Haydi Susurluk !
Susurluk küçük, yeşil, yol üzeri ayranıyla meşhur bir belde. Şimdi düşünüyorum da yatılı okurken, üniversitedeyken, memuriyet dolayısıyla gurbetlerde dolaşırken orası benim için hep bir "memleket"ti.
Böyle söz ederdim ondan. Memlekete gidiyorum, memleketten geldim.
Tuhafıma giderdi ama neden bilmiyorum yine de ağzımdan böyle çıkardı işte oraya ait sözcükler.
Baudelaire'e
atfedilen bir söz var; "Her nerede değilsem, orada mutlu olacakmışım
gibi gelir…" Bana da Susurluk hep öyle geldi. Belki de çocuk
yaşta oradan çıkıp, hep sıla özlemi içinde yaşamış olmamdı sebep. Yaşadığım
yerler de benim memleketimdi elbet, yurdumdu, vatanımdı. Ama oralarda sürekli
hayatla başetme, ayakta kalma, dahası başarılı olma mücadelesi verdim.
Bayramlarda, tatillerde döndüğüm limandı Susurluk. Köklerimin hala orada
olduğu, özlendiğim, sevildiğim, sayıldığım yerdi.
Manisa'dan trenle
gelirken Ömerköy'den sonra ayaklanıp, hatap deresiyle birlikte küçük, aydınlık
istasyonuna kavuşurduk. Otobüsle İstanbul tarafından ya da Ankara'dan
Karapürçek düzüne indiğimizde, Bandırma kavşağını geçip Şeker fabrikasını
gördüğümüzde Susurluğa gelişimize sevinirdik. Yıllar geçti, çocuklarımız
büyüdü, hatta torunlarımız var, fakat yine aynı duyguları yaşıyoruz. Biliyoruz
ki, hayatta olan büyüklerimiz her yıl biraz daha azalsa da çok şükür köklerimiz
hala o topraklarda.
Susurluk pek
büyümedi. İyi mi kötü mü bilmem ama küçülmedi de. On on iki bin nüfuslu bir
ilçe iken elli yıl sonra şimdi ancak iki katı olabildi. Ülke nüfusunun büyüme
hızına göre bu oldukça yavaş bir büyüme sayılır. Bu durumu ben şahsen hep iki
sebebe bağladım. Birincisi İstanbul-Bursa-Bandırma-Balıkesir arasında adeta kör
bir nokta olarak kalması. Diğeri de içinden yol ve nehir geçen dar bir boğazda
iki çıkış kapısının da kilitli olması. Bu kapılardan biri Şeker fabrikası
tarafından öbürü askeriye tarafından tutulmuştu. Genişleyecek konut alanları
yoktu.
Aslında konut
yapacak, gelişecek bir potansiyeli de yoktu. Çünkü hem gelir hem de genç nüfus
açısından Şeker fabrikasıyla sınırlıydı. Yıllarca oranın ekmeğini yedi.
1954'den son on yıla kadar Susurluğun işçisi, memuru, esnafı, çiftçisi,
emeklisi her kesim bu kaynaktan beslendi. Sadece bu kurum can verdi Susurluğun
ekonomik ve sosyal hayatına. Pancar kokusu hayattı, refahtı, canlılıktı o
topraklar için.
Ama göremedi
Susurluk geleceğini, hep böyle gitmeyeceğini. Fabrikadan aldığı bol maaşı, yeni
model arabalara, yazlıklara harcadı. Çocuğunu, yeğenini fabrikaya sokmak için
yarıştı yıllar boyu, ama, bir ikinci fabrika, bir üçüncü tesis için çalışmadı.
Sonraları kurulan Yörsan'ı bile değerlendiremedi, geçinemedi nedense. O yüzden
gençleri benim gibi hep dışarıya, gurbete çıktı. Kalanlarsa yol boyu mola
tesislerinde çalışmaya mahkum oldular. İzmit-İzmir otoyolu yapıldığında bu
seçeneğin de ömrü tamamlanmış olacak maalesef.
Artık çocukluğumun
Susurluğu yok. Pazar günleri şeker fabrikası otobüsü ile sinemasından dünyayı
gördüğümüz fabrika bitmiş. Lojmanlarıyla, şeker mahallesiyle bir zamanların canlı, renkli sosyal hayat merkezi
Şeker fabrikası adeta terk edilmiş. Makyajı gitmiş, yüzündeki kırışıkları gizleyemeyen eski bir film yıldızı gibi. Duydum ki bu yıl 400.000 ton pancar olursa
çalışacakmış. Zannetmiyorum, taşıma suyla değirmen dönmez. Bu sene çalışsa
seneye ne olacak ? Yörsan da sahip değiştirmiş, inşallah Susurluk için yararlı
olur. Ancak, Susurluk halkının böyle "umut" lardan çok daha
fazlasına ihtiyacı var. Hatta sorumlulukları.
Bu imkanın hala var
olduğuna inanıyorum. Susurluğun ileri gelenlerinin, yöneticilerinin hiç değilse
kendi çocuklarına, gençlerine bakıp artık geleceği düşünme saati geldi diye
düşünüyorum. Bakarlarsa, ararlarsa görürler. İnanırlarsa yaparlar, Susurlukta bu
gücün derinlerde, biryerlerde beklediğini biliyorum. Çünkü gördüm.
Bundan onbeş yıl
önceydi. Yine böyle bir seçim zamanı Şeker fabrikasının kuzey batısını
inceliyordum. Balıklıdere'den bir traktörle köyün yaslandığı tepeye çıktık.
Amacım yüksek bir noktadan o araziyi görmekti. Düşüncem, arayışım şuydu; Acaba Susurlukta bir
organize sanayi bölgesi kurulabilir miydi ? Şeker Fabrikasıyla birlikte yolun üst
tarafı, Şeker Mahallesinin arkası sanki bu iş için uygun gibiydi. Gerçi orman arazisi
olarak kayıtlıydı ama, çoktan bu vasfını yitirmişti. Şeker fabrikasının da
geleceği karanlıktı ve Bandırmaya açılan bu bölgenin komple organize sanayi
bölgesi olması Susurluğun umudu olacaktı.
Traktör toprak
yoldan bir noktaya kadar çıkabildi, sonra indik ve tepeye doğru yürüdük.
Derinden bir kazma sesi geliyordu. Biraz sonra önümüzde kazılmış bir toprak
seti belirdi. Yaklaştık, tepenin fabrikaya bakan yamacında L biçiminde 5 x 3
metre uzunluğunda, bir metre eninde bir yer kazılıyordu. Hemen hemen de üç
metreye yakın derinde hala kazma sallayan sakallı bir yaşlı gördük. Ufak bir su
sızıntısını genişletmeye çalışıyordu. Selam verdik, aldı ama dikkati o sudaydı.
Merak etmiştim, değil gençlerin, iş makinasıyla bile cesaret edilemeyecek
bir işe kalkışmıştı bu yaşlı adam. Ne yapmaya çalışıyordu acaba ?
"Amca, kolay
gelsin. Hayrola, ne yapıyorsun bu dağ başında ?" Yaşlı adam kim bu
münasebetsizler der gibi mecburen kalktı, yine de ak sakallı yüzüne yakışan bir
gülümsemeyle "Sağolun, şuncağız bir su buldum. Nasipse bir çeşme
yapacağım. Kurda, kuşa, insana hayrım olsun." dedi. Nutkum tutuldu, bir
adama baktım, bir yaptığı işe, bir de bulunduğu yere. "Sen mi yaptın bunca
işi, nasıl yaptın ?" diyebildim. Yaşlı adam bu sefer güldü sözlerime
"Beğenemedin mi, gücüm soluğum yerinde çok şükür. Ama yarın ne olacağımı
Allah bilir. O yüzden acele ediyorum, kimseden de yardım almadım. Rabbim nasip
etti, suyu buldum. Şimdi bu suya bir hazne yaparak boruyla çeşmeye indireceğim.
Siz nerdensiniz ? Hayrola, ne arıyorsunuz burda ?"
Hacı İsmail'le öyle
tanıştım. O anlattı ben düşündüm, ben anlattım o dua etti. İnsanın gücünü,
inanmanın coşkusunu, gelecek için çaba göstermeyi bir kez daha yaşadım o
tepede. Aşağıya fabrikaya, Susurluğa doğru bakarken artık çok daha fazla
inanıyordum memleketime. Bir piri fani, küçücük bir su kaynağı, bir çeşme için
onca kazma sallayıp çaba gösteriyorsa benimkisi neydi ki. Bu ibretlik sahneyi
Susurluğun rehavet içindeki ileri gelenlerine, politikacılarına, yöneticilerine
göstermek isterdim. Ayrıca, insanına güvenmeyi, aradığı gücü onda
bulabileceğini.
Gölet yapıldı, çaylak suyu orada.Gidip almanızı bekliyor. Susurluğun en büyük sorunu su olmamalı.Yıllar boyu önünü tıkadı, başka şeyler düşünemedin. Bak, artık şehrin Batı kilidi de açıldı.
Askeriye gitti. Bandırma Bursa sanayisi Susurluğa doğru geliyor. Yapılacak
otoyolu da Susurluk için bir tehditten fırsata dönüştürecek projelere ihtiyaç
var. Rehavet zamanı değil, büyük düşünmek, çalışmak ve geleceği inşa etmek
vakti. Haydi Susurluk !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder