6 Mart 2014 Perşembe

137 07 Mart 2014 Cuma 00:42 KAYIP DEFTER'den.............................Kantinde konser

Kantinde konser

Şenlik var !
Kantinin yeni haline çok emek vermiştik. Üstelik riskliydi de yaptıklarımız. Bir çok kimse böyle bir ortamda manavın, gazete dergi satıcısının, terzinin yaşayabileceğini sanmıyordu.

Hatta bir tek olay, bu güzelliklerin sonu olabilirdi. O yüzden sık sık kantinde dolaşmaya çıkıyordum.

Bu hareketim, yasa dışı grupların toplaşması, ya da gerginlik çıkaracak türden zıtlaşmalar için de uyarıcı oluyordu. 
Öğrencilerle bire bir tanışmak, konuşmak da apayrı bir kazançtı tabi benim için. Yaptıklarımı anlatma fırsatı buluyor, onlardan da çok şey duyup öğreniyordum. Ayrıca, benim bu yakınlığım ve sık sık orada görünmem, kantinde görev yapmaya alışık olmayan yönetim memurları için de moral oluyordu. Başlarda odasında bulamadığım memurlar, benim bu ısrarlı geliş gidişlerim üzerine yerlerinden ayrılamaz oldular. Tabi orada olmaları,  yeni kantin ortamının işlerliği ve düzeni için başlı başına bir güvenceydi. 
Böyle bir dolaşma sırasında kenarda toplanmış küçük bir grupla tanıştım. Daha doğrusu kulağıma gelen bazı sesler üzerine, o tarafa yöneldiğimde karşılaştım onlarla. Ellerinde gitar, org, flüt ve bazı perküsyon aletleri hoş bir pop müzik parçasını çalmaya uğraşıyorlardı. Selam verdim, tanıdılar. Ayağa kalkıp karşıladılar beni. "Nasılsınız gençler, hayrola orkestra mı kurdunuz ?" Gitar çalan genç "Yok hocam, öyle çalışıyorduk işte. Stres atıyoruz" diye cevap verdi telaşla. 
Sanki yanlış bir şey yapıyorlar da suçüstü yakalanmışlar gibi tedirgin olmuşlardı. "Yaa, yurtta böyle bir orkestra olsa ne güzel olurdu aslında" diye üstüne gittim otururken. Flüt çalan kız öğrenci merakla sordu "Hocam, izin verir misiniz peki ?" Hepsinin gözleri merakla üstüme çevrilmişti, güldüm. "Elbette veririm, hatta yardım bile ederim. Ne demek ?" Küçük gruptan bir sevinç uğultusu çıktı. Gitar çalan çocuk inanamamıştı "Nasıl yani, şimdi siz bize yardım mı edeceksiniz ?" 
Yönetim memuru Hüseyin ile kantinci Özkan tepemizde bitmişti "Müdürüm ne içersiniz, ne ikram edelim ?" "Sor bakalım gençler ne içerler, ben de bir kahve alırım, orta olsun" dedim Özkan'a. Gençler rahatlamıştı, çay istediler. Yönetim memuruna da yanımdaki boş sandalyeyi işaret ettim, oturdu. "Hüseyin bey, bizim depodaki aletler çalışıyor mu ?" "Bildiğim kadar çalışıyor olması lazım Müdürüm. Yalnız en son iki sene önce kullanılmıştı."
Gençler konuşmaya dikkat kesilmişlerdi. "Onları bu gençlere gösterin bakalım, kullanılabilirler mi. Şayet çalışıyorlarsa bir orkestramız olur fena mı ?" Masadan bir alkış sesi yükseldi. "Durun bakalım yavaş olun gençler. Olup olmayacağını bilmiyoruz." Yönetim memuruna döndüm "Neden kullanılmadı iki yıldır ?" Yönetim memuru yüzünü buruşturdu "Olaylardan ötürü müdürüm. Kimsenin müzik filan aklına gelmedi ki, onlar da depoda öylece kaldı." 
Kahve ve çaylar geldi. Bu arada karşılıklı tanıştık. Gitar çalan gencin adı Fikret'miş, kızın adı da Nermin. Üçü kız, toplam yedi kişiydiler. Hepsi iyi çocuklara benziyordu. Derken sohbet koyulaşmıştı. Onlar benden, ben de onlardan pek çok şey sormak istiyorduk. Karşılıklı konuşurken düşündüm ki yurtta böyle bir çok yetenekli genç olabilir. Müzik gençler için spor gibi, eğlence gibi bir ihtiyaç. Neden olmasın ? Mesela neden bu gençlerle başlayıp, yurtta enstrüman çalan ya da sesi güzel olan gençlerle devam etmeyelim ? Kurslar düzenlesek, hatta konserler versek ? 
"Konser" lafı bu arada benden mi çıktı, yoksa onlar mı istedi bilmiyorum. Ama, birdenbire yurtta bir konser fikri üzerinde konuşuyor bulduk kendimizi. Dedim ki "gençler şurda bir depo var. Onu boşaltmayı düşünüyorum zaten. Birlikte bakalım mı ? Belki orada çalışabilirsiniz." 
Gençler gezdiğimiz sağdaki ilk salonu beğendiler. Çalışma ne demek, hatta burada küçük konserler bile verilebileceğini söylediler. Soldaki salonsa onları çok şaşırtmıştı. Nasıl olup ta bu kadar sandalyenin kırılmış olabileceğini akıl edemiyorlardı. Üstelik bunların çıkan olaylarda kullanıldığını söylediğimizde kızlardan çığlık atanlar bile oldu.
Yeniden oturduk. "Gençler" dedim "biraz çalsanız da kulağımızın, gönlümüzün pası silinse." Aralarında kısa bir bakışma oldu, gözleriyle anlaştılar. Biraz sonra Nermin'in güzel sesiyle "devlerin aşkı" şarkısının o son derece etkileyici müziği dolmuştu kulaklarımıza. "uykusuz gecenin ortasında / düşüncelerim sana tutsak / her şeyi kabullenmem çok zor / güneş aydınlıkta doğacak / devlerin aşkı büyük olur / yada ağlar yerle bir olacak / ya kıyametler kopacak  / yada dünyam batacak  / senden öyle ayrılacağım …."
Şarkı bittiğinde etrafımızdan kuvvetli bir alkış sesi geldi. Baktık biz şarkı dinlerken etrafımızda hayli bir kalabalık birikmiş. Çocuklar başta biraz tutuktular ama, sonra açılmışlardı. Gerçekten iyi çalıyorlardı. Nermin de son derece başarılıydı. O gün bize 5-6 şarkı çalıp söylediler. Biz de bu mink konserde tempo tutup eşlik ettik. Keyifli bir gündü, ayrılırken ilk fırsatta, ama, bu defa adamakıllı bir konserde yeniden birlikte olmaya kavilleştik. 
Kantinden çıktığımızda yanımızda iki müdür yardımcısı, üç de yönetim memuru vardı. Yanımızdan hızla kantine geçen bir gruptan duyduğumuz şey bizi daha da neşelendirdi. Gençler kantine doğru hızlanmış, aralarında konuşuyorlardı "Kantinde şenlik varmış !", "Yok oğlum, konsermiş", "Konser mi varmış ? Yok ya ? Nasıl yani ?", "Valla billa, demin Murat söyledi" , "Hadi gidip bakalım, koş !"

Yurtta konser
Müzik grubu yeni açtığımız salonda çalışmalarına devam ediyordu. Arada uğrayıp durumlarına bakıyordum.

Yalnızca elektro gitar tamir edilememiş, diğerleri sorunsuzdu. Kendilerine ait bir gitar, flüt, keman ve bazı perküsyon aletleriyle şikayet etmeden hazırlıklarını sürdürüyorlardı.

Son gidişimde izin verirsem  konseri yılbaşından önce yapmak istediklerini söylediler. 
İki aydır çalışıyorlardı. "Hazır mısınız ? " dedim. "Bu işin sonu yok, böyle bir salonda kendi arkadaşlarımızla biz bize olacağız. Yapabiliriz" dediler. "İyi öyleyse" dedim bir Cuma günü akşamı için anlaştık. Daha on gün vardı, son hazırlıklarını yapabilirlerdi.
Konsere üç gün kala ziyaretime geldiler. Kendi elleriyle bir davetiye hazırlamışlar, beni aralarında görmek istiyorlardı. Hoşuma gitti, duygulandım "Tamam" dedim. "inşallah, yalnız ailemle geleceğim, dört kişi olacağız ona göre." Buna daha çok sevindiler tabi. Biraz işin teknik tarafını konuştuk, kaç sandalye gerekir, ışık, ses ve güvenlik gibi. 
Anladığım kadar salon ancak 70 kişi alabiliyormuş. Konsere katılacaklar herkesin yakın arkadaşlarıymış. Aralarında organize olmuşlar,. Sahnede olanların dışında ses, ışık, havalandırma, oturma düzeni ve güvenlik konularında işleri paylaşmışlar. Bazı arkadaşları da salon kapısı önünde ve kantinde görev yapacaklarmış. 
Kantinde sadece iki yerde dosya kağıdı ebadında ilanları olacakmış. Onun dışında işi büyütüp genellemeyi düşünmüyorlarmış. Bizden de bir güvenlik görevlisi ve iki yönetim memuru istediler. Konser sonuna kadar kantin içinde kalsın diye.
Anladım ki, onlar da kendilerince tedbirli olmak istiyorlar. Başımıza gelen onca sıkıntıdan sonra yurtta böyle bir etkinlik olabileceği fikri bile başlı başına bir riskti zaten. Ama başarmalıydılar, aksi halde daha büyüğü, daha iyisi nasıl yapılacaktı ? Yurttaki değişim bütün alanlarda hissedilmeli ve görülmeliydi. Onlarda böyle de bir katkı gayreti gördüm ben. 
O halde biz de elimizden geleni yapmalı, bu konser sorunsuz gerçekleşmeliydi. Hatta kişisel olarak bu konserin yapılmasına bizzat güvence olmalıydım. Varsa tereddütlerin giderilebilmesine yardımcı olur diye konsere ailemle katılmaya karar verişim bundandı.
Yardımcılarım ve ilgili memurlarla bir toplantı yaptım. Yapmamız gerekenleri konuştuk. Telaşa vermeden Jandarmaya da haber vermeliydik. Bir manga asker çağrılacak, ancak komutan ve askerler idarede misafir edileceklerdi. Bunun için de bir müdür yardımcım idarede görevli olacaktı. Bu hem bizimle iletişim, hem de misafirlerle ilgilenmek için zorunluydu.
Konser günü geldi. Lojmandaki telefonla yardımcımdan bilgi aldım. Kantin sakin, konser salonu dolmuş durumdaydı. Biz de eşim ve iki çocuğumla hazırlanıp aşağıya indik. Kantine girdiğimizde bizi kapıda görevli yönetim memurları karşıladı. Ayak üstü onlardan da bilgi aldım. 
Hayret verici bir şekilde militan gruplar ortada gözükmüyorlardı. Diğer öğrenciler de normal hareketlilik içindeydiler. Yemeklerini yiyip çıkıyorlar, ya da çay içiyorlardı. Demek ki, konser yapılacağı duyurusu abartılmamış, gençler aşırı uyarılmamıştı. Salonun kapısına geldiğimizde yerimize kadar bize iki öğrenci eşlik etti. Salon dolmuş, kapının önünde ve duvar kenarlarında ayakta öğrenciler sıralanmışlardı. Işıklandırılmış sahnede orkestra yerini almış, akort sesleri geliyordu. 
Biz ancak öne geçip yerimize otururken fark edildik ve bir alkış seliyle karşılandık. Eşim ve çocuklarım oturdular. Ben de elimle selam verip sessizce yerime yerleştim. Konuşma filan istememiştim.
Konser başladı. Başta heyecanlı görünüyorlardı, ancak ikinci şarkıdan sonra canlandılar. Gözleri ışıl ışıldı, mutluydular ve başaracaklardı. Bunu her hallerinden anlamak mümkündü. Gayet de güzel gidiyor, coşkularını salona da yansıtıyorlardı. Öğrenciler de hep bir ağızdan şarkılara katılıyor, bitince de esaret verecek şekilde alkışla arkadaşlarına destek oluyorlardı. 
Salonun küçük ve kapalı olması sebebiyle herkes yüksek gürültü ve ses konusunda uyarılmıştı sanırım. Şarkılar, müzik, ses ve seyircinin katılımı hepsi birbirine uyumluydu.
Bir ara arkama baktım, hemen kenarda dikilmekte olan yönetim memuru ile göz göze geldik. "Dışarısı nasıl, her şey yolunda mı ?" anlamında baktım. O da "Hiçbir sorun yok, rahat olun" anlamında bir işaret yaptı. Rahatlamıştım, başarmıştık galiba. 
Orkestra bu sırada Fatih Erkoç'un "Ellerim Bomboş" şarkısını çalıyordu. Nermin de çok güzel söylüyordu doğrusu. Fark ettim ki eşim ve çocuklarım da şarkıya tempo tutuyor. Ben de gerginliğimi unuttum ve kendimi müziğin akışına bıraktım.

Son haftalarda çok yorulmuştum, aslında doya doya ağlamak istiyordum. Tam da şarkısıydı hani Yüzüm gülüyor, ellerim tempo tutuyor ama gönlüm sağnak sağnak yağıyordu "Ellerim bomboş yüreğimde bir sızı / Ateşe atılmış bir demir gibi kor hala / Ellerim bomboş gözümde yaşlarla / Güneşin kavurduğu bir çöldeyim…"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder