Koronanın gösterdikleri
Daha çok
Mart ayının onundan bu yana korona nam Covid-19 ile hemhaliz. Adeta onunla
yatıp, onunla kalkıyoruz. İzolasyon, sosyal mesafe, temassızlık, filyasyon,
karantina, sokağa çıkma
yasağı, şehirler arası seyahat kısıtlamaları en çok duyduğumuz kelimeler. Her gün Sağlık Bakanımızın açıklamalarını ve paylaştığı
güncel corona verileri
tablosunu bekler hale geldik. Artış hızı, pik noktası,
plato yapma, artış hızında yavaşlama gibi istatistik kavramlarına da aşina
olduk sayılır. Dünyada corona sayılarının gün gün nasıl çoğaldığını ve
yayıldığını görüp izliyoruz. Bütün kanallarda corona hakkında konuşan bilim
insanları var. Nereyi açsak orada farklı profesörler ancak konuşulan konu aynı.
Reklamlar bile corona günlerine uyum sağladı. Karanlık ince uzun bir tünelden
geçmekteyiz. Herkesin evde gün tüketirken duymak istediği tek haber var. Adeta
nefesimiz kesilircesine bu korku tünelinden "Ne zaman çıkacağız?"
sorusuna odaklanmış durumdayız.
Kabul edelim ki Türkiye aldığı tedbirlerde etkili ve
başarılı. Ancak bu uygulamalar ve korku kültürü hepimizi esir almış vaziyette.
O kadar korku ve tedirginlik içindeyiz ki birbirimize “selam” demekten çok
"evde kal!" diyoruz galiba. Daha önce harala gürele içinde kaynayıp
durduğumuz onca gündem kayboldu gitti. Varsa yoksa corona, başka bir meselemiz
yok. Siyasilerin, sağlık insanlarının ve habercilerin bu konuyu en öncelikli
sorun olarak ele almasını tabi ki doğal buluyorum. Onların görevi ve işi bu.
Ancak bu salgın ve tedbirlerin muhatabı olan bizlerde ölüm ihtimaline karşı
"sıfır ölüm" gibi hayatın tabiatına aykırı bir beklenti
yaygınlaşıyor. Bu obsesif bozukluk bir tür endişe bozukluğu, istemediğimiz ve
tekrarlanan düşünceler girdabına sokuyor bizi. Bu hisler, fikirler, takıntılar
veya saplantılı düşüncelerden kurtulmak için adeta tüm riskleri sıfırlamayı
çalışan çaresizler gibiyiz.
Temassızlık ve sosyal mesafe kuralı dijital dünya ile
bütünleşerek yakınlığı tamamen sildiği gibi sohbeti de öldürdü. Evde konuşulan
ve belki topu topu 100 kelimeyi geçmeyen günlük konuşmalar içinde dönüp
duruyoruz. Konuşmaya konuşmaya dilimiz de dolaşmaya başlayacak yakında. Birçok
kişi hiçbir hastalığı olmadığı halde kapıdan burnunu bile çıkarmaktan ürküyor.
Eldiven ve maske olmadan havadan bile virüs kapacağımızdan korkuluyor. Mevcut
duruma ilişkin aykırı soru ve şüpheler ilave soru ve şüpheler doğuruyor. Oysa
kulaklarımızı ve gözlerimizi açtığımız kadar aklımızı ve kalbimizi de
kullanabilmeliyiz. Zira bu Koronavirüs afetinin gösterdiği ve göstermediği bir
sürü gerçek var.
Mesela ölüm hangi bahane ve hangi adla gelirse gelsin
bu dünyanın en büyük hakikati. Coronadan ölüm kayıp da kanserden ölüm kazanç
mı? Savaş ve terör sebebiyle ölen yüzbinlerce insanın akan kanı pul kadar
değersiz mi? Her gün trafik kazalarından, açlık, susuzluk ve sefaletten ölen
binlerce insan neden bir salgın kadar önemli değil? Coronadan korktuğumuz
kadar; her an, her hangi bir sebeple ölebileceğimizden endişe etmiyor muyuz
yani? Dünyanın kahir ekseriyeti 1 kuruşa yarı aç yarı tok yaşarken 99'u ile tıka
basa yaşayanlar, bu kez ölüm kendilerine bu kadar yaklaştığında neden feryat
figan ediyorlar? Aldıkları mazlum ahı dünyada çıkmayacak mı sandılar?
Koronavirüs, kibir efendilerinin, kendini güçlü gören insanın aslında ne kadar
da zayıf ve zavallı olduğunu gösterdi.
Meselâ; corona vesilesiyle AB, BM, Dünya bankası ve
İMF gibi bilumum uluslararası kuruluşların ne kadar kağıttan kaplan ve ikiyüzlü
olduğunu bir kez daha görmüş olduk. İspanya, İtalya zorda da İran ya da
Venezuella bir eli yağda bir eli balda mı? Ağır siyasi ve ekonomik ambargolar
böyle bir küresel salgın karşısında hiç değilse ertelenemez miydi? Bunları bir
tarafa bırakalım sözde güçlü ülkeler ve bu örgütler İtalya, İspanya gibi Avrupa
ülkelerine dahi sırt çevirebildiler. Hatta daha vahimi, birbirlerinin tıbbi
malzeme ve techizatına bile hava alanlarında el koyup ultra modern korsanlık
yapabildiler. IMF'nin pandemi nedeniyle ülkelere verebileceğini açıkladığı
birkaç trilyon dolarlık destek paketine ne oldu?
Korona günleri içimizdeki bazı fırsatçı ve eşkiyaları
da gösterdi. Stokçuluk yapıp komşusunu, akrabasını ve halkını kazıklamaya
çalışanlar görüldü. Birileri ne alakaysa; korona bahanesiyle aklınca dine,
dindarlara ve hükümete gol atma hırsına kapıldı. Camilerle hastaneleri, din
görevlileriyle sağlık ordumuzu kıyaslamaya kalktılar. Bu arada kendinden menkul
bilgi ve istatistiklerle desteklenen bir sürü komplo teorisi ortaya çıktı. Sıra
dışı rüyalar, tarifler, hikayeler ve mucize rivayetlerle din üzerinden parazit
yapanları hiç saymıyorum. İçimizdeki bazı ahlaksızlar yolda yürüyen adama virüs
muamelesi yaptı. Tehditle ve zorla maske takarak başına kolonya döktüler. Sanki
yaşlılar yürüyen corona imiş gibi üzerlerine pet şişe atıldı. Hakaret
edildiler. Korona bize ölümün ne kadar yakın, inancımızın ne kadar zayıf
olduğunu gösterdi. Meğer hayatta kalmaktan başka bir değerimiz yokmuş.
Vehimli düşünceler
Corona günlerinin
bize algı dayatmaları yanında "ya değilse? diye düşündürdükleri de oluyor. Zaten
bize nasıl düşünmemiz ve anlamamız
gerektiği bol bol dikte ediliyor. Acaba diyorum, acaba birilerinin bize bu virüsü gösterip görmemizi istemedikleri
başka şeyler var mı? Hani "Cambaza bak!" deyip gizlenen gerçekler gibi meselâ. Nasıl oldu da dünyanın onca gündemi birden perde arkasına saklandı. Ne oldu ticaret savaşlarına, nereye gitti savaş çığlıkları,
hani terör çağın vebasıydı? Sars, ebola nereye gitti?
Nasıl oldu da tüm dünya aynı tehlikeye odaklanabildi.
Can korkusu ise dünyada bundan bol daha ne var ki? Terör, kanser, kalp krizi,
obezite, savaşlar, açlık ve sefalet her yıl milyonlarca insanın ölümüne sebep
olmuyor mu? Acaba dünyanın diğer kısmında ülkelerin yakılıp yıkılmasına,
şehirlerin harap olmasına, yüzbinlerce insanın evlerini yurtlarını terk edip
göçmen durumuna düşmesine hiç kılı kıpırdamayanlar, tehlike doğrudan
kendilerine yöneldiği zaman mı ortalığı ayağa kaldırdılar?
Şimdiye kadar aldatıldığımızı düşündüğüm böyle pek çok
tecrübe yaşadık. Bu yüzden insanın aklına binbir türlü entrika gelebiliyor.
Bolca dinliyor, okuyor ve düşünüyorum. En azından Türkiye'de yürütülen
mücadelenin hesapsız, dalaveresiz ve hasbi olduğuna eminim. Ama Çin?, Ama
Avrupa? Ama Amerika? Ama Rusya? Oralarda olup bitenler beni hemen ikna
edemiyor. Bazen hani acaba “bu işin içinde bir bit yeniği mi var?” diye
sormadan da edemiyorum. Meselâ Çin'in sakladığı bir şeyler mi var? Avrupa'nın
hiç olmadığı kadar sarsılması, ABD'nin salgınla karışık bir sürü iç
tartışmalarla boğuşması bana hiç mantıklı gelmiyor. Acaba çağdaş ileri gelişmiş
Avrupa'nın makyajı eridi aktı da gerçek yüzünü mü görmüş olduk? Trump'ın vurgun
yemiş gibi yalpa yapması, olmadı sağa sola sataşması beni şüphelendiriyor?
Sanki geri planda uluslararası aşı ve ilaç kartellerinin de yarışı var gibi
geliyor.
Ortada
bir salgından ziyade yaydırılmış bir korku ve panik havası var. Bu hava içinde
sadece virüsü, bulaşma tehlikesini ve hergün binlerle ifade edilen ölüm
sayılarını görebiliyoruz. Oysa bu afetin neden olduğu,
olacağı sosyal, psikolojik, ahlaki ve pedagojik sorunlar da var. Ekonomide
arkasından gelecek tusinami dalgaları nasıl bir hasar
bırakacak bilemiyoruz. Salgın geçip gittikten sonra arkasında kalan sorunlar
muhtemelen daha büyük ve derin olacak. Acaba yaşamak durumunda kalacağımız o çok boyutlu sorunlara da küresel pandemi diyebilecek miyiz? Onları geçtim insan
bedeni ve ruhunda bıraktığı derin izler nasıl tedavi edilebilecek? Öyle bir
yangın hali yaşıyoruz ki, enkaza dair ya da sonrasına dair pek az şey
konuşulabiliyor. Hasarın ne olacağı, nasıl onarılabileceği ve geleceğimizin
nasıl şekilleneceği hakkında düşünmeye bile alan bırakmıyorlar kafamızda. Değil
ki çözüm önerilerine sıra gelsin.
Sadece şu laf var ortada dolaşan: "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!" Bunu söyleyebiliyorsak, birilerinin
sinsice harekete geçmiş olduğunu da kabul etmeliyiz. Çünkü onlar hiçbir zaman böyle pandemide olduğu gibi bütün
bağırsaklarını ortaya dökmez. Çünkü dünya 'canla' uğraştığını sanırken
birilerinin 'canan' peşinde olduğunu göremez.
Korkunun ecele faydası yok denmiş. Yaşadığımız korku nasıl bir dünyaya evrildiğimizin anahtarı değil. Belki de pandemi sonrasında yep yeni bir dünyaya uyanacağız. Ama bu dünya kimin dünyası olacak? İşte o belirsiz, öyle de olması isteniyor olamaz mı? On yıllar öncesinden bilimkurgu olarak yazılan, çizilen, gösterilen şeyler bugün mazi mi oldu? Bu ne demek? Yazdılar, kurguladılar, yaşandı; şimdi bambaşka bir kurguya mı geçtik? Kurgu varsa, kuklalar da vardır. Kuklaların olduğu yerde de mutlak kuklacılar. Üzerimize çöken pandemi ve ölüm bulutu bize burnumuzun ucunu dahi göstermiyor. Doğal olarak akla gelen soru şu: "Bu afeti yaradanımızın bir silkeleme aracı olarak mı göreceğiz, yoksa her hayır ve şerde kendi organize işlerini yürütmesini bilenlerin köpürttüğü bir abrakabadra mı?"
Korkunun ecele faydası yok denmiş. Yaşadığımız korku nasıl bir dünyaya evrildiğimizin anahtarı değil. Belki de pandemi sonrasında yep yeni bir dünyaya uyanacağız. Ama bu dünya kimin dünyası olacak? İşte o belirsiz, öyle de olması isteniyor olamaz mı? On yıllar öncesinden bilimkurgu olarak yazılan, çizilen, gösterilen şeyler bugün mazi mi oldu? Bu ne demek? Yazdılar, kurguladılar, yaşandı; şimdi bambaşka bir kurguya mı geçtik? Kurgu varsa, kuklalar da vardır. Kuklaların olduğu yerde de mutlak kuklacılar. Üzerimize çöken pandemi ve ölüm bulutu bize burnumuzun ucunu dahi göstermiyor. Doğal olarak akla gelen soru şu: "Bu afeti yaradanımızın bir silkeleme aracı olarak mı göreceğiz, yoksa her hayır ve şerde kendi organize işlerini yürütmesini bilenlerin köpürttüğü bir abrakabadra mı?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder