17 Nisan 2014 Perşembe

149 18 Nisan 2014 Cuma 09:37 ANKARA HASTALIKLARI....................Zamanın kara delikleri; kapılarda beklemek

Zamanın kara delikleri; kapılarda beklemek


Özel kalemleri hiç sevmem. Bekleşen umutların, dertlerin üstüste yığıldığı yerlerdir oralar. Geceden kalmış bir mesai kokusu sinmiştir etrafa. 

Ayağınızı bastığınız döşemelerde defalarca yapılmış sabah temizliğinin ağır tortusunu hissedersiniz. İç içe kapılar, kaykılmış tablolar, sigara zamanlarından kalmış küllükler, masalarda imza bekleyen yığınla dosya eşlik eder size. Minderi çökmüş koltuklar, aynı hizada özenle sıralanmış  ciltli kitaplar, sırtı yazılı klasörler. Hepsi bu mekanların olmazsa olmaz müdavimleridir.

Arkası gelmeyen telefon görüşmeleri yapılır oralarda. Klavye takırtıları hiç bitmez. Fotokopiler, faks kağıtları, yazılar, mektuplar, gazeteler dolaşır elden ele.

Bekleme odaları, "sizi şöyle alalım" la başlayıp, "ne içersiniz" le avutmaya kurulu zaman duraklarıdır. Burada bir türlü geçmeyen dakikalar, karıştırılan çay tıkırtılarında eritilmeye çalışılır. 

İyice dikkat ederseniz duvarlarda, tavanda, koltuklarda daha önce burada beklemiş yüzlerce siluetin gölgesini hissedersiniz. Patrona bağlı, evine geç giden sekreterlerin, hizmetlilerin memnuniyetsizlikleri de sinmiştir ağır havasına.

İç içe geçmiş, birbirinin üstüne yığılmış bedenler. Acılı, umutlu, vehimli, sevinçli, saf, kurnaz çehreler. Buraya gelene kadar bir sürü engel aşmış, takatinin son deminde, bekleşen düşünceler. Ne diyecekse üç beş dakikaya sığdırılacak, makamın iki dudağı arasından çıkacak birkaç kelimeyle hükmü verilecek dertler. Hepsi bu küçücük mekanlara kazınmıştır sanki.

Bazılarında asıl makamdan önce "özel kalem makamı" ndan da geçirilirsiniz. Patronun büyüklüğüne bağlıdır bu protokol. O azamet, o kibir sekreterinden memuruna, hizmetlisinden müdürüne hepsine de sirayet etmiş görünür bu dünyada. Halleri, tavırları bir başkadır. Biraz da makamın cakasını satarlar hani. Öyle ya, onlar içeriye teklifsiz giren çıkan özel kişilerdir.

Bir eda, bir tavır sezilir yürüyüşlerinde, konuşmalarında. İki kapı arasında kıraldan fazla kıralcı onlardır. Onların sözü geçer bu arastada. Ellerindeki "protokol" gücünü son kertesine kadar kullanırlar. Hemen arkalarındaki güçlü ve parıltılı dünyanın, eli mızraklı kapı bekçileridir onlar. 

İnsanlara "Randevunuz var mıydı ?" diye sorarlar. Bakışları biraz haincedir sanki. Sinirleri alınmış, duyguları gizlenmiş aşılmaz bir engel vardır karşınızda. Bekleyen, yüreği ağzında, her kapı açılışında içeri alınmayı gözleyen heyecanlı insanlara inat. 

Beklerken etrafınızı da gözlersiniz ister istemez. Gelip giden çalışanları görürsünüz mesela. Koltuğunun altında imza dosyası, alelacele çağrıldığı anlaşılan memur sekreterle gözleriyle anlaşır. İçeriye haber verilir, memur iliklenmiş ceketini, gravatını bir kez daha kontrol edip gülümsemeye çalışan bir yüzle kapıyı tıklatır. 

Müdürler az bir bekleyip içeri görevli refakatinde alınırlar. Başkanlarınsa işi hep aceledir. "Günaydın, Nasılsınız ?, İçerde mi ?" gibi kısa sözcükler ve doğru içeri. Çıkanlar ya alı al moru mor, ayakları birbirine dolaşarak gider, ya da ağzı kulaklarında rahatlamış olarak.

Bazen de hatırlı misafirler gelir. Bunu makam sahibinin onları kapıda karşılamasından anlarsınız. Bekletilmezler, sanki daha önceden randevuluymuşlar gibidir. Bu arada bekleyenler diğerleri olarak dakikaları saymaya devam ederler tabi.

Bekletilme bazen de "stratejik" olarak kullanılan bir yöntemdir. Örneğin pek de hatırlı olmayan ziyaretçiler, ya da taleplerinden artık yaka silkilenler rahatsız edici bir "öteki" muamelesi görürler. İzlerseniz böylelerinin de aslında epey yüzsüz olduğunu fark edersiniz. Hani kapıdan kovulup bacadan giren tiplerdir bunlar. 

Bekletilme nadiren bir "sınav" olarak da denenir. Çünkü birilerinin sabrı test edilmelidir. Gösterilen tahammül, kişinin dileğinin ne kadar samimi olduğunun da göstergesidir. O yüzden böyleleri özellikle daha fazla bekletilir. 

Bazen bütün gün, hatta gece yarısına kadar beklemek doğrusu her babayiğidin harcı değildir.

Beklemenin zaman ilerledikçe talep eden kişi üzerinde olumsuz bir etkisi oluyor. Başlangıçta kızgın gelmiş, heyecanı canlı, beklentisi yüksek biri böyle bir tünel içine girdiğinde neredeyse sadece "görüşebilmeyi" ister hale gelebiliyor. Olmasını istediği şeyi unutup, bir an evvel bu azaptan kurtulmayı dilemeye başlıyabiliyor.  Kişi için o görüşme artık bir araç olmaktan çıkıp bir amaç haline dönüşebiliyor. Bu da baskı altındaki makam sahibine büyük bir avantaj sağlıyor tabi ki.

Ankara gibi yetkilerin merkezde toplandığı bu düzen, başkent bürokrasisinin de enerji kaynağı aslında.  Uzayan görüşme kuyrukları, özel kalemde bekleyenlerin çokluğu o kişide varsayılan gücü de simgeliyor. Bu güç aynı zamanda önemli bir itibar kaynağı ve o makamda kalabilmenin de sigortası. 

Hep kötü açıdan bakmamak lazım, bu tarz çalışma yöntemine samimiyetle inanan yöneticiler de tanıdım. Yıllar önce yakın çalıştığım genel müdür gecenin hayli ilerleyen bir saatinde bu tür uzayan görüşmeler nedeniyle baygınlık geçirmişti. Herkesle görüşmesini, onlarla beraber çok fazla çay kahve ve sigara içmesini doğru bulmuyorduk. Ertesi günü bunu kendisine de söyledik. Bize şöyle demişti:

"Haklısınız ama vatandaş ta köyünden, kasabasından çıkıp gelmiş. Büyük ihtimalle talebini tam olarak karşılamam mümkün değil. Bunu belki anlatabilirim, o da kabullenebilir. Ancak, onu geç saatte de olsa kabul etmem, onunla birlikte bir bardak çay içmem, ona şeker çukulata sigara ikram etmemi hiç unutmayacaktır. Eşine dostuna genel müdür beni kabul etti, benimle görüştü, bana çay söyledi, onunla sohpet ettik diyecektir, eminim. O yüzden ben de haklıyım. Dayanabildiğim kadar yapmaya çalışacağım."

"Beklemek" hiç hoşuma gitmez, başkalarını da isteyerek bekletmem. Herkes için zaman kaybıdır, ömür törpüsüdür beklemek. Mecliste kıldığım Cuma namazı çıkışında acaba birileriyle görüşebilir miyim diye bekleşen insanları gördükçe kahroluyorum mesela. Aslında selamlaşabileceğim, epeydir görmediğim pek çok insan olmasına rağmen başımı yerden kaldırmadan hızla uzaklaşıyorum oradan.

Vergi dairesinde sıra beklemek, bankada, hastanede, trafikte, hatta otobüs için beklemekten sıkılırım. Hele hele kuyrukların o kendine has kültürü benim iyice asabımı bozar. 

Sıraya girmek, öndeki tıkanıklığın sebebini bilememek, kaynak yapan uyanıkların diğerlerini hiçe sayan kurnazlıkları, uzun müddet ayakta kalmak, randevu saati geçtiği hala bekliyor olmak sinirlendirir beni. 

Kapalı kapılara zaten oldum bittim tahammül edememişimdir. Uzun süren görüşmelerden, ya da uzun süren telefon görüşmelerinden aralık bulup da bir türlü devam edemeyen görüşmelerden rahatsız olurum.

Ama ben sevsem de sevmesem de beklemek hayatımızın bir gerçeği. Zamanımızın önemli bir kısmını yutan, tüketen kara delikler onlar. Bazen de bilinçli, kurallı, seronomik uygulanan duraksamalar. İçinden bazen torpil bazen de "hiç" çıkan, uzayan esneyen gevşeyen, amaca göre şekil verilebilen ilişkiler yumağı. Özellikle de Ankara'nın değişmez, iflah olmaz, efsunlu ritüeli.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder