9 Mayıs 2020 Cumartesi

09 Mayıs 2020 Cumartesi 15:00 CORONA GÜNLERİ.............................Zarf mı, Mazruf mu?

Müslümanca bir bakış

Günümüz dünyası ardı ardına büyük doğal felaketlerle sarsılıyor. Depremlerle yaşamaya, kasırgalara alışmaya, selller ve toprak kaymalarıyla uğraşmaya devam ediyoruz. İklim değişiklikleri, çevrenin giderek daha çok bozulması, su ve hava kirliliği adeta sıradanlaştı. Savaşın yeni biçimi terör her yıl yüzbinlerce insan canına kıyıyor. Bunun örgütler, devletler ya da uluslararası güçler tarafından yapılması daha iyi ya da daha az zararlı değil. 

Öte yandan ardı arkası kesilmeyen ekonomik, idari ve sosyal krizlerle de boğuşuyoruz. Aynı zamanda toplum ve insan düzeyinde olağanüstü hızla yaşanan değişimlere uyum sağlamak zorundayız. Şimdi bir baktık ki, gözle dahi göremediğimiz bir virüs bütün dünyayı esir almış. Evlere hapsolmuşuz ve zaten kalabalıklarda yalnız olan dünyalarımız iyice birbirinden uzaklaşıp küçülmüş. İstesek de bir araya gelemiyor, tokalaşıp kucaklaşamıyoruz. Sadece kendimizi ve ailemizi değil sosyal yaşamlarımızı da gönüllü olarak izole etmiş durumdayız. 

Hep "Yeni bir dünya kurulacak" beklentisi içindeyiz ya. Hani hayatımızda "değişmeyen tek şey sürekli değişim" demez miyiz? İşte doğal afetler de, savaşlar da, ekonomik krizler de, teknolojk gelişmeler de hep aynı şeyi düşündürüyor: "Galiba hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!" Birdenbire çıkıp geliveren, hızla dünyaya yayılıp hayatımızı donduran Corona virüs salgını da aynı minval düşünmemize yol açtı. Kuşkusuz önceki dünyamız ile salgın sonrası yaşamımız bire bir aynı olmayacak. Bir taraftan da durumumuza müsebbip arama çabamız da hiç bitmiyor. 'Mazruf'a değil de 'Zarfa' bakma kolaycılığımızdan elbette. Tüm bu olumsuzluklara biz insanlar mı sebep olduk? Yoksa başımıza gelenler Allah'ın bir gazabı mı?

Elbette yaşanan bu süreci değerlendirme biçimimiz, geleceğimizin nasıl şekilleneceğini de etkileyecek. Öyleyse bu olanlara nasıl bakmalıyız ki daha iyi bir dünya kurabilelim?

Bir müslüman olarak yaşadığımız her olayı Allah ve ahlak eksenli değerlendirmek çok doğal. Zira islam’ın özü ve aslı tevhit inancı. Allah kâinatı bir düzen ve denge içerisinde yaratmış ve bize bu düzeni bozmamamız gerektiği söylenmiş. (Rahman, 55/1-9) Sonuçta görünen o ki, gelişme ve ilerleme değişimle birbirine karışmış durumda. Oysa tekamül üzerine kurulu bu düzende, her şeyin bir zamanı ve sırası var. Ol! Denince oluyor zamanı sırası gelen. 

Kuran'a göre de bu yüce kudretin tek bir adı var: 'Allah'. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar belli bir düzen içinde yaratıyor. Öyle bırakmıyor doğruları gösterip gidilecek yolu da tarif ediyor. Sonrasında da akıl-mantık verdiği bizlerden özgür tercihlerimizi kullanarak yürümemizi bekliyor. Elbette ki yürüyüşümüz ilahi Adalet kurallarıyla gözleniyor ve kayda geçiyor. Anadolu ifadesiyle hiç de "Saldım Çayıra, Mevlâm Kayıra" durumu değil bu. Yaratılan o muhteşem bütünün birer parçası olarak bizler sonuçta O'ndan geldiğimiz gibi düşe kalka, eğri doğru da olsa yine O'na dönüyoruz.

Rabbimiz, her anımızı, yaptıklarımızı, düşündüklerimizi kayda alıp arşivlerken bize de yerine göre uyarı, yerine göre hamd vesilesi iyilik ve güzellikler gönderiyor. Üstelik Kuran'da, "size şah damarınızdan daha yakınız" diyerek başıboş bırakılmadığımızı da apaçık bildirmiş. Bu bir lütuf değil de nedir? Merhameti gazabından baskın olarak "Allah, herkesi duyar, hiç kimseden yardımını esirgemez" denilmesi de böyle değil mi? Sonuçta tekamülümüzü şekillendiren tüm ilham, keşif, icad ve fikirlerimizde onun desteği var. Buna karşılık insan yeryüzünü sorumsuzca tüketirken, doğayı tahrip edip savaş, terör ve saldırılarla birbirini yok etmeye çalışırken Rabbimiz; o engin rahmet ve merhametiyle halâ yarattığı insanı ve Dünya'yı koruyup kollamaya devam ediyor.

Kusursuz bir düzen ve ölçünün işlediği kâinatta maddi ve manevi olan her şey birbiri ile ilişkili. Varlıkta maddi olaylar başka maddi olaylara sebep oluyor. Örneğin yere düşen cisim, ağırlığı ve hızına göre yere bir kuvvet uyguluyor ve bir hasar meydana getiriyor. Ya da vücutta iltihabın artması bazı organlara hasar veriyor. Öte yandan Maddi yapılar, manevi yapıları da etkiliyorlar. Örneğin fiziksel bir hastalık insanın psikolojisini de olumsuz etkiliyor. Vücutta bazı kimyasalların az olmasının mutluluğu ve odaklanmayı olumsuz etkileyebildiği gibi. Aynı şekilde manevi yapıların, maddi yapıları etkilemesi de çok doğal. Örneğin kötümser bir bakış açısı depresyon durumunda ortaya çıkan hormonların salınımına neden oluyor. Bazı psikolojik rahatsızlıklar başka fiziksel sorunlara da neden olabiliyorlar. Son olarak yaratılmış tüm manevi yapıların diğer manevi yapıları da etkilediği bir gerçek. Misal; olumlu ruhsal enerji iyimserliğimizi arttırır. Aynen Allah inancımın, onun yarattıklarına da sevgiyle bakmaya sebep olduğu gibi.

O halde, her şeyin birbiriyle ilişkili olduğu, o her şeyin de yaratıcısının da sadece ve sadece tek bir Allah olduğuna inandığımız bu dünyada Korona virüsünün yayılmasının da onun varlık alemindeki düzen ve yasalarıyla bağlantısı inkar edilemez.

Maalesef günümüzde; doğanın, insanın ve toplumun dengesi, fıtratı ve yaratılışı oldukça tahrip edilmiş durumda. Kur'anda çokça söz edilen "yeryüzünde fitne fesat çıkarma" hali sürekli tekrar ediyor. Corona felaketinde zarfın üzerinde; yanlış beslenme alışkanlıkları, helalinden yememek, temizliğe dikkat etmemek, insanların hakkını gözetmemek, ülke yöneticileri ve hakim güçlerin zalimlikleri yazıyor. Ama zarfın içinde Covid-19 dahil yaşadığımız tüm trajedilerin asıl sebebinin; insanın haddi aşması, yoldan çıkması ve taşkınlıkları yazıyor olabilir mi? Allah'ın rahmeti merhameti gazabından üstündür. Bunu biliyoruz. Peki bu ölümcül virüsü dünyaya musallat eden şey nedir? salgın kendi irademizle seçtiğimiz yollar, taleplerimiz ve kendi ellerimizin eseri olmuş olmasın? Biz istemişiz ki, 'O' da sadece "Ol!" demiş o kadar.

Zarf mı, Mazruf mu?

Biz biliyoruz ki insan öncelikle yaratılmış bir çiftten tek tek 'Ademoğlu' olarak çoğalmış. Ama bu birey toplum olarak yaşayan sosyal bir varlık aynı zamanda. Bir arada ve beraber yaşıyor. Bu durum evrende sadece insana özgü değil elbette. Ancak insan; düşündüğü, konuşabildiği, dostları ve sevdikleriyle aile kurarak toplumlar oluşturabilen, inanç ve ahlak kaidelerine sahip özel vasıflara sahip bir yaratılmış. Ayrıca bizatihi kendi Rabbi tarafından eşref-i mahlukat olarak da nitelendirilmiş, ilahi kitaplarla ve peygamberlerle yolu aydınlatılmış bir canlı varlık.

Lâyüsel değil, belli bir düzen içinde beraber yaşamaya programlanmış. Göreceli olarak çok kısa bir dünya hayatı için ciddi sorumluluk ve hedefleri var. Sosyal tarafı çok güçlü ve birlikte olduğu toplumda ortak bir sinerji, enerji bütünlüğü oluşturmak zorunda. Zira bir arada olabilmek her şeyden önce buna inanmayı ve birbirinden güç alarak ilerlemeyi gerektiriyor. Dayanışma ve paylaşım istenen tekâmülümüzün doğal bir parçası. İstikametimiz Allah'ın vahiy şemsiyesinde birleşip, bilimle, akılla ve kalple takdir edilmiş menzile doğru akıp gidiyor. İnsan yaratılışımız ve sosyal yönümüz bu süreçte kucaklaşmayı, hoşgörüyü, sevgiyi, kabullenme ve helalleşmeyi de içeriyor. Bu ışıklı yol kadim zamanlardan bu yana aydınlatmış yolculuğumuzu.

Zaman zaman bu yoldan sapmış insanoğlu. Uyarılara rağmen karanlık mecralara girmiş. Hem kendi yaratılışını hem de sosyal özelliklerini göz ardı etmiş. Böyle isyan etmekle de sadece kendine zarar vermemiş, yeri gelmiş içinde olduğu toplumların helak olmasına, yeri gelmiş dünyanın doğal dengesini bozmasına neden olmuş, Üstelik kibir, hırs ve tamah gözlerini döndürmüş. Eli kanlı zalimlikleri mazlumların ahını göklere yükseltmiş. Böyle davrandıkça da hayatındaki iyi ve güzel şeyler tersine dönmüş. Göremediği, farkına bile varmadığı uyarı üstüne uyarılar almaya başlamış. Her musibette yaratıcısına dönüp yana yakıla yalvardığı halde, o halden kurtulduğunda yine nankörlüğüne devam etmiş.

İşte bütün dünya, tüm insanlık bir salgın vesilesiyle yine böyle bir felaket daha yaşıyor. Gözle göremediğimiz, çözemediğimiz bir virüs sanki insanoğluna yaradılışındaki fabrika ayarlarını yeniden hatırlatmakta. Bir yangın ortasında kalmış gibi, okyanus ortasında fırtınaya tutulmuş gibi, savaştaymış da tepesine bomba yağıyormuş gibi insanoğlu yine Allah'ına yalvarıyor. "Rabbim! Kurtar bizi bu hastalıktan" diye dua ediyor. Küresel çapta tüm insanlık adeta harala gürele giden asıl gündemlerini bir tarafa bırakarak, hatta düşmanlıklarını bile unutarak ortak bir akılla "Nasıl kurtuluruz?"un arayışında. Çünkü bu virüs ne dil-din-ırk ayırıyor, ne de erkek kadın dinliyor. Fakiri de zengini de, güçlüsü de zayıfı da, zalimi de mazlumu da ayırt etmiyor.

Değişimin değişmediği bir zamanı yaşıyoruz; doğru! Her seferinde dediğimiz gibi yarınlar yepyeni bir dünyaya, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı farklı bir düzene gebe. Şimdiye kadar olduğu gibi "bu yeni dünya, bu yeni düzen eskisinden daha mı iyi olacak, yoksa daha kötüye mi evrileceğiz?" Esas soru bu. Bu musibetten ders alıp almadığımıza, salgının bizim için bir ibret vesilesi olup olmadığına bağlı cevaplarımız. Kuşkusuz bilimin verdiği cevap sebepler bağlamında doğru ve dikkate değer olacak. Nihayetinde bu bir zarf. İşin açık ve görünen kısmı. Ancak doğru bir çıkarım için zarfın içinde ne olduğuna da bakmak lazım. Bu noktada "İnançsız bilim, bilimsiz inanç olmaz" sözünü hatırlayabilecek miyiz acaba? 

Kuşkusuz doğru bir teşhis, bizi isabetli çözümlere daha güvenle ulaştırabilir. Meselâ Kur’an’daki şu iki ayet üzerinde düşünmekle işe başlayabiliriz: “Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.” (Yunus, 10/44). “Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder.” (Şura, 42/30).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder