22 Mart 2014 Cumartesi

143 22 Mart 2014 Cumartesi 19:34 NE DÜŞÜNÜYORUM ?..................Kendimle başbaşa

Kendimle başbaşa

Önümüzdeki hafta pazar günü seçimler var. Seçim aslında yerel, ancak neredeyse genel seçim sınırlarını zorluyor. Son dönemece girdiğimiz bu günlerde tansiyonun da giderek tavan yaptığını görüyoruz. 

İnsanların ayrıştığı, safların belirginleştiği bir süreç yaşıyoruz. Sandığa gitmek, tercih yapmak elbette bir görev. 

Ancak vuracağımız evet mührü aynı zamanda nerede durduğumuzu da gösterecek. Kime karşı olduğumuzu, en önemlisi de kimin yanında nereye yürüdüğümüzü de anlamış olacağız. Ülkemizdeki demokrasiye sahip çıktığımız kadar, ne istediğimizi de haykırmış olacağız. 

Ülke at izinin it iziyle karıştığı, fitne ateşlerinin tutuştuğu dumanlı bir havada sandığa gidiyor. Yalanların, iftiraların, kasetlerin, tapelerin havada uçuştuğu bir ortam yaşıyoruz. Üstümüzde bir algı kasırgası koparıldı. Bu fırtınalı havada değil sağlıklı düşünmek, doğru tercih yapmak, ayakta kalmak bile zor. 

Yine de o mührü bir yere vuracağız. Seçenek çok, ama bir tek tercih şansımız var. Demek, yanlış, eğri çok ama doğru olan bir tane. O zaman düşünmek gerek. Tercihimizi nasıl yapacağımızı, neden o şekilde kullanacağımızı tartıp biçmek gerek. Madem ki bize bir tek şans veriliyor, o halde bu fırsatı değerlendirmek, çok güçlü bir şekilde de konuşmak gerek. 

Çok sayıda yanlış, tek bir doğru varsa "hayır" diyeceklerimizin çok fazla önemi yok. Stratejik olan "evet" diyeceğimiz o tek doğruyu görebilmek. Demek, neye karşı olduğumuzun değil, nerede yürüdüğümüzün, hangi yöne gittiğimizin önemi var. Neden mi, çünkü karşı olduğumuz şeyler kavgaya, tercih edeceğimiz yolsa bizi menzillere ulaştıracak da ondan. 

O zaman düşüneceğiz; cedel mi istiyoruz, yoksa çözüm mü ? Didişip durmakta hayır yok, o halde çözümü tercih edeceğiz. Böylece belki sorunun değil, istikametin parçası oluruz.

Zalimler, firavunlar sadece tarihte yaşamadı, günümüzde de var. Hem de pek çok. Elbet yanlışa, zulme baş eğilmeyecek. Tabi ki yalana, iftiraya, tuzaklara karşı durulacak. Fakat onların bütün bu sihir ve hileleri alt edilse bile, inan ki zafer elde edilmiş olmuyor. 

Asıl başarı halkını alıp çıkarabilmek, kurtarabilmek o firavunlardan. Onun için yol firavuna karşı çıkmaktan değil, Musa'nın yanında olmaktan geçiyor. 

Kurtuluş, mücadele etmenin daha fazlasını yapmak, çözüm için çalışmakla sağlanıyor. Buna rağmen sanılmasın ki bitti, hayır ! Bu yol uzun, çileli bir yol. Nerden biliyorsun ? Kur'andan biliyorum. Kızıldeniz yarılıp geçsen, halkına her gün kudret helvası bıldırcın eti yedirsen nafile. Altından buzağı yapıp taparlarsa şaşma. Biraz da soğan sarımsak isteriz derlerse kızma. Lazım olduğunda geri dururlarsa hatırla o Musa'yı. Sen vaad edilene doğru yol almaya devam et. Varsın nankörlük etsin bazıları, bilmiyorlar, keşke bilselerdi.  

Yalnızca eleştirmek, ona buna sataşmak çözüm değil. Neredeyse herşeye  karşı olmak çıkışı olmayan gayya kuyularına benziyor. Hasbelkader belki o kör kuyulara atılmış da olabilirsin. Sen yine de Yusuf gibi, onunla birlikte kuyulardan çıkmayı seç. Züleyha'yla imtihan da edilsen, zindanlara bile düşsen takdir olan olacaktır. 

Korkma ! Zamanı yeri geldiğinde "Allahın izniyle yaparım" demeyi bil. Esir pazarında satılmış bile olsan mülke vezir olursun. Ama dikkat et ! İş, sultan olmak değil adaletle iş görmektir. Neticede her şey sahibine dönecektir, öyle değil mi ? O halde böbürlenme ! Projelerine, hizmetlerine hayaller yetişemese bile sen yine de gönüllere sığmayı bil.  Onu kuyuya atanları hatırlamıyoruz bile, ancak Yusuf'un güzelliği, adaleti, hizmeti hala dillerde. Bu yüzden bir an durup düşünelim, neden acaba ?

Dosdoğru ol ! Hakikati baban da olsa, nemrut da olsa söyle. ne var ki dik dur ama dikleşme. Bırak onlar kendi elleriyle yapıp yücelttikleri, uydurup putlaştırdıkları şeylerin nasıl olup ta yıkıldığına şaşırsınlar. Yeter ki sen zafer sarhoşluğuna kapılma. İnan ki, ateşe bile atsalar gül bahçesine düşersin. 

Nefretin, kinin yararı yok. Bilirsin ki altın kaseyle de sunsalar ateş olma yakarsın. Su ol ki hem kendine can ver hem etrafına. Serin ol hep kızgın nefislere, odun olma balık ol temiz gönüllere. Gör ki hayat gül yetiştirmek, bağçelere bağban olmaktır. Anla ki yol İbrahim gibi dost, adam gibi adam olmaktır.

Hüzünlenme, karamsar da olma. Sen ne yaptın ki ? Nuh yüzlerce yıl uğraşmış halkı için. Ne deliliği kalmış, ne yalancılığı. Kavga etmemiş yine de. Sabır ve inançla devam etmiş yoluna, yapmış o koskocaman gemiyi. Sel gelince kurda, kuşa, kuzuya bile sığınak olmuş o mekan. Ama ne yazık, oğlunu dahi kurtaramamış dalgalardan. 

Halkı aralarında tartışıp dururlarken kabarıvermiş sular. Ne zenginlikleri fayda etmiş, ne asaletleri. Ne evleri kurtarmış, ne dağları tepeleri. Aşağılayıp durdukları hakikat gelip çattığında değil pişmanlık duymak, şaşırmaya bile fırsatları olmamış. Demek, zaman bin yıl bile olsa bitiyor. Sen sen ol, eğleşme, gemiye binenlerden ol.

Her birisi dehşetli imtihanlardan geçmiş. Balığın yuttuğu tövbekar Yunus, kurtların kemirdiği Eyyup, değil halkını karısını bile kurtaramayan Lut. Hangi birini sayayım. Ya İsa ? Kudüs sokaklarında zincirlendi, sürüklendi yine de "Rabbim onları affet, bilmiyorlar" dedi. Duası üzerine gökten yemek inen bu elçi, istese helak edilmesi mümkün düşmanlarına onca eziyete rağmen beddua dahi etmedi. Bugün merhamet ve sevgi timsali olarak milyarlarca takipçisi var. 

Hepsinde derin ibretler, örnek haller var değil mi ? Mesela tevbe, mesela sabır, mesela şükür. Dahası bugün dirayet, merhamet, tevazu gibi bütün o güzel hasletleriyle anılıyorlar. Hiç birini sokaklarda bağıran çağıran, kırıp döken, insanlarla itişip kakışan bir vaziyette duymadık, öğrenmedik.

Süleyman mahlukatla konuşabilen, emrinde insanlar ve kuşlardan oluşmuş orduları olan bir kıraldı. Rüzgarlara emir verip cinleri çalıştırabilen o nebi karıncayı bile ezmezdi. İstese ordu çıkarıp zapt edebileceği Belkıs ülkesine mektup gönderip onları davet etmeyi tercih etti. Saray da yapabilirdi, ancak, inşa ettirdiği yapı zamanın en görkemli mabediydi. Bir zaman İslamın da kıblesi olan bu mabet, bugün Mescidi Aksa adıyla hala kutsallığını koruyor. Hem de üç büyük dinin ortak kutsalı olarak. 

Şimdi soruyorum; o zaman yaşasaydınız Süleyman'ın emrinde olmak en büyük şeref olmaz mıydı ? İnşa edilen o mabede taş taşımayı asırlara kazınan bir imza olarak tercih etmez miydiniz ? Peki, neden bugün de aynı şeyi yapmıyor olasınız ki ?

Ya rahmet peygamberi ? Dünya incisi o yetim ? Düşmanlarının bile el emin ve güvenilir saydıkları dosdoğru bir güzel adam. O bir eline ayı, bir eline güneşi verseler yolundan sapmayacak kadar inançlı bir insandı. Çocukların başını okşamadan geçmeyecek kadar sevgi dolu bir babaydı. Hiç tıka basa doymadan yaşamış bir fakirdi o. Kendisine yapılan eziyetlere sabreden, direnen, ama hakkı ve hakikati yine de susmadan söyleyen bir mücahiddi. 

Kendisine kasteden şehrine muzaffer bir ordu komutanı olarak girdiğinde intikam duygularıyla değil, af ve şefkatle hareket etmişti. Pek çok vasfı olmasına karşılık "güzel ahlak" timsali olarak öğülen bir örnekti. Yerine göre eline kılıç, yerine göre vahiy sayfalarını da alsa haddi asla aşmayan bir devlet başkanıydı. 

Çünkü "Sizin dininiz size, benim dinim bana" demesi öğütlenmişti. "Sen sadece bir uyarıcısın, kimsenin başına bekçi değilsin" denilen bir elçiydi o. Hem bir resul hem de kuldu Rabbine. Biz de onun dua ettiği ümmeti değil miyiz ?

Etrafınıza bakın. Olayları seyredin. O kadar çok Ebu Cehil, o kadar güçlü Ebu Sufyan, o kadar ürkütücü Vahşi göreceksiniz ki. O kadar zulüm, o kadar haksızlık, o kadar adaletsizlik, o kadar isyan ve yalan duyacaksınız ki. Oraya buraya saldıran o kadar kalabalık, o kadar müfteri, o kadar siber virüs algılayacaksınız ki. 

Bütün bunlar için durup kavgaya tutuşmak, eğriyi düzeltmek, sapmışı yola getirmek, zalime dur demek isteyeceksiniz. Her gördüğünüz firavuna karşı haykırmak, her duyduğunuz isyana karşı durmak isteyeceksiniz. 

Ancak, bir düşünün; bütün bu kötülükler nereye saldırıyor ? Bütün bu şer ittifak niçin, kime karşı kurulmuş ? Anlayacaksınız ki, bugün olması lazım gelen firavuna karşı olmak değil Musa'nın yanında olmaktır. 

İnsanlık tarihinden bu yana çizilmiş istikamet levhaları bize hep tek bir yönü gösteriyor. O yol sırat-ı müstakim yoludur. O yol işaretlenmiş, öğütlenmiş, aydınlanmış bir otoban gibi apaçık meydanda. O zaman bırak patikalarda, çıkmaz sokaklarda kaybolmayı. Önünde tertemiz, durgun çözüm nehri akıp duruken, boş yere sorun girdaplarında boğulma.

Hem kendin kurtul, hem aileni, ülkeni kurtar. Ben neyim ki deme. Işıldamadan insan nasıl ışık verir etrafına. Vur evet mührünü bu inançla sandığa. Benim gibi, senin gibi, biz gibi onlar gibi. Şavk versin tercihlerimiz birer birer yanan mumlar gibi. Eklensin mumlar birbirine, aydınlansın önümüz, kaybolsun üstümüze çöken bu sihir bulutu. Yok olsun demokrasimiz üzerindeki büyüler. 

Bizi sessiz yığınlar olarak bilirler. Sanki ensemize vurup elimizdekini alacaklar. Biz milli irade tadını aldık, kolay mı öyle bırakıvermek. Öyle gür bir sesle haykıracağız ki, değil bizdeki şer ittifakları, dünya da duyacak sesimizi inan. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder