Sabır
Sözlükte
"dayanma, dayanıklılık" gibi anlamlara gelen sabır, ahlâkî bir kavram
olarak, başa gelen musibetlerden dolayı Allah'tan başka kimseye şikâyetçi
olmamak, yakınmamak, sızlanmamak; nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen şeyler
karşısında sükûnet ve dayanma gücü göstermektir. Sabır kavramı Kur’an’da yetmişten fazla âyette geçmektedir. Diğer ahlâkî faziletlere de kaynaklık etmesi sebebiyledir ki Kur’an’da[1] müminlere ısrarla sabırlı olmaları emrolunmuştur. Kur’an-ı Kerim’de; İyi işler yapıp birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kurtuluşa erecekleri haber verilmiştir.[2] Mümin belâ ve musibetlere karşı sabırlı olduğu kadar dinin emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınma konusunda da sabırlı olmalıdır.[3]
Hz. Musa İsrail Oğullarına, "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin" [4] tavsiyesinde bulunmuş, Hz. Lokman da oğluna; "“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret, kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir; bu azim ve kararlılık göstermeye değer bir şeydir" [5] diye öğütte bulunmuştur. Ayrıca Cenab-ı Hak, başına gelen belalara sabırla katlandığı için Hz. Eyyub'u, "O ne güzel kul" [6] buyurarak övmüştür.
Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in ömrünün neredeyse tamamı ızdırap ve sıkıntılarla geçmiş olmasına rağmen çevresindekilere daima sabrı tavsiye etmişlerdir. Kendisi de "Sabret ve senin sabrın ancak Allah'ın yardımıyladır" [7] ilâhi buyruğuna uyarak hayatı boyunca sabır konusunda ümmetine örneklik etmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.); “Sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet hiç bir kimseye verilmemiştir” [8] buyurmaktadır. Acı bir olayla karşılaşıldığında ilk anda gösterilen sabır önemlidir.[9]
Sabır; Boyun Eğmek Değildir, Sabır Mücadele Etmektir..! Sabır, nefse ağır gelen şeylere katlanmak, bir hakkı müdafaa etmek, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, musîbetlere karşı sabretmektir. Güçlükler karşısında paniğe kapılmayıp, sabredenlerin mükâfatının hesapsızca verileceği müjdelenmiş ve onlar övülmüştür.[10]
Şükür
Sözlükte "karşılığını vermek, yapılan iyiliği dile getirmek ve sahibini övmek" anlamına gelen şükür, ahlâk kavramı olarak, yapılan iyiliğin kadir ve kıymetini bilip makbule geçtiğini dile getirmek, iyilik edeni övmek; nankör olmamak demektir.Şükür üç şekilde ifa edilebilir: Kalp ile, (nimeti vereni tanımak ve O’na iman edip tasdik etmek); dil ile, (nimeti vereni anmak, övmek ve O’na şükretmekle); fiil ile. (Allah'ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmekle) Şükredene şâkir, Allah'a yeterli şükürde bulunamayacağının idrakine erip çok şükreden kimseye şekûr denir.
Kulları arasında Allah'a hakkıyla şükreden (şekûr) [11] azdır. Şükür, nimetin artmasına vesile olur [12]. Azap edilmeme sebebidir. [13] Bir kimsenin yaptığı iyiliğe karşı teşekkür etmek ahlâkî bir görevdir. İyilikte bulunanı övmek ve ona dua etmek te bir teşekkürdür. İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükretmemiş olur.[14]
Şükür, kulluğun özüdür. Sadece iyiliklere, güzelliklere erişmenin değil kötülüklerden, zorluklardan kurtulmanın da nimet olduğunun farkına varması, “Kahrın da hoş lütfun da” diyebilmesidir. [15] Şükür, insanın, kendisini en güzel biçimde yaratan ve sayılamayacak kadar çok nimetle kuşatan Rabbi’ne teşekkürüdür. Ailesinden eşine dostuna, boğazından geçen lokmadan evine aldığı eşyaya kadar sahip olduğu her şeyi Yüce Allah’ın bahşettiğini bilmesi ve O’na her an minnettar olmasıdır.
Kul, Allah'ın lütuf ve nimetlerini dile getirir ve O'nu överse şükretmiş olur. Ancak esas şükür verilen nimetleri yerli yerince kullanmaktır. Her nimetin şükrü kendi cinsindendir. Malın şükrü zekât vermek, ilmin şükrü insanlara doğru bilgileri aktarmak, bedenin şükrü, Allah’a ibadet etmek ve insanlığın yararına faydalı işler yapmaktır.[16] Bu da nimeti bilme, elde edilen nimetten dolayı sevinç duyma, nimete karşılık olarak yapılması gerekeni dil, beden ve kalp ile [17] yerine getirmek suretiyle olur.
Şükür yapılan iyiliğe, verilen nimete karşı nimet sahibine hoşnutluğunu ifade ederek ona değer vermektir. [18] Nimetlere şükür Allah’ın emirlerine itaat etmekle gerçekleşir.[19] Nitekim Kur'an’da; “Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin. ”buyurulmaktadır.
Şükür “karşılığını vermek, yapılan iyiliği dile getirmek, yapılan iyiliğin kadir ve kıymetini bilip makbule geçtiğini dile getirmek, iyilik edeni övmek; nankör olmamak” demektir. Esas şükür verilen nimetleri [20] yerli yerince kullanmaktır. O halde insanın, bunca nimetleri kendisine ihsan eden Rabbine şükretmemesi nankörlük olur. [21] Şükür, nimeti vereni bilerek onun bütün emir ve yasaklarına uymakla gerçekleşir.
Şükür, verilen nimetleri yerli yerinde kullanma, Allah Teâlâ’ya, verdiği nimetlerle isyân etmeme, nimetleri kullanırken vereni unutmama; [22]görülen iyiliğe karşı teşekkür etmektir. Nimetin kıymetini bilmeyip nankörlük etmek, elden çıkmasına sebeptir. Şükür ise, devamına ve artmasına [23] vesile olur.
Bizleri insan olarak yaratıp akıl nimeti ile diğer canlılardan üstün kılan ve ilahi kitaplar göndererek yolumuzu aydınlatan Allah’a şükretmek en önemli kulluk görevimizdir. Nefes alıp verirken bile Allah’ın iki nimetine birden mazhar olmaktayız. Yaratılışındaki sadeliği ve temizliği korumuş olan her insan kendisine yapılan en küçük iyiliğe karşı duyarsız olamaz.
İtaat
Sözlükte "boyun
eğmek, yumuşak davranmak, birinin isteğine, emir ve yasağına isteyerek uymak
olarak geçmektedir. Dîn ıstılahında ise, Allah ve Peygamberin emir ve
yasaklarına isteyerek uymak, yapılmasından dolayı sevap elde edilen her hangi
bir ameli yapmak" anlamındadır. İnsanların ve cinlerin itaat ve isyân edebilmelerine karşılık meleklerin ve diğer varlıkların sadece itaatleri söz konusudur. Kur'ân'da itaat, övme ve yerme ifadesi olarak kullanılmıştır. İtaat edilenler açısından itaat emredilmiş veya yasaklanmıştır. Allah'a, Peygambere ve emir (yönetim gücü) sahiplerine itaat edilmesi emredilmiş, [24] bu emre uyanlar övülmüş ve kendilerine mükâfat va'd edilerek itaat teşvik edilmiştir.
Allah'a ve Peygamberine itaat: Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına, tavsiye ve hükümlerine, helâl ve haramlarına uymaktır. Allah'a ve Peygambere itaati birbirinden ayırmak mümkün değildir. Allah'a itaat eden Peygambere, Peygambere itaat eden de Allah'a itaat etmiş [25] lur. Peygamberler itaat edilsinler [26]diye gönderilmişlerdir.
Peygambere itaat eden doğru yolu bulur ve merhamete mazhar [27]olur. Allah'a ve Peygambere itaat; îmânın[28], itaatten yüz çevirmek ise nifakın[29] sonucudur. Kur'ân'da; Allah ve Peygambere itaat edenlerin kurtuluşa erecekleri[30], itaat etmeyenlerin ise pişman olacakları bildirilmiştir.[31]
Emir (ülû'l-emr) sahiplerine [32]itaat; iş, emir ve buyruk sahibine itaat demektir. "Ülû'l-emr" ile kast edilenlerin; râşit halifeler, devlet başkanları, komutanlar, yöneticiler ve bilginler olduğu söylenmiş ise de bu tabir; askerî, resmî ve sivil her seviyede yönetmek, idare etmek ve emretmek durumunda bulunan bütün yöneticileri kapsar.
Ma'ruf olan şeylerde [33]emir sahibine itaat, peygambere itaat [34]gibidir. Ana-babalar, öğretmenler, ustalar, iş verenler ve yönetmek durumunda olanlar, "ülü'l-emr" kavramına dahildirler.
İtaatin söz konusu olabilmesi için bir emrin, isteğin, telkinin ve tavsiyenin veya bir yasağın bulunması gerekir. Emir, telkin, tavsiye veya yasak olmadan bir insanı taklit etmek, ona uymak vb. davranışlar Kur'ân'da ittibâ' kavramı ile ifade edilmiştir.
Kur'ân'da Allah'a, Peygambere ve emir sahiplerine itaatin emredilmesine karşılık, dînî konularda kâfir[35], müşrik[36], münafık [37] ve ehl-i kitaba [38], bozguncu, günahkâr, müsrif, yalancı ve yalanlayıcı insanlara itaat edilmesi yasaklanmıştır.[39]
İmtihan
İmtihan kelimesi
mihnet kökünden gelir. Mihnet ise, sıkıntı, acı demektir. Dolayısıyla, acı ve
sıkıntı, imtihan listesinin başında yer alması gereken bir sorudur.
Dünya imtihanı, zıt
duyguların varlığını gerektirir ki, insanoğlu özgür iradesini hangi tarafa
kullanırsa ona göre bir değer veya değersizlik kazansın. Aklın, vicdanın sesi,
kulağı olan iyi duyguların karşısında; nefsin, şeytanın sesi olan kötü
duyguların olması âdil bir imtihanın şartıdır. Bu duyguların ortaya çıkması
için imtihan/mihnet, acı, sıkıntı gerekir.
İmtihanın en büyük
maksadı, bilenlerle bilmeyenleri, çalışkanlarla tembel olanları, aklını
kullananlarla kullanmayanları birbirinden ayırt [40]etmektir.
Altın ile bakırın,
elmas ile kömürün birbirinden ayrılıp ortaya çıkması için madenlere ateş vermek
gerektiği gibi, insanların ruh ve nefis cevherinde bulunan değişik ulvî ve
süflî duyguların ortaya çıkması için, imtihan ateşine ihtiyaç vardır.
Bu sebepledir ki,
insanlık camiasında, bir yandan melek gibi, diğer taraftan şeytanlaşmış
insanlar ortalarda geziyor. Böyle zıtlarla örülü bir ortam olmasaydı, ne Hz.
Ebu Bekir (ra) gibi -insanlık camiasını şereflendiren- bir sadakat ve dürüstlük
timsali, ne de Müseyleme-i Kezzap gibi -insanlığın yüz karası- bir yalan
makinesi ortaya çıkabilirdi. Demek ki, cennet adam istediği gibi, cehennem de
adam istiyor.
Ancak bilinmesi
gereken bir husus da şudur ki, cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz
değildir. Gerçekten Allah’ın bütün işlerinin adalet ve merhamet dolu olduğuna
tam iman etmeden, O’na güvenmeden, O’na teslim olmadan cennete girmek zordur.
Cehennem'in lüzumsuz olmadığını gösteren unsurlar ise binlercedir. Her gün
insanlık camiasında yapılan zulümler, işlenen cinayetler, inkâr ve isyanlar
“zalimler için yaşasın cehennem!” diye bağırıyorlar.
Kaynak: DİB ve
Muhtelif
---------------------[1] Kehf, 18/28
[2] Asr, 103/1-3
[3] Bakara, 2/249; Meryem, 19/65
[4] A'râf, 7/128
[5] Lokmân, 31/17
[6] Sâd, 28/44
[7] Nahl, 16/127
[8] Tir-mizi, “Birr”, 76
[9] Buhârî, “Cenâiz”, 32
[10] Zümer, 39/10; Bakara, 2/153
[11] Sebe, 34/13
[12] İbrâhim, 14/7
[13] Nisâ, 4/147
[14] Ebû Dâvûd, Edeb, 12
[15] Bu nedenle Hz. Peygamber, kendisine niçin sabahlara kadar ibadet ettiğini soran Hz. Âişe’ye şu cevabı vermiştir: “Çok şükreden bir kul olmayayım mı?”(Müslim, “Sıfâtu'l-Münâfıkın ve Ahkamuhüm”, 81)
[16] Allah Teâlâ “ Hani Rabbiniz şöyle buyurmuştu: Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7) buyurmaktadır.
[17] Bir organın şükrü, onu iyi ve güzel şeylerde kullanmak, günaha götürücü şeylerden uzak tutmakla olur.
[18] “Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin”. Bakara, 2/172 ve Ankebût, 29/17
[19] “Artık Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin. Eğer yalnız ona ibadet ediyorsanız, Allah’ın nimetine şükredin.” (Nahl, 16/114)
[20] “Ey inananlar!… Size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.”(Bakara, 2/172)
[21] Kur’an-ı Kerim’de “O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.”(İbrahim, 14/34) buyruluyor.
[22] Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim’de meâlen buyuruyor ki: “Eğer şükre der ve imân ederseniz, Allah size niye azâp etsin ki? Allah şükrün karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.”(Nisâ, 4/147)
[23] “Nimetlerime şükür ederseniz elbette arttırırım.”(İbrâhim, 14/7)
[24] Nisâ, 4/59
[25] Nisâ, 4/80
[26] Nisâ, 4/64
[27] Nûr, 24/54, 56
[28] Tevbe, 9/71
[29] Nûr, 24/47-48; Nisâ, 4/81
[30] Nûr, 24/51
[31] Ahzab, 3/66
[32] "Ey Mü'minler! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden (olan) ülû'l-emre itaat edin" (Nisâ, 4/59)
[33] "Allah'a isyân konusunda insana itaat olmaz. İtaat ancak ma'ruf (İslâm'a ve aklı selime uygun olan şeylerde) olur" (Müslim, İmare, 39; Buharî, Ahkâm, 4)
[34] Bu sebeple Peygamber (a.s.),; "Bana itaat eden Allah'a itaat etmiştir. Bana isyân eden Allah'a isyân etmiştir. Emire itaat eden bana itaat etmiştir. Emîre isyân eden de bana isyân etmiştir" buyurmuştur " ((Buhârî, Ahkâm, 1; Müslim, İmare, 32-33)
[35] Kalem, 68/8-14
[36] En'âm, 6/121
[37] Ahzâb, 33/48
[38] Âl-i İmrân, 3/100
[39] "Rabb'inin hükmüne sebat et ve onlardan (kâfirlerden) hiçbir günahkâra veya nanköre itaat etme" (İnsan, 76/24) âyeti bütün kâfir ve günahkârları kapsamaktadır (En'âm, 6/116).
[40] Buna göre, eğer -içinde sıkıntı, zorluk olmayan bir şekilde- gök yüzünde “La ilahe illallah” yazılarak, aklın iradesini elinden alacak şekilde insanları Allah’a iman etmeye zorlayan açıklıkta bir imtihan olsaydı, Hz. Ali (ra) gibi ilmin zirvesinde olan bir kimse ile cehaletin sembolü haline gelmiş Ebu Cehil aynı seviyede kalmış olacaklardı. Hz. Ebu Bekir (ra) gibi dürüstlük ve samimiyetin simgesi olan bir kimse ile, yalancılıkla ün yapmış Müseyleme-i Kezzap gibi bir yalancı aynı noktayı paylaşmış olacaklardı. Bu ise, imtihan sırrına aykırıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder