan bahsetmiyorum. İnsan hayatında, kurum ya da şehirlerin yaşamında
da böyle zaman tünelleri olur. Arkaya baktığınızda geçen yılları, güzellikleri,
zorlukları ve değişimleri görürsünüz. İçindeyken size ne kadar da dar gelmiş, yaşanan
hoşluk ve mutlulukların tadı ise damağınızda kalmıştı. Sürekli bir yaşam mücadelesiyle
geçen zaman adeta bir tünel gibi sizi getirip bugüne bırakıvermiş. Şimdi de ileriye
baktığınızda aşmak zorunda olduğunuz bir sürü güçlük, karmaşık sorunlar,
umutlar ve sürprizlerle dolu dönemeçler görüyorsunuz. İşte yine bir tünelin ağzındasınız
ve koyu karanlık bir zaman tüneli daha siz yolcularını bekliyor.
Orjan’a
her yıl geldiğimde özlemle yaptığım şeyler vardır. Bahçemle ilgilenmek, seher
vaktinde balkona çıkıp kuş sesleri eşliğinde güneşin doğuşunu seyretmek, akşamları
salıncakta oturup hep birlikte çay içmek, o güzel havayı doya doya teneffüs
etmek bunlardan bazıları. Elbette sabah yürüyüşleri de öyle. Yürüyüş sonrası denize
girip duş aldıktan sonra zinde vücutla kahvaltı hazırlamak inanın sadece orjan’a özgü bir
keyif.
İşte o yürüyüşler sırasında imkan buldukça sabahları iki kez Orjan’ı çepeçevre dönerim. Bu arada benim “zaman tüneli”mden de geçerim. Sessizce selamlarım onu, her yıl biraz daha büyüyen çamların hizasından masmavi körfezi, zeytin yeşili koyu kazdağlarını görürüm. Bilirsiniz İnönü caddesinin denize çıkan ucunda sıralı çam ağaçları vardır. İşte benim “zaman tüneli”m de o yeşilin maviye uzandığı geçit. Oradan her geçişimde evvelki yılları düşünürüm. Her seferinde de kendimin, ailemin, Orjan’ın geleceğini.
1979
yılında Orjan’a katıldığımda henüz 22 yaşında nişanlı bir gençtim. Elime geçen
broşür bataklıktan kazanılmış, üzerinde birkaç elektrik direği ve belli
belirsiz bir yol görülen boş bir araziyi gösteriyordu. Üzerinde “400 m2 48.000
lira” yazısını bugün
bile hatırlıyorum. Almanya’da çalışan rahmetli halam oğlu ile merak edip gidip
görmüştük. O vakit henüz köprü yoktu. Arabayla da gidilemiyordu. Çoruk köyü
yolundan kanal boyunca yürüyünce gele gele ılgınlık bir arazi karşılamıştı
bizi. Zor bela denize ulaştığımızda derme çatma bir balıkçı kulübesiyle
karşılaşmıştık. Deniz de bulanık ve dalgalıydı.
Adamla konuştuk. Bize hiç umut vermemişti. “Burası bataklık. Ev mev olmaz, sizi aldatmışlar. Avcılar eskiden ördek avlardı bu sulak yerde” dedi. Moralimiz bozuldu, zaten hava da soğuktu duramadık daha fazla. Döndüğümüzde ikimiz de “belki ilerde değerlenir, yatırım olsun” dedik umutsuzca. Benim ruh halim onu da bu işe sokmanın mahcubiyetiyle daha da karamsardı. Zira, oradan baktığımızda tünelin ağzı karanlık, sonu da görünmüyordu.
Yıllar Ankara’da loş ve dar düğün salonlarında yaptığımız genel kurullarla geçti. Kura çekimi yaptığımız böyle bir günde o karanlık tüneli artık arkada bıraktığımı hissettim. Yeniden Orjan’a gittiğimizde artık “şurası bizim” diyebileceğimiz belli bir yerimiz vardı. Yaşım 25'i aşmıştı, evliydim, ve iki çocuğumuz vardı. Eşimle Orjan’ı evlerimizin yapıldığı bir yer olarak hayal etmeye başlamıştık. Artık genel kurullarda “tapularımızı verin!” sesleri yükseliyordu. Daha bunun ev yapım aşaması da vardı. Nasıl olacaktı acaba, yapabilecek miydik?..
Yine
yıllar geçti. Bir bahar günü bugünkü yönetim binasının olduğu yerde büyük sahra
çadırları kuruldu. Törenle üstünde “tapu belgesi” yazan kağıtlar dağıtıldı,
ihaleyle müteahhide verilmiş örnek evler gösterildi üyelere. Hemen hemen 5 yıllık
bir zaman tüneli daha geçilmiş, bir başkasının önüne yığılıp kalmıştık. 1986'da kooperatif denetçisi seçildim. Yaşım henüz 30'du. Tapu
denilen, aslında hisseli tapularımızı almaktan memnunduk ama müteahhid işi hiç
hoşumuza gitmemişti. Evler böyle mi olacaktı yani? Öncelikle köprü ve su deposu da yapılması lazımdı. Sonrası nasıl olurdu, bilmiyorduk.
Sonrasında girdiğimiz
tünelde birçok büyük iş başarıldı: Kooperatif merkezi Orjan'a geldi. Köprü yapıldı. Su deposu tamamlandı.
Su basman mecburiyeti getirilerek müteahhidin taahhüdü sınırlandı. Ardından
plana uygun olmak şartıyla ev yapımı üyelere bırakıldı. Belki on kadar usta
müteahhid oldu Orjan'da. Üyelerin bizzat işin içinde olmasıyla da birçok ev yapıldı beş yıl içinde. Büyük Kanalizasyon
projesi de aynı dönemde hayata geçirildi. Orjan şantiyeye döndü adeta. "Yaş otuzbeş yolun yarısı eder" demiş şair. 80'li yılların sonları,
90’lı yılların başında zaman tüneli böyle görünüyordu.
90’ların
sonu ile 2000’li yıllar, yaklaşık 10 sene “yazlık keyfinin doyasıya çıkarıldığı” bir zaman
dilimiydi. Evler %90-95 tamamlanmış, insanlar iyinin de iyisini istiyorlardı. Beton
iskele, parke taşlı yollar, kaldırımlar, yeşillendirme, marketler vb. hep bu
dönemin eseridir. Ancak farkında olmadan Orjan’ın konumu ve üye yapısı giderek değişmiş,
talepler beklentiler inşaat işinden çok sosyal bir yerleşim yerine evrilmişti. 40'lı yaşların olgunluğundaydım. İki çocuğumuz ve bir torunumuz daha Orjan'da büyüyordu. Görüyordum ki artık bu dönem öncekilerden çok daha farklı bir istikamete, yani “site” oluşumuna
doğru uzanan yeni bir zaman tüneliydi.
Önce
elektrik sisteminin eksikleri tamamlanıp ancak 4 yılda devredilebildi. 2-3 sene
genel kurullarda yüzme havuzu yapılsın mı yapılmasın mı meselesi tartışıldı.
Tamamlandığında ne kıyamet koptu ne de herşey güllük gülistanlık oldu. Artık gündemin
ilk sıralarına deniz kirliliği ve güvenlik sorunu oturmuştu. İnsanlar yönetimden
daha yakın ilgi bekliyor, neredeyse her konuda hizmet istiyorlardı. Bense 2011 yılında yaşım artık elliyi geçmiş, dört evlat babası ve iki torun dedesiydim. Benim açımdan Orjan radikal kararlar almakta gecikmeleri oynayan yorgun bir takım gibiydi.
Sosyal medya ortamında her yandan talep yağıyordu orta yere. "Elektrik
kesilmesin, su aksın, kanalizasyon tıkanmasın, çimenler sulansın, yollar sokaklar
temiz olsun, çay ucuz olsun, siteye yabancılar alınmasın, hırsızlar yakalansın,
deniz kirlenmesin, canlı müzik olsun, eğlenceler düzenlensin, refüjler bakımlı
olsun otlar temizlensin, ağaçlar budansın, çiçekler kurumasın, sokak
hayvanlarına bakılsın,……" Liste böyle uzayıp gidiyordu. Aslında öyle bir zaman tüneline
daha girilmişti ki biz yukarıda böyle şeylerle tartışır dururken yerin altını
unutmuştuk.
Kanalizasyon
sistemimizin çürüdüğünü düşünmek istemedik. Yağış nedeniyle her yan göl
olduğunda, logarlardan atık su fışkırdığında sorunun kanalları temizlemek,
logarları açmaktan ibaret olduğunu sandık. Nedense suyumuzun çoktan içme
suyundan kullanma suyuna döndüğünü bile hala itiraf edemiyoruz. Yıllar
öncesinin su şebekesinin bugün için dahi eski kaldığını konuşmadık, konuşamadık.
Kuraklığın artması sonucu eninde sonunda şehir suyuna ihtiyaç duyabileceğimizi öngöremedik, hala da hesaba katamıyoruz.
Yollarımızın, kaldırımlarımızın iyileştirilmesinin ancak tüm alt yapılarımızın yenilenmesinden sonra olabileceğini hep öteledik. Doğal gaz istedik ama o geldiğinde; hadi hepsini birlikte yapalım telaşından kanalizasyon, su ve doğalgaz inşaatları nedeniyle yolların sokakların delik deşik olacağını hayal edemedik, edemiyoruz. Ama ne çare ki zaman durmuyor, ihtiyaçlar çözümleri zorluyor. Daha iyi bir yaşam, daha sağlıklı bir Orjan için toprağın üstü kadar altıyla da baş etmemiz gereken yeni bir dönemin başındayız. Karşımızda birden fazla yol var. Bazı tüneller karanlık, korkutucu. Ama öyle de yollar var ki sonu çıkmaz. Yol sandıklarımızın bizi dağdan aşırtamama ihtimali var. Patinaj yapmak, çaresiz kalıp başladığımız noktaya dönme ihtimali de büyük. Zaman kaybetmekse en büyük maliyet.
Yine de en kısa yol için bir "zaman tüneli" seçmek zorundayız. Bu öyle bir tünel olacak ki: Hem
site yönetimine geçiş, hem kooperatifin tasfiyesi, hem de çevremizde giderek yoğunlaşan
kentleşme gibi devasa meseleleri göğüsleyebilelim. O tünelin başında: Bir taraftan üye yapısı olarak
değişen farklılaşan bir orjan var, öbür yanda genel kurullarda daha fazla
gecikmeden etkin kararlar alma mecburiyeti. Bir yanda artık siteye dönüşmüş
orjan ve site yaşamına uygun beklentiler var, öbür yanda kooperatifin böyle bir
misyonu yerine getirip getiremeyeceği açmazı.
Yaşım 63, yoğun bir memuriyetten sonra 8 yıldır emekliyim. Doğrudur tanık olduğum 42 yılda pek çok tünelden geçerek, pek çok dağları aşarak bu güne geldik.
Önümüze daha böyle pek çok zaman tüneli gelecek ona da kuşku yok. Nasıl ki bizden öncekiler geldi
geçti. İyi kötü biz de geçeceğiz bu yollardan, bizden sonrakiler de. Tüneller
aşılamayan dağları, zorlu coğrafyaları delip geçmek için var. Zaman tünelleri
de var olan karamsarlığı, güzel günlere ve umuda dönüştürmek için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder