Evinde kal ve hamur aç Türkiye!
Bugün 11 Nisan, dün akşam 30 Büyük şehir ve Zonguldak'ta iki günlük sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Zaten Bilim Kurulu toplantısından sonra böyle önemli bir adım bekleniyordu. Nedense bu konu Sağlık Bakanının konuşmasında yer almadı. Yasak kararı İçişleri bakanlığınca açıklandı. Muhtemelen konu Bilim Kurulunda görüşüldü, ancak bazı hazırlıklara imkân vermek için sonraya bırakılmış olabilir. Kaldı ki yasak zaten gece 24 itibariyle yürürlüğe girecekti.
Amacın havaların ısınmaya başladığı bu günlerde
insanların düşebileceği rehaveti engellemek olduğu besbelli. Büyükşehirlerde
olanların yasaklara ve uyarılara rağmen kendilerini çeşitli bahanelerle
çarşıya, pazara, sahillere ve parklara atacağından korkuluyordu. Bu da işlerin
%95 kontrol altına alınmışken yeniden gevşemesi anlamına gelecekti. Nitekim
insanlar yasak kararı açıklanır açıklanmaz buna ne kadar teşne olduklarını
anında gösterdiler. Sanki aç kalacaklarmış gibi herkes bir anda sokaklara
döküldü, fırınların marketlerin, büfelerin önünde uzun kuyruklar oluştu. Ne
maske, ne sosyal mesafe ne tedbir; varsa yoksa makarna, sigara, Cola. Doğrusu
gördüğümüz manzaralar ibretlik hatta traji komikti. Oysa Bakanın konuşması
oldukça etkileyiciydi. Komşu teyzeye, Ali beye, Can kardeşe seslenmişti.
"Başarımız izolasyona bağlı" diyordu. Bu kadar mı duygusuz ve
sorumsuzuz, anlamıyorum ki.
Aslında Bakanın verdiği rakamlar hem vahim hem de
umut vericiydi. Günlük test sayısı 30 bini aşmış, buna karşılık yoğun bakım
gerektiren hasta sayısındaki artış yavaşlamış. Günlük vaka sayısı 5000'lere
doğru gidiyor, fakat oran %4-5 civarında seyretmekte. Ölüm sayısı günlük 100
sınırını zorluyor, toplamda da 1000'i aşmış bulunuyoruz. Fakat virüsten
iyileşip kurtulanlar da 2500'ü bulmuş durumda. Önümüzdeki iki haftanın zorlu
geçeceğini artık herkes biliyor. Ülke olarak ne kadar izole olabilirsek, ne
kadar tedbirlere uyarsak bu süreci o kadar kısaltabileceğimizi de. Aksi olur
gevşersek yaz aylarını da kaybedebiliriz. Dayan Türkiye! Sabret aziz kardeşim!
Geçecek bu günler arkadaşım, umudunu yitirme!
Neyse, biz 'Corona günlüğü’ müze kaldığımız yerden
devam edelim. 21 Mart günü büyük oğlum küçük kızının hamur açarken videosunu
çekip göndermiş. [17:52) Altına da şöyle bir not koymuş: "Evinde kal ve
hamur aç Türkiye!" Kendisi iyi bir mizah yazarı olduğu için baktığı her
şeyde komik bir taraf bulabiliyor. Bense zaten torunumun her halini özlemişim:
"Maşallah" demekten başka söz bulamadım. Bu gece Miraç kandili.
Annemle birlikte tv de kur'an ve mevlüt dinledik. Ona teyemmümle oturduğu
yerden namaz kılmayı öğrettim. Yapmaya çalışıyor. Sağdan soldan kandil
mesajları geliyor. Bir iki kelime ile cevap verdim. Bu akşam her kandilde âdetim
olduğu üzere telefonla büyükleri aramak hiç içimden gelmedi.
Küresel salgın maalesef hızını kesmiyor. İlkbaharın
başlangıcı kabul edilen hafta sonunda dünya genelinde hasta sayısı 304 bini
geçmiş ve en az 13 bin kişi hayatını kaybetmiş. İtalya ise 1444 ölümle en büyük
can kaybını bu hafta sonunda yaşamış. Bu haberle de moralimiz bayağı kötü
etkiliyor. Dikkatimi anneme ve bu geceye vermeye çalıştım. Ama küçük oğlum da
kandilimizi kutladıktan sonra önemli haberi verdi: 65 yaş üstüne sokağa çıkma
yasağı gelmiş. Bir de "Reis 66 yaşında, ona da sokağa çıkmak yasak"
mesajı çekmiş. Kafa kâğıdıma göre ben daha 63 yaşındayım. Ama yine de dışarı
çıkmıyorum. 20:38'de çocuklarıma "Rabbim ibadetimizi makbul, dualarımızı
kabul, gecemizi Miraç eylesin" diye bir kutlama mesajı gönderdim.
Ertesi gün 22 Marttı. Ankara'daki Kız kardeşim
otobüsle İzmir’e geldi. Yeğenim arabamla gidip terminalden aldı geldi. Eve
girer girmez de anneme sarılıp ağlama istedi. Mani oldum, elini yüzünü
yıkattım. Hem sosyal mesafeyi koruması hem de annemi olumsuz etkileyecek ağlama
seanslarına girmemesi için uyardım. Şimdi sadece şu an Burhaniye’de bulunan kız
kardeşim eksikti. Anlıyorum onların da birbirleriyle konuşmaya ihtiyaçları
var. Bu yüzden her gün dakikalarca süren
telefon konuşmalarını ve Whatsapptan görüntülü aramalarını gülümseyerek
izliyorum. Annem çocuklarının yanında olmasından mutlu, iyi görünüyor.
Akşam en az 30 bin vakanın görüldüğü ABD'de ölü
sayısının 389'a çıktığını duyduk. Salgının en fazla vurduğu New York Valisi
Andrew Cuomo yaşanan salgını, 1930'lardaki ‘Büyük Burhan’dan sonraki en büyük
kriz olarak nitelemiş. Türkiye'de ise ölü sayısı 30'a vaka sayısı 1236'ya
çıkmış. İçişleri Bakanlığı, ülke genelinde Corona virüsü nedeniyle uygulanacak
yasaklamalar kapsamını “65 yaş üstü sokağa çıkma” boyutuyla genişletmiş
durumda. 22 ülkeye uygulanan seyahat yasakları da 46 ülkenin daha eklenmesiyle
68'e çıkmış.
23 Martta Ankara'dan küçük torunum Tuna'nın resmini
göndermişler. Balkonda güneşleniyorlarmış. 21'inde 5 aylık oldu. "Kınalı
kuzucuğumm. Maşallah oğluma 5 aylık oldu" diye yazdım altına. Bu arada biz
de Ege Üniversitesindeyiz. Önce hocayla görüşmek için biraz bekledik. Sekretaryadan
"Niye bekliyorsunuz?" dediler. "Hocayla görüşecektik” dedik. "Hoca yok, gelmeyecek" deyince
benim tepem attı tabi. Dedim ki "bize perşembe günü gelin görüşelim dedi,
geldik Pazartesi dediler, şimdi yine geldik yok diyorsunuz. Bu nasıl iş?"
"Biliyorsunuz corona var" deyince, "bizim de hastamızın durumu
kritik ne yapacağız şimdi?" cevabını aldılar. Baktılar ki ciddiyiz
sekreter hocayı telefonla aradı. Uzaktan telefonun hoparlörü açılarak hocayla
konuştuk. Sonucu bilgisayarından okuyamıyormuş, gidip kâğıt olarak almamız
lazımmış.
Eli mecbur PET raporu için hastanenin arka tarafına
düşen ilgili bölümüne yürüyerek gittim. Maskem de takılıydı. Danışmadaki
görevli sanki coronalıymışım gibi bana "uzakta dur!" dedi. "Ne
istiyorsun?" Durumu anlattım, kısaca "Saat 13'te gel" talimatı
verdi. Robot gibiydi. Kızdım ama sabırla saatin 13 olmasını oradaki oturma
yerinde bekledim. Saat tam 13'te yeniden karşısına çıktım ve "saat
bir" dedim gözlerine bakarak. O da aynı robotlukla karşıdaki danışmayı
işaret etti eliyle. Ne olurdu sanki insan gibi ilgilenseydi. Çirkinliğini
maskesi gizleyemiyordu. Bu defa danışmaya yöneldim, kepenklerini açtılar. Orada
da iki bayan personel vardı. Birine yaklaştım ve sorunumu "PET raporumuz
çıkmış ama doktor bilgisayarından açamıyormuş" dedim. Önce "nasıl
olur, kâğıt olarak vermiyoruz" filan dedi. Sonra birine telefon etti. Ne
konuştularsa lütfen iki sayfalık raporu çıkarıp verdi. Teşekkür de etmedim,
hızla geriye kız kardeşimin yanına döndüm.
Beraber hocanın sekretaryasına girdik. Raporu
uzattık. Yine uzakta kalmamız ihtar edildi, sonra da dışarda bekleyin talimatı
geldi.Saat 13:17'de Sibel’e "Kızım hastanedeyiz. PET
raporu bu. Doktor ile yüz yüze konuşamıyoruz. Belki telefonla. Bekleyeceğiz"
diye yazdım. “Ben doktoruna iletiyorum babacım.." diye cevap geldi.
Gerçekten de bir süre sonra yine telefon hoparlörü açılarak suratımıza
uzatıldı. Hocayla kısa ve işe yaramayan bir konuşma yaptık. Hoca "annemiz
için yapabileceği ve söyleyebileceği bir şey olmadığını, hastalığının onkoloji
konusu olduğunu, onların da ya ameliyat ya da kemoterapi önerebileceğini, ancak
yaşı ilerlemiş olduğundan bunların da mümkün olmadığını düşündüğünü" ifade
ile "kendisine evde bakmamızı, ne isterse vermemizi ve mutlu etmemizi"
de ilave etti.
Canım çok sıkkındı. Cevabını alamadığım birçok soru vardı aslında. "PET raporu ne gösteriyordu, kanser başka yerlere yayılmış mıydı, onkolojiye sevk etmesi gerekmiyor muydu, evde kullanacağımız herhangi bir ilaç yok muydu, sondası ne olacaktı, acil bir durumda ne yapacaktık?.." daha böyle bir sürü soruyla eve döndük. Bu arada karşıdaki medikal dükkânlardan birinde 5 adetlik bir paket maske de almıştım.
Canım çok sıkkındı. Cevabını alamadığım birçok soru vardı aslında. "PET raporu ne gösteriyordu, kanser başka yerlere yayılmış mıydı, onkolojiye sevk etmesi gerekmiyor muydu, evde kullanacağımız herhangi bir ilaç yok muydu, sondası ne olacaktı, acil bir durumda ne yapacaktık?.." daha böyle bir sürü soruyla eve döndük. Bu arada karşıdaki medikal dükkânlardan birinde 5 adetlik bir paket maske de almıştım.
Yolda Sibel’den "Bir de onkolog arkadaşım var
İstanbul'da raporu ona da yollayacağım" diye mesaj geldi. Ben de cevaben
"Kızım Rukiye hocayla telefonla görüştük. Sıçramış galiba. Lenf bezleri
akciğer filan dedi. Direk ontolojiye gidin başlangıçta ilaç tedavisi verebilir,
benim yapabileceğim bir şey yok dedi" diye yazdım. Dönünce bazı ihtiyaçlar
için eve girmeden yeğenimle alışverişe çıktık. Market ve kasaptan bazı şeyler
aldık. Akşam nihayet bir et yemeği yiyebildik. Biftek güzeldi, anneme bile
küçük küçük doğradık yedi. Yemekten sonra kız kardeşlerimle durumu
değerlendirdik. Anlaşıldığı kadar annemin ne İstanbul’a ne de Susurluğa gitmesi
mümkün görünmüyordu. Nafiye de Aslı da burada İzmir’de kalmasını istiyorlardı. Safiye’nin
de bazı sorunlarına rağmen burada olması iyi olacaktı. Bu durumda ben de
gidebilirdim. Yalnız şu anda Ankara'ya dönemezdim, Orjan'a mı İstanbul’a mı
gidecektim. Bu belli değildi. Küçük oğlum Oğuzhan arkadaşının babasıyla Orjan'a
gelecekmiş. Kamil Koçtan bilet aldım. Yarın gece İzmir’e gelebilsin diye.
Gecenin ilerleyen saatlerinde bu hafta sonu
itibariyle dünya genelinde can kaybı sayısının 15 bin 400'ü geçtiğini öğrendik.
Dünya Sağlık Örgütü, pandeminin ivme kazandığı uyarısında bulunmuş. İlk 100 bin
vakanın ilk 67 gün içinde, ikinci 100 bin vakanın 11 günde ve üçüncü 100 bin
vakanın da sadece 4 günde ortaya çıktığına dikkat çekmiş. Uluslararası Para
Fonu IMF ise, Corona virüsü salgını nedeniyle 2020'de dünyanın 2008-2009'deki
küresel mali krizin yol açtığından daha kötü olabilecek bir resesyona gireceği
tahmininde bulunmuş. Vaka sayısının 1529'a ulaştığı Türkiye'de ise can kaybı
maalesef 37'ye yükselmiş durumda.
Ertesi gün 24 Martta Oğuzhan önce 15:32' de
geldiğini "Orjan’dayım" diye bir fotoğrafla bildirdi. Ablası
"Bunu bana yapmayın" demiş. Güzel kızım benim ne kadar isterdi o da
gelebilmeyi. Oğuzhan "İzmir’e geçeceğim babamı almaya" diye cevap
vermiş. Gece 12 ye doğru da İzmir’e ulaştı zaten. Oğuzhan’ın gelişi benim
moralimi yükseltmiş, kız kardeşlerimi ise üzmüştü. Gitmemi istemiyorlardı,
anlıyorum ancak burada kalabalık etmenin de bir yararı yoktu. Artık aramızda
konuşmuş, yol haritamızı belirlemiştik. Gerisi hayırlısını beklemeye kalmıştı.
24 Mart gecesi dünyanın Çin'den sonra en kalabalık ikinci ülkesi Hindistan'da da sokağa çıkma yasağının başladığı haberi geldi. 1,3 milyar nüfuslu ülkede halkın 21 gün boyunca evden çıkmamaları istenmiş. Öte yanda Japonya Başbakanı ise Tokyo Olimpiyat Oyunları'nı iptal etmemekle birlikte bir yıl erteleme istediklerini açıklamış.
25 Mart saat 12:19'da aynı masada bilgisayar
başında çalışan oğlumla bir fotoğrafımı çocuklarıma gönderdim: Altına da "İzmir’deyiz.
Evde mesaiye devam. İkindide sonra inşallah yola çıkacağız. Herkese çok selam.
Sağlıkla kalın inşallah" diye not koydum. Saat 18 gibi annemle ve kız
kardeşlerimle vedalaşıp İzmir’den çıktık. Canım Boşnak böreği çekti bu yüzden
Ayvalık sarımsaklıda Küçükköye uğradık ama açık bir yer bulamadık. Bu kez
Ayvalık merkezde Hatiboğlu pastanesinde durduk. Açıkmış, oradan ve Migros’tan
bir şeyler alıp Burhaniye Orjan'a doğru yolumuz devam ettik. Ayvalığı hiç böyle
bomboş ve soğuk görmemiştim.
Orjan'a girdiğimizde saat 20 civarındaydı. Oğuzhan
arkadaşının evine gitti ben de eve girip namaz kıldım, eşyalarımı topladım ve
ön balkona çıktım. Işık yanınca Panda ve annesi Boncuk da geldiler. Onları
sevdim, mama ve su koydum kaplarına. Fotoğraflarını çektim bol bol,
"inşallah geleceğiz, bekleyin" dedim. Oğuzhan geldi arabaya bindik,
onlar da bizi garip bakışlarıyla yolculamış oldular. Üzülüyorum ama "onlar
ev kedisi değil, böyle özgür yaşamaya alışıklar. Bak kış geçti ayakta
kalabiliyorlar" diye teselli ettim kendimi. Saat 21:16'da Orjan’dan
çıktık, yönümüz İstanbul'du. Yolda orjan'da kalmamayı, henüz havanın soğuk
olduğunu, İstanbul'a gitmeyi kararlaştırmıştık.
Yolculuğumuz 3 - 3,5 saat sürdü. Yeni otobanda ilerlerken pek çok şeyi düşündüm. Annemin hastalığını, neler olabileceğini, parçalanmışlığımızı, corona salgınının planlarımızı nasıl alt üst ettiğini... Ama yapacak bir şey yoktu, bunlar elbet yaşanacaktı. Gece yarısı saat 00:40'ı gösterirken Beşiktaş’taki eve girdik. Çocuklarıma ve kardeşlerime "Biz geldik çok şükür, İstanbul’dayız" diye bildirdim. Uyumadan önce haberlerden Corona virüsün çıkış noktası Çin’in Hubei eyaletinde aylar süren sokağa çıkma yasağının kaldırıldığını öğrendik. Hubei’nin başkenti 11 milyon nüfuslu Wuhan’da yaşayanlara Aralık ayından bu yana ilk kez Hubei eyaleti sınırları içinde kalmak koşuluyla kentten çıkma izni verilmiş. İki aydır kapalı olan köprü ve yollar da açılmış. Bu haber virüsle boğuşan dünyanın geri kalanı için umut mu umutsuzluk mu bilemedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder