13 Mayıs 2015 Çarşamba

228 13 Mayıs 2015 Salı 15:56 ANKARA HASTALIKLARI....................Ankara'yı didiklemek (5)


Ankara'yı didiklemek (5)

Oturduğumuz yerden politik dedikodu yapmak çoğumuzun vazgeçemediği bir alışkanlık. Okuduğumuz gazeteler, seyrettiğimiz tv yayınları bu alışkanlığımızı besler. Nasıl düşünmemiz gerekiyorsa öyle düşünür, ne söylememiz lazımsa onu konuşuruz. Üstümüze çöken bu algı bulutunun içinde "aslında ne ?" sorusu pek aklımıza gelmez. 

Biraz okumuş yazmış olanlarımızın politik muhabbeti biraz da entellektüel bir kibirle yüklüdür. Hatta politik didişme kesmez onları. Daha yüksek perdeden, siyaset üzerine eleştiri yapmaktır onların tercihleri. Başbakan hakkında, Cumhurbaşkanı hakkında, meclis, cumhuriyet ve demokrasi hakkında yorum getirip konuşmak bir aydın olma hakkıdır onlar için.  Bu konularda çalakalem yazmaksa doğal bir gerekliliktir adeta. 

Fakat, iktidar nasıl bir olgudur ? Mesela insan ve toplum üzerine çöken bir "lanet" mi, yoksa kurtuluşu sağlayan bir "güç" müdür ? Nasıl oluşur ve nasıl işler ? İnsan ve toplum üzerinde ne gibi etkileri olur ? Hangi hastalıklara neden olur ? Bu sorular üzerinde pek kafa yormazlar. Gündelik gürültü patırtı leğeninde yüzmektir yaptıkları. Oysa, deniz hakkında, hatta okyanus hakkında düşünmektir aydın olmanın sorumluluğu. 

Biraz kafamızı kaldırıp baksak, bütün bu soruların çok uzun zamandan beri insanlığın özellikle de aydınların gündeminde olduğunu görebiliriz. 

Politikacılar için iktidar ele geçirilmesi gereken bir güçtür. Her dönemde varlıklarının sebebi, çabalarının anlamı bu olmuştur. Ama görünen o ki aydınlar için durum biraz karışık. Kimisi reddetmiş, kimi mücadele edilecek bir hedef olarak görmüş kimi de onun teorisyenliğine soyunmuştur. Zaman zaman cazibesine kapılıp iktidarın bir parçası oldukları da bir gerçek. Mesafeli olduklarında bile hiçbir zaman görmezlikten gelememişler.

Fransız düşünür, sosyal teorist, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog ve sosyolog  Foucault'a göre iktidar, dağılmış, belirsiz, şekilsiz, öznesiz bir olgudur ama bireyleri etkiler ve toplumsal kimliği kendisine göre şekillendirir.

Genç bir yazarımızdan iktidar olgusu hakkında farklı şeyler okudum. Anlattığı kıssada safderun bir adam, bir arife soruyor: “Rüyamda filanca şeyhi cehennemde, hükümdarı ise cennette gördüm; bunun manası nedir?” Arif cevap veriyor: “Hükümdar cennete gitti, çünkü şeyhe hürmet ediyordu. Şeyh cehenneme gitti, çünkü hükümdarla uzlaştı.”

Bu anektod kuşkusuz bizden bir bakış açısı. İktidar gücünün aydınlara kulak vermesini ancak aydınların iktidara bulaşmamasını öğütlüyor. Çıkan sonuç; "Aydın, iktidara eyvallah etmez." Çünkü; "iktidar bir lanettir. Yıllarca kendini Tanrı zanneder. Sonra kuyruğu titretir, ölür gider. Sonu bu kadar acıklı ve basittir. Entelektüel bunu bilir. Muktedire, Tanrı olmadığını hatırlatır."

Peki, gerçekte iktidar bir lanet mi ? Entelektüel iktidara ve muktedire mutlaka mesafeli mi olmalıdır ? Belli ki bu konuda Michel Foucault farklı düşünüyor. O daha çok toplumdaki daimi doğruları inceleyen bir filozof. Bütün çalışmalarını modernitenin bireyler üstündeki etkisi ve getirdiği yeni iktidar ilişkileri üstüne kurmuş. 1970'lerin başından itibaren Foucault, modern iktidarı, hiçbir şekilde temsili özelliği olmayan ve anti-hümanist yönü ağır basan bir süreç olarak ele alıyor.

Foucault'a göre iktidar "her şeyi düzenlemektedir ama mutlak değildir. Parçalanmıştır, çoğulcudur ve beraberinde direnmeyi ve mücadeleyi de getirmektedir. Ancak, iktidar sadece bastırma, sınırlama yada yasaklama olarak da algılanmamalıdır. İktidar kendi gerçekliğini, üzerinde olduğu alanı ve haklılaştırma mekanizmalarını üretir."

Genç yazarımıza göre  'haklı çıkmak veya haklı görünmek' muktedirleri utanmaz yapıyor. Utanmıyorlar, çünkü: haklı çıkmak veya haklı görünmek onlara yetiyor. Mesela bir yolsuzluğu ‘resmen’ örttüklerinde haklı çıktıklarını sanıyorlar. Fakat ‘haksızlık etmemek’ gibi bir hassasiyetleri yok. Böylece mevki ve yetki sahibi olmak için, şahsiyetsizliği de kabul etmiş oluyorlar.

Görüldüğü gibi bu görüş, asla Foucault gibi gerçeği aramıyor. Bulduğu her fırsatta iktidara yüklenen, evrensel doğrular yerine politik demogojiyi tercih eden bir tavır içinde. Tabiri caizse o da 'Ankara'yı didikleme'  şehvetine yenik düşmüş. Aslında anlattığı kıssa ile de ters düşmüş durumda. Hükümdar yani iktidarla uzlaşmamak saygı duyulacak bir tercih. Ancak, uzlaşmamak onunla didişmek anlamına da gelmez değil mi ?

Şeyhin hükümdara yol göstermesi, ya da yanlışa düşmemesi için çaba göstermesi beklenir, onunla cedelleşmesi değil. Şeyhe hürmet edilmesi iktidarla uzlaşmasından daha çok her halukarda doğruları söylemesinden ileri gelir. Muktedirin saygısını kazanmak yerine, onunla bir politikacı gibi münazara içinde olmak en az uzlaşmak kadar düşük bir durum bence. 

Utanmak, bir ahlaki değerdir. Ahlakı olmayan adamın hicap duygusu da olmaz zaten. "Ayıp !" ölçüsüne bile saygı duymaz. Bunun salt muktedir olmayla, güç ya da otoriteyle de doğrudan bağlantısı yoktur. Foucault'a göre zaten "İktidar kendi gerçeklerini ve olumlularını öğreten bir yapıdır. Kendi haklılığını üretir. Neyin yapılıp neyin yapılmayacağına karar verir ve kurumları aracılığıyla bunları denetler."

Yani, iktidar evrensel bir olgudur. Sadece bizim ülkemizde görülen, yeni icad edilmiş bir kavram değildir. Kendi doğası, işleyişi ve eylemleri olur. İktidar kavramıyla ahlak değerlerini yan yana getirmeye başladığınızda işler sarpa sarıyor. Ahlaki değerler ve inanç insanidir. Kurumlar ve devlet ahlaklı ya da iman sahibi olmazlar. Onları oluşturan insanların genel özellikleri kurumsal uygulamalarına yansır. 

Bu tür kavram karmaşasına en iyi cevap hukuk olmalıdır. Çünkü hukuk, insanlık aleminin tecrübesinden süzülmüş yasal normlar kadar toplumu oluşturan insanların ahlak, örf, gelenek ve görenekleriyle de etkileşim içindedir. 

Evet, herkes gibi bir iktidar da kendini haklı çıkarmak ister. Hatta varsa yolsuzluklarını ‘resmen’ örttükleri de bir vakıa. Öyle görünme ya da haklı gösterme çabasına siyaset deniyor zaten. 

Ancak, hiçbir şey gizli kalmıyor ve muktedirlerin temiz olup olmadıkları insanların vicdanında karşılığını buluyor. Nihayet, sonuçlar sandığa da böyle yansıyor ve haklı/haksız çizgisi orada ayrışıyor. Buna da demokrasi deniyor işte.

Barsakları dağılmış, bütün kirli çamaşırları meydanda bir iktidar düşünebilir misiniz ? Yolsuzluğa batmış bir iktidar, en otoriter, en zalim bir diktatör bile olsa bu çağda devrilir gider. Fakat ‘haksızlık etmemek’ gibi bir hassasiyete sahip olması gereken o siyaseti yapan, devlette görev alan ve liderlik eden kişilerdir.

Genç yazarımızın da ifade ettiği gibi 'resmen' haklı bile olsalar toplum vicdanında mahkum olurlar. Hele de "Mevki ve yetki sahibi olmak için, şahsiyetsizliği kabul etmek" çok da fazla gizlenemez. İnsanların sadece iki gözü iki kulağı yoktur, kalp gözü denilen bir şey daha var. Bunun da dikkate alınması gerekiyor. Bilhassa mü'minin ferasetinden sakınmak lazımdır. O baktığında "aslında ne varı" görebilendir. Açık olanı herkes görür, bilir. Mesele gizlenen, örtülen şeyleri görebilmektir. Emin olun, hissedilen, fark edilen şeyler de genellikle böyle hallerdir.

İlginçtir; Foucault, iktidarın kaynağını belli bir yapı ya da belli bir merkez, tepe noktasındaki bir kuruma yerleştiren bütün çözümlemeleri de reddetmiş

Bu bağlamda, iktidar düzenekleri, teknikleri ve iktidar yordamlarının burjuva sınıfı tarafından icat edilmediğini ve bunların etkili tahukküm biçimlerini uygulamaya çalışan belirli bir sınıfa da ait olmadığını söylemiş. Bu açıdan Marksizm'i de eleştirmiş oluyor.

Ona göre "iktidar her yerdedir. Çünkü her yerden gelmektedir. İktidar hiyerarşik bir güç, merkez ya da bir özne değildir. Sayısız ilişki örgüsü olan, önceden kestirilemeyen bir şebekedir. Bunun yanında belli kişilerin mülkiyetinde de değildir. İktidar öyle bir ilişkiler şebekesi veya yumağıdır ki burada kişiler iktidarın hem ürünü hem de uygulayıcılarıdırlar. Ayrıca iktidarın sadece yasaklayıcı yönü olmayıp aynı zamanda toplumun bütün kurumları ve boyutlarını dolaşan kılcal damarlar ile olumlayıcı-üretici yönü de vardır."

Foucault'a göre toplumsal iktidarın üç biçimi var. Ekonomik iktidar, 'nadir olan mal veya üretim kaynaklarını elinde tutup diğerlerinin emek gücüne sahip olmak' anlamına geliyor. İdeolojik İktidar ise, 'bir otorite tarafından desteklenen belirlenmiş bir yapıya ait fikirleri ve inançları elde tutmak' demek. Siyasal iktidar türü, daha çok 'yasal, fiziksel, bürokratik yetki kullanmayı mümkün kılan bir takım donanımlara sahil olma' hali oluyor.

Foucault modern toplumlarda iktidarın, bireysel bir takım özelliklere göre değil, soyut bir takım kurallar doğrultusunda işleyen gayr-i şahsi yönetsel bir makineye bağlı olduğu iddiasında. 

Buna göre iktidar, insan hayatının her aşamasına yerleşen bir olgu. Toplumsal örgütlenme akılcılık tarafından değil bizzat iktidar tarafından oluşturuluyor. 

Bu anlamda iktidar görülmeyen bir güç. Tıpkı Weber'in bürokratik örgütlerinde olduğu gibi. Güç iktidar makinasının bizatihi kendisinde.

İktidar olgusu neticede kendi gerçeklerini ve olumlularını öğreten bir yapı. Neyin yapılıp neyin yapılmayacağına karar veriyor ve kurumları aracılığıyla bunları denetliyor. İktidar öylesine bir ilişkiler yumağı ki burada insanlar hem iktidarın ürünü hem de uygulayıcıları oluyorlar. İktidar her yerden doğduğu için belli bir yerde değil her yerde görünüyor. İnsan yaşamının tüm seviyelerinde var ve onu adeta sarmış durumda.

Peki "Entelektüeller ile muktedirler arasındaki ilişki nasıl olmalı?" Foucault bu konuda şöyle diyor: "iktidarın var olması bilgisiz mümkün değildir. Fakat aynı zamanda bilginin iktidara yol açmadan var olması da imkansızdır."

Genç yazarımız bu konuda Foucault kadar objektif ve tarafsız değil. Belli ki bizdeki iktidar-aydın ilişkilerinde rahatsız olduğu bir çok uygulama var. Bunları hiç de nazik olmayan bir üslupla höykürüyor: "Bizde ise hükümdarın entelektüele, yazara, sanatçıya, bilim insanına, arife… zerre kadar hürmeti yok."

Kılıcı iki taraflı kesiyor. Aydınlara  da söyleyecekleri var: "Bununla birlikte hükümdarla (iktidarla) uzlaşmaya can atan bir sürü herif var." Bu üslup o kadar kaba ve sivri ki mülakatı yapan gazeteci "ama" der gibi oluyor. Peki "Hükümete hiçbir konuda katılmamak mı gerekiyor?"

Cevap bu defa oldukça şiirsel, romantik ve asilce. "Aydın, iktidara eyvallah etmez.Bunu yapabilmesi için de, entelektüelin yoksulluktan ve yalnızlıktan korkmaması gerekir. Entelektüelin, ‘âkil insan’ın, alimin, arifin, yazarın… kalbindeki karar bu olmalıdır: “Yoksulluktan ve yalnızlıktan korkmuyorum!” Kitleler bunu diyemez. Bu, aydınların sözüdür."

Kurt gazeteci genç yazarımızın bu şık volesini göğsünde yumuşatıp Aktör Tamer Karadağlı’nın önce “Sayın Cumhurbaşkanı’ndan korkuyorum” deyip bir gün sonra “Onun müthiş karizması çok etkileyici” gibi sözler söylemesi ne anlama geliyor?" diye soruyor.

Bu sözler istenen golü atması için genç yazarımızın önüne yuvarlanıvermiş bir pas gibi. Zaten, aldığı cevap ta tam istediği gibi oluyor. Genç yazarımıza yakışan zekice bir kelime oyunu bu: "Gayet tutarlı. İkinci açıklama, Sayın Karadağlı’nın gerçekten çok korktuğunu gösteriyor."

Bu arada Tamer Karadağlı’nın hoyratça çizilmiş olması kimin umurunda. Bu da nihayet aydın tarzı bir dedikodu çeşidi. Genç yazarımız iktidara karşı gayet asil bir duruş, direnç sergileme çabası içinde ama cevap hakkı olmayan bir sanatçıya karşı hiç de benzer bir asalet göstermiyor.

İktidar olgusu, politik gevezeliklerin dışında üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir kavram. Nasıl ki iç politika ile ülke ve dünya siyasetini birbirine karıştırmamak lazımsa, salt iktidar kurumunun bir partiye, lidere ya da konjonktüre ait olmadığını da anlamak gerekiyor. Sapla saman birbirine karıştığında gerçekler görülemiyor. Doğrular ve yanlışlar birbirinden ayırd edilemez hale geliyor.

Oysa, her zaman hakikate yalnız gerçeğe ihtiyacımız var. Bunun için de doğru zeminde, doğru araçlarla düşünmemiz gerekiyor. Ülkemizde bugün için iktidarı sembolize eden Ankara'yı didikleme kolaycılığından vaz geçmeliyiz. 

Söylediğimizde kelimeler yele karışıp savrulmamalı, yazdığımızda buz üzerinde yitip gitmemeli. Belki böyle olduğunda eğriyi de doğruyu da görüp anlayabiliriz. O vakit, bu hakikatler yüzüne vurulsa "hakka" saygı gösterecek muktedirlere de belki sahip olabiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder