Zaman imaj devri diyorlar. İmaj, bir şeyin görünüşünü değiştirmek demek. Bu yönde adeta bir sektör oluşmuş durumda. Toplum önündeki sanatçılara, siyasilere hatta tüketilen ürünlere uygulanan bu yöntem reklam sektörüyle de iç içe çalışıyor. Kozmetik ürünleri, imaj koçluğu, fotoğraf sanatı ve iletişim teknikleri bu işte yoğunlukla kullanılıyor. Amaç, onu talep eden insan algılarını yönlendirmek ve tercihlerini etkilemek.
Neticede
objenin özünde bir değişiklik söz konusu değil. Sadece ona yeni bir görünüm
kazandırılıyor o kadar. İşin aslının gerçeğin allanıp pullanarak yeniden
sunulması olduğu aşikar. Yani aldatmanın,
yalanın bir tür parlatılmış
şekli. Baktığımızda içi başka dışı başka
bir şey görüyoruz. Bu yüzden yorumlar da farklı oluyor tabi ki. Göreceli bir
durum.
İnsanın makyajlanması da öyle. Yüzü güzelleştirmek için boyanması, bakımla iyi görüntü sağlanması yanıltıcı bir durum.
Örneğin bir kadının makyajlı haliyle sabah uyanıp elini yüzünü yıkadığı zamanki
hali birbirinden çok farklı olabiliyor. Ama geçmişten bu yana süregelen bir
alışkanlıktan söz ediyoruz. Özellikle kadınlar için olmazsa olmaz bir şey.
Erkekler için de "bakımlı olmak" bir tür makyaj sayılabilir. Hani
"Alan razı satan razı" diye bir deyim var ya işte tam da onun gibi
kabullenilmiş bir aldatmaca bu. Göreceliliğe örnek sayılabilir.
Bu
uygulama tiyatro ya da sinemada geçerli profesyonel bir meslek. Rolün
gerektirdiği belli bir tipi oluşturmak için yapılıyor. Vücutta bazı düzeltmeler
ya da oyuncunun yüzü boyanmak
suretiyle istenilen değişme bu suretle mümkün. Sanatçı makyajı ve rol yeteneği
ile seyirciye farklı bir karakter sunuyor. Bu yüzden oyuncuların "binbir
suratlı" görünümü oyuncunun gerçek yüzünü görmemizi engelliyor. Bu da bir
tür görecelilik.
Reklamı yapılan bir ürünün ya da hizmetin gerçekte sunulduğu gibi
olmadığını hep biliriz. Biliriz de yine de üfürülen o rüzgara, üretilen sun'i
parlaklığa kapılıveririz işte. Aslında ortaya çıkan sanal algının imaj koçu,
reklamcısı başka, pazarlamacısı başka, üreticisi başkadır. Patronu başka, üst
yöneticisi başka, alttakiler daha da başkadır. Aradakiler hepten alakasız, hele
de müşteriyle yüz yüze olanlar ise bambaşkadırlar.
Onlara bakarsanız ne parlatılan yeni imajın, ne parıltılı makyajın, ne de her yerde
karşınıza çıkan sloganların aldığınız ürün ya da hizmetle ilgisini
kuramazsınız. Bazen sinirlenir, çok kere de kendinizi kötü hissedersiniz. Ama
yine de çarklar döner, reklamlar devam eder. Kızdırsa da göreceli dünyanın
yalancılığına yapacak bir şey yoktur.
Dedik ya zaman imaj çağı, yaşananlar göreceli yalan dünyası olmuş
bir defa. İş o kadar paraya dökülmüş ki siyasiler, sosyal oluşumlar ve devlet
kurumları bile bu çarkın içindeler. Partiler "rüzgar oluşturma
kampanyaları" yaparlar. Siyasiler "onları pazarlayan profesyonel
danışmanlarla" çalışır.
Bakanlıklar, kamu kurumları hizmet görünüşlerini, yeni projelerini
böyle bir yaklaşımla dizayn ederler. Hatta devletlerin bile dışardaki
imajlarını düzeltmek üzere lobi şirketleri tutması olağandır. Bu iş yukardan
aşağıya öyle bir sirayet eder ki neredeyse yalan olmayan bir şey kalmaz.
Görecelilik artık istisna olmaktan çıkmış normal bir şey haline gelmiştir.
Bizdeki muhalefet baştan aşağı böyle bir proje. İmaj üstüne imaj, makyaj üstüne makyaj deniyorlar. Olmadı bir daha, o da olmadı bir başkası daha...Bakarsanız "her şey güzel olacak!" Nasıl? Orası biraz gölgeli, meçhul. Afedersiniz vaadleri "bekara karı boşamak kolay" sözünü hatırlatıyor. İstanbul'a, Ankara'ya, İzmir'e bakıp ne yapıp, ne yapmadıklarını görüyoruz ama üfledikleri rüzgara bakılırsa sanki ellerinde Alaaddinin sihirli lambası var. Biraz ovalayınca "herşey güzel olacak!" İnananlara bir şey diyemem, göreceli bir durum.
Bu hal öyle yaygın ki her an her yerde karşımıza çıkabiliyor. Meselâ öyle büyük büyük lafların edildiği bir devlet kurumuna gittiğinizde karşılaştığınız memur arkasındaki afişe rağmen sanki sabah tersinden kalkmış gibi davranmıyor mu? Bırakın devlet dairesini memuru, bir banka elemanı ya da teknik servis görevlisi bile kurumunun reklamlarına, yeni imajına tam ters davranışlarda bulunmuyor mu? O zaman gördüğünüze mi inanacaksınız, duyduklarınıza mı?
Direk değil ama o dünyadan bu günlerde sinirimi bozan bir başka
örnek daha vereyim. Son zamanlarda "Halkımızı enflasyona
ezdirmeyeceğiz!" sözünü bol bol işitiyoruz değil mi? Hani o "bedelini
ödeyecekler" lafları hepimize umut olmamış mıydı? Peki ne oldu? Adım
atmaya korkar olduk, elimizi attığımız her ürün zamlı, aldığımız her hizmet can
yakmakta. Hatta her hafta üst üste katlanıyor fiyatlar.
Ticaret bakanı nerede? Arada sırada çıkıp "ihracat rekoru kırdık" diyen adamı kastediyorum. Ona sormak isterdim: "Göstermelik denetimlerin bana ulaşmıyor. Şu bedelini ödeyecek dediklerinize ne oldu acaba?" O ürün hala varmı bilmiyorum ama bir zamanlar hayli meşhur olmuş bir reklamı hatırlıyorum. "Hoop, ezdin oni, ezdin oni!" Sayın bakan, sen sözünü yerine getirinceye kadar şu pahalılık denilen şey bizi ezip geçti bile, haberin olsun.
Göreceliliğin canı cehenneme, doğruyu duymak, gerçeği görmek istiyorum.
Varsın makyajsız olsun, ama dosdoğru olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder