Lise bir yokuşu
Lise
I.sınıfa Balıkesir Lisesinde 25 Eylül 1970'te kayıt oldum. Şubemiz I-G
idi. Spor salonu tarafında kantine yakın koridorun en dibinde arka
bahçeye bakıyordu.
O yıl bende iz bırakan iki hoca ve çoğu yatılılıkla ilgili
bir çok anımı hatırlıyorum.
Mesela
Edebiyat hocamla aram çok iyiydi. Öztürkçe kullanmamızı teşvik eder, sınıfa
TDK'nun yeni kelimelerini asardı. Nazmi Alp hocayla da bu yüzden çok ters
düşerler, biz de arada kalırdık.
Edebiyat hocam, bir kompozisyon sınavında
yazdığım "İstanbula boğaz köprüsü yapılırken…" başlıklı yazıma tam 10
puan vermişti. Konusu, ülkede bir taraftan boğaz köprüsü yapılırken, diğer
yanda Anadolunun bir köyünden sırtında hasta ninesini şehre götüren bir gencin
hikayesiydi. Hem konu, hem içerdiği çelişki ve de kullandığım öztürkçe
kelimeler demek ki tam da onun istediği şeydi. Bu yüzden beğenmişti yazımı.
Yeni genç
kimya hocamız Meral Kurudere'yi ise ilgiyle dinlerdik. Ders anlatırkenki ona
özgü zarif hareketleri, al al kırmızı yanakları bize ve dersine düşkünlüğünü
unutamam.
Lise bir,
belki 20-30 kişinin ahşap ranzalı odalarda kaldığı binanın üst katındaki
yatakhanede geçti. Nazmi hoca gibi, bekar hocalar da aynı yatakhanede
kalıyorlardı.
Onun akşamları yatma saati geldiğinde "kaybol !" sesi
duyulunca koridorda kimse kalmaz, ışıklar söner, herkes yatağına gömülürdü.
Sabahları da ahşap ranzalara vurulan "Tak, tak, tak…" sesleriyle
uyandırılırdık. Hemen kalkar, havlusunu kapan tuvaletlere koşardı. Çünkü sabah
mütalaası için sadece yarım saatimiz olurdu.
Asker usulü yatağımızı düzeltir,
giyinip hazırlanır, kitabımızı defterimizi alır aşağı sınıflara inerdik.
Arkamızdan da yatakhane koridoru kapıları kilitlenirdi hemen.
Sabah
mütalaası bir saat sürerdi. Sonra, saat 7 de kahvaltı için aşağıya, bodrum
kattaki yemekhane kapısına yığılırdık hepimiz. Kahvaltıda tatsız tuzsuz kazan
çayını içmek, yeşillenmiş yumurtaları, kötü zeytin ve tabağa konulan sıvı
tahinleri yemek zorundaydık. Aksi halde
aç kalırdık. Çünkü, kendi tayınıyla doymayıp, artanları bile masa masa
dolaşarak toplayıp yiyen iştahlı arkadaşlarımız ve abilerimiz vardı.
Dersler
bitip, okul bize kalınca birkaç kafadar arkadaş akşam mütalaasına kadar kendi
icadımız olan bir oyunla vakit geçiriyorduk. Dışarda bir kenarda pinpon masası
vardı. Tabi ne file var ne de raket, top. Nerden bulduysak yumruk büyüklüğünde
plastik bir topla iki tahta parçası bize
o masa üzerinde garip bir eğlence fırsatı veriyordu. Tahtaların çıkardığı
"Tak, tuk" sesleri ile bizim çocukça şamatamız birbirine karışıyordu.
O kadar dalıyorduk ki oyuna baş mümessiller bizi sopayla mütalaa salonuna
götürüyorlardı.
Hafta
sonları en büyük eğlencemiz 4 film birden sinemaya gitmekti. Sabah 10'da
girdiğimiz sinemadan akşama doğru saat
6'da çıkıyor, karanlığa alışmış gözlerimiz ve sarhoş kafamızla dilimiz çıka
çıka yokuşu tırmanıyorduk.
Mütalaaya yetişemezsek nöbetçi hocadan dayak yemek
üstüne kaymak oluyordu çünkü.
Akşam
mütalaaları arada yemek olmak üzere iki taneydi.
Minderlerimizi alıp, şıpıdık
terliklerimizle mütalaaya inerdik. Her küçük sınıfın öğretmen masasına bir 6.
sınıf abisi otururdu. Biz ödevlerimizi yaparken o da kendi dersini çalışırdı
bizimle beraber. O bize susun, çalışın dese de biz en ufak fırsatı kaçırmaz
ders kaynatır gibi hemen bin türlü yaramazlığı yapardık. Nöbetçi hocalar elinde
sopayla dolaşırlardı. Tabi anında ses soluk kesilirdi. Özellikle Kaymak
Hasan'dan çok korkardık.
O sene böyle
şeyler ve bunalımlar içinde geçti. Eskiden iftiharlar getiren yılmaz şimdi bir
dönemde 2 zayıf birden getirmişti. Ders başına çöktüğümde aklımı tam manasıyla
veremiyor, nefsime yenilerek eğlenceye dalıyordum. Yine de ikinci dönem iki
zayıfı da kurtararak bitirebilmiştim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder