
Bir aydır
körfezdeyiz. Corona açısından Ankara ile tek fark ara sıra evden çıkıp çevrede
kısa gezintiler yapmamız. Onun dışında yine evdeyiz, yine tedbirli davranmaya
çalışıyoruz ve yine "ne zaman bitecek bu corona?" merakı içindeyiz.
Çok şükür ki burada sabah yürüyüşü yapabiliyorum. Sitenin etrafı yaklaşık 4100
adım, aşağı yukarı 2,3 km. İki tur bir saate yakın tutuyor. Saat 9.30 gibi de
iskeleden denize giriyorum. O da yarım saat. Bazen eşim, kızlarım ve küçük
torunum geliyorlar. Ben 8 aylık Tuna ile ilgileniyorum, onlar denize giriyor.
Hava ve deniz uygun olduğunda Tunayı da ördek simidiyle suya bırakıyoruz. Sudan
korkmuyor, bilakis çok hoşuna gidiyor. Ayaklarını bir çırpışı var ki, görmeye
değer. Sanki ezelden yüzmeyi biliyormuş da neredeyse yüzüverecek.
Buranın oksijeni bol
güzel havası, tatlı suyu ve bol yeşilinden sonra sabah kahvaltısı gelir bana
göre. İlk elektrikli çaycı tıkırdamaya başlar mutfakta. Sonra da arka balkon
yıkanır gerekirse. Masa hazırlanır özene bezene. Allah soframızın bereketini arttırsın
zeytininden peynirine, domatesinden salatalığına, yeşil biberinden
zeytinyağına, tatlı lorundan ekşi maya ekmeğine kadar donatırız sabahları. Gün
aşırı bazen menemen yaparız, bazen de tavada sade domates biber karıştırırız.
Adam başı yumurta haşlarız genellikle. Nadiren sucuk pişiririz; bazen sade,
bazen yumurtalı. Kahvaltımız saat 12'ye kadar devam eder. Bütün aile akşam
yemeğinden daha fazla muhabbet ederiz kahvaltı sofrasında. Genellikle o gün ya
da o hafta neler yapacağımızı, nereleri gezmek istediğimizi de konuşuruz hep
birlikte.
1991-92'den beri
geliyoruz yazlığımıza. O yıllarda üç çocuğumuz vardı; 11,10 ve 7 yaşlarında.
1995 yılında biri daha katıldı aramıza. Daha üç aylık bebekti onu orjan'a
getirdiğimizde. Şimdi o 25 yaşında, ODTÜ'yü bitirdi İstanbulda bir denetim
firmasında çalışıyor. Henüz bekar. Büyük kızımız ve damadımız sınıf öğretmeni,
iki de torunumuz var onlardan. Biri 17, diğeri 9 yaşında. Büyük torununumuz Nazlı 2 gün sonra 18 yaşına
ayak basacak. Önümüzdeki yıl da inşallah üniversite sınavına girecek. İki
numaralı torunum Yağız da seneye inşallah ilkokulu bitirmiş olacak. Onlar da
bebekliklerinden beri yazları buraya gelirler. Meyve ağaçlarımız adeta onlarla
birlikte büyüdüler. Bazen ben bile şaşırıyorum, Nazlı nasıl oldu de birden genç
kız oluverdi diye. Yağız torunum ele avuca gelmez bir oğlan. Neredeyse benden
daha iyi yüzüyor. Denizi ve oyun oynamayı seviyor. Ben ne kadar çekiniyorsam, o
da o kadar gözükara.
Geçen
yıl yazar-şehir plancısı büyük oğlumun ve sevgili gelinimiz Sibel'in kızları
Ece Mercan'da Nisan ayında 2 yaşını doldurdu. Maşallah çok güzel, akıllı ve
tatlı bir kız. O da geçen yıl orjan'a geldi. Birlikte bir hafta geçirdik.
Corona olmasaydı bu yıl da gelirlerdi ama gelinimiz Prof.Dr.Sibel Ertek Yalçın
bir sağlık personeli. Oğlumuz Bahadır Cüneyt Yalçın da Şehircilik ve çevre
bakanlığında çalışıyor. Hem iş yoğunluğu hem de kreşler kapalı olduğundan
Ece'nin bakımı bu yıl onların üstünde. İstemelerine rağmen bu yıl gelebilirler
mi bilemiyoruz. Belki kurban bayramında, o da birkaç gün. En küçük torunumuz Tuna kızımız Hilal'in ilk çocuğu. Doğumundan bu yana bizimle
birlikteler. Annesi Amerikan Kültür derneğinin Ankara kreş ve ana okulunda
çalışıyor. Bu yıl önce doğum izni, sonra da coronadan dolayı ücretsiz izinli
olarak çocuğuna bakıyor. Sanırım kreşleri yeni bir yere taşınıyormuş. Açılış
hazırlıklarını bitirdikten sonra Hilal'i çağıracaklar. Bu yüzden hepimiz
Hilal'e çocuğunu bu en önemli aylarında kendisi bakabildiği için çok şanslısın
diyoruz.
Selma ve Yılmaz
Yalçın ailesi şimdilik toplam 13 kişi oluyoruz. Bereket kimi gidiyor kimi
geliyor yoksa soframız bu kadar kalabalığı almayacak. Şu anda Tunayla birlikte
7 kişi ancak sığıyoruz. Akşama Yağızla babası Aydın gelecekler. Bir sonraki gün
de Tuna'nın babası Ümit. On kişiye ulaşacağız. Kahvaltı ve akşam yemeklerinde
belki sıkışarak idare edebiliriz ama Nazlı'nın doğum gününde dışarda bir yeri
tercih etmemiz gerek. Muhtemelen bu tercih Altınoluk köyü Çınaraltı'dan yana
kullanılacak gibi duruyor.
Körfezin
en sevdiğim taraflarından birisi de gez gez bitmeyen çeşitliliği. Bir de her
yıl defalarca gitsek de bıkmadığımız güzellikleri. Kazdağları başlı başına
gezilecek-görülecek-yenilecek yerlerle dolu. Her tarafı ayrı bir güzel. Akçay,
Altınoluk her yıl birkaç kere
gittiğimiz yerler. Ören, İskele, Güre ve Küçükkuyu da öyle. Küçükkuyu'nun
Nusratlı, Narlı ve Adatepe köylerine defalarca gitmişizdir. Bilhassa Adatepe
köyü görülmeye değer bir zenginlik. Zeus altarı denilen yere arabayla
gidilmiyor. Ancak oradaki manzara biraz zahmetli bir yürüyüşün tadına doyum
olmaz bir ikramiyesi gibi.
Altınoluk köyü başlı
başına otantik bir eski yerleşim yeri. Çınar altında canınız ne isterse yiyip
içebilirsiniz. Ama bana sorarsanız isteğinize göre koruk suyu ya da karadut
suyu içmeden oradan dönmemeli. Bir de son yıllarda keşfettiğimiz keçi sütü dondurması
var ki mis gibi keçi sütü kokuyor.
İki yıl önce Gürede
Kazdağları adıyla açılmış özel bir Etnoğrafya müzesi keşfetmiştik. Daha önce de
yıllarca Tahtakuşlar köyüne gittik müzesini ziyaret etmek için. Küçükkuyu'da
Assos'a dönmeden yol üzerindeki Zeytinyağı müzesini de öyle. Çanakkale yönüne
doğru sağda Yeşilyurt, sağda da Nusratlı adında çok güzel iki köy daha var.
Nusratlı köyünde eski bir ilkokul binası hanımların ürülerini sergileyip
sattıkları bir mekan haline getirilmiş. İsterseniz kahvaltı yada gözleme vb.
şeyler yiyip içebiliyorsunuz. Hele de dönerken bir 'seyir tepesi' var ki orada
manzara eşliğinde çay içmek başlı başına bir keyif.
Dedim
ya Kazdağları gez gez bitmez. Güre'nin hemen birkaç km. yukarısında asıl Güre köyü var. Oraya birkaç yıldır gidiyoruz. Özgün mimarili Camisinde
namaz kılıyor, havuzlu parkında dinleniyor, gözleme yiyor çay içiyoruz. Güre
zaten termal tesisleri ile ünlü. Biz günübirlik gezdiğimiz için bir iki kez
gidebildik. Ama biliyorum ki her keseye, her beğeniye hitap eden tesisleri var.
Güre köyüne çıkmadan sola saparsanız Pınarbaşı diye bir piknik yerine
ulaşırsınız. Tertemiz ve soğuk akan derede bol gölgeli çınar ağaçları var.
İnsanlar bu dere boyunca mangal yapıp ailecek iyi vakit geçiriyorlar. Şayet ay
ağustossa yola çıkarılmış dağ incirlerinden mutlaka alırız. Kim ne derse desin
mevsiminde kazdağının kara incirini başka hiçbir incire değişmem.
Altınoluk
Avcılar köyünün biraz yukarısında Dedepınarı denilen bir yer biliyoruz. Oradaki
tesisin manzarası da çok güzel ama, havası, suyu ve yemekleri de bir o kadar
güzel. Hizmet eden gençlerin güler yüz ve sıcaklığı da eklenince oradan mutlu
ayrılmamak mümkün değil. Yine aynı köyün Güre tarafında Manastırhan denilen
mevkisine her yıl olmasa da iki yılda bir gideriz. Ulu çınarların gölgelediği,
küçük bir dereciğin şenlendirdiği tarihi bir nokta burası. Şimdilerde hem
konaklama hem de günübirlik amaçlı gelenlere hizmet veren bir tesise dönüşmüş.
Kahvaltı da var, yemek de yenebiliyor, çay içip dinlenmek de mümkün. Edremit
yönünde Akçayı geçtikten sonra sola saparsanız Kızılkeçili köyüne
ulaşabiliyorsunuz. Bu köyün içinden de dağdan inen bir dere akıyor. Ulu
çınarlar altında yeme içme yerleri düzenlenmiş. Biz birkaç yıldır köyün içinde kahvaltı veren küçük bir
mekana alıştık. Sakinliği, lezzeti ve uygun oluşu bizi buraya bağladı. Dışarda
kahvaltı deyince aklımıza geliveren öncelikli mekanlardan.
Kızılkeçiliden
az uzakta Zeytinli köyü var. Bu köyün sahil kesimi Altınkum olarak
adlandırılıyor. Orada da düzenlenmiş bol ışıklı yeme içme yerleri, çay
bahçeleri, alış veriş sergileri ve gezinti yolu var. Zeytinli'den sola yukarı
çıkılırsa Sütüven şelalesi ve Hasan boğuldu'ya ulaşılıyor. Yine kayaların
arasından akan temiz ve serin bir dere. Yine koyu gölgeli çınar ağaçları ve
yine bol bol mangal dumanı. Hasan boğulduyu görmek için 15-20 dakika yukarıya
doğru çıkmak gerekiyor. Sabahaddin Ali'nin kaleminden tanıdığımız türkmen kızı
ile ovalı bostancı hasanın acıklı hikayesi eşliğinde görüyorsunuz o muhteşem
mekanı. Aşağıda sergilerden oluşmuş küçük bir pazarcık kurulmuş suyun
kenarında. İstediğiniz doğal organik yaş ve kurutulmuş mahsulü buradan alabiliyorsunuz.
Daha aşağıda girişte Milli park bekçi kapısı var. Birkaç da yeme içme tesisi. Hasan boğuldu her yıl en az bir defa sürekli
gittiğimiz yerlerden.
Edremit
Yenice Kalkım istikametinde Hanlar ismiyle bilinen bir mevki var. Orada da
birkaç yeme içme tesisi ve çay
bahçesi şeklinde hizmet veren işletmeler bulabilirsiniz. Biz genellikle caminin
sağ tarafında geniş piknik alanında vakit geçirmeyi tercih ediyoruz. Bol suyu
olan bir köy çeşmesi de var. Soğuk suyu
görünce yanınızda getirdiğiniz karpuzu çeşme yalağına bırakmadan edemiyorsunuz.
Bu yol dağı aşarak Kazdağlarının kuzey doğu arkasına Kalkım ve Yeniceye
ulaşıyor. Sağa dönülünce de adeta bir daire çizerek önce Balya'ya, sonra da
İvrindi'ye varılıyor. Bu noktadan sonra istenirse Balıkesir yönüne, istenirse
yeniden Havran, Edremit ve Burhaniye'ye dönmek mümkün. Ama bu dağ yolunun daha
önce hiçbir yerde görmediğim bir özelliği daha var. Her taraf sağlı sollu
çeşmeler, çeşmelerle dolu. Hem de bir musluklu değil, üç, dört, beş oluklu
çeşmeler. Eskiler bu yolda yolculuk ederken hiç susuzluk çekmemiş olmalı.
Hanlar mevkiine
gelmeden üç dört km. önce 'Gülsüm ana' diye bir aile işletmesi var. Burayı
yaklaşık 5 yıl önce keşfetmiştik. O kadar beğendik ki her yıl ya kahvaltı ya da
akşam yemeği için mutlaka gidiyoruz. Ulu çam ağaçlarının altında ahşap
kerevetler yapılmış. Aileler birbirlerinin mahremine girmeden huzur içinde
yiyip içebiliyorlar. Kahvaltıları da güzel ama son iki senedir yaptıkları oğlak
eti yemeğine abone olduk adeta. Tesiste akan su kendilerinin, çok da tatlı ve
soğuk. Elektriği de pervane ile yine kendileri üretiyorlarmış. Arkada
besledikleri keçi, tavuk ve inekleri var. Kullandıkları sebzeler kendi
bahçelerinin ürünü. Gülsüm ana ve eşi artık yaşlılar ve oturuyorlar. Gelen
misafirlerle hal hatır ediyorlar. Oğlu ve torunları hizmet ediyor müşterilere.
Yan tarafta organik ürünler satan bir barakaları var. Baldan erişteye,
zeytinden reçele kadar pekçok ürün var raflarda. İki yıldır biz üç kiloluk
peynir alıyoruz bidonla. Bir yaşlı köylü yapıyormuş. Biz beğendik, yine
Ankara'ya götüreceğiz.
Edremit'e doğru
Hacıarslanlar ve Camcı köyleri var. Yol kenarına çıkarılmış ürünler satıyorlar
gelip geçenlere. Bu yıl da kahvaltıda yemelik yeşil ve siyah zeytin aldık
köylülerden. Daha uygun ve lezzetli ürünler. Edremit'e kadar kah orman, kah
zeytinlik yemyeşil bir araziden aşağıya doğru kıvrıla kıvrıla iniliyor. Yol
boyu zeytinlik, bağlık, bahçelik yerler var görebildiğimiz. Ağustosta geçsek
belki üzüm ya da incir alabilirdik, şimdi yaz armudu ve çilek zamanı. Domatesi,
biberi, salatalığı zaten hiç eksik olmaz yaz boyu buralardaki sergilerden.
Edremit'e bitişik Kadıköy'den yukarıya doğru, Orta oba denilen bir köye
çıkılıyor. Kartal yuvası gibi bir yerde kurulu. Üç sene önce gittiğimizde
muhtar bir cami yaptırdıklarını söylemişti. Nasip oldu Ankara'da bir Cuma
Türkiye genelinde toplanan yardıma ben de katılmış oldum. Şimdi çifte minaresi
ile köyün camisi aşağıdan adeta göz alıyor. İnşallah en kısa sürede çıkıp orada
bir vakit namazı kılmak isterim. İşte o köyün Kadıköy'den çıkış tarafında 'Şıp
şıp dede' diye bilinen yatırdan adını alan bir mevki var. Son iki yıldır orada 'seyir terası' ismiyle
bir işletme açıldı. Manzara da güzel, yemekler de. Gidip de pişman olmadığımız
yerlerden.
Ayvalığa doğru;
Gömeç, Karaağaç, Kozak yolu, Mutlu köy ve Küçük köy de gitmeyi sevdiğimiz
yerlerden. Sarımsaklı, Alibey adası (cunda) ve Ayvalık merkez de her sene
gezilip görülecek yerler. Karaağaç'ta yeni keşfettiğimiz et lokantası Madradan,
üç yıldır gidip boşnak böreği yemeden yapamadığımız Küçükköy'den bahsetmeden
olmaz. Ayvalığa her gidişte uğradığımız Paşa limanı ve Çamlık tesislerini
anmazsam haksızlık etmiş olurum. Çiğ böreğini yemeden, sakızlı kurabiyelerini
almadan, koyu gölgesinde koruk suyunu içmeden dönmediğimiz Macaron kahvelerini
unutabilir miyim? Hele de perşembe pazarını dolaşmadan yapamadığımız, dar
sokaklarını her yıl yeniden keşfettiğimiz Ayvalık'tan nasıl söz etmem. Ya
sahilinde papalina yemeden, Taş kahve'sinde sakızlı kahve içmeden, arka
sokaktaki bir pastanenin üzeri dondurmalı sakızlı muhallebisini tatmadan
dönmediğimiz Cunda'ya ne demeli?
Burhaniye'den
Ayvalığa gelirken solda dev bir rüzgar gülü vardır. İşte tam o noktadan sola
dönen yol Bergama'ya kadar gider. Kozak yolu diye bilinen bu güzergah tabiat
harikası bir doğa içinde kıvrıla kıvrıla, adeta bir fıstık çamı denizinin
içinden geçer. Zaman zaman küçük bir dereciğin yola eşlik ettiğini
görebilirsiniz. Birkaç yerde çay
bahçesi piknik yeri gibi tesisler de var. Ama benim zihnimde Kozak yolunun en
güzel zamanı kozak üzümünün olgunlaştığı Ağustosun son günleri. Yol boyu
görülebilen bir çok bağın herhangi birinin önünde durup ücretiyle dalından üzüm
koparmak kadar güzel bir şey olamaz.
Bu yıl
Küçükkuyu'dan Adatepe istikametine dönünce 'Antik Sabunhane' diye yeni bir yer
keşfettik. Benzerlerinde olduğu gibi bu da eski bir yağ fabrikasıymış. Sahibi
olan aile birkaç kuşaktır burada
zeytinyağlı sabun üretirken son iki yıldır burayı bir turistik işletmeye
dönüştürmüşler. Sabunun da envai cinsini üretmişler doğal olarak. Ayrıca geniş bahçesinin bir bölümünü de
kahvaltı, yemek ve çay kahve için oturma mekanı haline getirmişler. Gerek
ürünler, gerekse ailenin sıcak misafirperver tavrı bizi çok etkiledi. Kısaca
orayı yine geleceğiz dediğimiz yerler listesine ekledik. İnşallah nasip olur.
Kazdağlarının daha
arkası; Bayramiç, Kalkım, Yenice tarafları var. Çanakkale'ye doğru Geyikli,
Bozca ada ve Truva antik kenti var. Daha Ayvalık Mutluköy'den bahsedemedim.
Cunda'nın sokaklarını, taş evlerini anlatamadım. Tekneyle çıkılan günübirlik
deniz turlarından söz edemedim. Mehmet Alan köyü'nü tarif edemedim merak
edenlere. Çamlı'bel köyünü, onun başta Şarlak olmak üzere pek çok işletmesini
tavsiye edemedim. Akçay'ın, Altınoluk'un ve Güre'nin akşam vakti hareketlenen
sahillerini bu corona musibeti süresince gönül rahatlığıyla yazamam. Hemen her
yeşil noktada müşteri bekleyen köy kahvaltısı yerlerini sıralayamam.
Sözün özü körfezin
mücevherleri ışıl ışıl parlıyor. Kazdağının her noktası saçılmış inciler gibi
davetkar bekliyor. Biz Körfezi seviyoruz, Kazdağlarını özlüyoruz. İşte Corona
günlerinde dahi kaçak göçek gitmeden yapamadık. Ama gidemezsek de, göremediğimiz
yerleri unutmuş ya da unutacak değiliz. Bu özlem ve hayranlığı hiç değilse
şimdilik satırlara dökerek ifade etmeye, özetlemeye çalıştım. Salgın olmadan,
sağlıkla ve özgürce yine yine gidebilmek dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder