24 Ağustos 2020 Pazartesi

25 Ağustos 2020 Salı 23:00 CORONA GÜNLERİ...................................Yaz bitti ama...

Yaz bitti sayılır. Corona gulgulesi nedeniyle ne zaman geldi ne zaman bitti pek anlayamadık ama artık Eylül kapıda. Malum 23 Eylülde dünyanın bizim bulunduğumuz kısmında, yani kuzey yarım kürede gece ve gündüz eşit olacak. Bu olay sonbaharın başladığını gösterir. Okullar da zaten 21 eylülde açılacak. Demek oluyor ki bizim gibi yazlıkçılar/ ya da yaylacılar için artık yavaş yavaş eve dönüş vaktidir. Yıllardır tekrarlanan bu özel dönence bana hep "bu yıl da bitti" algısını çağrıştırıyor. Yazın bitip sonbaharın başlaması, bir tür "yılsonu/yılbaşı" gibi geliyor bize.  Aslında dönence veya gün dönümü denilen olay; yılda iki kez tekrarlanan ve Güneş'in yarımkürelerde en büyük açılarla düştüğü günler. Dönence (tropic) sözcüğü Yunanca dönmek kelimesinden türemiş. Kuzey yarım kürede en uzun günün oluştuğu yaz gün dönümü 21 haziran' da, en uzun gecenin oluştuğu kış gün dönümü ise 21 aralık' ta. Bu tarihlerden sonra bulunulan yarımküreye göre gündüzler/veya geceler kısalmaya başlıyor.
Gün döndü

Yaz bitti sayılır. Corona gulgulesi nedeniyle ne zaman geldi ne zaman bitti pek anlayamadık ama artık Eylül kapıda. Malum 23 Eylülde dünyanın bizim bulunduğumuz kısmında, yani kuzey yarım kürede gece ve gündüz eşit olacak. Bu olay sonbaharın başladığını gösterir. Okullar da zaten 21 eylülde açılacak. 

Demek oluyor ki bizim gibi yazlıkçılar/ ya da yaylacılar için artık yavaş yavaş eve dönüş vaktidir. Yıllardır tekrarlanan bu özel dönence bana hep "bu yıl da bitti" algısını çağrıştırıyor. Yazın bitip sonbaharın başlaması, bir tür "yılsonu/yılbaşı" gibi geliyor bize. Bu yüzden ben bu döngüye "gün döndü" diyorum ısrarla. Çünkü bu yaşanan geri dönüş aynen bir kum saatini ters çevirmek gibi. 

Aslında dönence veya gün dönümü denilen olay; yılda iki kez tekrarlanan ve Güneş'in yarımkürelerde en büyük açılarla düştüğü günler. Dönence (tropic) sözcüğü Yunanca dönmek kelimesinden türemiş. Kuzey yarım kürede en uzun günün oluştuğu yaz gün dönümü 21 haziran' da, en uzun gecenin oluştuğu kış gün dönümü ise 21 aralık' ta. Bu tarihlerden sonra bulunulan yarımküreye göre gündüzler/veya geceler kısalmaya başlıyor.

 

Yaz gündönümünde güneş ışınları Yengeç Dönencesi'ne dik açıyla düşer. 21 Haziran bu bağlamda, Kuzey Yarımküre için Yaz Gündönümü, Güney Yarım kürede ise Kış Gündönümü anlamına geliyor. Güneş’in gökte en tepede olduğu zamanı temsil eden yaz gündönümü, yazın da bir nevi başlangıcı. Bu tarihte Güney yarıkürede en kısa gün, Kuzey yarıkürede ise en kısa gece yaşanıyor. Yaz gündönümün ardından, günler Kış Gündönümü’nün başlayacağı 21 Aralık’a kadar kısalmaya başlıyor, o tarihten sonra da tekrar uzuyor.

 

Bizim bulunduğumuz kuzey yarım kürede 21 Mart gece ve gündüzün eşit olduğu ve ilkbaharın başladığı tarih. 21 Haziranda ise en uzun gündüz, en kısa gece yaşanıyor ve yaz mevsimi başlamış oluyor. 23 Eylülde yine gece ve gündüz eşit ancak bu kez yaz bitip, sonbahar başlıyor. 21 Aralıkta ise en uzun gece, en kısa gündüz gerçekleşiyor. Bu tarih aynı zamanda kış mevsiminin de başlangıcı demek.


Bu günleri "corona"yı dikkate almadan konuşmak, yazmak zor.  24 Ağustos Pazartesi itibariyle Türkiye Korona Günlüğü 1500'e (1.443) dayanmış gözüküyor. Halbuki bir ay önce 24 Temmuzda 937'ye kadar inmişti. Şimdi yeniden 24 Haziran seviyesine (1.492) çıkmış olması elbette endişe verici.      Her ne kadar vaka sayısı/test sayısı oranı %1,5 olsa da, yani test yapılan her 1000 kişiden sadece 15'i pozitif çıkmış diye sevinemeyiz. Son 24 saatte vefat edenlerin 18 kişi olması karşı karşıya olduğumuz sorunun azımsanmasına gerekçe olamaz. Kaldı ki vaka sayıları böyle artarak devam ederse 15 gün sonra bu artışı hem yoğun bakımlarda, hem ölümlerde göreceğiz demektir. Hiç kimse 6 bini aşan can kaybını (6.139) küçümseyemez. Ölüm şaka değildir, yakınlarını kaybeden insanların acısını anlayabilmek ve tehlikeyi ciddiye almak gerekir.
Zor günler ufukta

Bu günleri "corona"yı dikkate almadan konuşmak, yazmak zor.  24 Ağustos Pazartesi itibariyle Türkiye Korona Günlüğü 1500'e (1.443) dayanmış gözüküyor. Halbuki bir ay önce 24 Temmuzda 937'ye kadar inmişti. Şimdi yeniden 24 Haziran seviyesine (1.492) çıkmış olması elbette endişe verici.  


Her ne kadar vaka sayısı/test sayısı oranı %1,5 olsa da, yani test yapılan her 1000 kişiden sadece 15'i pozitif çıkmış diye sevinemeyiz. Son 24 saatte vefat edenlerin 18 kişi olması karşı karşıya olduğumuz sorunun azımsanmasına gerekçe olamaz. Kaldı ki vaka sayıları böyle artarak devam ederse 15 gün sonra bu artışı hem yoğun bakımlarda, hem ölümlerde göreceğiz demektir. Hiç kimse 6 bini aşan can kaybını (6.139) küçümseyemez. Ölüm şaka değildir, yakınlarını kaybeden insanların acısını anlayabilmek ve tehlikeyi ciddiye almak gerekir.

 

Haziran başında Anadoluya memleketlerine, sahillere akan kitleler şimdi yeniden büyük şehirlere dönecekler.  İnsanların tatilleri bitti çalışmaları gerek. Çocuklar okullara gidecekler. Çalışan aileler kreş/bakıcı anne arayışında olacaklar. Dedeler, neneler vazife başına çağrılacak ısrarla. Bir taraftan normale dönmenin o kadar kolay olmadığını anlamış olduk, bir taraftan da önümüzdeki ilkbahara kadar yeniden evlerimize kapanma ihtimali olabileceğini. Çünkü aşı konusunda da bu günden yarına bir müjde almış değiliz.

 

Elbet hayatı tamamen durdurarak yapamayacağımızı da artık biliyoruz. 1 Haziran Yeni normal süreci boyunca hemen her gün Sağlık Bakanımız ve Bilim kurulu üyeleri bizi uyardılar. "Tedbir, tedbir, tedbir" diye ısrarla "maske, mesafe ve hijyen" konusu hep hatırlatıldı. Ama işte tatil dendi, bayram dendi, asker uğurlama, düğün, nişan taziye dendi kurallara uyulmadı. Şu anda bu gevşekliğin cezasını 83 milyon çekecek. En az iki ay geriye gittik. Binlerce insan virüse yakalandı, hasta oldu, hatta öldü.

 

İyi ki işleyen bir sağlık sistemimiz, alt yapımız ve fedakar sağlık çalışanlarımız var. Başta sağlık bakanımız ve bilim kurulu üyeleri olmak üzere sağlık ordumuz ellerinden geleni yapıyorlar. Ne olması lazım yani; sıkıyönetim ilan edilsin, tümden sokağa çıkma yasağı mı konulsun? Söylemesi kolay ama yapılması imkansıza yakın zor. Yapılacak şey; virüs kapmaktan kendimizi korumak, başkalarına da bulaştırmamak, bu kadar basit. Bu yol belki biraz uzun olabilir ama, virüse yaşam alanı açmamak hala en kolay, en etkili yol.


Sabah yürüyüşünü severim. Özellikle de yazlıkta. Ankara'da da yürürüm eve yakın bir parkta. Ama kışın aksıyor, sürekli yapamıyorum maalesef. Yaşlılıktan olmalı, üşüyüp hasta olmaktan korkuyorum. Ilık ve güzel hava oldu mu kaçırmamaya çalışırım. Yine de baharda ve yazın olduğu kadar olmuyor tabi ki. Geçen yıl evimizin yakınında açılan yaşam merkezine devam ettim üç ay. Hem yürüyüş bantları, hem kondisyon salonu hem de havuzu var. Çok sevdim bu imkanı, biraz dikkat da ederek 13 kilo verdim bu sayede. Corona salgını başlayınca devam edemedik tabi, sonra da pandemi nedeniyle kapatıldılar zaten.   Bulunduğumuz sitenin etrafı yaklaşık 4200 adım, yarım saate yakın sürüyor. İki tur yapıyorum ondan sonra da  deniz. Tabi o gün hava güzel, deniz de müsaitse. Sabah 08.30 gibi başlıyorum yürüyüşe. Müzik dinliyorum tur boyunca, genellikle türkü. Bazen nostalji takıntım tutuyor, 70'li, 80'li yılların şarkılarını dinliyorum. Arada bir "yeşilçam şarkıları" da dinlediğim oluyor. Dinlemek bende fon müziği gibidir, düşüncelerimi besler. Geri planda tıngırdar durur şarkılar. Bazılarının nakaratı takılır dilime bir süre, bazılarının sözleri düşündürür beni derin derin. Ama genel yorumum o şarkıların yerinin hala doldurulamadığı yönünde.
Yürürken düşünceler

Sabah yürüyüşünü severim. Özellikle de yazlıkta. Ankara'da da yürürüm eve yakın bir parkta. Ama kışın aksıyor, sürekli yapamıyorum maalesef. Yaşlılıktan olmalı, üşüyüp hasta olmaktan korkuyorum. Ilık ve güzel hava oldu mu kaçırmamaya çalışırım. Yine de baharda ve yazın olduğu kadar olmuyor tabi ki. Geçen yıl evimizin yakınında açılan yaşam merkezine devam ettim üç ay. Hem yürüyüş bantları, hem kondisyon salonu hem de havuzu var. Çok sevdim bu imkanı, biraz dikkat da ederek 13 kilo verdim bu sayede. Corona salgını başlayınca devam edemedik tabi, sonra da pandemi nedeniyle kapatıldılar zaten.

 

Bulunduğumuz sitenin etrafı yaklaşık 4200 adım, yarım saate yakın sürüyor. İki tur yapıyorum ondan sonra da  deniz. Tabi o gün hava güzel, deniz de müsaitse. Sabah 08.30 gibi başlıyorum yürüyüşe. Müzik dinliyorum tur boyunca, genellikle türkü. Bazen nostalji takıntım tutuyor, 70'li, 80'li yılların şarkılarını dinliyorum. Arada bir "yeşilçam şarkıları" da dinlediğim oluyor. Dinlemek bende fon müziği gibidir, düşüncelerimi besler. Geri planda tıngırdar durur şarkılar. Bazılarının nakaratı takılır dilime bir süre, bazılarının sözleri düşündürür beni derin derin. Ama genel yorumum o şarkıların yerinin hala doldurulamadığı yönünde.


Müzik dinlemek eski yoğun çalışma günlerimden eser kaldı bana. O kadar zor işler yaptım, o kadar yoğun çalıştım ki kalabalıklar arasında sadık bir dost gibi oldular hep. Durup dinlenmeye bile vaktim olmazdı. O saatler arasında gizli ve müşfik birer arkadaştılar. Hesapsız, yalansız, yumuşacık. Önceleri radyodan dinlerdim, sonraları bilgisayarımdan, daha sonra da cep telefonumdan. Hala sabah kahvaltısı hazırlarken dinlemeden yapamam. Mümkün olsa kahvaltı sırasında da kulağıma "yurttan sesler" eşlik etsin isterim. Ya da yemekte Emel Sayın dinlemek. Ama artık eşim ve çocuklarımı dikkate almam gerekiyor. Onlar aynı şekil düşünmüyorlar. Dalarsam da "çat" diye kapatıyorlar, alıştım artık.

 

Dedim ya yürüyüş yapmayı da severim, müzik dinlemeyi de. İkisi bir arada olursa tadına doyum olmuyor. Ruhuma verdiği dinginlik kadar düşüncelerimi alabildiğince özgür bıraktığı için de iyi müziğe tutkunum. Yürürken kulağımda türkü, ayaklarım yolda, gözlerim etraftaki çiçekte, kuşta, yeşilliktedir. Sabahın temiz havasını ciğerlere çekmek, ufuktaki maviliklere, bulutlara, dağlara bakmak ne kadar güzeldir bir bilseniz. Ama en güzeli bütün o sahne içinde beynimin ordan oraya, şurdan buraya özgürce salınabilmesidir. Düşüncelerim peş peşe, birinden diğerine sürekli geçişler yaparak ürer durur yürürken.

 

Belli bir sınırı ya da alanı yoktur düşündüklerimin. Bazen bir şarkı sözünden kuşların cıvıltısına, oradan insanlar ve hayatlar üzerine, ardından torunlarımın tatlılığına…Dedim ya ne sınır tanır, ne de belli konulara takılır kalır düşüncelerim. Bugün ne yapacağımdan girer, gençliğimde yaşadığım bir anıdan ram alır, politikada dolaşır, gelecek hülyaları görebilirim. Tuhaf olan bir sürü şey düşünürüm ama pek azı kalır aklımda. Sanki bir sonrakiler hep öncekileri silerler birer silgi gibi. Aslında yürürken aklımdan geçenler mükemmel birer yazı konusu olurlardı eminim. Ama daha zihnimizden geçenleri yazıya döken otomatik bir dijital alet icat edilmedi.

 

Yine de onca resmi geçitten sonra aralarından hatırımda kalan biri ya da ikisini yazıya döktüğüm çok oldu. Hepsi de yazıp bitirdiğimde "Evvet işte bu!" duygusunu tattırdılar bana.  Bu yüzden yürümek suyun üzerine atılan bir taşın üç, dört, hatta daha fazla sektirilmesi gibi bereketlidir inanın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder