Uyan ey gözlerim gafletten uyan! / Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Kanun solisti, Türk
müziği orkestra-koro yönetmeni ve besteci Ruhi Ayangil [1] hoca 1980'lerde British Museum'un
tozlu raflarında tesadüfen bir beste bulur. Sözleri ve bestesi olağanüstü
güzeldir. Hoca bu eseri yeniden notaya alıp repertuarına alır ve
seslendirir. Çok beğenilir ve Avrupa’da
bile ödül alır bu ilahiyle.

Yanlış okumadınız bu
şiir III. Murad 'a aittir ve o devrin en büyük bestekarı, polonya asıllı Ali
Ufkî bey [3] tarafından notaya alınmıştır. Eserin yazarı padişah III. Murad, aslında
Muradî mahlâsını kullanan şair bir sultandır. Bir padişah tarafından yazılmış
güfteyi besteleyense asıl adı "Wojciech Bobowski" olup sonradan
ihtida ederek "Ali Ufkî" adını alan bir Polonyalıdır. Bu bestekar
aynı zamanda Osmanlı musikisini notalara döken ilk kişi olarak da
biliniyor. Ancak her nasılsa bu bestenin
notaları 1800'lü yılların sonlarında kaybolmuş ve eser unutulmuş. Ta ki 1980
yılında Londra’da bulunana kadar…
Bu dünya fanidir sakın aldanma / Mağrur olup tac-u tahta dayanma / Yedi
iklim benim deyu güvenme / Uyan ey gözlerim gafletten uyan! / Uyan uykusu çok
gözlerim uyan
Müthiş değil mi ? Bir padişahin kendi kendisine
ihtarı, nasihatı var bu dizelerde. Nasıl
olmuş da bunları yazmış ? Hikayenin o tarafı da ilginç.
Osmanlı Sultanı III.
Murat Han bir gün sabah namazında uyanamamış. Bunu çok önemseyen ve kıl(a)madığı bu sabah namazına fazlasıyla
üzülen padişah “Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan” adlı işte bu şiiri kaleme
almış. Anlaşılan üzüntüsü onu derin bir muhasebeye sokmuş ve Allah’ın huzuruna
çıkmadan o kendi nefsini hesaba çekmiş.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan! / Uyan uykusu çok
gözlerim uyan / Azrail’in kastı
canadır, inan / Uyan ey gözlerim
gafletten uyan! / Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Böylece
o bir Sultan bile olsa, “Uyan ey gözlerim gafletten uyan!...” hitabıyla, ahir
ömrünü muhasebe edip tehlikenin kenarında olduğunu düşünmüş. Bu arada Allah’a
ve Rasûlü’ne inanan mü’minlere sema kapılarının açılarak rahmet suyu
saçılacağını da hatırlatmayı ihmal etmemiş.
Semâvâtın kapuların açarlar / Mü’minlere rahmet suyun
saçarlar…/ Seherde kalkana hülle biçerler / Uyan ey gözlerim gafletten uyan! /
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Seher vakitlerinin [4] bizim
kültürümüzde önemli bir yeri var. Örneğin burada “Seherde kalkana hülle
biçerler” den kasıt Cennet elbisesi oluyor.
Böylece şair sultan seherlerde kalkmanın önemini de vurgulamış.
Seherde uyanırlar cümle kuşlar.../ Dill-u dillerince
tesbihe başlar.../ Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar…/ Uyan ey gözlerim
gafletten uyan!.../ Uyan uykusu çok gözlerim uyan…
Şair,
ikinci kıtaya, seherlerde Rablerini tesbih eden kuşları örnek vererek giriyor.
“Bakın, onlar bile kendi dillerince yaradan’larını zikrediyor, canlı ve cansız
varlık âlemi O’nu tesbih ediyor, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’a hamd
ve korku ile boyun eğmiş, hemen hepsi yorulmadan ve büyüklenmeden kemâl
sıfatlara sahip ilmi, kudreti her şeyi kuşatmış olan Allah’ı tesbih ve tevhid
ediyorlar” diyor.
Son
olarak dünyanın faniliğini, taç-u tahtın, saltanatın, malın mülkün, servetin
geçiciliğini hatırlayan koca Sultan Allah’a sığınıyor, Rabbinden bağışlanma
istiyor. Son arzusu ise, “Rasûl’ün sancağı dibinde haşredilmek” tir.
Benim, Murad kulun, suçumu affet / Suçum bağışlayub
günahım ref’ et / Rasûl’ün sancağı dibinde haşret / Uyan ey gözlerim gafletten
uyan! / Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Muhtemelen bu şiir,
Sultan da olsa bir insan ve kul olarak sabah pişmanlığında iki büklüm halde
yazılmıştır. Nedeni ise kaçırdığı sabah namazı ve Allah Korkusu. O
yüzden tekrar tekrar uykudan açılmayan gözlerini gafletten uyanmaya çağırmış.
Dünyanın geçiciliğini, mala, mülke, makama yaslanmanın güvenli ve doğru bir yol
olmadığını hatırlamış.
Arapça ve Farsça
ağırlıklı o günkü Osmanlıca Türkçesi’ni düşünürsek bu şiirin gayet sade [5] bir dille yazıldığını
söyleyebiliriz. Bugün dahi kolayca anlaşılabiliyor. Ayrıca bu müstesna şiirin
Türk tasavvuf musikisi makamlarında muhtelif besteleri var. Bu topraklarda
asırlardır söyleniyor.
Siz de benim gibi yapın. Ramazanda bir seher vakti, kuşların zikir armonisi eşliğinde, havadaki o serin ve taze iklimi hissederek bu yazıyı yine okuyun. Bir yandan da o besteyi bir kez de Mustafa Ceceli'den dinleyin. Bedeninizi saran ve sarsan farklı bir duygu depremi yaşayacaksınız.
--------------------------------
[1] İ.Ü hukuk fakültesi mezunu. Fakülte yıllarında
istanbul belediye konservatuarına devam etti. Daha sonra özel olarak cemal
reşit rey´le piyano, armoni ve kompozisyon çalıştı. Kanun solisti, türk müziği
orkestra-koro yönetmeni ve besteci olarak, makam temeline dayalı türk müziğinin
geliştirilmesi çalışmalarına katkıda bulunmayı amaçlayan ayangil, klasik ve
modern çığırdaki türk müziği seslendirmeleri ile dikkat çekti. Film ve oyun
müzikleri ile başlayan (1980) bestecilik çalışmalarında da makam temeline dayalı
besteleme tutumunu benimseyen ayangil'in fehim paşa konağı (oyun müziği; 1992)
ve yorgun savaşçı ; (film müziği; hbb tv 1994); müzikleri ilgi derleyen
çalışmalar olmuştur. Yurt içi ve dışında bir çok konser veren ayangil'in sesli
yayınları arasında; alnar / kanun konçertosu; ali ufki / uyan ey gözlerim; tura
/ tura şarkıları; tura / şeyh galib´e saygı kantatı; lp, mc ve cd'leri yer
almaktadır. Çalışmaları, Türkiye yazarlar birliği 1988 yılın sanatçısı; ve
hürriyet-jayceess; kültürel başarı türkiye birinciliği; ödülleri ile
ödüllendirildi. Ayangil, yıldız teknik üniversitesi sanat ve tasarım
fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yaptı.
[2] II. Murad'ın babası, Kanunî Sultan Süleyman’ın oğlu
II. Selim’dir. Annesi ise Nurbanu Sultan’dır. 1546’da Manisa’nın Bozdağ
Yaylağı’nda dünyaya gelen Şehzade Murad, Akşehir ve Manisa Sancak Beyliği
yaptı. On ikinci padişah olarak 15 Aralık 1574’te Osmanlı tahtına çıktı. 21
sene tahtta kalan III. Murat, 1595'de 49 yaşında iken vefat etti. Mezarı
Ayasofya Camii hazîresindedir. Aynı zamanda şair olan III. Murad, Muradî
mahlâsıyla şiirler yazmıştır. Türkçe, Arapça ve Farsça divanları bulunmaktadır.
Ayrıca 1593’de yazdığı ve tasavvufî inceliklerle dolu "Fütuhât-ı
Siyâm" isminde mühim bir eseri ile Şemseddin Sivasî tarafından şerhedilen
"Esrarnâme" adında diğer bir eseri daha vardır.
[3] Ali Ufkî Bey (1610-1675), Klasik Türk
musikisi bestekârı, santûrî, müzikolog ve "Mecmua-i
Sâz ü Söz"
adlı nota ve güfte mecmuasının müellifidir.
Leh (Polonya) asıllı olup, 1610 yılında doğmuştur. Kırım
Hanlığı ordusu tarafından bir savaşta esir alınmış ve İstanbul'a
gönderilmiştir. Asıl adı "Wojciech Bobowski" idi. Daha sonra
ihtida ederek "Ali Ufkî" adını aldı. Enderunda eğitim
gördü ve görev yaptı. Çeşitli Türk sazlarını ve bilhassa "santûrî"
olarak anılacak derecede santûr çalmayı öğrendi. Kendisine
"Bey" ünvanı verildi. Eserlerinde kendisinden daima "Ali Ufkî
Bey" olarak bahsetmektedir. Bir rivayete göre 1676 yılında, bir başka ve
daha kuvvetli rivayete göre ise 1685 yılında öldü.
[4] Nitekim; “(Bunlar), ‘Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim
günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru!’ diyenler, sabredenler, doğru
olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda
harcayanlar ve seherlerde (Allah'tan) bağışlanma dileyenlerdir.”(8) buyrularak
seher vaktinde bağışlanma dilemek, öneminden dolayı âyet-i celîlede
zikrediliyor. Seher vaktinde yatmamak, sabah namazını kıldıktan sonra da güneşi
üzerine doğdurmamak, geçen bu süre zarfında ibadet-i taatla, tevbe-i istiğfarla,
tesbih, tenzih ve tehlille meşgul olmak âdâb-ı sünnettendir. Ayrıca Sabah
namazının sünneti ve farzı arasındaki vakitte de bu şekilde hareket etmek
sünnettir.
[5] Şiirin sade bir dille yazılması onun kıymetsizliğine
işaret değildir. Bu şiir kolay ve sade göründüğü hâlde, bulunup söylenmesi ve
taklidi zor olan ‘sehl-i mümtenî’ bir tarzda kaleme alınmıştır.
jnk
YanıtlaSil