2 Ocak 2016 Cumartesi

254 30 Aralık 2015 Çarşamba 23:30 GEZİ REHBERİ...........................Ayaş, Beypazarı, Nallıhan, Göynük, Taraklı, Geyve gezisi (1)

Ayaş, Beypazarı, Nallıhan, Göynük, Taraklı, Geyve gezisi (1)

Bölge Planları'nda yer alan, Ayaş-Güdül-Beypazarı-Nallıhan-Mudurnu-Göynük-Taraklı-Geyve ve Sapanca ilçelerini kapsayan hattın kültür ve turizm koridoru olarak belirlendiğini biliyor muydunuz ?.

2004 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca başlanan çalışmalara Bölge Kalkınma Ajansları ve Belediyeler Birliğince devam edilerek 2011 yılı Aralık ayında yapılan geniş katılımlı çalıştay sonucunda bir de eylem planı hazırlanmış.

Haritaya bakarsanız bu turizm koridoru Ankara-İstanbul arasındaki en kısa ve en renkli yol olarak görünüyor. Tabi sürprizlere hazırsanız ve macera seviyorsanız. İşte biz Adapazarı yolculuğumuzu bu alternatif yol üzerinden gerçekleştirdik. 

Mevsimin kış, Nallıhan Çayırhandan sonra bölünmüş yolun henüz tamamlanmamış olması görünür olumsuzluklardı. Ankara'dan çıktığımızda hava soğuk ama açıktı. Önceki puslu günlere nazaran bu güzel hava bizi cesaretlendirmişti. Her ne kadar Nallıhan-Göynük ve Taraklı güzergahında rakımın yüksek olması sebebiyle kar yağışı ihtimali vardıysa da asıl yoğun yağışın bir sonraki gün olması bekleniyordu. 

Ancak özellikle Dedeler ve Tepebaşı mevkiinde başlayan kar yağışı Göynük'e doğru gittikçe arttı. Geyve'ye kadar da bu olumsuzluk devam etti. Doğrusu yoğun kar yağışının gezimizi böylesine olumsuz etkileyebileceğini hesap edememiştik.

Göynük'ten sonra bir an evvel kendimizi düze çıkarmaya, yani Geyveye ulaşmaya çalıştık. Dolayısıyla bu her noktası, her dönemeci renkli gezimizi istediğimiz gibi yapamadık. Ama şu haliyle bile bu alternatif kültür-turizm koridorunun önümüzdeki yıllarda bir cazibe merkezi olacağı belli. 

Selçuklu, Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerinin kültürü, mimarisi ile Ahilik gibi geleneklerin günümüzde de canlılığını koruduğu koridor, yerli ve yabancı seyyahları yepyeni bir keşif için bekliyor. İyileştirilen ulaşım altyapısı seyahati hızlandırırken, korunan ve restore edilen eserler, geleneksel mutfak kültürü ve el sanatları gezginlerin tarihi geçmişi yeniden yaşamasını sağlıyor. 

Taraklı'nın "cittaslowyavaş kent" unvanı alması, Mudurnu'nun Unesko Kültür Mirası geçici listesine girmesi Ayaş-Sapanca İpekyolu'nu taçlandırıyor. 

Aslında muhtemel olumsuzluklar ve hava şartlarını da düşünerek programımızı en kısa zamanda en fazla yer görme üzerine kurmuştuk. 

Sabah saat 6.30'da Ankara Gölbaşı'ndan hareket. Saat 07.15'da Ayaş'a varış. (60 Km.) 08.00-09.00 Beypazarı İnözü vadisi Dostlar tesisinde kahvaltı (42 Km.) 

09.00-10.00 arası Beypazarı'nı gezme (Hıdırlık tepesi, Yaşayan Müze, Alaaddin sokak) Nallıhan'a 10 km. kala sola saparak saat 10.40   'da Emrem sultan köyüne varış. Tapduk Emreyi ziyaret. 11.00'de Nallıhan'a varış. (Beypazarı-Nallıhan 60 Km.) Saat 12.00'ye kadar Nallıhanı gezme. 12.00-12.30  Nallıhan Nasuhpaşa camiinde öğle namazı.

13.30' da Göynüke varış. (72 Km.) 13.40-14.30 Göynük Paşazade Göynük Sofrasında öğle yemeği. 14.30- 15.00 Gazi Süleyman Paşa Camiinde ikindi namazı. 15.30'dan 16.00'ya kadar Göynük'ü gezme (Akşemsettin Türbesi, Eski Konak ve Zafer Kulesi)

16.30'da Taraklıya varış. (30 Km.) 16.45-17.00 Taraklı Kurşunlu (Yunus Paşa) Caminde akşam namazı. 17.00-18.00 arası Taraklıyı gezme.

Saat 18.30'da Geyveye varış. (33 Km.) 18.40-19.00 Geyve Elvan Bey İmaret Camiinde yatsı namazı. 19.00-19.30 Geyveyi gezme ve Ali Fuat Paşa Köprüsü) Saat 19.45-21.00 Ali Fuat Paşa İlhan tan tesislerinde Akşam yemeği. Saat 22.00'de Ferizliye varış.(60 Km.) 

Görüldüğü gibi Ayaş, Beypazarı ve Nallıhan ziyaretlerimizi pas geçme denilebilecek kadar kısa tutmuştuk. Ağırlık daha çok Göynük ve Taraklıda olacaktı. Ancak her zamanki gibi evdeki hesap çarşıya uymadı tabi. 

En çok görmek istediğimiz Göynük ve Taraklı'da yoğun kar yağışı vardı ve ne yazık ki oralarda fazla kalamadık. 

Yine de bu gezi bahar aylarında, yazın ya da sonbaharda gidersek neler görebileceğimiz ya da yapabileceğimiz hakkında bize bir tecrübe oldu. En azından yolu tanıdık. Müthiş renkli bir kültür zenginliği ve tabiat var orada.

Ayaş Ankara'nın şirin ve tarihi ilçelerinden biri. Ankara'nın 55 km batısında, Ankara-Adapazarı yolu üzerinde. Burası aynı zamanda tarihi “Bağdat Kervan Yolu”. Ayaş özellikle kaplıca, ılıca ve içmeleriyle ünlü. Bana göre bir de domatesiyle. Yetiştirdiği ürünlerin başlıcaları dut, kiraz, kavun, karpuz, salatalık, biber ve domates. Ayaş'ta her yıl haziranın son haftası dut festivali yapılmakta.

Önce Hititler, Frigler, Galatlar, Romalılar ve Bizanslılar yaşamış buralarda. Romalıların, İstanbul’dan başlayan ve Tarsus’a, oradanda Kudüs’e kadar uzanan tarihi “Hac yolu” (Via Tauri) üzerinde bulunması dolayısıyla ordularında geçtiği yer olmuş. Bizans hakimiyetinde bu bölge, Anadolu’yu geçerek Kadıköy’e kadar giden Sasani ordularına ve daha sonraki yıllarda “İstanbul Fethi” için Ankara üzerinden İstanbul’a geçen İslam (Emevi-Abbasi) ordularına da güzergah olmuş.

Bölge Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’ya giren Oguz Türkmen boyları, Kutalmışoğlu Süleyman Bey komutasında yapılan akınlarla 1073 yılından itibaren Selçukluların hakimiyetine girmiş. 1101 yılında Haçlı ordusunun ağır mağlubiyeti sonucu Ankara ve civarına Oğuz boyları yerleşmiş.

“Ayaş” (Ayas) Türkçe bir kelime. “parlak, aydınlık gece” anlamına geliyor. Aynı zamanda bir türkmen oymağınında adı. Ayaş ilçe merkezine, civar ören yerlerine, mezrealara, yaylalara ve çiftliklere yerleşen Türkmenler, köyler kurmuş. Horasan meşrepli “dede” ve “baba”ların kurduğu zaviyelerle bu bölgeyi yurt edinmişler. 

Özellikle ilçe merkezinde bulunan şifalı suyun olduğu “Karakaya” mevkiine yerleşmişler. Daha sonraki yıllarda “ahiler” Ayaş köylerine yerleşip çiftlikler kurmuş.

Anadolu Selçuklularının zayıflaması sonucu bu bölgeye bir müddet “Germiyanoğulları ve “Candaroğulları” hakim olmuş. 

1354 yılında da Orhan Gazi’nin oğlu Gazi Süleyman Paşa tarafından buralarda Osmanlı hakimiyeti kurulmuş. Ayaş'ın ismi Evliya Çelebi'nin eserlerinde de geçiyor. 1644-1682 yılları arasında yaşamış olan Evliya ÇELEBİ Seyahatnamesinin 3. cildinin 456. sayfasında Ayaş'ı şöyle tanımlamış: 

"Ayaş Engürü sancağı hakiinde Harameyn evkafıdır. Darüssaade Ağası tarafından zaptolunur, yüzelli akçeli kazadır. Kalesi haraptır.Kethüda yeri vardır. Bin hane on mihrabdır.Çarşı içindeki cami ve mescid ve han ve hamamları, hünkar hamamı, sük-i muhtasarı müferrihtir.Cabeca bağ ve bahçesi vardır.Lakin dere ve tepeli yerde vaki olmakla havası sakiledir.Amma şehri mamur ve cevanib-i erbaası bayırlıdır.Emirdede ziyaretleriyle, karşı batı tarafındaki dağ üzerinde Şeyh Buhari ziyareti vardır. "

Ayaş, Osmanlı döneminde ünlü şairler, edipler, mutasavvıflar, alimler, askeri ve idari yönetici yetiştiren bir merkez olmuş. O kadar ki Osmanlı döneminde Ankara'da “ilmiye” ve “askeriye” yetiştiren kazaların başında geliyormuş. 1900'te, 8 Medrese, 2 İptidai mektep ve 1 Rüşdiye varmış.

Ayaş mimari kültür mirası yönünden de zengin. Bazı Selçuklu ve Osmanlı eserleri halen günümüze kadar gelmiş. Örneğin Ulu Cami, Karakaya Kaplıcası, Bünyamin Ayaşi Camii ve Türbesi, Sinanlı Ulu Camii, Paşa Hamamı, Kilik Camii, Şeyh Muhiddin Camii, Aktaş Camii ve sayısız çeşmeleri bu eserlerin bazıları.

Bünyamin Ayaşi hazretleri, Kesikbaş Sultan, Yavuzana Sultan, Şeyh Zekeriya, Şemsi Dede, Deynekli Dede, Toprak Dede, Sıtma Dedesi, Ahmet Dede, Um Um Dede, İskender Dede, Gözpınarı Dedesi, Veli Dede, Kasımoğlu türbeleride ilçenin manevi ziyaret yerleri.

Beypazarı ise İç Anadolu Bölgesi'nde Ankara'ya bağlı bir ilçe. Ankara'nın 95 km. batısında. Rakımı ortalama 700 m.

Beypazarı toprakları pek çok çok eski uygarlıklara ev sahipliği yapmış. Bu yüzden üzerinde değişik tarih ve farklı kültürlerin izlerini taşıyor. Bu yüzden Beypazarı Evliya Çelebi’nin de deyinmeden geçemediği önemli yerlerden.

Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde (Hicri 1058 Miladi 1638) Beypazarı'ndan şöyle bahsediyor:

"İlk kurucusunu bilmiyorum. Fakat ilk fatihi Kütahya beylerinden Germiyanoğlu Yakup Şah'ın veziri Dinar Hezar'dır. Onun için şehre "Germiyan Hezar" da derler. Haftada bir gün güzel süslü bir pazar kurulup, bütün kıymetli eşyalar bulunur. Halkının uğraşları tiftik keçisi olduğundan, pazarında sof çok satılır. Müşterisi vardır. Senede bin kantar sof ipliği satılır. Sofu olmaz fakat güzel mümeyyizi olur. Pazarına her hafta etraf köylerinden 10 bin insan toplanır.

Şehir Anadolu toprağından Engürü sancağı hududunda olup, İstanbul'da kim Şeyhülislam olursa ona has olur. Padişah hasından ayrılmadır. Müftü tarafından hakimi subaşısıdır. 150 akçelik kazadır. Senelik kadısına yedi kese gelir getirir. Damga emini, Sipahi Kethüda yeri ve Yeniçeri Serdarı vardır. Fakat kale ağası ve neferi yoktur. Kalesi bir dere içinde olup, iki tarafı balık sırtı gibi kaya üzerindedir. Genişliğini bilmiyorum.

Aşağıda şehir iki geniş dere içinde olup 20 mahalle 41 mihraptır. Fakat öyle mükellef camileri yoktur. Çarşı içinde cami güzeldir (Paşa Camii). Hepsi 3060 tane iki katlı evleri vardır. Duvarları kerpiçtendir. Yüzeyleri tahta ile kaplıdır. Medrese Darulhadis ve Darulkurrası vardır. Çünkü talebe bilginleri çoktur. Medreseleri kargir değildir. 70 adet çocuk mektebi vardır. Çocukları gayet temiz ve olgun olup, 700' ün üzerinde hafızı vardır. Bir Şeyhülislamı var ki; bütün bilginler onunla ilmi tartışmaya girmekten acizdirler. Nakibüleşrafı fadıl değil fakat, gayet cömert bir kimsedir. Halkının çoğu bilginlerdir.

Hepsi renk renk sof giyerler. Türk şehri olduğundan halkı Oğuz taifesidir. Yani Türk kavmi demenin güzel bir ifadesidir. Yedi tane hanı vardır. Çarşı içindeki güzel bir han yanmıştır. Hamamları, 600 dükkanı vardır. Çarşıda kasaplar içinden akan dere kenarında hafta pazarı olur. Dere burada şehrin aşağı tarafından akarak bir nehir vasıtası ile Sakarya'ya dökülür. Şehir yüksek yerde olduğundan caddeleri kumsalca ve kaldırımsızdır. Halkı garipsever ve cömert kişilerdir. Kadınları gayet edepli ve akıllı olurlar.

Bağ ve bahçesi çoktur. Bostanlarından bir çeşit kavun olur ki lezzetinden adamın damağı yarılır. Misk ve hamamber gibi kokusu vardır. Şehir halkının çoğu bu kavundan zerde pişirir. İçine tarçın ve karanfil korlar. Muaviye'nin icat ettiği zerdeden tatlı bir zerde olur. Bir çeşit yeşil armudu olup, yuvarlak olduğu gibi dördü beşi de bir okka gelir. Gayet hoş ve suludur. İstanbul'a nice bin kutu armudu pamuklar içinde hediye gider. Bu armudun eşini acem diyarından başka yerde görmedim. Bir çeşit siyah arpası olur ki, gayet yağlıdır. Ata çok vermekten çekinilmelidir. Sahrasında pirinci olur ki, gayet pişkindir. Velhasıl etrafı geniş, eşyası ucuz ünlü bir şehirdir. Şeyh İvaz dede adında bir de türbesi vardır."

Eski bir yerleşim yeri olan Beypazarı topraklarında, sırasıyla Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlıların egemen olduğu biliniyor. Ayaş gibi Beypazarı da İstanbul ve Ankara'yı Bağdat'a bağlayan en önemli bir geçit yolu üzerinde.

Bilinen ilk adı "kaya doruğu ülkesi" anlamına gelen Lagania imiş. Bizans İmparatorluğu'nun piskoposluk merkezi iken M.S. 491-518 yılları arasında hüküm süren Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Anastasios'un ziyaretine atfen şehrin adı, Lagania - Anastasiopolis (Anastasios Kenti) olarak değiştirilmiş.

Beypazarı Selçuklular döneminde İstanbul - Bağdat yolu üzerinde önemli bir ticaret merkezi oluyor. Önce sık sık göç eden Türkmen boylarına yurt olmuş. Bu boylardan en önemlisi de Kayı boyu. Osmanlı Devleti'nin kurucu boylarından olan bu boy Gazi Gündüzalp yönetiminde ilk olarak Ankara civarına yerleşmiş. 

Osman Gazi'nin dedesi olan Gazi Gündüzalp'in Türbesi, Beypazarı'nın 20 km batısındaki Hırkatepe köyünde. Rivayete göre; Rumlar ile yapılan bir savaşta şehit düşerek buraya gömülmüş.

Beypazarı, daha sonra Orhan Bey'in Ankara'yı alması ile Hüdavendigâr (Bursa) Sancağı'na bağlanarak Osmanlı yönetimine geçmiş.

Giderek Osmanlı Devleti'nin toprak rejimi ve askeri sisteminin bel kemiğini oluşturan tımarlı sipahi merkezleri'nden birisi olan Beypazarı, yöredeki sipahi beyine ve ticari, ekonomik hayatın yoğunluğuna istinaden Beğ Bazarı diye adlandırılmaya başlanmış.

Saat 09.10 Programımıza göre İnözü vadisinde kahvaltı edeceğiz. 

Beypazarı'nın kuzeyinde yer alan İnözü Vadisi; doğal bitki örtüsü ve kültürel kalıntıları ile oldukça zengin bir görünüme sahip. Vadi iki tarafı balık sırtı görünümünde yükselen dik kayalardan oluşuyor. İnözü Çayı’nın aşındırmasıyla oluşmuş vadide kayalıklara oyulmuş çok sayıda mağara bulunuyor. 

Mağaraların bir bölümü çok yüksekte olduğundan ziyaret edilmeleri pek mümkün değil. Bu mağaraların, o devirde yaşayanlar tarafından kullanılan, ziynet eşyalarının da muhafaza edildiği mezarlar olduğu düşünülüyor. Vadi doğal ve arkeolojik sit alanı olarak koruma altında.

Ankara'nın çoğu ilçesine dek uzanan İnözü Vadisi'nin girişinde Boğazkesen Kümbeti var. 13. yüzyılda inşa edilen bu kümbetin, Türkiye'de yalnızca dört örneği bulunuyormuş.

Kümbetin içerisinde Selçuklular döneminden kalan 2 adet mezar, ayrıca sandukaların yanında da kıble ve namazgah bulunuyor. Vadiye oldukça hakim bir konumda inşa edilmiş. Bu nedenle geçmişte gözetleme kulesi olarak kullanılmış olma ihtimali yüksek.

Karnımız acıkmış. Yöresel serpme kahvaltı hayali içinde vadiyi 2-3 km. tarıyoruz. Anlaşılan bütün tesisler kış uykusuna yatmış. İnternetten ismini aldığımız tesiste eleman bizim "Kimse yokmu ?" sesimiz üzerine gözlerini oğuşturarak çıkıyor. "Kapalısınız herhalde" diyoruz. "Yaparız" diyor ama bizim soğuk havada bekleyecek halimiz yok. Şehir içine doğru yollanıyoruz.

Umudumuz Allaaddin sokakta Taşmektepte kahvaltı yapabilmek. Ama önce arabamızı park etmemiz gerekiyor. Dar ve karmaşık Beypazarı sokaklarına yabancıyız. Bazı yollar tek yön. Bir kaç kez dönüp durduktan sonra şehir merkezine arabayla giremeyeceğimizi anlıyoruz. Bir otoparkta park edip Alaaddin sokağını soruyoruz görevliye. Kolaymış. Hemen dar bir geçitten geçip meydana ulaşıyoruz. Sonra da Yeni eczane köşesinden çarşıya. Burası tanıdık. Zaten bakırcılar, sobacılar, yöresel ürünler ve aktarcılarla dolu sokağı boydan boya geçtiğimizde karşımıza çıkıyor sokak. 

Alladdin sokağın sağ tarafında Taş mektep görünüyor. Merdivenleri birer ikişer çıkıp sabah sabah temizlik yapan elemanları "kahvaltınız var değil mi ?"diye sıkıştırıyoruz. Var diyorlar ama önce soğuk diye aldıkları salonu hiç otantik bulmuyoruz sonra da klasik kahvaltı tabakları itici geliyor gözümüze. Gerisin geriye iniyoruz merdivenlerden.

Tekrar sokağa indiğimizde nedense ayaklarımız Alaaddin sokağına doğru değilde tersine götürüyor bizi. Gözlerimiz açık bir çorbacı dükkanı arıyor. Moralimiz bozuk. Artık sıcak bir çorbaya bile razıyız. Benim şöhretim belli. "Aaa...Yokmuuşş !" Ailem tam beni tekrar dillerine dolamaya hazırlanmışken. İlerde yolun üzerine asılmış bir afiş dikkatimi çekiyor. "Fatma teyzenin yeri. Yöresel köy kahvaltısı." 

Can havliyle o yöne doğru hızlanıyorum. Evet, açık. Bir genç kadın çıkıyor "Buyrun" diye. "Fatma teyzenin kahvaltısı var mıdır ?" diye soruyorum manalı manalı. "Olmaz mı " diye cevaplıyor kadın sorumu gülerek." Aşağıda mı yersiniz yukarıda mı ?" "Sıcak olan yer neresiyse orası olsun" diyoruz biz de iştahla.  

Bizi alt katta kümbet gibi bir yere alıyorlar. Fatma teyzenin kendisi yok. Ama bize servis yapan iki kadın gerçekten konuşkan, güler yüzlü, tatlı dilli insanlar. Sundukları sıcak tarhana çorbalar da içimizi ıstıyor doğrusu. Kahvaltı da istiyoruz tabi. Ardı arkasına gelen reçeller, peynir, bazlama, gözleme, sarımsaklı salçalı ezme, bal, tereyağı...Sınırsız çay. Doğrusu daha iyisi ancak can sağlığı olurdu. 

Eşim bir bayan tarafından işletilen bu yeri çok seviyor. Ben de makul fiyatlarını ve geleneksel yiyeceklerini.  Özellikle peynirli otlu gözlemeleri, kızartılmış bazlama eşliğinde bal ve tereyağı bir harikaydı. Çeşit çeşit lezzetli reçellerinin tadı hala damağımda. Başta moralimiz bozulmuştu ama, doğrusu tam yerine gelmişiz. Yöresel köy kahvaltısı da böyle olur yani.

Karnımız doyunca etrafımıza bakmaya başlıyoruz. Oturduğımız yer yaklaşık bir metre kalınlığında duvarları olan, 15-20 m2'lik türbeye benzer bir yer. Merak edip soruyorum: "Burası tarihi bir yer mi, eskiden ne imiş ?" Servis yapan genç kadın "Buzdolabı olmadığı için eskiden yiyecekleri bozulmasın diye böyle yerlerde saklarlarmış. Bir nevi kiler yani..." Sonra kısa bir müddet sustu, bize bir sır verir gibi eğilerek kısık sesle: "Kuran okumanın yasak olduğu zamanlar, çocukları burada okutmuş hocalar" dedi ciddi bir edayla. 

Burayı bu yüzden daha da seviyoruz. Çıkarken beypazarı kurusu, erişte, baklava gibi yöresel ürünlerden de aldık. Karnımız da gözümüz de gönlümüz de doyuyor. Programımızda yaşayan müzenin gezilmesi ve Hıdırlık tepesi var. Eşimle ben daha evvel yaşayan müzeyi görmüştük. Oğlum görmek istemiyor. Ben de uzlaşma adına ısrar etmiyorum. Hıdırlık tepesini soruyoruz. İki yıldır tadilattaymış. Oraya gidemeyecek olmamız canımı sıkıyor biraz.

Böylece Beypazarı gezimiz Fatma teyzenin sıcak tarhana çorbası ve köy kahvaltısıyla sınırlı kalıyor. Dönüşte Alladdin sokağını bile gezmiyoruz. Tekrar geldiğimiz çarşıdan birkaç parça alışverişle meydana çıkıyoruz. Aklımız bir an önce Nallıhan'a ulaşmakta. 

Bizimle beraber seyahat eden kedimiz "Çapar" aracın direksiyon tarafına geçmiş bizi bekliyor. Herhangi bir sorun da görünmüyor Otoparktan aracımızı çıkarıyor ve yola koyuluyoruz.  

Beypazarı'nı Beypazarı yapan kuşkusuz ki restore edilmiş eski ev ve konakları. Cumbalı veya kuşganalı olan iki ya da üç katlı ahşap yapılar. Evlerin tavan arasındaki bölümünün çatıdan yükselerek çıkmasına kuşgana deniyor. Bu mekân evlerde depo olarak kullanılıyormuş. Bu bölümlerde kuru yiyecekler saklanırken, yöre dilinde “dinme dolap” denilen döner dolaplar da mutfakla katlar arası düşey ve yatay servisi sağlayacak şekilde yapılmış. 

Beypazarı evlerinin temel duvarları taştan, geri kalan kısımları ahşaptan yapılmış. Dıştan sıvalı üstleri kiremit çatı ile örtülü. Cırcırlar Konağı, Çakır Hafızların Konağı, Beypazarı İpekyolu Konağı Beypazarı'nda görülmesi gereken başlıca yapılar. Yine 19. yüzyıl yapımı Abbaszade Konağı Osmanlı dönemi mimarisine sahip. Belediye tarafından restore edilerek "Yaşayan Müze" ismiyle yaşatılıyor. 

Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan bu yapı dış mimarisinde olduğu kadar içiyle de Osmanlı zamanını yaşatan bir mekan. Ebru hat sanatı, ıhlamur baskı, Türk kültüründe kahve, Türk masalları anlatımı ve Hacivat ile Karagöz perde oyunu görülebilecek aktiviteler arasında. Yaşayan Müze hem yetişkinlere hem de çocuklara hitap ediyor.

Alaaddin Sokak için Beypazarı'nın kalbi denilebilir. Osmanlı mimarisinin en gözde örnekleri olan tarihi konaklar burada. Bazı konaklar, şimdilerde işletme olarak kullanılıyor. Ayrıca Beypazarı gezisi için dikkate değer 2 müze ev de yine bu sokağın içerisinde.Alaaddin Sokak'ta, her gün stantlar kurulup yöresel ürünler satılıyor. Beypazarı kadınlarının yaptıkları el emeği göz nuru ürünler bunlar. 

El sanatlarından yöresel gıdalara ve tarihi yapılara kadar her şeyi bünyesinde barındırıyor Alaaddin Sokak.

Bölgenin en renkli pazarı olan tarihi Beypazarı Çarşısı, 6 asırlık bir geçmişe sahip. İç göçün neden olduğu ıssızlığı üzerinden atan Beypazarı Çarşısı, restorasyon çalışmalarıyla eski canlılığını yakalamış görünüyor.

Özellikle el sanatları açısından zengin. Burada telkari işletmeciliğinden bakırcılığa, kalaycılıktan demirciliğe, dericilikten kunduracılığa, dokumacılıktan yorgancılığa, terzilikten marangozluğa, saraçlıktan semerciliğe kadar her türlü zanaat alanından bir şeyler bulabilmek mümkün. 

Zaten sokak isimleri de bunu gösteriyor; Dikiciler Sokağı, Demirciler Sokağı, Kuyumcular Sokağı, Şadırvan Sokağı, Bedesten Sokak, Hanlar Önü gibi.

Beypazarı yöresel mutfağıyla da meşhur. Beypazarına has şekillerde yapılan yemek ve tatlılar arasında tarhana, yaprak dolması (sarması), yalkı, bici, göce, perçem, yarımca, Beypazarı güveci, kartalaç, bazlama ekmeği, oğmaç, tohma, şerit, uruş kapaması, Beypazarı kurusu, mumbar (Beypazarı sucuğu), baklava (80 katlı yufka), ebesüt, höşmerim ve havuç lokumu sayılabilir. 

Mamuller taş fırınlarda pişiyor ve özel yemeklerine adını veren toprak güveçler de sulu yemeklerin pişirilmesinde kullanılıyor. Yörede yetişen ürün çeşitliliğiyle doğru orantılı olarak, sebze ve meyvelerin, mevsiminde tazeleri, kışın da kuruları tüketiliyor. 

Beypazarı'nda görülmesi gereken manevi noktalardan birisi de Suluhan Camii. Osmanlı dönemi yapılarından biri. 17. yüzyıl ortalarında Nasuh Paşa tarafından yaptırılmış. Suluhan Camii, dikdörtgene yakın formda, kesme taştan ve düz tuğladan inşa edilmiş.

Otoparktan Nallıhan yoluna çıkarken sağa doğru "Hıdırlık Tepesine gider" levhasını gördük. Beypazarı'na hâkim olan tepeden şehrin doğal manzarası, tarihi dokusu ve konakları görülebiliyormuş. Çıkanlar manzaranın çok güzel olduğunu yazmışlar.

Beypazarı Hıdırlık Tepesi gibi, ülkemizde çok fazla Hıdırlık tepesi var. Çoğu da Osmanlı dönemi izlerini taşıyor. Fakat bu bölgedeki Hıdırlık Tepesi'nin Hızır Aleyhisselam'la ilgili bir bağlantısı olduğuna inanılıyor. Hızır (a.s.) Allah'a yakın olmak istediğinde bu tepeye çıkar dua edermiş. Beypazarı Hıdırlık Tepesi, şehrin en yüksek noktası olup, günümüzde seyir terası olarak düzenlenmiş durumda.

Beypazarı Nallıhan arası yaklaşık 60 km. Arada Çayırhan var. Bitki örtüsü yok gibi. Ama manzara ilginç ve güzel.
Kıraç tepeler renk renk. Krem, sarı, yeşil, kırmızı, gri... Aynı tepelerde bile seviye seviye farklı renkler görülebiliyor. Sanırım içerdiği madenlerden dolayı bu şekilde renk alıyorlar. 
Çayırhan termik santralinden sonra bir ara sağ tarafta "kuş cenneti" levhası görüyorum. Dikkatlice bakıyorum ama kuru bir  bataklıktan başka birşey göremiyorum.
Nallıhan'a 10 km. kala Sarıyer sapağında Emrem Sultan Köyü levhasını görüp sola dönüyoruz.  9 km daha sağlı sollu itinayla dikilmiş ağaçlar arasından kıvrılıp uzayan ince bir asvalt yol bizi Tapduk Emreye götürüyor.
Tapduk Emre Yunus Emre’nin hocası.  Hacı Bektaşi Veli’nin halefi kabul ediliyor. Her ikisi de Hoca Ahmet Yesevi dervişleri. Mevlana, Hacı Bektaşi Veli ve Hacı Bayram Veli gibi Anadolu’yu yurt yapan manevi mürşitlerden. 
1093-1166 yıllarında yaşadığı anlaşılan Tapduk Emre de Sakarya Vadisinde bulunan bugünkü Emrem Sultan Köyünün bulunduğu yere yerleşmiş. Orada bir çiftlik kurup, yaşadığı yöreyi ziraat ve hayvancılık merkezi yapmış. Kısa zamanda ünü Balkanlara kadar yayılan bir ekol olmuş.

Türbe, köyün 200 metre berisinde, küçük bir tepe üzerinde. Yanıbaşında köy mezarlığı var. Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek günümüzdeki haline getirilmiş. Türbenin orijinal ahşap kapıları da,  Ankara Etnoğrafya Müzesine gönderilmiş.
Kare planlı, kubbeli, kagir küçük bir yapı. Kitabesinden, 13’ncü yüzyılda yaşayan Tabtuk Emre için yapıldığı anlaşılıyor. Türbeye güney cepheden, küçük basık kemerli bir kapı ile giriliyor. İçi, beyaz sıvalı. 6 adet sanduka, Tabduk Emre, eşi ve çocuklarına ait. Türbenin yanında, dikdörtgen planlı, çatılı, kagir bir türbe daha var. Orada da 3 adet kabir bulunuyor. 
Bugün özellikle: yakın çevre insanı, türbeyi yoğun ziyaret etmekteymiş. Kabirlerin yanında abdest alma yerleri de yapılmış. Tertemiz havlular ve türbe önündeki namaz kılınacak yerin temizliği buraya hizmet edenler olduğunu gösteriyor.
Taptuk Emre Hazretleri hakkında bilgimiz, maalesef çok az. 

Taptuk emre’den feyiz ve himmet almış Yunus Emre’den şu sözler de nesilden nesile intikal etmiş:

Tapduk'un tapusunda / Kul olduk kapusunda / Yunus miskin çiğ idük / Pişdük elhamdülillah
Sofilere sohbet gerek / Ahilere ahiret gerek / Mecnunlara leyla gerek / Bana seni gerek seni
Dirildik pınar olduk, / İrkildik ırmak olduk, / Artık denize daldık, / Taştık elhamdülillah
Elif okuduk ötüre / Pazar eyledik götüre / Yaradılmışa hoş gördük / Yaradandan ötüre
Aşkın aldı benden beni / Bana seni gerek seni / Ben yanırım dünü gün / Bana seni gerek seni
Söyler dilim ağlar gözüm / Gariplere göynür özüm / Meğerki gökte yıldızım / Şöyle garip bencileyin
Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz

Buranın manevi havasından etkilenip öğle namazlarımızı burada kılmaya karar veriyoruz. 

Namazdan sonra kabir ziyaretimizi de yapıp türbeye çıkan taş merdivenlerden aşağıya iniyoruz. Taş yolda 5 metrede bir yunus dörtlükleri var. 

(Devam edecek)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder