3 Temmuz 2014 Perşembe

166 04 Temmuz 2014 Cuma 06:27 ŞİİR VE TÜRKÜ.............................Uyan ey gözlerim gafletten uyan!

Uyan ey gözlerim gafletten uyan! / Uyan uykusu çok gözlerim uyan


Kanun solisti, Türk müziği orkestra-koro yönetmeni ve besteci Ruhi Ayangil [1] hoca 1980'lerde British Museum'un tozlu raflarında tesadüfen bir beste bulur. Sözleri ve bestesi olağanüstü güzeldir. Hoca bu eseri yeniden notaya alıp repertuarına alır ve seslendirir.  Çok beğenilir ve Avrupa’da bile ödül alır bu ilahiyle.

Bu güzel şiiri çeşitli formlarda hemen herkes dinlemiştir. Ancak yukardaki ilginç öykü gibi şiirin yazarı, bestekarı ve hikayesi pek bilinmez. Güftesi 460 yıl önce bir sabah vakti zamanın Osmanlı Sultanı [2] tarafından yazılmış ve polonya asıllı biri tarafından bestelenmiştir.

Yanlış okumadınız bu şiir III. Murad 'a aittir ve o devrin en büyük bestekarı, polonya asıllı Ali Ufkî bey [3] tarafından notaya alınmıştır.  Eserin yazarı padişah III. Murad, aslında Muradî mahlâsını kullanan şair bir sultandır. Bir padişah tarafından yazılmış güfteyi besteleyense asıl adı "Wojciech Bobowski" olup sonradan ihtida ederek "Ali Ufkî" adını alan bir Polonyalıdır. Bu bestekar aynı zamanda Osmanlı musikisini notalara döken ilk kişi olarak da biliniyor.  Ancak her nasılsa bu bestenin notaları 1800'lü yılların sonlarında kaybolmuş ve eser unutulmuş. Ta ki 1980 yılında Londra’da bulunana kadar…

Bu dünya fanidir sakın aldanma / Mağrur olup tac-u tahta dayanma / Yedi iklim benim deyu güvenme / Uyan ey gözlerim gafletten uyan! / Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Müthiş değil mi ? Bir padişahin kendi kendisine ihtarı, nasihatı var bu dizelerde. Nasıl olmuş da bunları yazmış ? Hikayenin o tarafı da ilginç.

Osmanlı Sultanı III. Murat Han bir gün sabah namazında uyanamamış. Bunu çok önemseyen ve  kıl(a)madığı bu sabah namazına fazlasıyla üzülen padişah “Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan” adlı işte bu şiiri kaleme almış. Anlaşılan üzüntüsü onu derin bir muhasebeye sokmuş ve Allah’ın huzuruna çıkmadan o kendi nefsini hesaba çekmiş.

Uyan ey gözlerim gafletten uyan! / Uyan uykusu çok gözlerim uyan / Azrail’in kastı canadır, inan / Uyan ey gözlerim gafletten uyan! / Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Böylece o bir Sultan bile olsa, “Uyan ey gözlerim gafletten uyan!...” hitabıyla, ahir ömrünü muhasebe edip tehlikenin kenarında olduğunu düşünmüş. Bu arada Allah’a ve Rasûlü’ne inanan mü’minlere sema kapılarının açılarak rahmet suyu saçılacağını da hatırlatmayı ihmal etmemiş.

Semâvâtın kapuların açarlar / Mü’minlere rahmet suyun saçarlar…/ Seherde kalkana hülle biçerler / Uyan ey gözlerim gafletten uyan! / Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Seher vakitlerinin [4] bizim kültürümüzde önemli bir yeri var. Örneğin burada “Seherde kalkana hülle biçerler” den kasıt Cennet elbisesi oluyor.  Böylece şair sultan seherlerde kalkmanın önemini de vurgulamış.

Seherde uyanırlar cümle kuşlar.../ Dill-u dillerince tesbihe başlar.../ Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar…/ Uyan ey gözlerim gafletten uyan!.../ Uyan uykusu çok gözlerim uyan…

Şair, ikinci kıtaya, seherlerde Rablerini tesbih eden kuşları örnek vererek giriyor. “Bakın, onlar bile kendi dillerince yaradan’larını zikrediyor, canlı ve cansız varlık âlemi O’nu tesbih ediyor, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’a hamd ve korku ile boyun eğmiş, hemen hepsi yorulmadan ve büyüklenmeden kemâl sıfatlara sahip ilmi, kudreti her şeyi kuşatmış olan Allah’ı tesbih ve tevhid ediyorlar” diyor.

Son olarak dünyanın faniliğini, taç-u tahtın, saltanatın, malın mülkün, servetin geçiciliğini hatırlayan koca Sultan Allah’a sığınıyor, Rabbinden bağışlanma istiyor. Son arzusu ise, “Rasûl’ün sancağı dibinde haşredilmek” tir.

Benim, Murad kulun, suçumu affet / Suçum bağışlayub günahım ref’ et / Rasûl’ün sancağı dibinde haşret / Uyan ey gözlerim gafletten uyan! / Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Muhtemelen bu şiir, Sultan da olsa bir insan ve kul olarak sabah pişmanlığında iki büklüm halde yazılmıştır. Nedeni ise kaçırdığı sabah namazı ve Allah Korkusu. O yüzden tekrar tekrar uykudan açılmayan gözlerini gafletten uyanmaya çağırmış. Dünyanın geçiciliğini, mala, mülke, makama yaslanmanın güvenli ve doğru bir yol olmadığını hatırlamış.

Arapça ve Farsça ağırlıklı o günkü Osmanlıca Türkçesi’ni düşünürsek bu şiirin gayet sade [5] bir dille yazıldığını söyleyebiliriz. Bugün dahi kolayca anlaşılabiliyor. Ayrıca bu müstesna şiirin Türk tasavvuf musikisi makamlarında muhtelif besteleri var. Bu topraklarda asırlardır söyleniyor.

Siz de benim gibi yapın. Ramazanda bir seher vakti, kuşların zikir armonisi eşliğinde, havadaki o serin ve taze iklimi hissederek bu yazıyı yine okuyun. Bir yandan da o besteyi bir kez de Mustafa Ceceli'den dinleyin. Bedeninizi saran ve sarsan farklı bir duygu depremi yaşayacaksınız.
--------------------------------
[1] İ.Ü hukuk fakültesi mezunu. Fakülte yıllarında istanbul belediye konservatuarına devam etti. Daha sonra özel olarak cemal reşit rey´le piyano, armoni ve kompozisyon çalıştı. Kanun solisti, türk müziği orkestra-koro yönetmeni ve besteci olarak, makam temeline dayalı türk müziğinin geliştirilmesi çalışmalarına katkıda bulunmayı amaçlayan ayangil, klasik ve modern çığırdaki türk müziği seslendirmeleri ile dikkat çekti. Film ve oyun müzikleri ile başlayan (1980) bestecilik çalışmalarında da makam temeline dayalı besteleme tutumunu benimseyen ayangil'in fehim paşa konağı (oyun müziği; 1992) ve yorgun savaşçı ; (film müziği; hbb tv 1994); müzikleri ilgi derleyen çalışmalar olmuştur. Yurt içi ve dışında bir çok konser veren ayangil'in sesli yayınları arasında; alnar / kanun konçertosu; ali ufki / uyan ey gözlerim; tura / tura şarkıları; tura / şeyh galib´e saygı kantatı; lp, mc ve cd'leri yer almaktadır. Çalışmaları, Türkiye yazarlar birliği 1988 yılın sanatçısı; ve hürriyet-jayceess; kültürel başarı türkiye birinciliği; ödülleri ile ödüllendirildi. Ayangil, yıldız teknik üniversitesi sanat ve tasarım fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yaptı.
[2] II. Murad'ın babası, Kanunî Sultan Süleyman’ın oğlu II. Selim’dir. Annesi ise Nurbanu Sultan’dır. 1546’da Manisa’nın Bozdağ Yaylağı’nda dünyaya gelen Şehzade Murad, Akşehir ve Manisa Sancak Beyliği yaptı. On ikinci padişah olarak 15 Aralık 1574’te Osmanlı tahtına çıktı. 21 sene tahtta kalan III. Murat, 1595'de 49 yaşında iken vefat etti. Mezarı Ayasofya Camii hazîresindedir. Aynı zamanda şair olan III. Murad, Muradî mahlâsıyla şiirler yazmıştır. Türkçe, Arapça ve Farsça divanları bulunmaktadır. Ayrıca 1593’de yazdığı ve tasavvufî inceliklerle dolu "Fütuhât-ı Siyâm" isminde mühim bir eseri ile Şemseddin Sivasî tarafından şerhedilen "Esrarnâme" adında diğer bir eseri daha vardır.
[3] Ali Ufkî Bey (1610-1675), Klasik Türk musikisi bestekârı, santûrî, müzikolog ve "Mecmua-i Sâz ü Söz" adlı nota ve güfte mecmuasının müellifidir. Leh (Polonya) asıllı olup, 1610 yılında doğmuştur. Kırım Hanlığı ordusu tarafından bir savaşta esir alınmış ve İstanbul'a gönderilmiştir. Asıl adı "Wojciech Bobowski" idi. Daha sonra ihtida ederek "Ali Ufkî" adını aldı. Enderunda eğitim gördü ve görev yaptı. Çeşitli Türk sazlarını ve bilhassa "santûrî" olarak anılacak derecede santûr çalmayı öğrendi. Kendisine "Bey" ünvanı verildi. Eserlerinde kendisinden daima "Ali Ufkî Bey" olarak bahsetmektedir. Bir rivayete göre 1676 yılında, bir başka ve daha kuvvetli rivayete göre ise 1685 yılında öldü.
[4] Nitekim; “(Bunlar), ‘Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru!’ diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah'tan) bağışlanma dileyenlerdir.”(8) buyrularak seher vaktinde bağışlanma dilemek, öneminden dolayı âyet-i celîlede zikrediliyor. Seher vaktinde yatmamak, sabah namazını kıldıktan sonra da güneşi üzerine doğdurmamak, geçen bu süre zarfında ibadet-i taatla, tevbe-i istiğfarla, tesbih, tenzih ve tehlille meşgul olmak âdâb-ı sünnettendir. Ayrıca Sabah namazının sünneti ve farzı arasındaki vakitte de bu şekilde hareket etmek sünnettir.
[5] Şiirin sade bir dille yazılması onun kıymetsizliğine işaret değildir. Bu şiir kolay ve sade göründüğü hâlde, bulunup söylenmesi ve taklidi zor olan ‘sehl-i mümtenî’ bir tarzda kaleme alınmıştır.

1 yorum: