Tapduk Emre Dergâhı
Beypazarı Nallıhan arası yaklaşık
60 km. Arada Çayırhan var. Bitki örtüsü yok gibi. Ama manzara
ilginç ve güzel.
Kıraç tepeler renk renk. Krem, sarı, yeşil, kırmızı, gri... Aynı tepelerde
bile seviye seviye farklı renkler görülebiliyor. Sanırım içerdiği madenlerden dolayı bu şekilde renk
alıyorlar.
Çayırhan
termik santralinden sonra bir ara sağ tarafta "kuş cenneti" levhası görüyorum. Dikkatlice bakıyorum ama kuru bir bataklıktan başka birşey göremiyorum.
Nallıhan'a 10 km. kala Sarıyer sapağında Emrem Sultan Köyü levhasını görüp sola dönüyoruz. 9 km
daha sağlı sollu itinayla dikilmiş ağaçlar arasından kıvrılıp uzayan ince bir asvalt yol bizi Tapduk Emreye götürüyor.
Tapduk Emre Yunus Emre’nin hocası. Hacı Bektaşi Veli’nin halefi kabul
ediliyor. Her ikisi de Hoca Ahmet Yesevi dervişleri.
Mevlana, Hacı Bektaşi Veli ve Hacı Bayram Veli gibi Anadolu’yu yurt yapan manevi mürşitlerden.
Tapduk Emre de Mevlana ve Hacı Bektaşı
Veli gibi Moğol İstilası nedeniyle Asya’dan gelip Anadolu’ya yerleşen din
büyüklerinden. O dönemde Moğollar nedeniyle Türkistan’da bulunan din ve ilim
adamları çoğunlukla Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmışlar. Ancak, bu değerli
manevi şahsiyetler sayesinde de Anadolu’da bir aydınlanma yaşanmış.
O kadar ki Osmanlı İmparatorluğunun temellerinin sağlamlığı, Anadolu
erenlerinin halkı irşat faaliyetleri ve ahlaklı bir toplum inşa etmeleri
sayesinde olmuş denilebilir.
Mesela 1093-1166 yıllarında yaşadığı anlaşılan Tapduk Emre de Sakarya Vadisinde bulunan bugünkü Emrem Sultan Köyünün
bulunduğu yere yerleşmiş. Orada bir çiftlik kurup, yaşadığı yöreyi ziraat ve
hayvancılık merkezi yapmış. Kısa zamanda ünü Balkanlara kadar yayılan bir ekol olmuş.

Türbe, köyün 200 metre berisinde, küçük bir tepe üzerinde. Yanıbaşında köy
mezarlığı var. Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek
günümüzdeki haline getirilmiş. Türbenin orijinal ahşap kapıları da, Ankara Etnoğrafya Müzesine
gönderilmiş.
Kare planlı, kubbeli, kagir küçük bir yapı. Kitabesinden, 13’ncü yüzyılda yaşayan Tabtuk Emre için yapıldığı anlaşılıyor. Türbeye güney cepheden, küçük basık kemerli bir kapı ile giriliyor. İçi, beyaz sıvalı. 6 adet sanduka, Tabduk Emre,
eşi ve çocuklarına ait. Türbenin yanında, dikdörtgen planlı, çatılı,
kagir bir türbe daha var. Orada da
3 adet kabir bulunuyor.
Bugün özellikle: yakın çevre insanı, türbeyi yoğun ziyaret etmekteymiş. Kabirlerin yanında abdest alma yerleri
de yapılmış. Tertemiz havlular ve türbe önündeki namaz kılınacak yerin temizliği buraya
hizmet edenler olduğunu gösteriyor.
Taptuk Emre Hazretleri hakkında bilgimiz, maalesef çok az. Vilayetname’de şöyle bir olay
anlatılıyor:
“Rum erenleri, Hacı Bektaş-ı Veli’ye
gidecekleri vakit, Emre’ye ‘Haydi’ dediler ‘Sen bizimle gel’. Emre çok kuvvetli bir erdi. ‘Dost divanında bütün erenlere nasib üleştirilirken, Hacı Bektaş adlı er görmedik.’ dedi, Hacı Bektaş’a gitmedi. Hacı Bektaş’a, Emre’nin sözünü haber verdiler. Hünkâr Sulucakarahöyük’te, Kadıncık Ana’nın evine yerleşince, her
taraftan muhip, mürid gelip ıhtırılmaya başlandı. Hünkâr Saru İsmail’i gönderip Emre’yi çağırttı.
Emre, yanına gelince Hacı Bektaş; ‘Siz’ dedi,
‘Dost divanında erenlere nasib üleştirirken Hacı
Bektaş adlı bir kimse görmedik.’ demişsiniz. ‘O
nasib üleştiren elin nişanesi vardır. Onu da bilir
misiniz?’
Emre; ‘O divanda yeşil bir perde vardı.’
Dedi. ‘Onun ardından bir el çıktı, bize nasib üleştirdi. O elin avucunda latif, yeşil bir ben vardı. Şimdi bile görsem tanırım.’
Hacı Bektaş elini açtı. Hacı Bektaş’ın
avucunda, o güzelim yeşil beni görür görmez, üç kere; ‘Taptuk Hünkârım’ dedi. Bundan sonra adı Taptuk Emre oldu. Emre başındaki tacı çıkartıp Hünkâra teslim etti. Hankâr, tacını tekbirleyip giydirdi. O da izin alıp makamına döndü.”
Tapduk'un tapusunda / Kul olduk kapusunda / Yunus
miskin çiğ idük / Pişdük elhamdülillah
Sofilere
sohbet gerek / Ahilere ahiret gerek / Mecnunlara leyla gerek / Bana seni gerek
seni
Dirildik pınar olduk, / İrkildik ırmak olduk, /
Artık denize daldık, / Taştık elhamdülillah
Elif okuduk ötüre / Pazar eyledik götüre / Yaradılmışa hoş gördük / Yaradandan ötüre
Aşkın aldı benden beni / Bana seni gerek seni /
Ben yanırım dünü gün / Bana seni gerek seni
Söyler dilim ağlar gözüm / Gariplere göynür özüm / Meğerki gökte
yıldızım / Şöyle garip bencileyin
Buranın manevi havasından etkilenip öğle namazlarımızı burada kılmaya karar veriyoruz.
Namazdan sonra kabir ziyaretimizi de yapıp türbeye çıkan taş
merdivenlerden aşağıya iniyoruz. Taş yolda 5 metrede bir yunus dörtlükleri görüyoruz.
Tapduk Emre'nin Hacı Bektaş Veli ve Mevlâna ile
aynı çağda yaşadığını biliyoruz. Yunus Emre gibi bir şahsiyeti yetiştirmiş
olduğunu da. Bu manada o, hem çevresini geçindiren örnek olan bir üretici, hem
dergâh sahibi cömert bir pir, hem de manevi bir rehber ve mürşit.
Tapduk Emre ve Yunus isimleri yan yana düştüğünde şu hikayeyi de anlatmadan geçemiyeceğim.
"Anadolunun haçlı talanı, moğol istilası ve kuraklıkla başetmeye çalıştığı yıllar. Yunus fakir bir köylü delikanlısı. Bir çok kerametini duyduğu Hacı Bektaş-ı Veli’den
yardım almak için yola düşüyor. Yolda heybesine biraz alıç (yabani elma)
toplayıp dergaha geliyor. Pirin ayağına yüz sürerek hediyesini veriyor ve bir miktar buğday istiyor. Hacı Bektaş-ı
Veli ona lutf ile muamele ederek, bir kaç gün dergahta misafir ediyor. Yunus ise geri dönmek için acele etmekte.
Dervişler Pir’e Yunus’un acelesini
anlatıyorlar. O da “Buğday mı ister, yoksa erenler himmeti mi? diye haber gönderiyor. Gafil Yunus ne bilsin himmeti, buğday istiyor tabi. Bunu
duyan Pir “isterse o alıcın her tanesine nefes edeyim diyor. Yunus buğdayda
ısrarlı. Hacı Bektaş üçüncü kez haber gönderip “isterse her çekirdek
sayısınca himmet edeyim diyor. Yunus tekrar buğday istiyor. Ona istediğinden
fazla buğday verip gönderiyorlar.
Ama Yunus yolda hatasını anlayıp
pişman oluyor. Derhal geri dönerek himmet istiyor.
Ancak Hacı Bektaş onun kilidini Tapduk
Emre’ye verdiğini bu yüzden isterse ona gitmesini söyliyor. Eli böğründe Tapduk’un kapısına gelen Yunus o himmete kavuşmak için tam kırk yıl dergaha hizmet ediyor. Yıllar yılı dergaha dağdan odun
taşıyor. Bu arada da onun makamından sohbetinden feyz, ilminden halkasından
himmet alıyor. Böylece yıllar onu giderek olgunlaştırıp
pişiriyor.
Yunus’un taşıdığı odunların içinde hiç eğri bulunmaması Tapduk’un da gözünden kaçmıyor tabi. Yunus’a
odunluktaki odunları gösterip: ”A Yunus, diyor.
Bakıyorum da, dağdan kestiğin odunların hepsi kuru, hepsi düz. Meraklandım. Acaba Ormanda hiç eğri odun yok mu ?”
Yunus mahçup, gülümsüyor.
Vereceği cevabı dudaklarına geldiği gibi söyleyiveriyor: “Ormanda eğri odun var olmasına var amma,
Senin dergahından içeri odunun bile eğrisi giremez, efendim.”
İşte Yunus’u asırlardır gönül Sultanı yapan bu himmet. Hocası da bu
Tapduk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder