Adapazarı yolunda
Bugün 21 Ağustos 2021 Cumartesi. Coronavirüs salgını ülkemizde 527.nci gününde. Dünyada Virüsün ortaya çıkmasının üzerinden de 606 gün geçti. Çocuklarımız iki doz aşı olmuşlardı. Bizim 3.dozlarımızın üzerinden ise 17 gün geçmişti.
Böylece bu yıl ilk defa kısa süreli bir ildışı seyahate cesaret etmiş olduk. Şayet sorun çıkmazsa inşallah Eylül'ün başında körfeze gidebileceğiz.
Oğlumun yeni pejo 5008 marka aracıyla dün ikindiden sonra Ankara'dan çıktık. Üç torun, 4 yetişkin 7 kişi yüklerimizle birlikte araca yerleştik. Normal araç olsa bize yetmezdi. Bu araç tam bir aile arabası, zaten bu yüzden alındı. 3,5 yaşında Ece torunumuz ile henüz iki aylık Selim Erdem ve İnci Deniz ikiz torunlarımız arka üç koltuğa pusetleriyle yerleştirildiler. Acele etmeden 4 saatte Adapazarı'na vardık.
Rahat bir yolculuktu, böylece bugün Adapazarı'ndayız. Buraya gelmemizin görünür sebebi oğlumun bir yazar arkadaşının Sapanca'daki yazlığına davet edilmesi. Biz de Ferizli'deki kızımız ve torunlarımızı görmek istemiştik. Ama asıl sebep; alınan yeni aracın, küçük torunlar ve tatil eşyasıyla birlikte uzun yol seyahati yapıp yapamıyacağımızın test edilmesiydi.
Neredeyse salgın boyunca böyle bir yolculuk yapmamışlardı. Salgın başladığında Ece Mercan 2 yaşındaydı. Sonrasında hamilelik ve 23 haziranda ikizlerin doğumu. Biz de onlara yardımcı olabilmek için geçen yıl yazlıktan erken dönmüş, bu yıl da hala gitmemiştik. İkizler iki aylık olunca Nissan Kasgai arabalarını satıp daha geniş bir araç aldılar. Böylece kendileri, üç çocuk, bakıcıları ve belki "Nenneleri" hep birlikte bir yolculuğa çıkabileceklerdi.
Ama bunu denemek gerekiyordu. Çünkü ikizler küçüktü, Eceyle birlikte üç çocukla ilgilenmek önemli bir sorun gibi görünüyordu. Ayrıca aracın 7 kişilik olması, gerekli eşya ile birlikte nasıl olacaktı? Çok şükür ki ikizlerde hemen hiç sorun yaşanmadı. Karınları acıkınca biberonle doyuruldular ve yol boyunca bol bol uyudular.
Ece Düzceden sonra, son bir saatte huysuzluk yaptı. Sürekli pusetinde oturmaktan sıkılmıştı ve "Geldik mi, geldik mi?" diyerek babasını iyice gerdi. Bir süre de "Ben anne sevgisi istiyorum, anne kucağı istiyorum" diye tutturup ağladı. Neyse ki Sapancaya girip kalacakları eve gelince kucağımda sakinleşti.
Bugün onlar Sapancada dostlarıyla birlikte havuzlu villada, biz Adapazarı Çark caddesinde kızımız ve büyük torunlarımızla vakit geçirdik. Bu saate kadar da her şey yolunda gitti. Yarın da saat 17'ye kadar buradayız. Biz bu süreyi Sapanca Maşukiye taraflarını gezerek değerlendireceğiz. Sonra yine Ankara'ya doğru dönüş başlayacak.
Adapazarı bizim için yabancı bir yer değil. 1993-96 yılları arasında yeni kurulan Sakarya Üniversitesinde Daire Başkanlığı yaptım. Sonra 1996'da Ankara'ya Bayındırlık Bakanlığına Daire Başkanı olarak döndük. 4-4,5 yıl orada yaşadık. Biz Ankara'ya gittikten 3 yıl sonra 99 depremi oldu. O zaman kızım Elif de Bolu'da Eğitim Fakültesinde öğrenciydi ama yaz tatili olduğu için Ankara'da yanımdaydı.
Ardından Kasımda bir deprem daha yaşadık. Bu kez kızım okulundaydı. Düzce depremi sabahı bir arkadaşımın arabasıyla onu almaya gitmiştik. Özellikle Bolu, Kaynaşlı ve Düzce'de adeta depremin dumanları tütüyordu. Yolda bir yandan yıkılan binalardaki kurtarma faaliyetlerini, öbür yandan kalkan cenazeleri görmüştük. Gerçekten tarifi zor bir manzaraydı.
Dönüşte deprem sonrası Adapazarı'nı görmek imkanımız da oldu. Üzerinden henüz üç ay geçmiş olmasına rağmen şehirdeki yıkım hala gözler önündeydi. Bir süre de olsa yaşadığımız şehri bir de o haliyle, yıkılmış yaralı vaziyette o zaman yakinen görmüş oldum. O tarihten 10 yıl sonra kızım bu kez bir öğretmen olarak Adapazarı Ferizli'ye atandığında bu defa da çok farklı bir Adapazarı gözlemlemiş oldum. Yaraları sarılmış, yenilenmiş ve hayat yeniden eski canlılığına kavuşmuştu.
Ancak, aradan geçen bir 10 içinde de Adapazarı gerçekten çok büyük bir gelişim, dönüşüm geçirmiş. Sakarya Üniversitesinin bir kaç bina ve barakalardan ibaret kampüsü bile yolları, fakülte binaları, sosyal tesisleri ve camisiyle mega denilebilecek bir görünüm kazanmış. Adapazarının kenar mahallesi Serdivan tanınmayacak ölçüde gelişip canlanmış. Yeni bulvarlar, yollar, parklar ve AVM'lerle şehrin batı yakası inanılmayacak bir gelişme göstermiş.
Bugün gezdiğimiz Çark caddesi eskiden beri şehrin alışveriş merkezi konumundaydı. Bugün de öyle ama eskiyle kıyaslanamayacak ölçüde şık, canlı ve renkli. Gezerken Adapazarı'nın gerçekten çok zengin bir yer olduğunu düşündürecek kadar hem de. İnsanları genellikle muhafazakar bilinir. Laz, gürcü, abaza, macır, yörük, kürt vs. ne ararsan bulunur. Bu nedenle son derece kozmopolit bir yapısı olmasına rağmen herhangi bir sorun da yaşanmaz.
Buradan 1996'da ayrılmıştık. Aradan 26 sene geçtiği halde aynı yerde, aynı vaziyette hiç değişmemiş dükkanlar da gördüm Çark caddesinde. Terziler Mağazası, Sakarya 79 lokantası, Şerefiye Bakkaliyesi gibi esnafları görünce herbirine girip bir kaç kelam etmekten ve alışveriş yapmaktan kendimi alamadım. Eski bir dostu görmüş gibiydim. Onlar da çok memnun oldular bu hatırlanmadan tabi. Aslında Uzunçarşı'ya gidip Gülseven'den Tahin helva almak da hoşuma giderdi ama yolumuz o tarafa düşmedi.
Büyük torunum Nazlı inşallah üniversite tercihlerini yaptı. Haber bekliyor. Tabi bizim isteğimiz Ankara'da bir okul kazanması. Bakalım nasip. Ona biraz alışveriş yaptık. Biraz da biz harcandık. Her seferinde gittiğimiz esnaf lokantası Sakarya 79'da döner iskenderle karnımızı doyurduk. Günümüz "Engelsiz Cafede" magnolya yiyerek, kahve ve çay içerek sonlandı. Yarın Allah nasip ederse Sapanca tarafında olacağız.
Sapanca’da bir gezinti
Bugün 22 Ağustos 2021 pazar. Coronavirüs salgını ülkemizde 528.nci gününde. Dünyada Virüsün ortaya çıkmasının üzerinden de 607 gün geçti.
Adapazarı'nda ikinci günümüz. Sabah kahvaltısını Serdivan' da Bosna böreği yapan bir mekanda yaptık. Fiyatlar uygun, ürünler lezzetli ve doyurucu. Bir kahvaltı 30 TL, Adapazarı'nda ve Sapanca'da daha ehveni yok.
Oğlumla saat 3 için sözleştiğimiz için gezmeye ancak 4 saat vaktimiz vardı. Bu yüzden doğruca Sapanca'ya geçtik. Göl kıyısında olmasına rağmen büyüyen ağaçlar ve bitki örtüsü yol boyu gölün görülmesini engelliyor. Zaten sahilin büyük bir kısmını da işletmeler zaptetmiş. Park yeri bulmak daha büyük mesele.
İnce dar bir yoldan ileriye doğru gittik. Bir kır bahçesi önündeki uygun otoparka arabamızı bırakarak içeri girdik. Göl kıyısına konuşlanmış orta boy bir işletme idi. Bir kısmına piknik masaları koymuş. Masa başı 40 TL istiyor. Biz sadece çay kahve içeceğimiz için diğer bölüme geçip oturduk.
Bizi karşılayan suratsız biriydi. Masaların böyle boş kalmasını bu nedene bağladık. Neyse, seçtiğimiz masa hemen su kenarındaydı, kahvemizi ve çaylarımızı söyledik. Su sesi eşliğinde manzarayı seyretmeye koyulduk. Üç kahve, iki çay hesap yine 40 TL idi. Üzerinde durmadım ama biraz gülümsese çok daha memnun olacaktım.
Yeniden batı istikametinde yola devam ettik. Özkum tesislerini daha önceden de biliyordum. Ama hemen solunda yaklaşık 1,5-2 km kadar bir kordon boyu olduğunu hatırlamıyorum. İçimden dedim ki "Hah işte! halkı da düşünmüşler nihayet".
Kordon boyu göl sahilinde yürüdük, fotoğraf çektik. Küçük sergilere baktık. Yolumuz üzerinde küçük bir mescit varmış. Öğle namazımızı da orada kıldık. Çıktığımızda vakit 2'yi geçiyordu. Bu defa geriye doğru yürüdük. Birkaç şeyi merak edip fiyat sorduk ama pahalıydı: bir bardak portakal suyu 20 TL, gölde kayıkla 20 dakikalık gezinti 30 TL, tekne gezintisi 150, faytonla yarım saatlik tur 200TL. Tabi yürüdük gittik. Ne oldu bu fiyatlara? Adeta hepsi uçmuş.
Konum alarak navigasyonla gideceğimiz evi bulduk. Doğrusu Sapancanın geneli yeşillikler arasında kayıp bir yer. Daracık eğri büğrü sokakları, alçak beton geçitleri ve yemyeşil bitki örtüsü içinde dağa yaslanmış evleriyle sanki özellikle gizlenmiş gibi.
Caddelerinde, sokaklarında giderken nerede olduğunuzu, nereye gittiğinizi, etrafınızda neler olduğunu tam olarak anlayamıyorsunuz. Ama yukarıya çıkıp oradan baktığımızda, yüksekten göle doğru müthiş güzel bir manzaranın içinde olduğumuzu görüp şaşırmadığımızı söyleyemem.
Ev ya da villa iki katlı, eski Türk evleri mimarisinde. Kapılar, pencereler, panjurlar, merdiven, balkon ve kamelya gibi pek çok yerinde ahşap malzeme kullanılmış. Bir site içinde, yamaçta yeşil bir bahçede konuşlu. Burayı satın alan hanım da oğlum gibi bir yazar. Onun da bizimkiler gibi üç çocuğu varmış, hem de ikisi ikiz. Çok zarif, dost canlısı bir insan.
Bir süre arabaya çocukların yerleştirilmesini bekledik. Benim yerimde dönüşte Elif kızım olacak. O yüzden benim otobüsle dönmem gerekti. Vedalaşmalar bitti. Onlar harekete hazır olunca biz de ayrıldık. Zaman darlığı yüzünden Maşukiye tarafına gidememiştik. Olsun, bu kısa gezinti bile yıllar sonra bizde iz bırakacak. Başka sefer Maşukiye'yi de görür, oradaki işletmelerde yer içer, yüksekten aşağıdaki manzarayı seyrederiz.
Damadım Aydın beni Sakarya terminaline getirip bıraktı. Hemen 45 dakika içinde Ankara'ya otobüs varmış. Bilet alıp bekledim. Saat 17.05'de hareket ettik. Bu satırları yolda telefon üzerinden yazdım. Allah nasip ederse eve vardığımda kontrol edip tashih ederim.
Şu anda Bolu’yu geçmiş
durumdayız. Kısa hafta sonu Adapazarı ve Sapanca gezmesi de böylece bitmiş
oldu. Rabbim sağlık versin de çocuklarımızla daha böyle pek çok seyahatler
yapabilelim inşallah.
İyi gezmeler,saglik ve sıhhat dolu günler dilerim.adapazarina uğramış ken temel kafaya ugrasaydinya.
YanıtlaSilTelefonla görüştüm. İstanbul'daymış.
Sil