20 Nisan 2020 Pazartesi

20 Nisan 2020 Pazartesi 19:00 CORONA GÜNLERİ..............................Vehimli düşünceler


Koronanın gösterdikleri

Daha çok Mart ayının onundan bu yana korona nam Covid-19 ile hemhaliz. Adeta onunla yatıp, onunla kalkıyoruz. İzolasyon, sosyal mesafe, temassızlık, filyasyon, karantina, sokağa çıkma yasağı, şehirler arası seyahat kısıtlamaları en çok duyduğumuz kelimeler. Her gün Sağlık Bakanımızın açıklamalarını ve paylaştığı güncel corona verileri tablosunu bekler hale geldik. Artış hızı, pik noktası, plato yapma, artış hızında yavaşlama gibi istatistik kavramlarına da aşina olduk sayılır. Dünyada corona sayılarının gün gün nasıl çoğaldığını ve yayıldığını görüp izliyoruz. Bütün kanallarda corona hakkında konuşan bilim insanları var. Nereyi açsak orada farklı profesörler ancak konuşulan konu aynı. Reklamlar bile corona günlerine uyum sağladı. Karanlık ince uzun bir tünelden geçmekteyiz. Herkesin evde gün tüketirken duymak istediği tek haber var. Adeta nefesimiz kesilircesine bu korku tünelinden "Ne zaman çıkacağız?" sorusuna odaklanmış durumdayız.

Kabul edelim ki Türkiye aldığı tedbirlerde etkili ve başarılı. Ancak bu uygulamalar ve korku kültürü hepimizi esir almış vaziyette. O kadar korku ve tedirginlik içindeyiz ki birbirimize “selam” demekten çok "evde kal!" diyoruz galiba. Daha önce harala gürele içinde kaynayıp durduğumuz onca gündem kayboldu gitti. Varsa yoksa corona, başka bir meselemiz yok. Siyasilerin, sağlık insanlarının ve habercilerin bu konuyu en öncelikli sorun olarak ele almasını tabi ki doğal buluyorum. Onların görevi ve işi bu. Ancak bu salgın ve tedbirlerin muhatabı olan bizlerde ölüm ihtimaline karşı "sıfır ölüm" gibi hayatın tabiatına aykırı bir beklenti yaygınlaşıyor. Bu obsesif bozukluk bir tür endişe bozukluğu, istemediğimiz ve tekrarlanan düşünceler girdabına sokuyor bizi. Bu hisler, fikirler, takıntılar veya saplantılı düşüncelerden kurtulmak için adeta tüm riskleri sıfırlamayı çalışan çaresizler gibiyiz.

Temassızlık ve sosyal mesafe kuralı dijital dünya ile bütünleşerek yakınlığı tamamen sildiği gibi sohbeti de öldürdü. Evde konuşulan ve belki topu topu 100 kelimeyi geçmeyen günlük konuşmalar içinde dönüp duruyoruz. Konuşmaya konuşmaya dilimiz de dolaşmaya başlayacak yakında. Birçok kişi hiçbir hastalığı olmadığı halde kapıdan burnunu bile çıkarmaktan ürküyor. Eldiven ve maske olmadan havadan bile virüs kapacağımızdan korkuluyor. Mevcut duruma ilişkin aykırı soru ve şüpheler ilave soru ve şüpheler doğuruyor. Oysa kulaklarımızı ve gözlerimizi açtığımız kadar aklımızı ve kalbimizi de kullanabilmeliyiz. Zira bu Koronavirüs afetinin gösterdiği ve göstermediği bir sürü gerçek var.

Mesela ölüm hangi bahane ve hangi adla gelirse gelsin bu dünyanın en büyük hakikati. Coronadan ölüm kayıp da kanserden ölüm kazanç mı? Savaş ve terör sebebiyle ölen yüzbinlerce insanın akan kanı pul kadar değersiz mi? Her gün trafik kazalarından, açlık, susuzluk ve sefaletten ölen binlerce insan neden bir salgın kadar önemli değil? Coronadan korktuğumuz kadar; her an, her hangi bir sebeple ölebileceğimizden endişe etmiyor muyuz yani? Dünyanın kahir ekseriyeti 1 kuruşa yarı aç yarı tok yaşarken 99'u ile tıka basa yaşayanlar, bu kez ölüm kendilerine bu kadar yaklaştığında neden feryat figan ediyorlar? Aldıkları mazlum ahı dünyada çıkmayacak mı sandılar? Koronavirüs, kibir efendilerinin, kendini güçlü gören insanın aslında ne kadar da zayıf ve zavallı olduğunu gösterdi.

Meselâ; corona vesilesiyle AB, BM, Dünya bankası ve İMF gibi bilumum uluslararası kuruluşların ne kadar kağıttan kaplan ve ikiyüzlü olduğunu bir kez daha görmüş olduk. İspanya, İtalya zorda da İran ya da Venezuella bir eli yağda bir eli balda mı? Ağır siyasi ve ekonomik ambargolar böyle bir küresel salgın karşısında hiç değilse ertelenemez miydi? Bunları bir tarafa bırakalım sözde güçlü ülkeler ve bu örgütler İtalya, İspanya gibi Avrupa ülkelerine dahi sırt çevirebildiler. Hatta daha vahimi, birbirlerinin tıbbi malzeme ve techizatına bile hava alanlarında el koyup ultra modern korsanlık yapabildiler. IMF'nin pandemi nedeniyle ülkelere verebileceğini açıkladığı birkaç trilyon dolarlık destek paketine ne oldu?

Korona günleri içimizdeki bazı fırsatçı ve eşkiyaları da gösterdi. Stokçuluk yapıp komşusunu, akrabasını ve halkını kazıklamaya çalışanlar görüldü. Birileri ne alakaysa; korona bahanesiyle aklınca dine, dindarlara ve hükümete gol atma hırsına kapıldı. Camilerle hastaneleri, din görevlileriyle sağlık ordumuzu kıyaslamaya kalktılar. Bu arada kendinden menkul bilgi ve istatistiklerle desteklenen bir sürü komplo teorisi ortaya çıktı. Sıra dışı rüyalar, tarifler, hikayeler ve mucize rivayetlerle din üzerinden parazit yapanları hiç saymıyorum. İçimizdeki bazı ahlaksızlar yolda yürüyen adama virüs muamelesi yaptı. Tehditle ve zorla maske takarak başına kolonya döktüler. Sanki yaşlılar yürüyen corona imiş gibi üzerlerine pet şişe atıldı. Hakaret edildiler. Korona bize ölümün ne kadar yakın, inancımızın ne kadar zayıf olduğunu gösterdi. Meğer hayatta kalmaktan başka bir değerimiz yokmuş.

Vehimli düşünceler

Corona günlerinin bize algı dayatmaları yanında "ya değilse? diye düşündürdükleri de oluyor. Zaten bize nasıl düşünmemiz ve anlamamız gerektiği bol bol dikte ediliyor. Acaba diyorum, acaba birilerinin bize bu virüsü gösterip görmemizi istemedikleri başka şeyler var mı? Hani "Cambaza bak!" deyip gizlenen gerçekler gibi meselâ. Nasıl oldu da dünyanın onca gündemi birden perde arkasına saklandı. Ne oldu ticaret savaşlarına, nereye gitti savaş çığlıkları, hani terör çağın vebasıydı? Sars, ebola nereye gitti?

Nasıl oldu da tüm dünya aynı tehlikeye odaklanabildi. Can korkusu ise dünyada bundan bol daha ne var ki? Terör, kanser, kalp krizi, obezite, savaşlar, açlık ve sefalet her yıl milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuyor mu? Acaba dünyanın diğer kısmında ülkelerin yakılıp yıkılmasına, şehirlerin harap olmasına, yüzbinlerce insanın evlerini yurtlarını terk edip göçmen durumuna düşmesine hiç kılı kıpırdamayanlar, tehlike doğrudan kendilerine yöneldiği zaman mı ortalığı ayağa kaldırdılar?

Şimdiye kadar aldatıldığımızı düşündüğüm böyle pek çok tecrübe yaşadık. Bu yüzden insanın aklına binbir türlü entrika gelebiliyor. Bolca dinliyor, okuyor ve düşünüyorum. En azından Türkiye'de yürütülen mücadelenin hesapsız, dalaveresiz ve hasbi olduğuna eminim. Ama Çin?, Ama Avrupa? Ama Amerika? Ama Rusya? Oralarda olup bitenler beni hemen ikna edemiyor. Bazen hani acaba “bu işin içinde bir bit yeniği mi var?” diye sormadan da edemiyorum. Meselâ Çin'in sakladığı bir şeyler mi var? Avrupa'nın hiç olmadığı kadar sarsılması, ABD'nin salgınla karışık bir sürü iç tartışmalarla boğuşması bana hiç mantıklı gelmiyor. Acaba çağdaş ileri gelişmiş Avrupa'nın makyajı eridi aktı da gerçek yüzünü mü görmüş olduk? Trump'ın vurgun yemiş gibi yalpa yapması, olmadı sağa sola sataşması beni şüphelendiriyor? Sanki geri planda uluslararası aşı ve ilaç kartellerinin de yarışı var gibi geliyor.

Ortada bir salgından ziyade yaydırılmış bir korku ve panik havası var. Bu hava içinde sadece virüsü, bulaşma tehlikesini ve hergün binlerle ifade edilen ölüm sayılarını görebiliyoruz. Oysa bu afetin neden olduğu, olacağı sosyal, psikolojik, ahlaki ve pedagojik sorunlar da var. Ekonomide arkasından gelecek tusinami dalgaları nasıl bir hasar bırakacak bilemiyoruz. Salgın geçip gittikten sonra arkasında kalan sorunlar muhtemelen daha büyük ve derin olacak. Acaba yaşamak durumunda kalacağımız o çok boyutlu sorunlara da küresel pandemi diyebilecek miyiz? Onları geçtim insan bedeni ve ruhunda bıraktığı derin izler nasıl tedavi edilebilecek? Öyle bir yangın hali yaşıyoruz ki, enkaza dair ya da sonrasına dair pek az şey konuşulabiliyor. Hasarın ne olacağı, nasıl onarılabileceği ve geleceğimizin nasıl şekilleneceği hakkında düşünmeye bile alan bırakmıyorlar kafamızda. Değil ki çözüm önerilerine sıra gelsin. Sadece şu laf var ortada dolaşan: "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!" Bunu söyleyebiliyorsak, birilerinin sinsice harekete geçmiş olduğunu da kabul etmeliyiz. Çünkü onlar hiçbir zaman böyle pandemide olduğu gibi bütün bağırsaklarını ortaya dökmez. Çünkü dünya 'canla' uğraştığını sanırken birilerinin 'canan' peşinde olduğunu göremez. 

Korkunun ecele faydası yok denmiş. Yaşadığımız korku nasıl bir dünyaya evrildiğimizin anahtarı değil. Belki de pandemi sonrasında yep yeni bir dünyaya uyanacağız. Ama bu dünya kimin dünyası olacak? İşte o belirsiz, öyle de olması isteniyor olamaz mı? On yıllar öncesinden bilimkurgu olarak yazılan, çizilen, gösterilen şeyler bugün mazi mi oldu? Bu ne demek? Yazdılar, kurguladılar, yaşandı; şimdi bambaşka bir kurguya mı geçtik? Kurgu varsa, kuklalar da vardır. Kuklaların olduğu yerde de mutlak kuklacılar. Üzerimize  çöken pandemi ve ölüm bulutu bize burnumuzun ucunu dahi göstermiyor. Doğal olarak akla gelen soru şu: "Bu afeti yaradanımızın bir silkeleme aracı olarak mı göreceğiz, yoksa her hayır ve şerde kendi organize işlerini yürütmesini bilenlerin köpürttüğü bir abrakabadra mı?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder