Işık durakları
Osman’ın rüyası; Söğütten Viyana kapılarına
Söğüt’e ilk gidişim üniversite öğrenciliğim sırasındaydı. Bir grup arkadaşımla kuruluş şenliklerine katıldık ve Şeyh Edebalı Türbesini ziyaret ettik. Sıradan bir geziydi. Kuşkusuz Osmanlı devletinin doğduğu yerleri görmek, tarihi yaşamak etkileyiciydi.
Ama, ne Şeyh Edebalı’yı [1]yeterince tanıyordum, ne de kuruluşu oluşturan manevi dinamiklerden haberim vardı. O yıllarda peş peşe gelen iki dalga o türbeyi gözümde olağanüstü bir konuma yükseltti. Tarık Buğra’nın “Osmancık” kitabını okumuştum ve hemen ardından zamanın TRT dizisi “Kuruluş” gelmişti.
Artık Söğüt’te, kayaların üzerine, adeta bir kartal yuvası gibi duran o türbe benim için sadece taştan, tuğladan yapılmış bir bina değildi. Öyle gibiydi ama, orada yaşanan bir rüyayı, göğe yükselip dalları dört kıtaya ulaşan o ulu çınarı, onu besleyen muhteşem kökleri artık görebiliyordum.
Osman, Ertuğrul Gazinin en küçük oğluydu, adına Osmancık derlerdi. Beylikten, devlet işlerinden ilgisiz ele avuca sığmaz bir çocuktu. Serpilip delikanlı olunca da alabildiğince özgür bir yaşam sürdü. Yiğit, gözü kara, adeta gönüllü bir akıncı gibiydi. Gerektiğinde vurur, dağıtır geçerdi. Bu yüzden de Bizans’lılar ona “Kara Osman” lakabını takmışlardı.
Lakin babası Ertuğrul Gazi vefat etmiş, yerine bir bey seçilmesi gerekiyordu. Osman başta rahattı, nasıl olsa abisi Savcı ondan daha olgun, oturaklı bir adamdı. Ancak, ibre bazen ona dönüyordu ve bu da onu huzursuz etmişti. Sığınacak sakin, dingin bir liman arıyordu bu yüzden. Yeni tanıştığı bir adama, yörenin ahi şeyhi Edebalıya gider olmuştu sık sık. Sohbetine katılıyor, zaviyesinde misafir kalıyordu.
Rivayete göre, yine böyle bir gece, rüyasında Şeyh Edebali'nin göğsünden çıkan bir ayın kendi göğsüne girdiğini ve oradan da ulu bir çınarın bittiğini görmüştü. Bu öylesine büyük bir ağaçtı ki, dalları gökleri, kökleri tüm dünyaya sarmış, gölgesi bütün yeryüzünü tutmuştu. Altından birçok coşkun nehir akıyor, insanlar o ağacın gölgesinde toplanıyorlardı.
Sabah olup rüyasını anlatınca, Edebalı rüyayı şöyle tabir etmişti: "Sen, Ertuğrul Gazi oğlu Osman ! Babandan sonra bey olacak ve kızım Malhun Hatun ile evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nur budur. Sizin soyunuzdan nice padişah gelecek ve bir çok devleti bu çatı altında toplayacak. Ey Oğul ! Hak Teala sana ve soyuna hükümranlık verdi, mübarek olsun. Kızım Malhun Hatun da senin helalindir.”
Osman’ın aklı karışık. Devlet ve siyaset işleri onu tedirgin ediyor. Bir ağırlık çöküyor omuzlarına. Bir gece Edebalı’yı dinlerken, açık gökyüzüne ve milyarlarca yıldıza bakıyor uzun uzun.”Ne kadar uzaklar…” diye dile getiriyor çaresizliğini. Edebalı’nın sözleri ise ona adeta bir vizyon çiziyor: “ Ey Osman ! Yıldızlar ne kadar uzak deme. Ne kadar yakın de ki dünya avucuna gelsin !”
Gerçekten de öyle oluyor. Osman uzakları yakın eden o bakışla devleşiyor. Onu önce bey sonra da Osman gazi yapan şey de işte bu inanç oluyor zaten. O yüzden benim için altı asırdan fazla devam edecek olan bir Cihan İmparatorluğu’nun ilk müjdecisidir Şeyh Edebalı.
O Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi zamanın büyüklerinin sohbetinde bulunmuş, tefsir, hadis, tasavvuf ve özellikle İslam Hukukunda ihtisas sahibi büyük bir âlimdir, doğru. Ancak, o aynı zamanda sonradan imparatorluk olacak Osmanlı Devleti'nin fikir babası ve manevi mimarıdır da. [2]Fetihten sonra Bilecik Kadılığına tayin edilmiş, böylece ahi teşkilatının reisi ve büyük bir mutasavvıf iken ilk Osmanlı kadısı ve müftüsü de olmuştur.
Uzun bir ömür yaşayan Edebalı’nın 1326 yılında 120 yaşında iken vefat ettiği [3]sanılıyor. Bir vadinin sırtında, kayalık bir tepe üstündeki dergâhının zikir odasına gömülmüş. Bir salon ve iki ayrı odadan ibaret olan türbesi [4]Orhan Gazi tarafından yaptırılmış. Büyük oda mihraplı bir mescit, diğer yandaki oda ise sohbet hane ve misafirhanedir. Şeyh Edebalı ve yakınlarının bulunduğu kısımda, yedi büyük, dört küçük sanduka bulunuyor.
Şeyh Edebalı “Toprağa bağlanın... Suyu israf etmeyin… Cömert olun… Ağaç dikin…” şeklindeki nasihatleri [5]ile at sırtında dolasan Kayı Aşiretini bir hamur gibi yoğurmuş olmalı. “insanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesiyle adeta onlara devlet ve adaletin yolunu açmış. Bu yüzden o benim için, geleceği görebilen ve gösterebilen bir ışık kaynağı gibi. “Ey oğul, artık Beysin!“ hitabı [6]ise sadece Osman Gaziye ve nesline değil, bu güne ve bütün çağlara ışık tutabilecek bir değerde.
Anadolu’ya ışık saçan bir başka durakta buluşmak üzere selam ve sevgi ile…
------------------------------
[1] Şeyh Edebali (Şeyh Adabalı veya Şeyh Atası) (1206 - 1326) Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşamış bir İslamilahiyatçısı-din bilgini, Anadolu’nun ilk Ahi Şeyhlerindendir. Selçukluların Şeyh’ül İslam’ı Şeyh Sadrettin Konevi ve Mevlana Celaleddini Rumi’nin çağdaşıdır. Hz. Mevlana gibi, zamanının büyüklerinin sohbetinde de bulunmuş. Tefsir, hadis, tasavvuf ve özellikle İslam Hukukunda ihtisas sahibi. zamanının büyük âlim ve velilerindendir Osman Gazi'nin kayınbabası ve hocası, bir anlamda da sonradan imparatorluk olacak Osmanlı Devleti'nin fikir babasıdır.
Edebalı, Horasan’ın Merv şehrinde doğdu. Çocukluğunu Horasan’da geçiren Edebalı Karaman'da başladığı tahsilini Şam'da tamamlamıştır. Hanefi hukukçusu Necmeddin ez-Zahidi’nin öğrencisi oldu. Sadreddin Süleyman b.Ebül-iz ve Cemalettin el-Hasiri gibi devrin büyük bilginlerinden ders almış ve Tefsir, hadis ve özellikle İslam hukukunda uzmanlaşmıştır. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi, zamanının büyüklerinin sohbetinde bulunmuştur. Şam’dan ülkesine dönünce tasavvufa yöneldi. Baba İlyas halifelerinin ileri gelenlerinden olduğu belirtilmektedir. Eskişehir yakınlarında bulunan İtburnu Köyü’nde bir zaviye kurarak halkı irşada başladı. İlimde derya, amelde yüksek, takva ve verada örnek, mal-mülk sahibi bir zat olan Edebalı, Eskişehir yakınlarında İtburnu denilen köyde yaşar, yaptırmış olduğu zaviyede öğrenci yetiştirir ve halkı irşat ederdi.
Alim, faal, varlıklı, çevresi için örnek teşkil eden bir kişi olan Şeyh Edebali, Eskişehir yakınlarında o zamanki adıyla İtburnu denilen köyde yaşar, yaptırmış olduğu zaviyede öğrenci yetiştirir ve halkı aydınlatırdı. Aşıkpaşazade zaviyesinin hiç boş kalmadığını, Edebalı’nın gelip geçen fukaranın hertürlü ihtiyacını gidermeye çalıştığını, hatta bu maksatla koyun sürüsü bulundurduğunu kaydederler.
[2] Ertuğrul Gazi ve Osman Gazi, kuruluş döneminde ahilerden büyük yardım görmüşlerdi. Özellikle de Anadolu fütüvvet ehli Ahilerle yakın münasebeti olan ve bir Ahi Şeyhi olan Edebalı’dan. Söğüt ve Domaniç yaylaları, Selçuklu Devleti tarafından aşiretine yaylak ve kışlak olarak verilen Osman Bey sık sık Edebalı’yı ziyaret eder, zaviyesinde misafir olarak kalır ve sohbetinde bulunurdu.
[3] Vefatından bir ay sonra kızı, dört ay sonra da damadı Osman Gazi vefat etmiştir.
[4] Türbe, Orhan Gazi tarafından, Eski Bilecik şehrinin kurulduğu vadinin sırtında küçük bir tepe üstüne yaptırılmıştır. Bilecik Edebalı zaviyesine kendisiyle birlikte hanımı,kızı,zamanın büyüklerinden Molla Hattab-ı Karahisar, Şeyh Muhlis Baba ve isimleri bilinmeyen bazı yakınları defnedilmiştir. Eskiden kubbeli olan fakat Yunanlıların yaptıkları saldırılarla tahrip edilen türbenin üzerine kiremit çatı örtülmüştür. Bir salon ve iki ayrı odadan ibaret olan türbede, büyük oda mihraplı bir mescit, diğer yandaki oda ise sohbet hane ve misafirhane olarak kullanılmaktaydı.
Şeyh Edebalı ve yakınlarının bulunduğu kısımda, tavanı kubbeli bölüm dikdörtgen biçiminde olup burada yedi büyük, dört küçük sanduka bulunmaktadır.
[5] Ahi reisi Şeyh Edebalı kendisini dinleyenlere; “Toprağa bağlanın. Suyu israf etmeyin. Mirasınızın sağlam kalmasına dikkat edin. Veriniz, cömert olunuz elleriniz yumuk kalmasın. İlim sahiplerini koruyunuz. Ağaç dikiniz. Ödünç aldığınızı fazlasıyla iade ediniz. Kuran-ı Kerimi güçlü olmak için okuyunuz. Bağınızı bahçenizi viran bırakmayınız. Hadis ezberleyiniz. Bildiklerini öğretenler unutmazlar. Asıl ölüm ilimden payını almayanlaradır. Faydalı ile faydasızı bilenler bilgi sahipleridir….” der ve tavsiyelerde bulunurdu.
[6] ŞEYH EDEBALİNİN OSMANLI DEVLETİNİN KURUCUSU ve DAMADI OSMAN GAZİYE VASİYETİ; Ey oğul, artık Beysin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana.Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik bize, hoş görmek sana. Anlaşmazlıklar bize, adalet sana. Haksızlık bize, bağışlamak sana...Ey oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma; insanı yaşat ki devlet yaşasın. Ey oğul, işin ağır,
işin çetin, gücün kula bağlı. Allah yardımcın olsun... Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın! Ama; bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın! Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi değildir. Bütün ilinmeyenler, feth edilmeyenler, görünmeyenler, ancak sen faziletli ve ahlaklı olursan gün ışığına çıkacaktır. Ey oğul ! Ananı , atanı say ! Bereket büyüklerle beraberdir. İnancını kaybedersen , yeşilken çöllere dönersin. Açık sözlü ol ! Her sözü üstüne alma ! Gördüğünü görme ! Bildiğini bilme ! Sevildiğin yere sık gidip gelme ! Ey oğul ! Üç kişiye acı : Cahil arasındaki alime , zenginken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene. Ey oğul! unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklıysan mücadeleden korkma !...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder