9 Kasım 2020 Pazartesi

09 Kasım 2020 Pazartesi 21:30 CORONA GÜNLERİ.............................Şiirlere sığınmak

Yurdum insanından Corona şiirleri

Dünyayı saran Korona Virüsü tüm dünyada can almaya devam ediyor. Bizde de öyle. Hepimiz maske-mesafe-temizlik kalkanının arkasına pısmış durumdayız. Böyle bir ortamda “Biden mi/Trump mı” papatya falı çekenler o kadar manasız geliyor ki. Al birini vur ötekine, neyine sevineyim, neden üzüleyim?

 

Bir “felaketten”bir başkasına geçiyoruz.-Malum onlar her yıl nisan ayında bizi Ermeni tehciri vesilesiyle hatırlıyor ve “Büyük felaket” lafını ediyorlar ya- Bu lafı bir kere de ben kullanayım bakalım nasıl bir şeymiş diye düşündüm. Öyle ya sırtımızı sıvazlayarak yapılan açık düşmanlıkla, saman altından su yürütmek arasında ne fark var?  İkisi de fenalık, ikisi de hoş değil.

 

Böyle şeylerle içimiz kararacağına biraz şiirle gözüm gönlüm açılsın İstedim. Bu felaketler yılında birazcık yüzümüz gülüversin artık. Şu lanet olasıca Korona Virüsü'le tanışalı bugün 243 gün oldu. Millet olarak tam 8 ay 3 gündür onun tehdidi altındayız. Kimimiz korkuyor, kimimiz ottan böcekten medet umuyor, kimimiz de oturup kendisi hariç herkese kızıp veryansın ediyor. Ankara’nın Çubuk ilçesinde yaşayan Çorumlu işçi Yusuf Çıtak ise oturmuş bu korona virüs için şiir yazmış:

 

Kiminin elinden aldı kimini dilinden/Kiminin boğazına kilit vurdu birden

Kiminin sevdiğini aldı elinden/Ciğerlere el saldı korona

 

Hayır mı şer mi bilemedik/Dünya bir oldu sırrını çözemedik

Gezme bir yana evden çıkamadık/İnsanları haline bırak git korona

 

Allah’ım nedir kurtulmanın yolu/Dostlar tedbir alacağız belli olmaz sağı solu

Maskeni tak mesafeni koru/Koronadan güçlüdür insanoğlu

 

Kraliçe Elizabeth’i sarayından kaçırdı/Boris Johnson’ı yataklara yatırdı

Çin’den bu yana kırdı geçirdi, bitirdi/Mazlumların ahı mı korona?

 

Sağlık çalışanlarımızla ne kadar gurur duysak azdır/Kışların sonu bahardır yazdır

Her yokuşun sonu düzdür/Senin de sonun gelir inşallah korona

 

Allah’ım sen İslam alemini ve insanlığı koru/Bilmiyoruz ne olacak bunun sonu

Terk eyledik malı mülkü parayı pulu/Zengin fakir ayırt etmiyor korona

 

Şair Yusuf şiirleri yazardı/Dizeleri bir bir dizerdi

Koronasız günler çok güzel günlerdi/Dut yemiş bülbül gibi susturdu korona. 

İskenderun’da yaşayan, emekli öğretmen Hamil Uçum da pandemi dönemine Ankara’da kızının evinde yakalanmış. Seyahat yasak olduğu için İskenderun’da trafik kazası geçiren oğlunu ziyarete gidememiş. Berbere gidemediği için sakalları uzayınca eve gelen torunları onu tanıyamamış, “Sen bizim dedemiz değilsin” demişler. Bu duruma çok içerleyen Hamil Uçum da oturup “Korona” adlı şiiri kaleme almış:

Vuhan'dan çıktın yola vermiyorsun ki mola/Işık hızı mısın sen, Anka kuşu korona

Gençlere gücün yetmez ihtiyarı seçmişsin/Cesaretin bu mudur, seni ödlek korona

Aşımız yok, ilaç yok; meydanı boş bulmuşsun/Evimize hapsettin, gardiyan mı olmuşsun

Eski günlerimizi yaşamak istiyoruz/Mutasyona uğra git, seni yüzsüz korona

Kapımı çalma sakın, soframda sana yer yok/Zaten iban verdiler cebimizde para yok

Hayat eve sığmıyor, gidecek başka yer yok/Düş yakamdan, defol git, kene misin korona

Gözükmeyen düşmansın, siperden çık meydana/Arkanda Trump varsa; bilim de bizden yana

Çok ocaklar söndürdün meramına erdin mi/Cibiliyetin bozuk, seni soysuz korona 


Sen benim derdime devâ bilmezsin

Sekiz aydır Corona derdinin muzdaribiyiz. Fuzûli de divan şiirimizin ızdıraplar şairi olarak biliniyor. Derdi aşkla bağdaştırıp şöyle demiş bir şiirinde:


"Esîr-i derd-i aşk u mest-i câm-ı hüsn çok ammâ/Biziz meşhur olan Leyla sana Mecnûn bana derler" (Aşk derdinin esiri ve güzellik kadehinin sarhoşu çoktur ama asıl meşhur olan biziz, sana Leyla, bana Mecnun derler.)


Hatta aşık olmayı o kadar yüceltmiş ve abartmış ki kendisini bir aşık olarak Mecnun ve Ferhad’dan daha üstün saymış bir başka beytinde: 

"Kıl tefâhur kim senün her var men tek âşıkun/Leylî’nin Mecnûn’ı Şîrîn’ün eger Ferhâd’ı var" (Leyla’nın Mecnun’u Şirin’in Ferhad’ı varsa sen de övün çünkü senin benim gibi tek âşığın var.) 


Divan şairi, kendisini aşk ehli olarak nitelendirir. O, zıtları tevhit etmiştir. Bu yüzden derdi de dermanı da bir görmektedir. Böylece hayata karşı mütevekkil yaklaşan şair, içinde bulunduğu sorunları ya kendi iç dünyasında veya içinde yaşadığı ortamda halletme yoluna gitmiştir.

"Ehl-i ışka küfr ü îmân bir olur/Vasl u hicrân derd ü dermân bir olur" (Hayretî)

Şairin hayal dünyasında sevgili de bir güneştir; âşığı çarpar. Bu güneş, ahlât-ı erbaadan olan sevdâyı artırarak aşk hastalığına sebep olur.

"Ey güneş yüzlü gönül hastalanur kuyunda /Ki başı hoşdur anun sâye-i dîvârun ile" (Mesîhî)

Fuzûlî sevgilinin vefasızlığını da kendisini yalancılıkla suçlayacak kadar vurgular başka bir şiirinde:


"Ger derse ki Fuzûlî güzellerde vefâ var/İnanma ki şâ’ir sözü elbet yalandır"(Fuzuli güzellerde vefa var derse sakın aldanmayın, şairin söylediği söz elbet yalandır.)


Bir başka beytinde ise “Ey sâkî, vücûdumda aşk hevesi sağlık dengemi bozdu. Tamamen hastalanmadan bana ilaç ver” derken, aşkın ahlât-ı erbaanın müvâzenesini bozduğuna işaret etmektedir. Aşk, iyileşme bilmeyen bir hastalıktır:

"Tabî’at inhirâfın gör hevâ-yı ışkdan tende /İlâc it düşmedin sâkî mizacum istikâmetten"

"Tiryâk" divan şiirinde ilaçlı tedavi açısından geçen en önemli mazmundur. Zehirlenmeye ve bazı hastalıklara karşı kullanılan mâcun, panzehir ve afyon anlamlarında kullanılmaktadır. Sancı ve öksürüğü keser, yılan ve akrep sokmalarında panzehir olarak kullanılır. Bu anlamdaki tiryâk, bazı şiirlerde tiryâk-ı erbaa olarak da geçmektedir.


"Görün bu derdli ki tiryâk-ı erbaayla tabîb / Diler ki zahm-ı çehâr-ebruvâna çâre göre" (Nedîm) (Dört kaşlıların kalbinde açtığı yarayla derde düşen şu garibe bakın ki, doktor onu tiryâk-ı erbaa ile tedavi etmek durumunda kaldı)


Şiirimizde  ve diğer edebi eserlerimizde Doktor (Tabip- Lokman- Hekim )  önemli bir figürdür. Doktor ile hasta ilişkisi önemli bir mevzu olduğu kadar, tabib  âşık ve sevgili üçlemesi de sık sık karşımıza çıkar. Bu yönü ile  şiirlerimiz, şarkılarımız ve türkülerimizde hasta doktordan şikâyetçidir.


"El çek tabip el çek yaram üstünden/Sen benim derdime devâ bilmezsin/Lokman hekim gelse bulunmaz çare/Yaram yürektedir sarabilmezsin" (Selahattin  İnal-Hicaz Beste)


Doktor, aşığın yarasını ve derdini iyilileştirmek için gelen  ama bu nedenle aşığa eziyet eden biridir. Hasta o dertten muzdarip ama halinden de memnundur. Hasta kendini öldürecek olan bu dertten kurtulmak istemez:


"Lokman hekim gelse yaram azdırır/Yaramı sarmaya yar kendi gelsin"  (Anonim Türkü)

 

Fuzuli de aşk derdine o kadar alışmış ki doktoru hastalığı geçirmeye gelen, merhem veren, deva getiren biri olarak değil de âşıkla sevgili arasına da giren biri olarak anlatmış bir beytinde:  


"Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb/Kılma dermân kim helâkım zehri dermânındadır" (Aşk derdiyle iyiyim tabib, bana ilaç verme; asıl beni öldürecek olan zehir, senin derman olsun diye vereceğin o ilaçtır.)


Bazı hastalıklar bulaşıcıdır. Bu sebepten böylesi hastalıklara müptela olmuş kimseleri bir arada toplayarak diğer insanlarla ilişkisi kesilir. Tıpkı Coronavirüs bulaşmış hastalar gibi. Şairler de bulaşıcı hastalık fikrine sık sık vurgu yapmışlar.


Geleneksel tıpta, cerrahî müdahale ve ilaçla tedavinin yanında, koruyucu hekimlik ve manevî tedaviye de ehemmiyet verilir. Koruyucu hekimlik, bilhassa beslenme, temizlik ve sosyal hayatta ölçülülük esasına matuf bir faaliyet. Bu anlamda şairler sağlık ve beslenme arasında ilişki kurmaktadırlar. “Sağlığın başı perhizdir” atasözüyle ifadesini bulan beslenme kültürü, koruyucu hâkimlik açısından önemli malzemeler içerir. Dengeli beslenmeye ilişkin en önemli açılımı Fuzûlî’nin aşağıdaki beytinde görmekteyiz:


"Marîz-i ârıza-i naksdur nüfûs-ı tamâm/Kimine fâide perhîz ider kimine gıdâ" (İnsanlar noksanlık arızasının hastalarıdır; bazılarına perhiz, bazılarına da iyi beslenme şifa verir.)


Baş ağrısı, soğuk algınlığından kaynaklanabilir ve geleneksel tıpta soğuk algınlığı, terleyerek tedavi olunur. Bunun için hastanın üzeri kat be kat örtülür. Şair Mesîhî bu uygulamaya telmih ederek, goncayı sarıp sarmalayan yaprakları izah eder. Gonca, soğuk alıp kuvvetten düştüğünden kendisini yapraklarla sarıp sarmalayarak terlemeyi amaçlamaktadır.


"Bolay ki derleyem diyü budur örtündüği kat kat/Ki kendüye sovuk aldurup olmış nâ-tüvân gonca" (Mesîhî)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder