9 Mayıs 2019 Perşembe

09 Mayıs 2019 Perşembe 11:30 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER....................Sonsuzluğa doğru (II)


Sonsuzluğa doğru (II)

Gözlemleyebildiğimiz evren göz bebeğimize çok benziyor. Şaşırtıcı gelebilir ama böyle.  İnsanların düşünceleri önünde sınır yok. Meselâ bir yolculuk hayal edebiliriz. O yolculuğu gözbebeğimizin içinde, evrenin en büyük şeylerinden en küçüklerine doğru yapalım.

Önce Başak Süper Yıldız Kümesi’nin içindeki Samanyolu Galaksisi’nin Orion sarmalındaki Güneş Sistemimizin içinde yer alan Dünya’mızın karşısına geçelim. Hatta Türkiye'nin halen bulunduğumuz şehri, mahallesi, sokağı, evi ve odasına girsin seyahat aracımız.  Kendimize bir metrelik bir mesafeden yolculuğumuza başlayacağız. 10 üzeri -1’le devam ediyoruz. Yaklaşıyoruz, 10 cm'de yaklaşık olarak yüzümüzün karşısındayız. 10 kat daha yaklaştığımızda gözümüzün ölçeğine inmiş olduk.

Şimdi göz bebeğimizin içindeyiz. Milimetreler seviyesinde içindeki kan damarlarını görebiliyoruz. Damarlarda ışığı elektrik sinyallerine dönüştüren fotoreseptör hücreler var. Hem de her insanda farklı şekillerde. Devam edip 10 kat daha yaklaşınca oksijen taşıyan kırmızı kan hücrelerimizi yani alyuvarları ve bağışıklık sistemimizin bir parçası olan akyuvarları görmeye başlıyoruz.

Hatta hücrenin çekirdeğine girdik. 10 üzeri -6 metrelik bu ölçek ancak elektron mikroskobuyla görülebilir. Baktığımızda ipliksi kromozomlarımız bize el sallıyorlar. 10 kat daha yaklaşırsak kromozomların yapısındaki DNA ve proteinleri fark ediyoruz. Burası nanometre seviyesinde. Genetik bilgilerimizin saklandığı DNA ve onun zincir şeklindeki yapısı görülebiliyor. Nereye baksak zincirler görülüyor.

Zinciri kırıp 10 kat daha yaklaşıyoruz aracımızla; DNA’nın Hidrojen, Karbon, Oksijen, Nitrojen ve Fosfor atomlarından oluştuğu noktaya. 10 kat daha yakınlaşınca bu grubun içindeki Oksijen atomunun seviyesine kadar inmiş oluyoruz. Ama çok garip ! Buradan bakınca sanki güneş sistemine yeniden giriyor gibiyiz. Şaşkınlığımız artıyor. Bu bir yanılsama mı ?

Hayır ! Merakımızı yenemiyerek 10 kat daha yaklaşalım. Önümüzde az önce gördüğümüz atomun dış yörüngesindeki elektronlar başka atomlarla birleşip molekülleri oluşturuyorlar. Ama bu iç yörüngedeki elektronlar ondan ayrılmıyorlar. Devam edip dairemizi 10 kat daha büyüttüğümüzde bir boşluğa düşüyoruz sanki. Uzayın içindeki güneş sistemiyle atomun içindeki boşluklar nasıl da birbirlerine benziyor.

Yolculuk 10 kat daha ileri gidince artık atomun çekirdeğine yaklaştık. Bu karşımızdaki küçücük nokta atomun kütlesinin neredeyse tamamı. Peki acaba orada ne var ?  Proton ve nötronlar. Birbirlerinin aksi yüklü elektronlar güçlü bir nükleer kuvvet tarafından bir arada tutuluyorlar.

Bitmiyor, yaklaştıkça Proton ve nötronların da kuarklardan oluştuğunu görebiliyoruz. Bilimsel tanımıyla Kuark, bir tür temel parçacık ve maddenin temel bileşenlerinden biri. Daha 1968 yılında kanıtlandı. Daha da ötesi var mı ? Elbette var ama artık bir atom altı dünyadayız. Bu dünyadaki ölçüler tam olarak doğrulanmış değil. Hayalle gerçek arası şeyler. Sanki zaman ve mekan ötesindeyiz.

Önce kuantum kromo dinamikleri var. Protonları ve nötronları oluşturan kuarklar gluon alanlarında etkileşim içindeler. Bir çorba gibi kaynıyorlar. 10 kat daha yaklaşınca onu oluşturan malzemeleri, çeşniyi görmeye başlıyoruz. Önce yukarı ve aşağı kuarklar. Sonra da garip kuark. 10 kat daha büyütünce de tılsım kuark. Neden tılsım ? Çünkü onu keşfedenler çekirdek altı dünyadaki simetrisiyle adeta büyülenmişler de o yüzden.

10 üzeri – 19 metreye geldiğimizde artık çeşnimizin bir başka kuarkı olan alt kuarkları buluyoruz. Ekstra-galaktik kozmik ışın etkileşimiyle açığa çıkan yüksek enerjili nötrinolar bu seviyede gözlemlenebiliyor. Görüş alanımızı 10 kat daha büyütünce yine bir boşluk !

10 üzeri -22 metreye 100 yoktometre adı veriliyor. Bu büyüklükte karşımızda çeşninin son parçası olan üst kuarklar var. Işık hızına yakın bir hıza sahip Nötrinoların elektriksel yükü sıfır ve maddelerin içinden neredeyse hiç etkileşmeden geçebilen temel parçacıklar.

Nötrinodan daha küçük bir şey olabilir mi ?

10 üzeri -24 -25 -26 -27 'de hiç bir şey yok gibi. Sanki 10 üzeri 27 ölçeğinde gözlemlenebilir evrenin tamamına bakıyoruz. Halbuki şimdi tam aksi yönde, gözbebeğimizin içinde küçük bir evrendeyiz. Şaşkınlıktan dermanımız kesildi ama merakımızı yenemiyoruz. O zaman devam edelim. 10 üzeri -28 -29 -30 -31 -32 -33 -34 ve nihayet Planck uzunluğuna geldik. Bu uzunluğu doğrudan ölçebilecek bilinen hiç bir araç yok. En küçük ölçü olarak kabul ediliyor ama bu araştırmalar bile tamamen teorik düzeyde.

Her şeyin teorisi ya da her şeyin kuram ölçü birimi bu mu ? Kimileri gerçekliğin esas bileşenlerinin rezonans frekanslarında titreşen ve planck uzunluğunda olan sicimler olduğunu ileri sürüyor. Kimileri de evrenin bir uzay zaman kumaşından ya da bir başka deyişle kuantum köpüğünden oluştuğunu iddia ediyor.

Dairemizin çapını 10 kat daha küçülttüğümüzde ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Daha kaç kez 10 kat gidebileceğimizi de…Aklımızın ve hayallerimizin sınırındayız.

Ama bu yolculukta anlayabildiğimiz tek sonuç şu: 10 üzeri 0 boyutunda yaşayan biz insanlar, evren konusundaki algımızı büyüttükçe de küçülttükçe de sonsuza doğru uzanıyoruz.

Doğrudur; Evrendeki en büyük ve en küçük şey hakkında sürekli yeni yeni şeyler keşfediyoruz. Ama keşfettikçe de aslında 'Bildiğimiz tek şeyin hiçbir şey bilmediğimiz' olduğu sonucuna varıyoruz.

---------------
Kaynak: Cosmic View (1957) kitabı ve Powers of Ten (1977) belgeseli, atom altı parçacıklar konusunda bu kaynaklardan sonra yapılan yeni keşifler, ayrıca uzay ve gözlemlenebilir evren hakkında son bulgular, Barış ÖZCAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder