15 Mayıs 2015 Cuma

229 15 Mayıs 2015 Cum 18:40 ZAMAN DURAKLARI.........................İsrâ, Kudüs ve Mirac

İsrâ, Kudüs ve Mirac

Bu gece Recep ayının 27. gecesi. Yani  kültürümüzde Miraç kandili olarak bilinen ve İslam inancında mübarek sayılan bir gece. Üç aylar içindeki ikinci ışıklı zaman duraklarından biri. 

Biz müslümanlar bu gecede peygamberimiz Hz. Muhammed'in, (s.a.v) Mekke´deki Mescid-i Haram´dan, Kudüs´teki Mescid-i Aksa´ya götürüldüğüne, oradan da Cebrail'in bile giremediği Sidretül Münteha'yı geçerek Allah katına ulaştığına inanırız. İşte bu gece yürüyüşüne "isra", göğe çıkışa da "miraç" denilmiş.

Mescidi Aksa bilindiği üzere Mekke döneminde Müslümanların ilk kıblesiydi. Tefsir alimlerinden Kasımi'ye göre Mescidi Aksa'nın ismindeki "Aksa” kelimesi "en uzak" anlamındaymış. Mekke'ye olan uzaklığından dolayı böyle adlandırılmış. Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de Mescidi Aksa'dan adıyla söz ediyor [1] ve etrafının mübarek kılındığını bildiriyor.

"Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir." (İsra, 17/1)

Bu âyet aynı zamanda isrâ olayının, yani Resulullah (s.a.v)'ın gece vakti Mescidi Aksa'ya kadar yürütülmesinin kesin delili kabul ediliyor.  Göklere yükseltilmesi yani Miraç olayına ise Necm suresinin ilk âyetleri delil sayılmakta.

"Şimdi siz onun gördüğü üzerinde kendisiyle tartışıyor musunuz? Andolsun ki, o onu bir başka kez daha inişte gördü. Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Barınma (Me'va) cenneti onun yanındadır. O zaman (o gördüğünde) Sidre'yi kaplayan kaplıyordu. Göz kaymadı ve (sınırı) aşmadı da. Andolsun ki o Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü." (Necm, 53/12-18)

Sabah olunca Resulullah (s.a.v), olanları ve gördüklerini kavmine anlatıyor. Bunun üzerine kendisini daha çok yalanlamaya ve sıkıştırmaya başlıyorlar. Mesela kendilerine Mescidi Aksa'yı anlatmasını istiyorlar. Allah da onu  gözünün önüne getiriyor ve o da orada gördüğü belli başlı şeyleri anlatıyor. Ama bu durum onların nefretlerini daha da artırıyor ve asla kabul etmeye yanaşmıyorlar.

Dahası hemen koşup alay ederek Hz. Ebu Bekir'e (r.a.) arkadaşının bir önceki gece göklere yükseltildiği haberini veriyorlar. Amaçları, bir tereddüt ve çatlak oluşturmak tabi ki. Ancak o "Bunu eğer o söylediyse doğrudur. Sizin hayret ettiğiniz de bir şey mi? Göklerden kendisine vahiy geldiğini haber verdiğinde de ben ona inanıyorum" diyor. İslam tarihinde müthiş bir iman ve güven örneği olarak anlatılır bu olay. Zaten kendisine de bu yüzden "Sıddık" denilmiş ya.

İslam tarihinde İsrâ ve mirac,  ilâhi bir mucize olduğu kadar Yüce Allah'ın son nebisine, sevgili peygamberimize de bir mükâfatı olarak görülüyor. Zira,  Resulullah (s.a.s.) Mekke'deki tebliğ vazifesinden dolayı müşrikler tarafından çok eziyet görmüştü. Onunla birlikte inananlar tam üç yıl süren ablukada açlık ve mahrumiyetle cezalandırılmıştılar. Ardından amcası Ebu Tâlib'in, kısa süre sonra da mü'minlerin annesi Hz. Hatice (r.anha)'nin kaybı peşpeşe gelmişti. Bu yıllara onun için hüzün yılları deniliyor.

İşte bütün bu sıkıntılardan sonra, isra ve miraç hadisesi onu Rabbine yaklaştırarak mükafatlandırmış olmalı. Çektiği bütün sıkıntılar, içine düştüğü üzüntüler, zorluklar ve yorgunlukları unutturacak bir hoşnutluk hali gibiydi. Çünkü, son peygamber olarak isrâ ve mirac gecesinde karşılaştığı manzaralar, gördüğü âyetler ve kendisine karşı yapılan muamele onun Allah katında ne büyük bir değere sahip olduğunu ortaya koymuştu. Böylesine büyük bir mucize bütün gelmiş geçmiş peygamberler içinde sadece ona özel bir durumdu.

Şehid Seyyid Kutub mirac olayı hakkında şunları söylüyor: "İlâhi gücün ve peygamberlik mertebesinin ne demek olduğunu biraz idrâk edebilenler bu olayda bir gariplik görmezler. İnsanoğlunun sahip olduğu güç sınırlıdır... Ama insanoğlu için zor, kolay veya imkânsız görünen şeylerin hepsi ilâhi gücün önünde aynıdır. Hepsi aynı kolaylıkla gerçekleştirilir. İnsanın miracı anlayabilmesi için önce kendi nefsinde imâni bir yükselişi gerçekleştirmesi gerekir. Bunu gerçekleştirdiği zaman elde edeceği feraset ve basiret onun kâinata bakarak ilâhi gücü anlamasına ve bu güce sahip olan yüce yaratıcının vahiyle desteklediği bir insanın asla yalan söyleyemeyeceğini kavramasına yardımcı olur."

Evet. Hz. Ebu Bekir (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'in vahiy ve mirac konusunda bildirdiklerinin doğruluğundan şüphe etmiyordu. Çünkü o kendi nefsinde imân miracını gerçekleştirmiş bir sadıktı. Kendi nefsinde iman miracı gerçekleştirenin önünden de bütün şüphe ve tereddütler kalkmış oluyor. Ama nefsinde bu miracı gerçekleştiremeyen kimsenin zihni madde dünyasına takılı kalacağından aynı teslimiyeti, aynı feraseti gösterememesi de çok doğal.

Müslüman olarak bizlerin elbette ki  başta namaz hediyesi olmak üzere isra ve mirac olayından çıkaracağımız pek çok şey var. Mesela, Allah Resulü (s.a.s.) kendisine gösterilenleri: 'Acaba insanlar akla yatkın bulurlar mı? Kabul ederler mi?' gibi tereddütlere kapılarak insanlara açıklamamazlık etmemiş. Miraca yükseltildiği gecenin sabahında başından geçenleri insanlara anlatmış. 

İnsanlar akla yatkın bulsalar da bulmasalar da gerçeğin kendisi zaten gerçektir. Demek ki, eğer bilinmesi gerekiyorsa, bir sır değilse ve açıklanması maslahata aykırı değilse mutlaka açıklanmalı.

Mirac kelime olarak "yükselme, yücelme" anlamına geliyor. Bu anlamda, mü'minin imanıyla yücelmesi onun için bir mirac oluyor. Bu mertebe, elbette ki islâm'ın insana kazandırdığı ahlâki ve imâni değerlerle donanmak, İslâm'ın güzelliklerini kendinde toplayabilmekle mümkün. Bu yüzden miraca önce kalple hazırlanmak gerekiyor. Onu yaşamak isteyen her mü'minin kalbini iman ve hikmet sırlarına aykırı kirlerden arındırması, temizlemesi lazım.

Allah Resulü (s.a.s.) bir hadisi şerifinde: "Namaz mü'minin miracıdır" buyurmuş. Ancak namazın gerçekten bir mirac olabilmesi için mü'minin adeta Allah'ı görüyormuşçasına [2] ibadet etmesi gerekiyor. İşte bu ruh ve hisle kılınan namaz gerçekten mü'min için bir mirac olabilir. O zaman mü'min günde beş kere miraca yani Allah'ın katına yükselme mutluluğuna erişir. Günde beş kere miraca yükselebilen mü'minden de iyilikten başka bir şey beklenmez herhalde.

Kendi hayatlarında mirac gerçekleştirebilenler, isra ve mirac ruhunu bir hayat şuuru edinebilenler "iman kardeşliği"nin [3]getirdiği sorumluluğun da farkındadırlar.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in, Miraç Kandili dolayısıyla Kudüs’e yaptığı ziyaret bu nedenle oldukça anlamlı. Filistin Din İşleri ve Evkaf Bakanı Şeyh Yusuf Edais’in resmi daveti üzerine dün Filistin’e giden Görmez, TİKA Başkanlığının Kudüs’te düzenlediği iftar programına da katılmış. 

Görmez, ziyaretinin devamında yaptığı resmi görüşmelerin yanı sıra Sabah ve Cuma namazlarını Mescid-i Aksa’da kılarak örnek bir davranış sergilemiş.

Görmez'in Kudüs ve Mescid-i Aksa ziyareti iman kardeşliğimizi bir kez daha hatırlattı bütün dünyaya. Yayınlamış olduğu Miraç Kandili mesajında yer verdiği görüşlere tüm kalbimizle katılıyoruz: “Eşref-i mahlukat olmanın bilinciyle daha ferasetli bir bakış, daha merhametli bir lisan, daha güzel bir ahlâk, daha ümitvâr bir yürek, daha huzurlu bir dünya için dualarımızı miraca gönderelim.”

İsra ve Miraç hadisesine konu olan Kudüs eskiden beri peygamberler şehri ve o ümmetlerin de kıblesi olarak biliniyor. Belki de Hz. Muhammed (s.a.v)’in bütün gelmiş geçmiş peygamberlerin son varisi olduğunu göstermek için seçilmişti. 

Allah dileseydi, şüphesiz onu Mekke'den de göklere yükseltebilirdi. Ancak İsra ve Mirac olayında Hz. Peygamber (s.a.v)'e refakat eden Cebrâil (a.s.)'in onu önce Kudüs'e getirmesi sonra göklere yükseltmesi bu şehrin taşıdığı mana ve önem dolayısıylaydı. Demek ki, Yüce Allah son peygamberi Hz. Muhammed (a.s.m)'in Kudüs'ü ziyaret etmesini ve bu peygamberler şehrindeki ilâhi âyetlere şahit olmasını dilemişti.

Kudüs kurulduğu günden bu yana vahyi, ilahi tebliği ve peygamberlik müessesesini temsil etmiş mübarek bir mekan. Çok sayıda peygamber hayatlarının en azından bir bölümünü bu kadim şehirde geçirmiş. 

Tarihi kaynaklardan, tefsir kitaplarında yer alan rivayetlerden ve hadislerde verilen bilgilerden Mescidi Aksa'nın ilk şeklinin Hz. Süleyman (a.s.) tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor.Ancak, Mescidi Aksa'nın Hz. Zekeriya zamanındaki şekli bile Hz. Süleyman (a.s.)'ın inşa etmiş olduğu mabedin aynısı değildi. [4] 

Çünkü Hz. Süleyman (a.s.)'ın inşa ettiği mabed bir süre sonra yıkılmış daha sonra yerine inşa edilen mabedler de birkaç kez yıkıma uğramış. Mescidi Aksa'nın bugünkü şeklinin inşası ise Emevi halifelerinden Abdülmelik bin Mervan zamanında başlatılmış ve oğlu tarafından bitirilmiş.

Bu nedenle müslümanlar için en kutsal ikinci mekan [5] özelliği taşıyor. Aslında, genel olarak Mescid-i Aksa denildiğinde ilk akla gelen yapı üzerindeki altın kubbeli yapı oluyor. Çünkü Kubbetüs Sahra bugün Mescid-i Aksa ile bütünleşmiş durumda. Ancak Mescid-i Aksa tepenin üzerindeki yerleşkenin tamamına verilen bir isim. Kubbetüs Sahra bu yerleşke içindeki yapılardan sadece biri. 

Yapının tam karşısında El Aksa camisi var. Müslümanlar kutsal kabul ettikleri muallak taşı üzerine Kubbetüs Sahra'yı inşaa etmişler. Muallak taşı da müslümanların Hz. Muhammed'in s.a.v) miraca yükseldiğine inandıkları tapınak tepesinin merkezindeki kaya parçası oluyor. 

Onu Yahudiler de kutsal kabul ediyorlar ve başlangıç kayası diye adlandırıyorlar. Onlara göre de Kudüs mabedi bu kaya üzerindedir. Çünkü, Muallak Taşının bulunduğu tepe üzerinde eskiden Kudüs Tapınağı varmış. 

Müslümanlara göre ise mevcut yapılar Süleyman peygamber döneminde inşaa edilen yapıların devamı niteliğinde. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v)’in, asırlardır peygamberlerin kıblegâhı olan Kudüs’e uğradıktan sonra, Miraç’ta namaz hediyesini alması sebepsiz değil.

Miracınız kutlu, ibadetleriniz makbul, dualarınız kabul olsun inşallah. Ama, isra ve mirac mucizesinde seçilen mübarek belde Kudüs'ü ve garip Mescidi Aksa'yı da düşünmeden geçmeyin. Acılı, mahpus, en tabi özgürlükleri bile kısıtlanan Filistin'li kardeşlerinizi de unutmayın... 



[1] Kur'an-ı Kerim'in bazı yerlerinde de bu mescidden ismi anılmaksızın söz edilmektedir. "Bunun üzerine (Zekeriya a.s.) mescidden kavminin karşısına çıkıp onlara: "Sabah ve akşam tesbih edin" diye işaret etti." (Meryem suresi 11. Ayet) "Rabbi onu (Meryem'i) güzel bir kabulle kabul etti; güzel bir şekilde yetiştirip büyüttü ve onun bakımını Zekeriyya'nın yükümlülüğüne verdi. Zekeriyya ne zaman onun bulunduğu mabede girse yanında yiyecek bulurdu. "Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?" derdi. O da: "Allah'ın katındandır. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verir" derdi." (Ali İmran suresi, 37. Ayet) "Onun (Zekeriyya (a.s.)'ın) mihrabda namaz kılmakta olduğu sırada melekler kendisine, "Allah sana, Allah katından olan Kelime'yi doğrulayıcı, efendi, kendine hakim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdelemektedir" diye seslendiler." (Ali İmran suresi, 39. Ayet) Bu ayetlerde sözü edilen ma'bed, mihrap ve mekan Mescidi Aksa'dır.
[2] Nitekim Resulullah (s.a.s.) bu hususa da bir başka hadisi şerifinde şöyle işaret ediyor: "İhsân, Allah'a adeta O'nu görüyormuşçasına ibadet etmendir. Sen her ne kadar O'nu görmüyorsan da O seni görüyor."
[3] Hadisi şerif: "Mü'minlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine acımadaki örnekleri adeta bir beden örneğidir. Onun bir organı rahatsız olduğunda diğer organları da uykusuzluk ve ateşle ona katılır"
[4] Aynı şey Kabe için de söz konusudur. Bugünkü Kabe de Hz. İbrahim (a.s.)'in inşa ettiği Kabe değildir. Ama o bina orada Allah'a kulluk görevinin yerine getirilmesi konusunda belirlenen bir işaret, bir toplanma noktasıdır. Yani Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle Allah'ın şe'airindendir. Mekke müşrikleri de Kabe'ye sahip çıkıyorlardı ama onu inşa ediliş amacına ters bir şekilde, içini putlarla doldurarak kullanıyorlardı.
[5] Buhari ve İbnu Mace'nin nakletmiş olduğu bir hadisi şerifte Ebu Zer (r.a.)'in şöyle dediği bildirilmiştir: "Resulullah (a.s.)'a, yeryüzüne konulmuş olan ilk mescidin hangisi olduğunu sordum. "Mescidi Haram" diye buyurdu. "Sonra hangisi?" dedim. "Mescidi Aksa" diye buyurdu. "İkisi arasındaki süre ne kadardır?" diye sordum. Şöyle buyurdu: "Kırk yıl. Sonra bütün yeryüzü senin için mesciddir. Nerede namaz vaktine girersen orada namaz kıl." (Buhari, Kitabu Ehadisi'l-Enbiya, 60/40; İbnu Mace, Kitabu'l-Mesacid ve'l-Cemaat, 4/7)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder