15 Temmuz darbe girişiminin araştırılması, üzerinde düşünülmesi gereken pek çok yönü var. Bu ülkede milyonlarca kişi fetöcü olmasa bile onlarla birçok kez yolları kesişmiş,
ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal
ilişkiler içine
girmiş olmalıdır. Bu anlamda FETÖ, sadece devlet kurumlarına sızmakla kalmamış, bir örümcek gibi topluma kendi ördüğü ağlarla yapışmıştı. 40
yıllık süre içinde siyasiler dedâhil olmak üzere toplumun önemli bir bölümünü de maalesef kendi
ilişkiler ağının içine çekmeyi başarabildi. Peki bu nasıl oldu ?
Kabul etmesi zor ama açıkçası emperyalist
güçler Türk toplumunu siyaseten oyuna getirmişler gibi görünüyor. On-yıllarca,
toplumu irticacı, şeriatçı, bölücü ve komünist örgütlerden ağır darbe geleceği
beklentisi içine sokmuş, bu arada sessizce FETÖ’yü semirtip ülkenin üzerine
salmışlar. Yani görünen o ki
sol-sağ gösterip aparkat vurmuşlar.
FETÖ’nün sıradan bir örgüt olmadığını artık biliyoruz.
Ama bunu 30 yıl önce, 20 yıl önce, 10 yıl önce, 5 yıl önce bilmiyorduk. Şimdi
anlıyoruz ki, gerek devletin kurumlarına sızmak suretiyle ele geçirdiği gerekse
yabancı devlet ve gizli servislerle girdiği girift ilişkilerden elde ettiği
bilgi ve kaynaklar onu darbe yapmaya niyetlenebilecek kadar güçlü yapmış.
Hiyerarşik, ketum ve gizemli bir örgütlenme ile gerçek amaçlarını toplumdan
gizleyebilmiş. Eğitim ve dini hizmetler paravanı arkasında sinsi bir performans
göstermiş. Şimdi bu ilişkiler ağına bir şekilde dâhil olanların ne kadarının
“bilerek” ne kadarının “mağdur” olduğu muhtemelen asla bilinemeyecek.
Bu
duruma getirilen ilk açıklama toplumumuzun din konusunda bilgisiz olduğu
ve FETÖ’nün de bu zaafımızı istismar
ettiği yönünde. Zira dini
değer ve kavramlar her zaman bizim toplumsal kalıplarımızın şekillenmesinde önemli olmuş. Ancak, toplumun
dini bilgi ve şuur açısından yeterli olmadığı da büyük ölçüde
doğru. Fakat günümüzde dini
öğrenmek isteyenlerin başvurabilecekleri birçok kaynağa sahibiz. Binlerce dini yayının yanı
sıra Diyanet İşleri Başkanlığı örgütünün varlığını da tümden yok
sayamayız. Kaldı ki FETÖ müntesiplerinin
ve onunla etkileşenlerin en
az orta sınıf statüsünde olduklarını biliyoruz. Ya büyük çoğunluğunun en az lise ve üstü eğitim almış olmalarını ne ile izah
edeceğiz ? Bilhassa onların dini bilgi ihtiyaçlarını fetö-dışı kaynaklardan karşılamaları pekâlâ mümkündü. Demek ki sorun sadece bilgisizlik değil.
Fetönün
bu denli güçlenmesine getirilen ikinci bir açıklama; 'modernitenin getirdiği
yalnızlaşma sorununa karşı FETÖ’nün çağdaş bir sufî hareket olarak toplumu
etkilediği' görüşü. Buna göre, insanlar sadece bilgi
sahibi olmak değil aynı zamanda bir aidiyet duygusu da
yaşamak ve manevi doyum elde etmek istedikleri için böyle bir hareketin içinde
olmuşlar. Oysa
F. Gülen ve takipçilerinin klasik
manada bir sufi cemaat ve tarikat olmadıkları, aksine 'tarikatsız bir sufi' oldukları görüşü çok yaygın. Belki de bu kendine özgü sufilik algısı bizzat
FETÖ’nün kendisi ya da sipariş usulüyle başkalarınca oluşturulmuştu. Zira FETÖ’nün en önemli özelliklerinden birisinin etkili kalemleri satın almak olduğunu artık dünya alem biliyor. Birçok yazarın ve akademisyenin FETÖ’yü öven yazılarını böyle anlamak mümkün.
Meselâ uzakdoğulu ve güya İslamı seçmiş birisi de bu tür sufilik iddialarını temellendirenlerden birisi. Buna göre "Gülen ve takipçileri 'toplumsal
angajmanlı bir sufi' idiler. Bu
hareketin hizmetleri üyelerinin
din-temelli gönüllü katkılarıyla yürütülen apolitik, hükümetle ilgisiz, sivil
alanı dolduran, insanlığın kolektif iyiliğine hizmet eden
faaliyetlerdi. Yani bu hareket özünde din yönelimli sivil bir hareketti." Bu görüşlerin tam da FETÖ’nün duymak isteyeceği görüşler olduğu çok
açık. Ancak konuyu irdeleyenler için hiç de tatmin edici değil. Çünkü bu insanların böyle bir aidiyet ve manevi doyum ihtiyaçlarına
hitap edebilecek yüzlerce dini ve seküler seçenek var ülkemizde. Ayrıca Türkiye kökleri çok eskiye dayanan
birçok rekabetçi sufi geleneğin yaşadığı bir coğrafya. O tarikatlar da yeni gelişmelere ayak uyduruyor, teknolojiyi etkin kullanıyor,
siyasi ve ticari faaliyet yürütüyorlar. İnsanlar neden bunca seçenek varken özellikle FETÖ’nün etrafında odaklansınlar ki ?
Üstelik
FETÖ'nün sufilik vurgusu çok güçlü
ve eski bir vurgu da değil. Onun bu kavrama bürünmesi nedense Gülen’in ABD’ye sığınmasından sonra başladı.
Çünkü sufiliğin Amerika'da oldukça ilgi çektiğini keşfettiler. Halbuki gerçekte onların sufi yaşam tarzından çok uzak oldukları ve özellikle bu dünyayla ilgili oldukları aşikâr. Bu hal ekonomik, bürokratik ve siyasi ilişki ve yatırımlarıyla da ortada. Kaygısı sufilik ya da manevi doyum olan
insanların devlet kurumlarında kadrolaşmak, sınav
sorularını çalarak bu kadrolara insan yerleştirmek, insanları fişlemek, dinleme cihazlarıyla kasetler biriktirmek, şantaj yapmak, Cumhurbaşkanına suikast, kendi halkına ateş açmak gibi çabaları olamaz. Bu sebeple şayet FETÖ’nün illa ki sufizmle
bir alakası aranacaksa ancak onu bir araç olarak
kullandıkları söylenebilir.

FETÖ'nün, en tepeden en aşağıya kadar, kendi çıkarları doğrultusunda sufilik geleneğinden bazı söylemlere sıklıkla başvurduğu
biliniyor. Meselâ rüyalar, bu söylemlerin en önemli ayaklarından biriydi. İslam ile çelişen birçok
tutum ve davranış işte bu sözde
rüyalar sayesinde meşrulaştırılmıştı. Ayrıca sufilikteki şeyhe mutlak itaat
yaklaşımı da kuşkusuz bu süreçte FETÖ’nün işine yaramış olmalı.
Kamuoyunda dillendirilen ikinci bir açıklama tarzı; FETÖ’nün organizasyon, medya ve PR becerileri. FETÖ’nün bu bağlamda çok başarılı
olduğu inkâr edilemez. FETÖ ile
irtibatı sadece çocuklarını onların okullarına ve
dershanelerine göndermekle sınırlı olan insanların bu becerinin kurbanı oldukları söylenebilir. FETÖ öyle bir algı oluşturmuştu ki sanki onların okul/dershanelerine devam eden çocuklar diğerlerinden çok daha başarılı olmakta ve çok daha iyi
puanlarla seçkin üniversitelere yerleşmekteydiler.
Ayrıca FETÖ, başarılı olmalarını sağlamanın yanı sıra kendi okul/dershanelerine devam eden çocukların dini, milli ve ahlaki gelişimleriyle de yakından ilgilendiği kanaatini yaygınlaştırmıştı. Bu arada 28 Şubat sürecinde İmam-Hatip ve meslek liseleri aleyhindeki politikalar da FETÖ’nün ekmeğine yağ sürmüş olmalı. Bütün bu algı ve kanaatlerin aslında başarılı bir illüzyon olduğu şimdi net olarak anlaşılmış bulunuyor. Ama birçok insan bu girdaptan kendilerini alıkoyamadılar. Bununla beraber FETÖ, kendisiyle ile intisap ve irtibatı olan insanların büyük çoğunluğu ile çocuklarının eğitimlerinin ötesinde ilişkiler kurdu. Bu ilişkilerin ne olduğu hala gizemli.
Ayrıca FETÖ, başarılı olmalarını sağlamanın yanı sıra kendi okul/dershanelerine devam eden çocukların dini, milli ve ahlaki gelişimleriyle de yakından ilgilendiği kanaatini yaygınlaştırmıştı. Bu arada 28 Şubat sürecinde İmam-Hatip ve meslek liseleri aleyhindeki politikalar da FETÖ’nün ekmeğine yağ sürmüş olmalı. Bütün bu algı ve kanaatlerin aslında başarılı bir illüzyon olduğu şimdi net olarak anlaşılmış bulunuyor. Ama birçok insan bu girdaptan kendilerini alıkoyamadılar. Bununla beraber FETÖ, kendisiyle ile intisap ve irtibatı olan insanların büyük çoğunluğu ile çocuklarının eğitimlerinin ötesinde ilişkiler kurdu. Bu ilişkilerin ne olduğu hala gizemli.
Kuşkusuz, konuya
Batı’nın FETÖ’ye verdiği destek açısından bakmak da
ayrı bir seçenek. Yukarıda da
belirtildiği gibi Batı, FETÖ’ye her türlü siyasal,
finansal, enformatik ve lojistik desteği vermiş ve onu semirtti. Ulusalcı
bazı isimler bu gerçeği 1990’lı yıllardan bu yana dile
getiriyorlardı. Ancak bu isimler tüm
İslami/muhafazakâr grupları
topyekûn 'irtica' hareketleri olarak görüyor ve hepsini
ABD emperyalizminin Türkiye’deki uzantıları olarak
değerlendiriyorlardı. Örneğin Perinçek 1999'da şunları söylemiş: "1950’lerden bu yana Kemalist Devrimi yıkıma uğratan 'Küçük Amerika' sürecinin dış desteği Batı, içteki dayanağı ise
alafranga sermaye ile irticadır. Prens Sabahattin’den
Turgut Özal ve Çiller’e kadar liberaller ile Derviş Vahdeti’lerden Fethullah Hoca’lara kadar şeriatçılar, hep el ele olmuşlardır." Oysa FETÖ’nün şeriat kaygısı olmadığı bugün tüm yaptıklarıyla apaçık ortada. Amerika ve Batı ile ilgileri açıkça doğrulandı, ancak şeriatçı oldukları iddiası onların da yanıldığını gösterdi.
Bu yaklaşım tarzının bir başka görüşü de FETÖ’yü Batı’nın ‘Yeni Dünya Düzeni’nin ihtiyaçlarıyla ilişkilendirmekteydi. Bu anlamda Nurculuk, ‘Yeni Dünya Düzeni’nin
ihtiyacı olan “Ilımlı İslam” misyonuyla görelendirilmişti. Dolayısıyla,
Fethullahçılığın varsa Nurculuk akımı içinde bir yeri, onu da batının 'Yeni Dünya
Düzeni' nde kendisine biçilmiş olan bir misyonda aranmalı. Nitekim, bugün tüm Nurcu gruplar kendilerini Gülen grubundan
ayrı ve uzak göstermeye çalışıyor. Ancak üç-beş
sene öncesine
kadar birçoğu için durum böyle değildi.
-------------------
-------------------
Kaynak:
Türkiye’de 15 Temmuz’un toplumsal etkileri ve ona yol açan faktörler
üzerine düşünceler,
Fahri Çakı
Akademik İncelemeler
Dergisi, Cilt: 13, Sayı: 1 (Nisan 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder